“Halkı kitlesel anlamda seçim güvenliği için mobilize etmek gerekli”

Sosyolog Harun Ercan, muhalefetin enerjisini daha fazla milliyetçileşmeye değil, hâlihazırda sandıkta etkin olmak isteyen halkı örgütlemeye ve buradan seçim güvenliği konusuna daha da fazla eğilmeye harcaması gerektiğini söylüyor.

New York Eyalet Üniversitesi'nde Siyaset Sosyolojisi alanında doktora çalışmasını yapan akademisyen Harun Ercan ile yaptığımız röportajın ikinci kısmında, Kılıçdaroğlu’nun değişen söylemi üzerine konuşuyoruz. Ercan ilk bölümde olduğu gibi burada da seçim güvenliğine dikkat çekiyor. Dahası Ercan, muhalefetin bu kısa sürede ‘milliyetçiliğe’ değil bu noktaya eğilmesi gerektiğinin altını çiziyor ve “Halkın bu sürece katılımcı olmak için muazzam bir talebi var. Bu katılımcı talebi örgütlemek kısa süre içerisinde de olsa yapılabilecek en anlamlı en bence verimli ve en etkili şey olacaktır” diyor.

Öte yandan Harun Ercan’a göre Kürt seçmenin sandığa gitmesinde etkili olan iki faktörden biri Kılıçdaroğlu’nun ‘milliyetçi’ dili. Diğeri ise AKP-MHP iktidarının yeni bir faşist rejim inşasına duyulan kaygı. Sosyolog Harun Ercan bu iki faktörün iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyor.

Sosyal medya hesabınızdan daha önce özellikle İYİP’in ve Gelecek Partisi’nin ‘devlet içi bürokrasiye’ bir nevi anahtar olabileceğine dair bir hava yaratılmış olduğunu ve bunun da yanılgı olduğunu yazmıştınız. Neydi bu yanılgı tam olarak?

Millet İttifakı'nın iktidar olduğu bir senaryoda devletin anahtar kurumlarının --bunun içerisinde istihbarat teşkilatı, TSK, emniyet ve jandarma teşkilatları sayılabilir, yani Türkiye'deki savaş bürokrasisi diyelim--, bir iktidar değişimine az çok göz kırpabilecekleri veya seçim sonuçlarına göre sıcak yaklaşabileceğine dair insanları ikna eden, seçim öncesinde açıklamalar oldu. Bu açıklamalar da hep şuna yaslanıyordu: İYİ Parti'nin ve Gelecek Partisi'nin ve kısmen de CHP'nin devlet bürokrasisiyle bir muhabbet içerisinde ve bir iletişim içerisinde olduğu, önemli dönüm noktalarında muhalefete bilgi aktardıklarına dair konuşmalar ve imalar yapıldı. O gece yaşanan sistematik usulsüzlükleri düşündüğümüzde, bunların devletin bu anahtar kurumlarının bilgisi dışında yapılma ihtimali neredeyse yok.

Haliyle, şu çıkarımı yapmamıza imkân var: Bu kurumlar eğer yapılan bu sistematik seçim usulsüzlüklerine ses çıkarmamışsa, engellememişse, demek ki CHP'nin, İYİ Parti'nin, Gelecek Partisi'nin topluma verdikleri o mesaj çok da doğru değilmiş. Şimdi bunu seçim sonrası olanlarla beraber düşündüğümüzde ben şu noktanın daha önemli olduğunu düşünüyorum. Beğenelim ya da beğenmeyelim, tüm eksikliklerine, sıkıntılarına rağmen Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın bir nevi antitezi gibi algılanabilecek noktada bir seçim kampanyası yürüttü.

Bir yandan, Kürt meselesinin mecliste demokratik yollarla çözülmesi gerektiğine dair sözler söyledi. Bir diğeri kayyum siyasetine son vereceklerine dair verilen sözlerdi. Üçüncüsü de AİHM'in Demirtaş ve Kavala ve diğer siyasi tutuklular hakkında verdikleri kararlara uyacağını belirttiler. Aslında bunun çok ötesine geçen sözler vermediler. Ama şunu da not etmekte fayda var: Kılıçdaroğlu, otoriter rejimden demokratik bir rejime yeniden geçiş bağlamı içerisinde Kürt meselesine dair de bir kamuoyu yarattı. Önemli bir farkındalık yarattı şu sorularla: Demokratikleşme olacaksa yeniden nasıl olabilir? Bunun temel ayakları neler olmalı? Yani AKP'nin inşa ettiği otoriter devlet ve toplum ilişkisi nasıl çözülebilir üzerine dair kapsamlı sözler söylendi, kampanyalar yürütüldü ve halk nezdinde de bir yankı da buldu. Kılıçdaroğlu'nun almış olduğu oy, doğru veya gerçek bilmiyoruz ama, bunun yansıdığını söylemek mümkün.

