Karasu'dan tecrit uyarısı: Rüzgâr eken fırtına biçer

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik tecridin tüm Kürtlere bir saldırı olduğunu söyledi.

Öcalan'a yönelik tecrit konusunda Yeni Özgür Politika gazetesi için bir makale kaleme alan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu sert uyarılarda bulundu.

CPT ve Avrupa kurumlarının Türk devletini bu konuda cesaretlendirdiklerini belirten Karasu, aktif mücadele çağrısında bulundu.

Türk devletini uyaran Karasu, 'Rüzgar eken fırtına biçer' dedi.

Mustafa Karasu'nun makalesi şöyle:

Uluslararası komplonun başlatıldığı günün 20. yılındayız. Önder Apo 20 yıldır tek kişilik İmralı cezaevinde. Dünyada böyle bir zindan da cezaevi de yoktur. Uzun yıllar tek kişi olarak bir hücrede kaldı.

Ancak AKP iktidarı çatışmasızlığı kendi iktidarının çıkarına gördüğünden ve eleştirildiği için İmralı’ya birkaç tutsak daha götürdü. Bu birkaç tutsağın gönderilmesi İmralı’yı esas olarak tek kişilik cezaevi konumundan çıkarmadı. Başka cezaevlerinde uygulanan tutsakların haftanın bir günü birkaç saatlik diğer tutsaklarla yan yana kalma uygulaması İmralı’da sınırlı uygulandı.

İmralı’ya birkaç tutsak götürüldükten bir süre sonra avukatlarıyla görüşme yasağı getirildi. Dünyada görülmemiş biçimde 7 yıldan fazladır avukatlarıyla görüştürülmüyor. Şu anda İmralı’da 3 tutsak olsa da Önderlikle yan yana gelmeleri çok sınırlıdır. 5 Nisan’dan bu yana Önder Apo üzerinde ağır tecrit olduğu gibi diğer tutsaklar da Önder Apo nedeniyle ağır tecrit altındadır. Dışarıyla mektup vb. her türlü görüşme engellenmiş durumdadır. Tüm bunlar Önder Apo’ya ve Kürt halkına karşı yürütülen bir savaş olmaktadır.

Dünyada Kürtler üzerindeki baskı ve zulmün örneği olmadığı gibi Önder Apo üzerinde uygulanan baskı ve zulmün de örneği yoktur. Nasıl ki Kürt halkı üzerinde uygulanan baskı ve zulüm irade kırma ve Kürt soykırımını tamamlamayı amaçlıyorsa Önder Apo üzerinde uygulanan baskılar da aynı doğrultudadır. Kürt halkına karşı yürütülen soykırım savaşı Önder Apo’ya karşı da yürütülmektedir. Tüm Kürt halkı da demokrasi güçleri de İmralı üzerinde uygulanan politikaları bu eksende görmelidir.

Kürt Halk Önderi’nin 20 yıldır bir hücrede, tek kişilik cezaevinde tutulması sadece bir siyasi Öndere uygulanan ağır tecrit olarak görülmemelidir. Eğer Kürtler üzerinde yüz yıldır yürütülen soykırım politikası olmasaydı İmralı’daki tecrit bu düzeyde olmazdı. Türkiye’deki ekonomik, sosyal, kültürel, basın, eğitim, diplomatik alan, siyasal partiler kanunu, seçim sistemi, meclis ve hükümet bir bütün olarak siyasi sistem ve akla gelebilecek tüm alanların politikaları Kürt soykırımına endekslidir. Bu durum da bu halkın mücadelesine Önderlik eden bir devrimciye uygulanan politikaların da farklı olmayacağı açıktır.

Bugüne kadar halklarla ve dünyayla dalga geçmek ve biz bu tecridi bilerek uyguluyoruz, demek için koster bozuldu ya da hava bozuk gerekçeleri uydurulurken şimdi aile ve avukatların başvurusu disiplin suçu nedeniyle 6 aylık görüşme yasağı var, denilerek reddedilmiştir.

Cezaevlerinde bu düzeyde bir ceza ya isyan edenlere ya gardiyanlara saldıranlara ya da bir yeri yakıp yıkanlara verilir. Önder Apo tek kişilik bir zindan da bunları yapmayacağına göre ‘gözünün üstünde kaşın var’ denilerek bu cezanın verildiği kesindir. Diyarbakır 5 nolu cezaevinde öksürenlere kafalarını duvarlara vurma cezası verilirdi. Türkiye cezaevleri meşhur Türk hikâyesi Deli Dumrul zihniyetiyle yönetilmektedir.

