‘Yola çıktığımızda başaracağımızdan emindik’

PKK hareketinin doğuşunu İsa’nın on iki havarisinin zorbela bir araya getirmesine benzeten Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, PKK'nin sırrını şöyle ifade ediyor: "Ucuz hayaller beslememektedir. Hiçbir mensubuna kişisel çıkar, prestij vaat etmemektedir." 

26 ve 27 Kasım 1978’de Amed’in Lice ilçesine bağlı Fis köyünde bir evde gizlice bir araya gelen 22 genç insanın alacağı karar, sadece Kürdistan’ı değil, Türkiye ve Ortadoğu’yu sarsacak değişimlere yol açacaktı. 1960’lar ve 1970’lerin ruhundan esinlenen bu gençler, iki günlük tartışmaların ardından Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkerên Kurdistanê-PKK) adıyla bir parti kurma kararını verdiklerinde, yola çıktıkları mücadelenin de en önemli kilometre taşını döşüyorlardı. Kürdistan’daki baş aşığı gidişi durduracak olan bir devrim gelip kapıya dayanmıştı.

PKK’nin kurucu isimleri olarak tarihe geçen bu gençlerin çoğu Kürdistan’ı sömürgesi haline getiren ve adı haritalarda silinen Kürt ülkesinin en büyük bölümüne elinde tutan Türkiye’nin başkenti Ankara’daki üniversitelerde okuyordu. Sayıları bir elin parmak sayısını geçmiyordu, onları bir araya getiren, adeta mıknatıs görevini gören bir isim vardı; Abdullah Öcalan… Bu yüzden uzun bir süre Kürt halkında ve Türkiye kamuoyunda onun ön isminden esinlenerek Apocular olarak tanınacak olan bu hareketin ilk tespiti “Kürdistan bir sömürgedir” olmuştu.

İki kutuplu dünyada soğuk savaş yıllarının en sıcak yılları nedeniyle dünyayı sarsan ekonomik ve siyasi krizler hakimdi. 1970’lerin ikinci yarısında Türkiye siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan bir kaosu yaşarken, Kuzey Kürdistan’da Kürdün esamisinin bile okunmadığı 1930’ların sonunda başlayan ve 1960’ların sonuna kadar devam eden ve yakın Kürt tarihine “ölü dönem” olarak geçen yılların ardından Kürdün direniş ruhunda hafif kıpırdanmalar olmasına rağmen büyük bir belirsizlik, başı boşluk, korku ve kendine güvenememe hakimdi. Kürdistan’ın diğer parçaları ise birbirinden kopuk, Kürt toplumu parçalanmış, hele Güney Kürdistan’daki hareketin 1975’teki büyük yenilgisinin ardından bütün parçalarda büyük bir hayal kırıklığı hakimdi.

'PKK BİR DOĞU-BATI SENTEZİDİR'

İşte Kürdistan’daki bu karanlığa o zamana kadar adı hiç duyulmamış Kürdistan’ın küçük bir köyünden, Fis’ten ışık tutmak için Abdullah Öcalan’ın önderliğinde yola çıkanları zorlu görevler, ateşten günler bekliyordu. Öcalan, İmralı’daki esaret günlerinde kaleme aldığı ve 2001 yılında “AİHM Savunmaları- Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” adıyla yayınlanan savunmasında PKK’nin çıkışını ve kuruluş modelini şöyle izah etmişti:

“Türkiye soluna hakim olan sosyal şovenizmin Kürt sorununda hakim oluşu, bunun ters ucu olan Kürt ilkel ve burjuva milliyetçiliğinin güçlü etkileri, çıkış koşullarını daha da zorlaştırmaktaydı. Bütün bu ideolojik ve pratik koşulların yanlışlıklarına ve yetersizliğine rağmen, Kürt olgusu ve sorununun yaşadığı büyük boşluk, sınırlı bazı çabalarla güçlü bir doğuş ve gelişmenin yaşanmasına yol açtı. Doğuşu ve gelişiminin gücü ustalıktan ve gelişkin bir örgütsel yapıdan ileri gelmiyordu. Sorunun sahibi yoktu. Sahip çıkış, sınırlı ve özlü çaba, gerekli patlamayı yapabilmiştir. Bu yönüyle peygamber hareketlerine daha çok benzemektedir.

İsa’nın on iki havarisinin zorbela bir araya getirildiği bilinmektedir. Çevrede mucize bekleyen yoksullar bulunmaktadır. Buna rağmen tarihin en büyük inanç ve irade hareketi gerçekleşmiştir. PKK’nin en çok bu havariler hareketine benzemesi, biraz da Ortadoğu’nun genel mistik yapısından ötürüdür. Batı’nın çağdaş örgüt yapıları Ortadoğu için model olamaz. Tarih ve kültürel kimliğin oldukça farklı olması, örgüt ve eylem yapısına da yansıyacaktır. Denilebilir ki, PKK bu anlamda yarı modern bir sosyalist yapılanma ile yarı klasik bir Ortadoğu kimlik sentezi olarak vücut bulur. Bir nevi Doğu-Batı sentezinin sembolik ifadesidir. Gücünü de, güçsüzlüğünü de bu sentezden almaktadır.

