'Süreç eko-kırım ve eko-faşizme yöneliyor'-YENİLENDİ

İktidarın sorunları çözmek yerine var olan krizi daha da artırdığını ifade eden Polen Ekolojiden Sultan Gülsün, sürecin artık eko-faşizme doğru evrildiğinin altını çiziyor.

Türkiye, 10 güne yakın süren yangınlar ve devamında Karadeniz’deki sel ile birlikte iklim anomalilerini daha sık yaşamaya başladı. Van’daki sel ve Kürdistan’daki yangınların da yanı sıra sıcaklıkların anormal seviyede artması, 10 yıl kaldı denilen iklim krizinin yaşanmaya başladığının büyük kanıtlarından. Durum sadece Türkiye için geçerli değil, aynı zamanda en yakında Yunanistan’da çıkan ve henüz yeni kontrol altına alınan yangın ve de dumanları Kuzey Kutbuna ulaşan Sibirya’daki yangınların düzeyi…

ANF’ye konuşan Polen Ekoloji’den Sultan Gülsün’e göre kurtarıcıları beklemeden sivil iklim eylemliliği ağlarımızı ve dayanışmamızı örmeli. Zira bugün afet bölgesi ilan etmeyen, yardımlarda yeterliliği tartışılan ve genellikle halka IBAN numarası verip para isteyen AKP ve MHP iktidarı doğanın ekolojik yok oluşa geçmeye başladığı süreci daha da hızlandırıyor. Durum artık eko-kırım ve eko-faşizme doğru yol alıyor.

Yangınlardan bu yana AKP iktidarının felaketler karşısında tutumu benzer, IBAN numarası verip yardım istemek. Devletin yardım etmesi gereken bu durumda neden halktan destek isteniyor? 

Halkın kendi kendini yönetmesini başından beri yanlış anlamış bir sistemin günümüzde evrildiği noktada bu çağrıların yapılması devletin “yönetemiyorum” itirafıdır. İktidar neo-liberal politikalarını kayyum olarak vergilere de atamış olmalı ki kirletici ve tahribat yaratıcı faaliyetlere verilen sübvansiyonların iklim adaletini sağlamaya yönlendirilmesi gerekirken, doğanın ekolojik yok oluşa geçmeye başladığı süreci hızlandırıyorlar sadece. Halkın temel haklarından biri olan temiz çevrede yaşam hakkı ve de kutsal emeği de gasp ediliyor aynı zamanda. Eko-kırım ile beraber aynı zamanda eko-faşizme yerini bırakan bu sürecin artık geç kalınmadan doğru okunması ve üzerine refleks geliştirilmesi gerekiyor. Kurtarıcıları beklemeden sivil iklim eylemliliği ağlarımızı ve dayanışmamızı örmeliyiz. 

Van’da da benzer sel felaketi yaşandı, devlet afet bölgesi ilan etmedi. Özellikle afet ilanı konusunda bu belirsizlik nedeni devletin oradaki yükümlükleri yerine getirmekten çekinmesi mi? 

Deprem, heyelan, sel, yangın gibi vakalarda afet bölgesi ilan edilebilmesi için bazı şartlar aranıyor ancak iklim anomalileri gündemdeyken ve salgın varlığında yurt içerisindeki herhangi bir göç hareketliliğinin çevre ve halk sağlığı açısından tehlikesini anlayabilmek çok önemli. Bu sebeplerle afetlerin yaşandığı kentlerde canlıların tümü için yapılabilecek iyileştirmeler afet bölgesi ilan etme koşullarına bile bağlanmamalı. İklim eylemliliği konusunda doğru bilimsel ve politik izleyici benimsemiş yerlerde iklim adaleti öncelenir zira. Aranan şartlara bakıldığında ise “hane sayısının 100’den az olduğu yerlerde konutların 1/10’nun, nüfusu 15 binden fazla olan il ve ilçelerin mahalle teşkil eden kesimlerinde en az 10 binanın yıkılması veya onarımı mümkün olmayacak derecede ağır hasar görmesi” yer alıyor. Afet sebebiyle ölü veya ağır yaralıların bulunması, tarım ürünlerinden en az 1/3’nün zarar görmüş olması; yol, su elektrik, kanalizasyon gibi kamu tesislerinin kullanılmayacak veya çalışamayacak derecede hasar görmüş olması, ulaşım imkanlarının çok sınırlı olması da diğer kriterlerden. 

Peki Van’da bu bilanço yok muydu?

Van’ın üç ilçesinde meydana gelen sel felaketinden sonra yapılan hasar tespitinde 900 hayvanın yaşamını yitirdiği ve 32 evin kullanılamaz hale geldiği tespit edilmişti. Yapılan açıklama “yaraları beraber saracağız” olunca sorumluluklardan kaçılan tavrı anlamak gerek çünkü afet bölgesi ilan edildikten sonra sağlık hizmetleri bölgedeki herkese ücretsiz verilir; her bir ailenin ve her bir bireyin psikolojik ve sosyolojik tedavisi için sosyal hizmet uzmanları ve psikologlar görevlendirilir. Binalar ve yapılar için ayrı ayrı hasar tespit raporu düzenlenir, tüm maddi kayıplar devlet tarafından ödenir. Esnafların veya kişilerin devlet birimlerine ve bankalara olan borçları da silinir veya borç süresi uzatılır.

