Eylemdeki tutsakların günlüğünden...

Şakran Cezaevi'nde (T-4) devam eden süresiz-dönüşümsüz açlık grevindeki tutsakların günlüğünden anekdotları paylaşıyoruz.

Yaşamı, uğrunda ölmeyi göze alacak kadar çok sevenlerin, onurlu ve anlamlı yaşam için girdikleri süresiz-dönüşümsüz açlık grevlerinin iki aylık panoramasını yayımlıyoruz.

Tutsakların kadrajına takılıp kalemlerinden dökülen kimi mizahi, kimi duygusal kareleri, yine onların gözünden aktarıyoruz...

Tutsaklar, eylemlerinin duyulmasını, haklı ve meşruluğunun teslim edilmesini ve halkların vicdanında yer bulmasını önemser.

EREN’İN TATLI AŞKI

“Eren arkadaşı direkt veya endirekt tanıyanlar onun tatlı aşkını bilirler. Zaten Eren denince bizlerin düş sahnesinde baklava imgesi belirir. Bir de amiyane kalıp sözleri vardır. ‘Ciğerim’ ve ‘Allah seni inandırsın ki’, Olimpus Dağı'nda voltaladığını iddia eden Eren arkadaş eylemin ilk günlerinde refakatçilerine şu öneriyi geliştirir: ‘Ciğerim yüksek müsaadenle bir şey belirteyim, şimdi biz öyle dört kilo baklava alsak; ama iyisinden ha! Onu semavere katıp sıvılaşana kadar eritsek güzel bir ziyafet çeksek olmaz mı?’ Yaratıcılıkta noktayı koymanın aç halleri diyelim; biz bu ‘ciğerimsi’ öneriye.

ŞARKI VAKTİ...

“Eylemin ilerleyen günlerinde Sinan arkadaşın önerisi üzerine bir moral gecesi düzenlendi. Hiç şarkı söylemeyen Murat arkadaşa şarkı söyletildi. Assolistlik rolünü üstlenen Kasım arkadaş da iyice havaya girmişti. Diğerlerine oranla sesi biraz daha iyi olunca bir süre sonra gerçek sanatçı jestlerine kapılmıştı bile. Bir anlık da olsa Mem Ararat olduğu sanrısına kapıldığı açıktı. Necdet arkadaş aykırı tonlarda müdahale ederken, Cengiz arkadaş iyi eşlik ediyordu. Mustafa ve Sinan gizli katılımcılar olurken Mehmet ve Heybet de iyi pofpoflayıcıydılar. Eren ise akordu bir türlü düzeltilemeyen sazdan tını vermeye çalışıyorken Erhan yine her zamanki gibi gitarı almış eline. Almış ama çalmıyor. ‘Çalsana arkadaş’ dense de cesaret edemiyor pek. Ama repertuarı geniş, iyi katılıyor. Tesadüf mü yoksa bilinçli mi oldu bilmiyoruz; ama söylenen ilk şarkı ‘yiğit muhtaç olmuş kuru soğana’ olmuştu. Tabii herkes soğan yerine baklavayı koyup Eren’i gösteriyordu. Şarkı demişken Awazê Çiya’nın bilge için yaptıkları yeni şarkının ‘Hêviyên Gel’ programında tutsaklara ithaf edilip ilk kez çalınmasını dinledik. Newroz programlarında ise grup üyelerinin tüm selamlarını alıp gönlümüzde sakladık.

NOT VE NAĞMELER

“Eylem başladığından beri arkadaşlar not ve name yağmuruna tutuldular. Diğer odalardan çatı yoluyla o kadar çok not geliyor ki, artık arkadaşlar cevap vermekten yorulmuştular. Bu nedenle toplu notlar gelince o not en son kimin elinde kalırsa cevap yazma ihalesi de ona kalıyordu. Bundan notlar sanki koz parçasıymışçasına elden ele atılıyordu. Notların içeriği ise enva-i çeşitti. Duygu paylaşımları, eylemin anlamı, kutlamalar, inanç takılmalar... Ama kimi arkadaşlar da vardı kasten öğlen yemeğinin ne olduğunu ve tadını abarta abarta ballandıra ballandıra anlatırlardı. Tabii arkadaşlar cevap olarak ‘ma sanki cezaevinin yemeklerinin tadını bilmiyoruz, aç insan bile o yemekleri yemek istemez.’ Nameler sağanağı da isimler basında yayımlandıktan sonra başladı. ‘Ma bavo bir arkadaş on yılda parmak sayısını geçmeyecek name almışken bir haftada tomar tomar name aldı.’ Not ve nameler çoğu kez toplu okunurdu. Çok anlamlı ve değerli paylaşımlar içeren not ve nameler arkadaşlara muazzam moral veriyordu. Mekanlar, uzaklıklar eriyor, anlam yitimine uğruyordu. Ama işin tek kötü yanı pulların ve faksın yakın zamanda zam almasıydı.

