Sarya: Statü kabul edilirse daha büyük gelişmeler yaşanır

Rojava Devrimi sürecini takip eden gazetecilerden Berîtan Sarya, "Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin statüsü kabul edilirse çok daha büyük gelişmeler yaşanacak" dedi. Sarya, statü kabul edilmeden DAİŞ'in temizlenemeyeceğine de dikkat çekti.

Rojava Halk Devrimi 9. yılına girdi. Devrim, halkların yanı sıra gazeteciler, sanatçılar ve tarihçilere de kapılarını açtı. 19 Temmuz Rojava Devrimi’ni, yaşananları takip etmek için bölgeye gelen gazetecilerden Berîtan Sarya ile konuştuk.

Sarya, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin statüsünün kabul edilmesi gerektiğini, aksi takdirde DAİŞ çetelerinin temizlenmesinin mümkün olmayacağını belirtti. Türk devletinin işgalci, soykırımcı rolüne vurgu yapan Sarya, Özerk Yönetim etrafında Türk devletine karşı kenetlenmek gerektiğini söyledi.

Bölgeye ne zaman ve neden geldiniz? Bölgeye gelmeden önce burada yaşananları takip ediyor muydunuz?

Şubat-Mart 2016 tarihinde alana geldim. Daha önce uzun zaman Güney Kürdistan ile Medya Savunma Alanlarında gazetecilik yaptım. Rojava’da bulunmasam da süreci yakından izliyordum. Özellikle DAİŞ’in çıkışını Güney Kürdistan’da Maxmûr’da yaşadık, DAİŞ saldırıları oldu. Zaten Rojava’da bir devrim yaşanmıştı. Yine Rojava’da DAİŞ’e karşı yürütülen bir mücadele vardı. Hem çalıştığım ajansın isteği hem de kendi isteğimle Rojava’da yaşananları gelip yakından takip etmek istedim.

19 Temmuz, Rojava Devrimi’nin başlangıç tarihi olarak kabul ediliyor. Sizce Rojava Devrimi’nin başlangıcı ne zamana dayanıyor? Rojava Devrimi bölge halkları için ne vadediyor?

Şimdi 19 Temmuz 2012 tarihinde devrim Kobanê’de resmi olarak başladı. Tabii ki öncesi var. Hem öncesinden yürütülen Arap baharıyla birlikte buradaki öncülerin -çünkü kendilerinden dinliyoruz sahada- yürüttükleri faaliyetler var. PYD var, TEV-DEM kuruluyor. Bunların yürüttüğü faaliyetler var. Bir de Önder Abdullah Öcalan’ın 20 yıla yakın Suriye-Ortadoğu sahasında yürüttüğü çalışmalar var. Sizin de bildiğiniz gibi Sayın Öcalan, 2 Temmuz 1979 tarihinde Kobanê bölgesinden Suriye sahasına giriş yapıyor. 20 yıl boyunca aralıksız yürüttüğü çalışmalar var. Önder Apo’nun ideolojisi biliniyor. Kadın özgürlüğüne dayanıyor.

Yine milliyetçi temelde gelişen bir ideoloji değil. Halkların birliğini esas alıyor. Tüm halkları özgürleştirmeyi esas alıyor. Kürt sorununu milliyetçi temelde gündemleştirmiyor. Bu doğrultuda Sayın Öcalan’ın Suriye sahasında Şam’da, Lübnan’da yine Halep ve çevresinde yürüttüğü çalışmalar var. Kürt halkı da Sayın Öcalan’ın Suriye ve Lübnan sahasında bulunduğu süreçte o alanlara yoğun akın etmiş. Çünkü burada halkla görüşüyoruz, kendileri de Önder Apo’yla anılarını anlatıyorlar.

Bu Kürt halkında bir aydınlatma yaratmış. Yine Sayın Öcalan’ın yetiştirdiği PKK militanları var. Sayın Öcalan bunların bir kısmını bu sahada yetiştirip savaş alanlarına gönderirken bir kısmını da halkın içerisine gönderiyor. Yani hem halkı eğitmeleri hem de kendilerinin halkın toplumsal gerçeğini tanımaları için. Bu da toplum içerisinde bir devinim oluşturuyor.

