Türkiye'yi yönetenler suyun sonsuz olduğunu düşünüyor

Kuraklık uyarısını değerlendiren HDP’li Rıdvan Turan, iktidarın bir su politikası olmadığını vurgularken yaşanacak kuraklığın hem toplumsal hem de tarımsal sonuçlarının katlanarak büyüdüğünü söylüyor.

Türkiye’de meteorolojinin son uyarısına göre ciddi anlamda bir kuraklık Ege ve güney bölgesi ile Kürdistan illerinde etkili olacak. Kuraklığın olumsuz etkileyeceği alanlardan bir tanesi ise tarım. Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz, çiftçinin borcu, elektriğe yapılan zamlar toplamında kuraklığın ciddi seviyeye ulaşması ise can çekişen tarıma ve çiftçiye daha da zor bir süreç yaşatacak.

HDP Mersin Milletvekili ve Meclis Tarım Komisyonu Üyesi Rıdvan Turan halihazırda Türkiye’nin bir su politikasının olmadığını ifade ederken tarımda yaşanacak kuraklık krizinin ise var olan koşullar çerçevesinde kötü gidişatı daha da aşağı çekeceği görüşünde. 

Öte yandan kuraklık uyarıları yapılırken DEDAŞ’ın Urfalı tarım üreticilerinin elektriğini kesmesi ve uyguladığı politikaları da değerlendiren Turan, iki yıldır çözülmeyen bu sorunun doğrudan Beştepe’ye bağlı olduğunu işarete ediyor. Rıdvan Turan, su politikasından tarımın ve var olan suların durumuna kadar ANF’nin sorularını yanıtladı.

Meteoroloji ciddi bir kuraklık uyarısı yaptı. Türkiye’yi kuraklık açısından ne bekliyor özellikle tarımsal alanda?

Zaten bir kuraklık dönemine girmiş bulunmaktayız, ekinlerin ekildiği dönemden bu yana arzu edilen yağış düşmedi. Yağış düşmeyince yağışa endeksli olarak tarım yapılan yerde inanılmaz bir rekolte kaybı var. Sadece Diyarbakır ve o bölgede 1 milyon tondan fazla hububat eksiği hesaplanıyor. Bu korkunç bir durum, zaten Türkiye hububatta çeşitli sebeplerin arkasına da saklanarak yoğun bir şekilde ithalat politikasını uyguluyor. Rusya'dan ve Ukrayna'dan daha çok buğday elde ediliyordu şimdi buna Suriye'den nasıl getirildiği belli olmayan buğdaylar eklendi. Bununla ilgili mecliste soru önergesi verdik bu bir ticari çökme hadisesi midir, yoksa ticari bir ilişki midir bunu araştırıyoruz fakat henüz cevap gelmedi. 

Örneğin Mersin'de gidip gezdiğimiz 15-20 dönümlük bir kavun tarlasında kuraklık nedeniyle ürünün hepsi yanmış ve tarlada kalmıştı. Çiftçinin ise 200 bin liralık bir zararı vardı. Bu zararı nasıl karşılayacağını bilmiyordu işçi.

Çiftçilerin kuraklık sigortaları yok mu?

Türkiye'de kuraklık sigortası neredeyse yapılmamış gibi bir şey. Çünkü borcunuz vs. olmayacak ki sizi kuraklık konusunda sigortalasınlar. Türkiye'de çiftçilerin % 95'ten fazlasının Ziraat Bankası'na, Tarım Kredi Kuruluşu’na ve özel bankalara borcu var. Bahsettiğim tarlanın sahibi de kuraklık sigortasını yaptıramadı ve bu 200 bin liralık borç için yine banka kapılarında kredi arayacak. AKP geldiğinde 2,5 milyar lira olan çiftçi borçları şu an 146 milyar liraya çıkmış durumda. 19 senede acayip bir artış var. Buna Tarım Kredi Kuruluşu’na olan borcu da eklediğimizde çiftçinin toplam 160 milyara yakın bir borcu var. Borç ödenmeyince sonuç olarak bu kurumlar icra başlatıyor ve çiftçinin üretim araçlarına el konuluyor. Haliyle bu çiftçiler de üretimden uzaklaşıyor. Milyonlarca işçi üretimden düşmüş durumda. 40 milyon dönüm arazi haczedildi. Bu iktidarın yaptığı aslında bir ülkenin intihar etmesine benzetilebilir. Türkiye’deki ahbap çavuş kapitalizmi olan AKP- MHP faşist koalisyonun olağan gidişatıyla buradan çıkış söz konusu bile değil. Giderek kriz daha da derinleşecek. 