“Mart ortalarında bizle eş zamanlı başlayan Şakran T3 ile bir süre sonra katılan Şakran Kadın, Şakran T4 ve Edirne cezaevlerine Newroz ve eylemlerini kutlamak için faks yazmak istedik. Bunun için dört arkadaş belirlendi; Cengiz arkadaş Şakran’daki kadın arkadaşlara yazacaktı. Akşama doğru yazıp bitirince Necdet, Cengiz’e ‘hele ver o faksı, ne yazmışsın, belki biz de faydalanırız’ deyip faksı aldı. Okur okumaz kahkahayı bastı. 'Ne oldu, ne yazmış’ sorusuna Necdet, ‘Hevalê Cengiz faksın girişine merhaba kadın hevaller diye yazmış’ diyerek, ‘ma hevalê Cengiz, kadın hevaller demesen onlar kadın olduklarını bilmeyecekler mi?’ sorusunu yöneltti, etraftan yükselen gülmeler eşliğinde. Buna Kasım arkadaş, ‘yok yok aslında şöyle yazmalıydı: biz erkek olan hevallerden siz kadın olan hevallere merhaba’ diyerek gülmemize neden oldu. O esnada Rebenko Cengiz arkadaş, çaresizce doğru yazdığını izah etmeye çabalıyordu. Tabii gülüşlerin sesinden kendini pek de duyuramadı. Bu faks mevzusu birkaç gün takılmalara neden oldu.

GRİP

“Eren arkadaş tecrübeleri nedeniyle bayağı bir korumacıydı. Öyle ki genç arkadaşlara gına getirmişti. ‘Git gel, ciğerim, şu iyi değil, şu iyi, şunu yap...’ , ‘ciğerim iyisin değil mi?’, ‘aman şuna dikkat edin’, ‘bunu yapıyorsunuz değil mi?’ Arkadaşların annelerini aratan Eren arkadaş, tahmin edileceği gibi sıcak havaya rağmen üşütüp grip oldu. Arkadaşlarda bilhassa gençler kendisini iyi saydırdılar. Tabii grip bu yerinde durur mu kerata, önce Murat arkadaşı ele geçirdi, onu bırakıp Erhan’a sıçradı. Sonra da Erhan’ın hastalığına takılıp gülen Kasım ve Necdet’e, onlardan da diğerlerine bulaştı. Eren’in o birkaç gün içinde heybesine depoladığı bedduaları düşününce, Eren arkadaş öteki dünyada bayağı sıcak karşılanacak galiba!

KİTAPLAR

“Grev bir yönüyle her şeyden muaf olup, bireysel eğitime dalış demekti arkadaşlar için. Romanlar sıra sıra dizildi. Arkadaşlar okumuyor, adeta yiyorlardı. Ezcümleyle maymun iştahı tutmuştu. Galiba kitaplar, kitap olarak değil de, sosis, sandviç olarak görünüyordu gözlerine. Tabii vejetaryen olan Heval Cengiz’e yeşillik falan görünse gerek. Ama işin ironisi, okunan ilk kitaplar açlığın esas motif olduğu kitaplar oldu. F.MCCOURT’un, ‘Angela’nın Külleri’ favori kitap oldu. Sonra J. Blum’un ‘Yahudi Sevgili’ kitabı, Gorki’nin ‘Çocukluğum’u, F.Carter’in ‘Küçük Ağacın Eğitimi’, S.P. Rusell’in ‘Açlık’ kitabı ilerleyen günlerde bedenimizde ne tür değişimlerin olacağını tıbbi olarak iyi açıklıyordu. İzlediğimiz filmlerde yemek sahneleri yorumlara tabi olunca, algıda seçicilik denen durumun yaşandığını anladık.

ŞEKERKOLİKLER!

“57. günde avukat aracılığıyla bazı uyarılar ulaştı. Çok fazla şeker tüketilmemeliymiş. Bu aktarılınca refakatçi arkadaşlar ‘miratê biz de kaç defa söyledik, o şekerkolikler bizi dinlemediler, illa diplomamız mı olmalı’ diye söylendiler bu yine de şekerkolikler üzerinde etki yaratmadı. ‘Zaten kaç kaşıkçık şeker alıyoruz, onu da çok görüyorsunuz’ dediler. O gün Gebze’den Gönül arkadaşın yazmış olduğu faks durumu değiştirdi. Gönül arkadaş, yoldaş hassasiyetiyle açlık grevi için nelere dikkat edilmesi hususunda bazı uyarılarda bulunmuştu. Onlardan biri fazla şeker tüketiminin B1 vitaminini etkisizleştirdiğini, bunun da hafıza üzerinde olumsuz etkiler olacağıydı. Şekerkoliklerimiz bunun üzerine ‘tamam hayran, vallahi artık az tüketeceğiz, kabul’ noktasına geldiler.