Söyleşinin ilk kısmında “CHP bu seçimin ilk turunun verdiği esas mesajın milliyetçilik, daha fazla milliyetçilik olduğuna dair bir kendince bir çıkarımda bulundu” dediniz. Kılıçdaroğlu sizin de dediğiniz gibi strateji değiştirip daha da milliyetçi bir söyleme geçti. Peki, bu söylemin değişmiş olması ne gibi bir etki yaratır?

MHP'den bir şekilde koparak ortaya çıkmış siyasi yelpazedeki en ırkçı iki partinin, ATA ittifakı olarak bilinen ittifakın bu yeni tabloyu bir siyasi fırsata çevirmeye çalıştıkları ortada. Kürtler birinci tur öncesinde bu seçim sürecinin anahtar aktörü olarak görülüyordu. Kürt meselesinin çözümünün de kendisini zamanla dayatacağı birçok yorumcu tarafından ifade ediliyordu. Ata ittifakı ise: “Türkiye'nin geleceğine karar verecek olan Kürt seçmenler değil, Ata ittifakını destekleyen seçmen kitlesidir” şeklinde konumlanmış durumda. Bu seçmen kitlesi üzerindeki kontrollerinin ne ölçüde olduğunu gerçekten hiç kimse bilmiyor. Muhtemeldir ki, bu seçmen kitlesini seçimlerden sonra da tutabilmek adına, açıkça bir adayı işaret etmeden ama diğer yandan da Kılıçdaroğlu’nu yıpratarak kalan zamanı geçirecekler.  

Şu soruları sormak lazım: En geniş anlamıyla baktığımızda, Kılıçdaroğlu'na ve Erdoğan'a oy vermek istemeyen bir kitleden mi bahsediyoruz? Siz bu kesime muhalefet olarak nasıl yaklaşırsınız? Sizin elinizde birtakım tercihler vardır ama siz bu insanlara illa ki milliyetçi bir söylemle yaklaşıp oy almaya çalışmak zorunda değilsiniz. Örneğin bu insanların toplumsal olarak hangi kesimden geldiklerine göre de bir söylemsel strateji uygulayabilirsiniz. Ona göre de hepsini değil ama belli bir kısmının onayını almayı da hedefleyebilirsiniz. Dahası, bu insanları aşırı milliyetçi bir söylemle ikna edebileceğinizin de hiçbir şekilde bir garantisi yok. Siz çıkıp ‘biz Mültecilerin hepsini sınır dışı edeceğiz’ diye birtakım sözler verseniz bile inandırıcı bulmayabilirler. Çünkü seçim süreçleri böyledir. Ne söylediğiniz değil, ne kadar inandırıcı olduğunuz, nasıl algılandığınız temel belirleyen oluyor.

CHP’deki bu milliyetçi savrulma sonrası Erdoğan’ın kazanması durumunda, ekonomik kriz ortamında yeni faşizme karşı birleşik bir cephe oluşturmak mecburiyet hali aldığında veya erken seçim söz konusu olursa, CHP’nin Kürtlerin desteğini alması çok daha zor olacak. O yüzden ben muhalefetin milliyetçi söyleme sarılmasını yanlış buluyorum çünkü Erdoğan'ın onlardan her zaman çok daha iyi yaptığı bir şey bu. Din üzerinden siyaset yapmaksa Erdoğan'dan daha iyi yapma imkânları yok. Milliyetçilik üzerinden siyaset yapmaksa kurumsallaşmış, yapısal ırkçılığı son 7 senedir Türkiye'de sürekli başarılı bir şekilde yeniden üreten bir hükümetten ve ittifaktan bahsediyoruz. Cumhur İttifakı’ndan çok daha iyi sağcılık yapabileceğine inanmak bence stratejik bir hata.