ÖNDER ÖCALAN'IN ÇALIŞMALARININ SONUCU

Özellikle kadın gerillalar gerçekten bu toplumda fark yaratıyorlar. Çünkü Suriye sahası her ne kadar BAAS rejimi kendine laik ve seküler dese de yine İslam dininin etkisi altındaki bir saha. Kadın üzerine de bu doğrultuda yaptırımlar var. Çok eşlilik var, işte kadınların yaşamda, toplumsal örgütlülüklerde, farklı çalışma alanlarında rahat yer alamadıkları bir saha. Feodal özellikler, feodal gelenekçi aile sistemi bu sahada da hakim. O dönemde yapılan çalışmalarla bu biraz Kürt toplumunda kırılıyor.

Bu anlamda Rojava Devrimi başladığında da biliyorsunuz ‘Kadın Devrimi’ olarak nitelendiriliyor. Çünkü kadınlar çok yoğun katıldılar. Ve devrimin her sahasında yer aldılar. Sonrasında kendi kurumsallaşmalarını da oluşturdular. Bu kesinlikle Sayın Öcalan’ın o süreçlerde yürüttüğü çalışmalarla bağlantılı. Yine birçok halktan (Ermeni, Süryani, Arap) insanlarla da görüştük. O süreçte Sayın Öcalan’ın yarattığı dostlar var. Birçok insan Önder Apo’nun toplantılarına akın ediyor. Burada biraz daha Kürt Özgürlük Mücadelesi ve onun değerleriyle tanışma durumu var; sempati gelişmesi yaşanıyor. Bu da devrimin Demokratik Ulus temelinde gelişmesine bir zemin oluşturuyor.

2014 yılında Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi ilan edildi. Özerk Yönetim sistemine gazeteci gözüyle baktığınızda neler gördünüz?

Şimdi kısaca devrimin geliştiği sürece bakmak gerekiyor. Ortadoğu’da işte Körfez Savaşı’yla birlikte gelişen 3. Dünya Savaşı diyebileceğimiz süreç var. Bunun aşamaları var. Birinci süreç Körfez Savaşı’ydı, ikinci süreç Arap Baharı olarak adlandırılan süreç olarak ele alınabilir. İşte biliyorsunuz, Tunus’ta, Mısır’da, Yemen’de, ardından Bahreyn ve Libya’da ayaklanmalar oldu.

11 Mart 2011’de de Suriye’ye yansıdı. Ayaklanmalar Dera’da başladı ve kısa sürede tüm Suriye'ye yayıldı. Suriye açısından baktığımızda rejimin tek tipçiliği, mezhebe dayalı, dinciliğe, cinsiyetçiliğe dayalı sistemine, yolsuzluklara, sadece bir kesime dönük yatırım yapmasına, bazı bölgelere dönük yatırım yapmasına ama bazı bölgelerin yol, su, iş gibi birçok konuda mahrum kalmalarına dönük bir tepki vardı. Yine mezhebe dayalı iktidara tepki vardı. Ama kısa sürede hem uluslararası güçler hem bölgedeki ulus devletler bu ayaklanmalara müdahale etti. İşte örneğin başta Türkiye olmak üzere, onun dışında Suudi Arabistan, Katar, Amerika’nın müdahaleleri oldu. Rejimin de çok yoğun silahlı saldırısı oldu. Bu ayaklanmalara çok yoğun şiddeti oldu. Kısa sürede bir iç savaşa dönüştü.

Ama Rojava Devrimi’nde 3. yol esas alındı. Aslında şu anki sistemin temel özelliği de 3. yolda yatıyor. Yani iktidarı hedeflemeyen, tamamıyla ülkenin demokratikleşmesini hedefleyen ne rejim yanında ne de işte sonra özellikle daha sonra Türkiye’ye daha fazla yakınlaşan muhalefet olarak isimlendirilen grupların yanında yer alınmıyor. Tamamen topluma dayalı demokratik bir sistem esas alınıyor. Bu doğrultuda farkı buradadır. 2014 yılına kadar bunun çalışmaları yürütülüyor. Tamam devrim Kürtler öncülüğünde gelişiyor, ama farklı halklar da (Araplar, Süryaniler vb.) katılıyor. 2014'ün Ocak ayında da Cenevre görüşmelerinden kısa süre önce Demokratik Özerk Yönetim ilanı var. Kantonlar temelinde ve bakacak olursak bu çok önemli.