Deli Dumrul susuz dereye köprü yapıp geçenden 5, geçmeyenden 10 akçe alırmış. Türkiye cezaevlerinde şu anda tutsaklara uygulanan baskı ve zulüm böyle bir anlayışın sonucudur. Diğer cezaevlerinde uygulanan baskılar ortadayken İmralı’da nasıl bir politika uygulandığı ve 6 aylık tecridin neden verildiği daha iyi anlaşılır.

6 aylık tecrit fiziki bir saldırı olduğu gibi aynı zamanda psikolojik ve siyasi bir saldırıdır. Böyle bir cezanın kamuoyuna açıklanmasının Önder Apo’ya yönelik baskıları normalleştirme ve bir tür toplumu böyle baskılara alıştırma amacı da vardır. Önder Apo havalandırmaya çıkarılmayarak sağlığına yönelik bir saldırı da yapılmaktadır.

Öte yandan tüm ağır baskı ve saldırılara rağmen Kürt halkının özgürlük mücadelesinin tasfiye edilememesi de soykırımcı sömürgecileri öfkelendirmektedir. Çünkü Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı yürütülen savaş Türkiye’yi içerden ve dışardan siyasi iflasa götürdüğü gibi ağır bir ekonomik kriz içine sokmuştur. Eğer ağır bir siyasi kriz içinde olmasalardı ne Cumartesi Annelerine öyle saldırırlar ne de havalimanı işçilerine…

İMRALI, SARAY GLADYOSU TARAFINDAN YÖNETİLMEKTEDİR  

Türkiye’deki yargı gibi tüm zindanlarda ve İmralı’da uygulanan politika da Saray Gladyosu tarafından yönetilmektedir ve yönlendirilmektedir. İmralı içinde şöyle bir sorun olmuş ve oranının yönetimi de 6 ay tecrit cezası vermiş gibi bir durum yoktur. Bir hükümet politikasıdır ve bizzat Erdoğan’ın emriyle olmaktadır. Türkiye’de Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı saldırıları yürüten bir savaş yönetimi vardır. İmralı’daki 6 aylık tecrit cezası denilen kararı alan da bu ekiptir. Zaten İmralı da ağır tecrit uygulanmaktadır.

Bu defa bunu resmi olarak dünyaya duyurmalarının tabi ki politik mesajı vardır. Bu durum sadece Önder Apo üzerinde baskı uygulandığını göstermiyor; aynı zaman da Kürt halkına yönelik de bir baskıyı ifade ediyor. Bakın, Önderliğiniz üzerinde baskı uyguluyoruz, diyorlar.

Türk devlet geleneğinde halklar ve halkların mücadelesine karşı her türlü yol ve yöntem kullanılmışlardır. Bu nedenledir ki, Türk toplumu bile Osmanlı’da oyun çoktur, demiştir. Bu devlet geleneği düşünülürse soykırım politikası uyguladığı Kürtlere neler yapmazlar ki. Zaten Kürt halkına yapılanlar ortadadır. İmralı’da uygulanan baskı ise Türk devletinin binlerce yıllık insanlık tarihinde oluşmuş hiçbir ahlaki, toplumsal ve insani değerlerle bağının olmadığını gösteriyor. Bazen biz çadır devleti değiliz, diyorlar.

Doğrudur, çadır devleti değiller. Çadır devleti denilen yönetim anlayışlarının mutlaka toplum ve toplumsal değerlerle bir bağı vardır. Kendilerini toplumsal değerlerle bağlı görürler. Türk devletinin böyle bir bağı yoktur. Zaman zaman belirttikleri gibi sorun Türk milletinin bekası ise gerisi teferruattır. Bu zaten hiçbir insancıl, ahlaki değerlerle bağı olmadıklarının itirafıdır.

Millet bekası denilen de tamamen Kürtleri soykırıma uğratma amacıdır. Bu amaç önünde engel oluşturan her düşünce ve mücadele beka ve istiklal sorunu olarak görülmektedirler. Kürtler son 40 yılda Türk devletinin Kürtlere yaklaşımını çok iyi görmüşlerdir. Acılı da olsa Türk devletinin ne olduğu konusunda önemli bir bilince sahip olmuşlardır.