Bir yandan kuraklık anlattığınız gibiyken Mezopotamya Ajansı'nın haberine göre Urfa’daki çiftçiler DEDAŞ yüzünden yine sulama problemi yaşıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Güneyden kuzeye her yerde kuraklık var fakat Kürdistan coğrafyasında durum daha farklı. Orada şöyle tuhaf bir durum var, ben buna sömürgeciliğin tarıma yansıyan hali diyorum. Çünkü su ve buna bağlı olarak da elektrik üretimi kaynaklarının büyük bir kısmı orada. Fakat gerek GAP'ın hala bitirilmemiş olması gerekse de birçok politik sebepten ötürü oradaki çiftçi kendi burnunun dibindeki elektriği ve suyu kullanamıyor. 

DEDAŞ ise özellikle bölgede bir derebeylik adeta. Devletten aldığı teşviğin haddi hesabı yok. Normalde batıdaki elektrik şirketlerinin anlaşmasında, eğer elektrik sunumunu iyi yapamazsa tazminat yükümlülüğü içeren bir madde var. O bölgede DEDAŞ'ın yaptığı anlaşmalarda böyle bir madde bile yok. Orada köylüyü pençesine almış, deyim yerinde ise sömürge valisi gibi çalışan bir yapı DEDAŞ. Ankara'da bu anlamda yaptığımız bütün çalışmalara, uyarılara ve hükümete yönelik hamlelere rağmen kılını kıpırdatmayan bir hürriyete sahip. Elektriğe sürekli zam geliyor bu bir yanı, diğer yanıyla 2 seneden beri bunu yaşıyoruz, DEDAŞ’ın sürekli elektrik kesmesi ile ürün tarlada kalıyor. Çünkü insanlar orada suyu yeraltından motorlarla çekiyor, bunun için de elektrik lazım. Dediğim gibi suyun, elektriğin kaynağı orası ve halk kendi topraklarında elektriğin, suyun kaynağından yararlanamıyor. Zaten elektriğin özelleştirilmesi başlı başına bir zırva. Ama DEDAŞ'ın orada yaptığı açık açık bir zulümdür. 

DEDAŞ’ın bu politikaları toplamda neye yol açacak peki?
Bunun sonucunda rekolte azalacak. Türkiye'de bir gıda egemenliği sorunu var. Zaten çiftçi ürünü ektikten sonra gönül rahatlığıyla hasadı yapacağız zamanı bekleyemiyor. Çiftçinin gözü sürekli bir ürün kaç para edecek diye televizyonda ve uluslararası tarım borsalarında. Çiftçi artık tarlanın bekçisine dönüşmüş durumda ve piyasanın koşullarına göre adım atmak zorunda. Dolayısıyla Türkiye'de çiftçi ne ekeceğine, nasıl toplayacağını kendisi karar vermiyor. Uluslararası tekeller buna karar veriyor. Su meselesi ve DEDAŞ’ın yaptığı şey de bu gıda egemenliğin ortadan kalkmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi. Bir diğeri de gıda güvenliği dediğimiz çok önemli bir mesele. Gıda güvencesi vatandaşın ne kadar ise ona yetecek, ulaşılabilir ve sağlıklı gıdayı üretmektir. İşte DEDAŞ ve benzerlerinin zulmü yüzünden insanların tarımsal sulamaya ulaşamaması, rekolte azlığın ortaya çıkararak bizim artık kendimizi doyurabilecek kapasiteye dahi erişemeyeceğimiz anlamına geliyor.