ÖZERK YÖNETİM SİSTEMİ

Şu an mesela Arap Baharı'nın yaşandığı tüm ülkeler ya Müslüman Kardeşler yönetiminde eskisi gibi cinsiyetçi, dinci, bir kesimin üstün tutulduğu diğer kesimin ötelendiği, baskılandığı bir sistemi yaşıyor. Ya da çok büyük iç savaşlar yaşıyor. Yine uluslararası güçler, Türkiye başta olmak üzere bölgesel güçler bu savaşları daha da derinleştiriyor, yıkımı ve kaosu geliştiriyor. Fakat Rojava Devrimi’nde Demokratik Özerk Yönetim pratiğinde bu böyle olmadı. Bölgede halkların tüm birbirine boğazlatma yaklaşımlarına karşı Rojava’da halklar birliğini oluşturabildi, ortak yönetim oluşturabildiler. Şu anda hepsi ortak yönetimde temsilini bulabiliyor. Hepsinin kotası var.

Konseylerden komünlere kadar hepsinde, tüm halkların, toplulukların, kadınların iradesi var. Yüzde elli kadın kotası var. Eşbaşkanlık sistemi var. Aslında şunu ifade etmek gerekiyor; şu anda Ortadoğu’da yine bu Arap Baharı sürecinin yaşandığı tüm ülkeler içerisinde tek model Rojava’da şu an Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi. Biliyorsunuz, Rojava’yla sınırlı kalmadı. Birçok bölge DAİŞ’ten özgürleştirildi. Bu bölgelerin halkları da Demokratik Özerk Yönetimi tercih ettiler ve Eylül 2018'de 7 bölgeden Demokratik Özerk Yönetim oluşturuldu. Bu anlamda önemli başarılı bir örnek.

Tabii ki işte sıkıntılar, sorunlar, eksiklikler var. Zihniyet sorunları var, yeterince Demokratik Özerk Yönetimin ilkeleri ölçüsünde sistemi işletememe var. Bütün bunlar zaten tartışılıyor, çözüm aranıyor. Pratikte birçok şey deneniyor. Ama başarılan bir model de var. Bırakalım Demokratik Özerk Yönetimi’nin ilanını, Rojava Devrimi başladığı günden bugüne kadar hiç savaş durmadı. Daha önce Türkiye’nin örgütlediği, ÖSO dediği Müslüman Kardeşler grupları daha sonra Cephet El Nusra’nın saldırıları, ardından biliyorsunuz, DAİŞ saldırıları gelişti.

2016’dan itibaren Türkiye sahaya fiili olarak girdi. 2018 yılında Efrîn işgal edildi, 2019 Ekim ayında Serêkaniyê ve Girê Spî işgal edildi. Tüm bu saldırılara rağmen burada örnek rol olan bir model sistem var. Ben inanıyorum; eğer bu saldırılar, bu savaşlar geriletilirse, Rojava’nın Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin statüsü kabul edilirse çok daha büyük gelişmeler, çok daha büyük bir rönesans yaşanacak. Ve bu sistemde de vücut bulacak.

Baxoz hamlesiyle DAİŞ’in bölgedeki toprak hakimiyeti son buldu. DAİŞ’e karşı yürütülen mücadeleleri takip ettiniz. Ardından çok sayıda tutuklu DAİŞ üyesiyle röportaj yaptınız. Bölgede DAİŞ yapılanmalarına karşı operasyonlar sürüyor...

Öncelikle bir gazeteci olarak şunu belirtmek istiyorum; iç içe karmaşık duygular yaşıyoruz. İşte bunlar insanı olgunlaştırıyor. Öğretici de oluyor. Biliyorsunuz, Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye’de genişleyen bir sistem var. Aslında halklar çapında Suriye'nin her tarafında da sempati görüyor. Şimdi Kuzey ve Doğu Suriye’de bu sistemi benimseyen insanlar, YPG, YPJ, QSD saflarında DAİŞ’e, diğer çetelere karşı mücadele eden insanlar yaklaşık 10 bin şehit verdi. 11 binin üzerinde de yaralı var. Halen şehit ve yaralı veriyorlar.