CESARETLENDİREN DE CPT VE AVRUPA KURUMLARIDIR

Önderliğe saldırı Kürt halkına yönelik en ahlaksızca saldırıdır. Şantajdır, tehdittir. Kürt’e yönelik özel savaşın ve psikolojik savaşın yeni bir boyuta ulaştırılmışlardır. Bir bütün olarak da soykırım saldırısındaki pervasızlığın açık dışa vurumudur. Bunu halkımız da demokrasi güçleri de böyle anlayacaktır. Kuşkusuz bu saldırı soykırım zihniyeti ve Kürt düşmanlığından kaynaklanmaktadır. Ancak cesaretlendiren de CPT ve Avrupa Konseyidir. CPT İmralı ziyaretlerinde baskıyı açık gördüğü halde bunu açıkça ifade edeceğine, sağ kulağını sol elle gösterme gibi çok dolambaçlı biçimde lütfen şu baskıyı hafifletin iyi olur, diyor.

İnsan hakları sorunu olan bir konuya bile bu kadar politik yaklaşım ve politik dil kullanan bir CPT ortadayken Saray Gladyosu da İmralı’ya yönelik saldırıda cesaretlenir. Aslında Avrupa’nın 20. yüzyıldaki Kürt soykırımına ortaklığı 21. yüzyılda da devam ediyor. Eğer Avrupa’yı ilgilendiren her hangi bir ülkede böyle bir uygulama olsaydı Avrupa Konseyi üyesi olmasa da Avrupa ülkeleri açıkça tutum ortaya koyardı.

Kendi politikalarına ters bir ülkeyse bu tür uygulamaları ciddi bir sorun yapardı. Ama Avrupa Konseyi üyesi olan bir ülkenin cezaevinde kendi ilkelerini çiğneyen baskılar görülüyor ama sessiz kalınıyor. İşte kabul etmiyoruz gibilerinden pratik değeri olmayan bazı şeyler söylüyorlar.

Kürtler bu gerçeklikler ışığında kendi özgürlük ve demokrasi mücadelesinin diyalektiğini ve kanunu da öğreniyorlar. Özgürlük ve demokrasiyi ancak öz güçlerine dayanarak ve zorluklara katlanarak kavuşacağını görüyorlar. Kürtlerde böyle bir bilinç vardı, PKK bu bilinci vermişti.

PKK’nin verdiği bu bilinç yaşananlarla daha da gelişiyor. Bu bilinç birikimi tabi ki daha güçlü mücadelenin zemini olacaktır. Soykırımcı sömürgecilik ne kadar baskısını artırırsa artırsın, baskıyla çözülüşünü ne kadar geciktirirse geciktirsin onlarca yıllık büyük bir mücadele birikimine sahip olan Kürt halkı mücadeleyi mutlaka geliştirecektir.

1980’lerin baskıcı, 1990’ların kirli savaşı bu mücadeleyi durduramadıysa, uluslararası komplo bu mücadeleyi tasfiye edemediyse AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan’ın 5 Nisan 2015’te tırmandırdığı soykırım saldırısı da sonuç alamayacaktır.

SALDIRI TÜM KÜRTLEREDİR

Kürt Halk Önderine yönelik saldırı tüm Kürtlere saldırıdır. Türk devletinin çok kullandığı deyimle kırmızı çizgidir. Türk devleti şunu bilmelidir; Önderliğin binlerce fedaisi vardır. Savaşın kirliliği, ahlaksızlığı bu Önderliğe kadar uzanırsa bu savaşın her türlü ölçü dışına çıkarılması anlamına gelir. Rüzgâr ekenler fırtına biçerler. Kürt Özgürlük Hareketi savaş ne kadar şiddetli olursa olsun bazı konuları bu savaşın dışında tutma sabrını ve ölçüsünü bırakmadı. Bu açıdan Kürt Halk Önderine yönelik saldırı tüm savaş kurallarını ve ölçülerini yıkmaktan başka anlama gelmez.

Kürt Halk Önderine yönelik bu saldırıyı tüm Kürtlere yönelik bir saldırı olarak anlamayanlar büyük bir gaflet içindedirler. Bu saldırı tüm Kürtlere değil, PKK ve onun Önderinedir, diyenler büyük bir gafleti yaşamaktadırlar. Eğer bunlar Kürt’se ne Kürt gerçeğini anlaşmışlardır; ne de düşman gerçeğini. Bunlar kendilerini ölüme yatıran Kürtlerdir.

Kuşkusuz onlarca yıldır mücadele veren Kürt halkı da Kürt Özgürlük Hareketi de böyle bir gaflet içinde olmayacaktır. Önder Apo’ya saldırının ne olduğunu bilinciyle hareket edeceklerdir.