Şunu da tabii ki not ederek söyleyeyim: Ne yazık ki Türkiye'deki hemen hemen her kesimde mülteci düşmanlığının bir karşılığı var. Bu ne yazık ki, özellikle sınıfsal konumları nedeniyle iş ve emek piyasasındaki rekabet sonucu yer yer Kürtlerin dışlanmasına da sebebiyet verdiği için metropollerdeki Kürtler arasında bile bu söylemlerin bir karşılığı var. Mültecilere dönük Türk toplumundaki baskın tutumunu saymıyorum bile. Belli bir azınlık dışında neredeyse mültecilere olumlu bir gözle bakan seçmen sayısı azınlıkta. Haliyle bunlara tevessül etmenin, seçim kazanmak adına sağcılara karşı daha fazla sağcılaşarak zafer elde etme ihtimali Kürt seçmen nezdinde taktiksel bir hamle olarak okunsa bile, büyük bir çoğunluğun da sandığa gitmeme eğilimini tetikleyen bir unsur olarak ortaya çıkması çok olası. Tabii sadece bu değil diğer sandığa gitmeme faktörleri de var elbette. Çoklu faktörler var. Hangisinin baskın olacağını şu anda tam bilmiyoruz; ama kuşkusuz bu milliyetçi savrulmanın bir şekilde Kürt seçmenin Kılıçdaroğlu'na vereceği destekte bir eksiltme yapacağına eminiz. Diğer taraftan da AKP MHP ittifakının yeni, faşist bir iktidar biçimi ve rejim kurma ihtimaline karşı duyulan kaygı da ikinci tura katılma motivasyonu olacak elbette. Hangisinin daha ağırlıklı olacağını, baskın çıkacağını öngörmek mümkün değil. Ama bu iki faktörün önemli olacağını düşünüyorum.

Son olarak aslında Yeşil Sol tercihini Kılıçdaroğlu'ndan yana devam ettirdiğini açıkladı. Evet, bu tür kaygılar var söylediğiniz iki faktör de etkili olacak gibi duruyor. Peki, ikinci turda nasıl bir tablo çıkacak? Çok öngörüsel bir soru bu elbette ama nedir tahmininiz?

Sadece Türkiye ölçeğinde değil küresel olarak baktığımızda ilk turda daha fazla oy almış olan aday, eğer kayda değer bir farkı varsa, genelde avantajlı oluyor. Bunun istisnaları kuşkusuz var. Bu seçimin ikinci tur sonuçlarını belirleyecek değişkenleri düşündüğümüzde, en teknik anlamda hangi tarafın seçmeni ne kadar sandığa gidecek, bu en belirleyici unsur. Haliyle, 1. Tur sonuçlarının muhalif kesimlere nasıl anlatıldığı çok önemli bir olgu. Kaybedeceğinize inanırsanız kaybedersiniz, kazanmak için oy seferberliği yaratabilirseniz kazanmak mümkün olabilir. Brezilya’daki seçimleri ilk turda önde tamamlayan solcu aday Lula, aşırı sağcı aday Bolsonaro’ya karşı 2. turu çok az bir farkla kazanabildi diğer adayların açık desteğine rağmen.  

İkincisi de sandığa giren oyla çıkan oyun aynı olup olmayacağını, seçim güvenliğinin sağlıklı bir şekilde o gün ve sonrasında sağlanıp sağlanmayacağıyla alakalı. İkinci teknik değişken bu. Benim bu ara geçiş dönemine dair vurgulamak istediğim şey, sözden çok pratiğin daha etkili olduğu bir sürecin içinden geçiyor olduğumuz. Şu anda aşırı milliyetçi sözler yerine seçim güvenliğini örgütlemek, bunun için mücadele etmek, bunun etrafında durmak lazım. Çünkü sadece sosyal medyada değil, yurt dışında yaşayanlardan tutun da Türkiye'de veya Kürt illerinde olanlara kadar herkes, “Madem siz bu seçim güvenliği konusunda mahir değilsiniz, o zaman halktan destek isteyin. Biz yardımcı olalım. Müşahit olalım” diyor. Diğer taraftan kendi kendilerine örgütlenen yazılımcılar, “Bir seçim takip sistemi kuralım kısa bir süre içerisinde izin verin” diyor. Halkın bu sürece katılımcı olmak için muazzam bir talebi var. Bu katılımcı talebi örgütlemek kısa süre içerisinde de olsa yapılabilecek en anlamlı en bence verimli ve en etkili şey olacak.

Zaman geçmiş olsa da tamamen bitmiş değil. O yüzden bence çok kısa süre içerisinde sağcılardan daha fazla sağcılık yaparak değil, pratiklerle gitmek, halkı kitlesel anlamda seçim güvenliği için mobilize etmek gerekli. Bu konuda kısmi bir çaba var. CHP içerisinde birtakım değişiklikler, fatura kesilen insanlar var ama böyle birkaç tane insanın yerinin değiştirilmesiyle seçim güvenliğinin sağlanacağını düşünmek biraz naiflik olur. Bu durumda, sadece sandığa gidip oy kullanmayı değil, o sandığa sahip çıkmayı da bir siyasi sorumluluk olarak addeden bir noktadan ele alınırsa kalan günler etkili sonuç alınabilir diye düşünüyorum.