Bu insanları görüyorsun, ailelerini görüyorsun. Sana DAİŞ’in eline esir düşmüş insanlarından bahsediyorlar. Yaşadıklarından, akıbetlerinden haberleri yok. Yine şehit ailelerini görüyorsun, duyguları bambaşka. Bir yandan gidip o kamplarda DAİŞ’li kadınları görüyorsun. Cezaevlerinde DAİŞ tutuklularını, çeteleri görüyorsun, onlarla röportajlar yapıyorsun. Koşullarını görüyorsun. Özerk Yönetimin onların koşullarını düzeltme için çabalarını görebiliyorsun ki Özerk Yönetim içerisindeki birçok yönetici kendi çocuklarını da bu savaşta, mücadelede şehit vermiş. Ama bütün bunlara rağmen insani yaklaşım görüyorsun. Bu seni etkiliyor.

Mesela bir Arnavut annemiz var burada. Efrîn savaşını da yaşadı. Kendisi 2013’te çocuğu Ehrer El Şam tarafından pusuya düşürülmüş, Cephet El Nusra’ya verilmiş ve ardından onlar da DAİŞ’e vermişler. Akıbeti belli değil. Basından beni takip ediyor. Bana ‘Sen gidip DAİŞ çeteleriyle röportaj yapıyorsun. Benim çocuğumun akıbetini de sor’ diyor. Bunlar gerçekten insanı etkiliyor. Şu anda bir duygu düşünce dünyası oluşturuyor. Zaten takip ettiğin, içinde olduğun bir süreç ama insanların duygularına dokunuyorsun, görüyorsun yaşanan acıları, özgürlük için verilen bedelleri. Bunlar etkiliyor.

‘STATÜ KABUL EDİLMEDEN DAİŞ TEMİZLENMEZ’

Ama buna rağmen mesela Demokratik Suriye Güçleri (QSD), bölge halkları DAİŞ’e karşı büyük mücadeleler yürütmüş. DAİŞ’in toprak hakimiyetini Suriye’de bitirmiş olmasına rağmen halen Demokratik Özerk Yönetimin statüsü tanınmıyor. Yani uluslararası güçlerin bu konuda çok ikiyüzlü yaklaşımları var. Aslında Suriye'de çözüm de istemiyorlar. Yani bütün bunlar Türkiye’nin ve DAİŞ’in saldırılarını daha fazla güçlendiriyor. Biliyorsunuz, DAİŞ toprak hakimiyeti bitirilmesine rağmen halen saldırıları sürüyor. Hücreleri var zaten, buna dönük Dêrazor’da operasyon yürüyor. Dönem dönem bu operasyonlar yapılıyor ama yetmiyor.

Çünkü Türkiye bu doğrultuda çok fazla çalışma yürütüyor. Çeteleri örgütlüyor, şu ana kadar birçok hücre örgütlenmesi açığa çıkarıldı. Bu hücre örgütlenmelerinin talimatlarını veren kişilerin aslında Türkiye'de oturduklarını, Türkiye’de kaldıklarını, Türkiye istihbaratıyla (MİT) çalıştıklarını biliyoruz. Çünkü çeteler bunları anlatıyorlar. Bu anlamda ben kişisel olarak bir gazeteci olarak yaptığım çalışmalarda da bunu aktarıyorum. Türkiye’ye karşı net tavır konulmadıkça, yine Demokratik Özerk Yönetimin statüsünün kabul edilmediği sürece DAİŞ’in Suriye’de de bitirileceğini düşünmüyorum.

Irak’ta da bitirileceğini düşünmüyorum. Çünkü şu anda baştan bu yana böyle DAİŞ daha fazla Türkiye’ye yakın. Tam anlamıyla Erdoğan, DAİŞ’in eşbaşkanlığını üstlenmiş durumda. Bizim yaptığımız araştırmalar, özel kaynaklardan ulaştığımız bilgiler ve belgeler DAİŞ’in şu anki halifesi Ebu Muhammed El Mevla El Selbi’nin Türkiye’de olduğunu işaret ediyor. Yine 19 Kasım’da bir toplantı yaptılar ve Suriye’de örgütlülüklerini güçlendirme, Irak’ta DAİŞ’i yeniden örgütleme kararı aldılar. Bu anlamda o süreçten bu yana Irak ve Suriye'de saldırılar artmış durumda.