Bunların hepsi Türkiye kapitalizminin çarpıklığından ve iktidarı çevresinde öbekleşmiş bir avuç oligarkın ülkenin bütün kaynaklarına pervasızca el koyma niyetlerinden kaynaklı. DEDAŞ için 2 senedir ciddi bir mücadele veriyoruz fakat direkt olarak Beştepe'ye bağlı bir oligarşi ve sömürge mekanizması ile karşı karşıyız. Bir diğer mesele de suyun en büyük kısmı tarımsal sulamada kullanılıyor. Türkiye'de tarımsal sulamada ürün desenine göre bir kullanım hala uygulayamaya geçirilmiş değil ne yazık ki. 

Nedir bu tam olarak?

Öncelikle damlama sulama değil bahsettiğim. Damlama sulama daha tasarrufludur fakat ürün desenine göre neye, ne kadar su kullanılacağının da koordine edilmesi lazım. DSİ çok uzun süredir işlevsizleşmiş, köylerdeki tarımsal sulamayı düzenleyen kamu iktisadi kuruluşları tasfiye edilmiş durumda. Öte yandan suyun ticarileşmesi söz konusu. Azdan biraz daha az kalan temiz suya da sermaye çevrelerinin konmasıyla hem üreticinin kullanacağı hem de köylünün içme suyu elinden alıyor. Örneğin Türkiye'de Konya havzası çok özel bir bölgeydi.

Neden?

Konya Ovası’nın altında çok önemli bir yeraltı denizi vardı. Toroslar'dan süzülen sular özellikle o bölgede akifer dediğimiz yeraltı gölleri oluşturmuştu. Konya Ovası'ndan ve 4-5 metrede bir su çıkardı. Fakat bir su politikasının olmaması ve tarım için sulamada da sürekli suyun derinden pompalanmasıyla dünyada eşi benzeri çok az olan bu yeraltı gölü kurumak üzere ve obruklar dediğimiz yüzeyde göçükler oluşmaya başladı.

Örneğin şimdi Kanal İstanbul diye bir proje tutturulmuş, bunun Trakya bölgesindeki yeraltı sularını ve göllerini yani akiferleri tuzlusuyla karıştırıcağını öngörmek için öyle illa alim, ulema olmaya gerek yok. Türkiye'yi yöneten zevat, suyun sonsuz olduğunu düşünüyor. Bugün yağmazsa yarın yağmurların yağacağını ve sorunun ortadan kalkacağını hesaplıyor. Ama şu var ki suları besleyen şey yağmurdan öte dağlara yağan kalıcı karların varlığıdır. Öte yandan kuraklık dünyanın her yerinde yaşanıyor sadece buraya özgü bir durum değil elbette; ama Türkiye'yi yönetenler buradaki suyun sonsuz olduğunu düşündüğü için herhangi bir su politikası yok. Bir politikası olmadığı için de kuraklığın hem toplumsal hem tarımsal sonuçları katlanarak büyüyor.

Peki var olan suların durumu nedir?
Türkiye su zengini bir ülke değil fakat bir su politikası olsa bu daha da kullanışlı hale gelir. Bugün Türkiye'deki akarsuların benim yaptığım araştırmaya göre temiz olanı yok. Ergene havzası zehir akıyor. Gediz havzası hakeza öyle Menderes havzasında artık canlı bile yaşamamaya başladı. Göksu'dan Seyhan'a, Ceyhan'dan Fırat'a, Murat'tan Çoruh'a ve Kızılırmak'a hepsi zehir akıyor. Kendi su hafızalarınıza bu kadar hoyratça davranırsanız kuraklık dönemlerinde de böyle bir durumla karşı karşıya kalırsınız

Zaten bilim insanlarına göre kuraklık süreci başlamış durumda, 20-25 yıl içerisinde Türkiye'nin güneyi tamamen çölleşecek. Kuzey yani Karadeniz bölgesi de güney iklimine sahip olacak. Bu da şu demek: Tarımsal anlamda felaket, göç hareketlerinin ve yoksulluğun yüksek seviyede artması. Bunlara ilişkin bu devletin planladığın hiçbir şey yok. Biz parti olarak nasıl bir su politikasına ihtiyaç olduğuna ve demokratik bir sistemin nasıl işleyeceğine dair bu alanda çalışmalarını yapıyoruz.