Kürt Halk Önderi, PKK’nin Doğu-Batı sentezinde en ciddi yönünün inançlı yaklaşımına da vurgu yapıyor. PKK’nin herhangi dogmatik bir merkeze bağlılığın olmadığını belirten Öcalan, PKK’nin zamanla Kürt toplumunda yakaladığı ilgi ve alakanın sırrını ise şöyle ifade ediyor: “Ucuz hayaller beslememektedir. Dürüst ve cesur insanları esas almaktadır. Hiçbir mensubuna kişisel çıkar, prestij vaat etmemektedir. Doğruya, adalete, güzelliğe kapıları açık ve özgür bırakan bir tutum içindedir. Yaşamda eşitliği ve emeğe saygıyı esas almaktadır. İlerledikçe, toplum asıl bu özellikleri gözleriyle gördükten sonra, örgütlenmeyi sahiplenecektir. Ne dediklerinden çok, nasıl yaşadıkları çok çekici bulunacaktır. İlk gelişme hızını ve karakterini veren bu özelliklerdir.”

‘KENDİ DOĞRULARIMIZA İNANIYORDUK’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı başlattıkları mücadelede nasıl inanç sahibi olduklarını ise şöyle tarif ediyor: “PKK’yi çağdaş bir ulusal kurtuluşçu örgüt olarak tanımlayıp yola çıktığımızda, Kuran’a inanır gibi kendi doğruluğumuza güveniyorduk ve başaracağımızdan emindik.” Ona göre PKK’yi 20. yüzyıla damgasını vuran çağın temel özellikleriyle, Kürdistan’daki somut durumun bilimsel sosyalizme dayalı çözümlenmesinin pratik-politik akımı olarak değerlendirmek mümkün. Yine Kürt Halk Önderi, PKK’nin yol açtığı gelişmelerin sağlıklı şekilde yorumlanması için 20. Yüzyıl gerçeğinin doğru değerlendirilmesi gerektiğini ifade ediyor ve şunu ekliyor: “Kürt olgusu ve sorunu etrafındaki kara deliğin niteliğiyle bağlantılıdır. Kendi başına, soyut olarak ve bazı ölçütleri, örneğin şiddet ve ayrılıkçı şemaları temel alıp değerlendirme yapmak, tek yanlılığa ve sübjektif yorumlara konu teşkil edecektir.”

DOĞUŞUN ERKEN ÖLÜMLE SONUÇLANMASI BEKLENİYORDU

Kuruluşundan hemen sonra PKK hareketi tehlikeli badirelerden geçecekti. Önce Türkiye ve Kuzey Kürdistan’a kara basan gibi inen ve hareketin birçok öncü kadrosunun esir alınması ve işkence/vahşet tezgahından geçmesine yola açan 12 Eylül 1980’deki faşist cunta, Ortadoğu’da dengeleri değiştirecek olan İran İslam Devrimi, ardından Kürdistan’ın iki parçasını da içine alan Irak-İran savaşı. İşte PKK’nin bu sıkışmışlıklardan sıyrılmayı nasıl başardığını, ayakta kalmakla sınırlı kalmayıp büyüyüp Ortadoğu’yu etkileyen bir örgüte nasıl dönüştüğünü Kürt Halk Önderi savunmalarında şöyle anlatıyor:

“Hareket büyüyüp dar bir grup hareketi olmaktan çıkınca, ciddi yönetim sorunlarıyla pratik sorunların baş göstermesi, yetersizlikleri hızla açığa çıkarıyordu. Tam bu sırada düzen güçlerinin yüklenmesi, bir bakıma çeliğe su verme rolünü oynadı. Bilinen dışarıya çıkış, hem Türkiye-Anadolu, hem de Kürdistan ve Ortadoğu tarihinde önemli bir aşamayı beraberinde getirdi. Dünya dengelerinin şiddetli bir çatışma içinde olduğu bir dönemde Suriye, Filistin, İsrail ve Lübnan’ın koşulları gelişme için fırsat sunuyordu. Ardından patlayan İran Devrimi ve İran-Irak Savaşı ortamı daha da elverişli hale getiriyordu. Türkiye’deki 12 Eylül darbesine varış koşulları ve darbeyi dışarıda karşılayış, avantaj oluşturuyordu. Doğuşun erken ölümle sonuçlanması veya çok farklı koşullarda başka tür sınırlı bir örgüt gibi kalınması beklenirken, bilinen 15 Ağustos süreci başladı. Bu süreç de başlangıçta sanıldığı gibi çok planlı olmayan, kendiliğinden yönü ağır basan bir atılımdı. Buna rağmen sonuçları büyük oldu. PKK Önderliği ve mensupları başta olmak üzere, kimsenin tahmin etmediği yeni bir gelişim süreci ortaya çıktı.”