MİT DAİŞ’LİLERİ KAÇIRIYOR

Yine biliyorsunuz, birkaç gün önce (17 Temmuz 2020), Türkiye devletinin resmi haber ajansı Anadolu Ajansı’ndan ilan edildi. MİT elemanları kurdukları şebekeler yoluyla Kuzey ve Doğu Suriye’deki kamplardaki DAİŞ’li kadınları kaçırtıyorlar. Hol kampı mesela 65 bin mültecinin yaşadığı bir kamp. Bunlardan yaklaşık 30 bini DAİŞ’li. Ve Türkiye gelip buradan DAİŞ’li çete kadınları kaçırıyor. Ki bu kampın uluslararası bir yönü de var aslında, bütün dünyanın gözünün olduğu bir kamp.

Anadolu Ajansı gibi bir ajanstan ilan ediyor. Bu aslında tam anlamıyla DAİŞ’i sahiplenme anlamına geliyor. Sanki Moldovalı bir kadın Suriye’ye pikniğe gelmiş, turistik bir geziye gelmiş, QSD onu tutmuş yakalamış ve Hol Kampı’na koymuş. Türkiye de onu QSD’nin elinden özgürleştiriyor. Böyle bir şey olamaz yani. O zaman dünya uluslararası devletlerinin gerçek yüzlerini görmek gerekiyor.

Koalisyon Güçleri gerçekten DAİŞ’i bitirmek istiyor mu? DAİŞ’i bitirmek istiyorsa Türkiye’nin koalisyon içerisindeki rol ve işlevi nedir?

Şu anda görüyoruz ki, Türkiye DAİŞ’e can veriyor. Kürtlere dönük saldırılar planlıyor. Şu an biliyorsunuz Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî sadece bunlar değil Cerablus’ta bir Kürt bölgesidir. Tarihsel olarak Kürdistan coğrafyasıdır. Hepsinde ‘Milli Ordu’ dedikleri çete grupları bulunuyor. Bunlar Türkiye’ye bağlı çeteler. Ve bunların neredeyse yarısı eski DAİŞ’lilerden oluşuyor. Bu anlamda baktığın zaman aslında DAİŞ’in bitirilme niyeti var mı, diye sorguluyorsun. Bunu görmek gerekiyor. Ki özellikle mesela 20 Temmuz 2015’te Suruç’tan Kobanê’ye gelmek isteyen Türkiyeli gençlere DAİŞ bir patlama gerçekleştirmişti. Ki bizim görüştüğümüz DAİŞ çeteleri bunun DAİŞ yönetiminden bağımsız yapıldığını, Türkiye istihbarat sızmalarıyla yapıldığını belirtiyorlar.

Tam da Suruç patlamasının yıl dönümünde Türkiye, DAİŞ’li kadınların Suriye'deki Hol Kampında gizlice kaçırdığını ilan ediyor. Bu ne anlama geliyor. 'Ben DAİŞ’in eşbaşkanıyım. Ben bu çalışmalarımı sürdüreceğim.' Eğer böyle ele alacak olursak, bu gerçeği görecek olursak sadece Ortadoğu açısından değil DAİŞ tehlikesi Avrupa için de sürecektir. DAİŞ tehlikesi dünyanın diğer bölgeleri için de sürecektir. Çünkü Türkiye biliniyor yani. Kontra faaliyetleriyle biliniyor. Bugün Fransa'da yapılan patlamaların arkasında da Türkiye çıkıyor. Farklı yerlerde yapılan patlamaların arkasında da Türkiye çıkıyor. Ne zaman siyasi bir baskı yapmak istese, şantaj ve tehdit yöntemini kullansa bir DAİŞ patlaması gündeme geliyor.

Türkiye'nin bölgeye dönük saldırıları artarak sürüyor. Bölgede neler yaşanıyor ve neler yapılmak isteniliyor?

Yani uluslararası güçler derken bugün hemen her gücün eli Kuzey ve Doğu Suriye coğrafyasında var. Ama en çok inisiyatifli olan güçler ABD ve Rusya. Şu ana kadar işte Cenevre’sinden Moskova’ya Astana’ya kadar sözde birçok çözüm tartışması yürütüldü. Ama hiçbirine gerçekten çözüm modeli olan güçler (Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi) davet edilmedi. Ki bunların hiçbiri de sonuç almadı da alması da mümkün değil. Aslında bunlar bile gösteriyor ki, çok da öyle çözüm niyetleri yok.