Devletin bu anlamda sorumluluğu almadığını görüyoruz anlatımlarınızda. Peki bir de yangınlar döneminde ‘help Turkey’ yazanlara ve yardım isteyenlere ‘devleti aciz göstermeyin’ denmişti. Son selde de Fahrettin Altun benzeri yönde açıklama yaptı. Erdoğan ise eleştirenleri hedef alıp yaklaşık 15 gündür bahsettiği “biz 5 milyon ağaç” diktik sözünü yineledi. Öncelikle iktidarın 5 milyon ağaç dikmesi var olan tahribatı karşılar mı? 5 Milyon ağaç diken iktidar doğaya ne kadar zarar verdi özetle?

Yanan alanların ardından nitelikli orman alanları kısıtlanıyor tabii ki sayıca fazla fidan dikmek aynı ekolojik dengeyi sağlamadığı gibi yeni yetişen ağaçların güneş ışığını daha fazla yansıttığı da bilinmeli. 2020’de yaygınlaşan bir salgın vardı ve insanlar evlerindeyken ve halka yasak varken şirketler ağaçları kesmek için kolluk güçlerinin arkasındaydı. Denetim boşluğundaki bakanlıkların imzalarıyla çabucak maden ihaleleri açıldı, doğal alanlarda talana yönelindi. Su varlıklarına atık sular arıtılmadan deşarj edildi, şirketler sorumluluklarını yerine getirmedi ve de aslında en önemlisi iktidarı döneminde zenginleşen şirketlerin varlığı artarken ekolojik ihtilaflar da arttı ve sonuçta son bir yılda 2 ppm’in (milyonda bir birime verilen isim) üzerinde artış gözlemlendi.

Bu korelasyona bakıldığında kapitalist düzende tüm canlıların yaşam hakları bir devlet organizasyonuyla nasıl sağlanırmış, anlamış olduk. 

Şu an Kastamonu’daki sel felaketinde can ve mal kayıpları artıyor. Karadeniz’de çevre felaketlerinin yaşanabileceği uyarıları her defasında yapıldı. Var olan HES hakkında yürütmeyi durdurma kararı var. Ama karar çıkmadığı için bugün bir yerleşim bölgesi yok oldu. Bu tarz yürütmeyi durdurma kararları özellikle çevre konusunda ne kadar etkili oluyor. Benzer örnekler var mı?

Sellerin temel nedeni yere düşen yağış miktarından ziyade düşen yağışın büyük bir bölümünün toprağa geçmemesi sonucunda yüzey akışına geçiyor olması. 12 Temmuz 2019 tarihinde 15 maddelik “Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planı” açıklanmıştı. Eylem planında, “dere yataklarında yer alan binalar tespit edilecek ve uygun alanlar için kamulaştırma ve taşıma süreci planlanacaktır” maddesi yer alıyorken devam eden HES faaliyetleri nedeniyle tersi tutum sergilendi. Rantsal yapı politikalarının tahribatları oluşturmada yüzdeleri oldukça fazla bu sebeple. Plansız kentleşme sonucunda inşaat ve enerji yatırımlarına dayalı ilişkiler bırakılarak doğa merkezli kent politikaları hayata geçirilmedikçe bu felaketleri yaşamaya devam edeceğiz. HES projeleri alanlarında orman tahribatına bağlı olarak da taban suyu ve yeraltı su seviyelerinde de değişiklikler yaşanmaktadır. Bu durum ise bölgenin jeolojik yapısını bozmaktadır. HES inşaatlarının ekolojiye bir diğer olumsuz etkisi ise yamaçların doğal dengesini bozarak yamaçlardaki bitki örtüsünü tahrip etmesi ve bu yolla toprak erozyonunu artırmasıdır. Oysaki dere yataklarının kenarlarında oluşan sucul bitkiler fazlasıyla ekolojik öneme sahiptir. İptal davasına konu olan idari işlem için geçici olarak projelerin durdurulması tabii ki önemli, yakın zamanda doğa ve yaşam savunucuları Akbelen Ormanı için biliyorsunuz ki mücadele verdi hala da vermeye devam ediyor ve yürütmeyi durdurma kararı çıktı. Kaz Dağları’nda da altın madenlerine karşı aynı şekilde daha fazla ormanların katledilmesine karşı çıkılmıştı bu şekilde. 

Son olarak iklim değişimi etkileri artık daha can alıcı olarak gösteriyor kendini. Bu anlamda yapılması gereken en acil şeyler neler?

Krize karşı dayanışma ve cesaretle yanıt vermek için adil üretim yaklaşımını doğanın devamlılığı perspektifini önceleyerek benimsemeliyiz. Hava, toprak, su gibi doğal varlıklarda yaşanacak tahribatların etkileşimi birbirinden bağımsız gerçekleşmez bu yüzden bütüncül çözümler odağımızda yer almalı. İklim krizinin şu an yaşandığını kabul etmek zorundayız. 10-15 yıllık projeksiyonlar ile hayata geçirilmesini düşündüğümüz adımlar geç kalınmış adımlar olacaktır. Mevcut kirletici faaliyetleri sürdürmemek için gerekli mevzuatların iklim krizine göre düzenlenmesi de oldukça önemli. Fosil yakıt ve fosil enerji projeleri devrinin bitmesi gerekiyor. Havza yönetim planlamalarında paydaşların ve iklim adaletinin belirleyici bir faktör olduğunu unutmayarak tüm canlıların temiz doğaya erişimini sağlayabiliyor olmalıyız.