Eğer gerçekten çözüm niyetleri olsa Türkiye ne kadar baskı yaparsa yapsın, burada bir çözüm güçlendirmek için burada bu güçleri muhatap alırlar. Çünkü diğer güçlerin bir modeli yok. Tam aksine diğer bölgelerin hepsi neredeyse kaos, karmaşa. Her gün patlama, katliam, tecavüz, insan kaçırma ve fidye alma var. Ve çete gruplarının birbiriyle çatışma yaşaması durumu yaşanıyor. Bu anlamda bir çözüm yaklaşımı görünmüyor.

Tam aksine biz Kuzey ve Doğu Suriye’deki Demokratik Özerk Yönetimin, Kürtlerin, uluslararası güçlerin hem birbirleriyle hem de Türkiye’yle ilişkilerinde bir pazarlık meselesi olduğunu görüyoruz. Bu anlamda çok da hani çözüm geliştiren bir yaklaşımdan ziyade kaosu sürdürerek kendi çıkarlarını sağlama; henüz yenişemediler. Büyük bir paylaşım savaşı sürüyor. Daha çok bu kaosu sürdürerek kendi çıkarlarını sağlama şeklinde ilerliyor uluslararası güçlerin politikaları.

Bir de Türkiye gerçeği var yani. Şimdi Türkiye gerçeğini kısa da olsa vurgulamamız gerekiyor. Kendi dış politikada oldukça saldırgan militarizmi esas alıyor. Maalesef şu anda dünyanın daha çok militaristleşmeye gittiğini görüyoruz. En militer gücün de Türkiye olduğunu görüyoruz. Koronavirüs salgını sürecinde bile tek durmayan taraf Türkiye’ydi. Sürekli her yana asker, çete gönderiyordu. İşte bölgeleri karıştırmak istiyordu. Yemen’den Mısır’a Libya'ya Kıbrıs’a Suriye’ye kadar.

YENİ SALDIRILAR

Irak’ta zaten Kürt özgürlük gerillalarına karşı operasyon sürüyor. Türkiye’nin hem Misak-ı Milli politikaları var, hem de yeni Osmanlıcı politikaları var. Türkiye zaten kesinlikle tüm Güney Kürdistan’ı ve Rojava Kürdistan’ı hat boyunca işgal etmek istiyor. Şu anda mesela Heftanin’de PKK gerillalarına karşı bir işgal harekâtı yürütüyor. Heftanin’de büyük bir direniş var. Oradaki direnişi kırarak bunun üzerinden Dêrik hattına Til Koçer üzerinden yine Musul'a doğru açılmak istiyor.

Yine elimizde bilgiler var, Eyn İsa hattına dönük çok uzun süredir hazırlıklar var, bu hazırlıklar tamamlandı. Eyn İsa ve Kobanê’nin doğusunu işgal ederek yavaş yavaş tüm hattı birleştirmek istiyor. İşte Girê Spî, Eyn İsa, Kobanê, Cerablus, Efrîn ve İdlib’e kadar bir hat oluşturmak istiyor. Bunun dışında genel Ortadoğu'daki politikaları da biliniyor yani. Libya’daki politikalar tamam petrol sağlamak istiyor ama yeni Osmanlı politikalarından da bağımsız değil. Bu anlamda Rojava Devrimi 9’uncu yılına girerken aslında Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük çok büyük tehditler var, işgal tehditleri var. Belki Kobanê sürecinden DAİŞ işgalinin geliştiği işte PKK gerillalarından dünya enternasyonellerine, kadınlara tüm halkların savunduğu Kobanê’den daha fazla şu an tehlike içeriyor.

Gazeteci arkadaşlarımızı, dünyadan demokratik duyarlı, devrimci insanları Rojava Devrimi etrafında Kuzey ve Doğu Suriye halklarının yarattığı Demokratik Özerk Yönetim sistemi etrafında, yine Türk faşizmine karşı savaşan tüm güçler etrafında kenetlenmeye çağırıyorum. Çünkü Türkiye’nin bu kapitalist sistemi, jandarmaların üstlenmesi bu kadar militarizmi yükseltmesi tüm dünya halkları için büyük tehlike oluşturuyor. Kürt sorununda işgalci politikalar ne kadar fazla geliştiriliyorsa aslında Türkiye içerisinde de özgürlükler o kadar gasp ediliyor. O kadar otoriterleşen bir rejim oluşuyor. Hatta kendinden olan iktidar güçlerini zapturapt altına alarak cezaevlerine tıkayan, kendi askerlerine tecavüz ettiren bir rejim gerçekliğiyle karşı karşıyayız.