SAĞLIK KONTROLLERİ

“İlk 20 gün arkadaşların sağlığı hiç kontrol edilmedi. Çünkü; koridorda kontrol yapılacak dayatması vardı. Arkadaşlar, ‘Öyle şey mi olur?’ Hayır. Buyur gelin içeriye, bir çayımızı da için, sağlığımızı da kontrol edin’ dediler. Ama gelmediler. 20 gün boyunca aynı sahne tekrarlandı. Bizler bu dayatma hakkında suç duyuruları yapıp, Sağlık Bakanlığı’na yazdık. 21’inci gün içeriye girdiler. Kilolar şöyle çıkmıştı: Cengiz 65.7; Mustafa 64,2; Erhan 66,9; Necdet 67,5; Murat 55,6; Sinan 78; Eren 72,8 ve Kasım 54,3 kilo. Sinan odanın en ağır elementi uranyum iken, Kasım odanın hidrojeniydi! Tabii Kasım’ın kilosuna bayağı bir takıldılar; kimisi ‘bir çuval un kadar’ dedi, kimisi ‘ne kilo verecek, zaten zayıf, artık ancak kemikleri erir’ dedi. Gerçekten de artık öyle oldu. İkinci ayı doldururken çoğu arkadaş 14, 15 kilo verirken, Kasım 5, 6 kiloyu zar zor bulup verecekti.

BİLGİ YARIŞMASI...

“Günler ilerliyordu... Dışarıdan ihtiyaçlarını koparamayan beden kendine yöneliyordu. İnsanoğlu (evet, oğlu!) bedeni aşk özgürlüğü ile tüm dünyayı yiyip bitirebiliyorken; bizim reben û belengaz bedenimiz gibi uzun süre aç kaldığında yavaş yavaş ‘öz yeterlilik’ esasına göre kendisini tüketmeye başlıyor. Bu da insan türüne özgü bir strateji olsa gerek. Beklenilen sentomlar tedricen varlıklarını hissettiriyorlardı. Baş dönmesi, göz kararması, güçten düşme, dilde paslanma, yutmada zorluklar, uykuda bozukluk, tansiyon, med-ceziri vb. sentomlar görünüyordu. Bedenin düşüşüne ters orantıyla ruh yani manevi değerler; inanç, çoşuperoş ve moralde çıtasını yükseltiyordu. İlerleyen günlerde arkadaşlar bilgi yarışması hazırladılar. Soruları Necdet arkadaş hazırlamıştı. Bir sorusunda Birinci Dünya Savaşı başlangıç kıvılcımı olan Sırp veliahtına olan suikastın failinin ismi sorulunca, Kasım arkadaş; ‘Allah aşkına eylemin 45’inci gününde bu soru sorulur mu’ diye tepkisini gösterdi. Bir hafta sonra yarışma tekrar düzenlendi. Bu sefer soruları Kasım arkadaş hazırlamıştı. Sorularda kuantum, laplacenin şeytanı vb. sorular olunca tepki çığı tahmin ediliyordu. Necdet ve Cengiz arkadaş yuhalıyorken, Eren heval ‘öyle olmaz ki ciğerim’ diyordu. Murat ve Erhan hevaller ‘50’nci günde bu sorular mı sorulur’ derken, Mehmet ve Mustafa hevaller ‘hele bir şu kemik, bir derinin sorularına bak sen’ diyordu. Heybet ve Sinan ayrı bir havadaydılar. Heybet semaverle ilgilenirken, Sinan’ın canı sıkılmıştı.

'İYİ ÇALIŞALIM'

“Arkadaşlar ‘zinde olduğumuz sürece iyi çalışalım’ yaklaşımındaydılar. Greve girmeden önceki çalışmalarını bitiren oldu. Cengiz arkadaş, Vedat Türkali’nin ‘Bitti bitti bitmedi’ kitabının Kürtçe çevirisini bitirirken; Necdet arkadaş Ferit Edgü’nün ‘Hakkari’de bir mevsim’ kitabının Kürtçe çevirisini iyi bir noktaya getirdi ve bolca okuyor. Erhan hem okuyor, hem de günlük tutuyor. Cengiz ve Heybet arkadaşlar da günlük tutuyorlar. Murat, Sinan, Eren ve Mustafa arkadaşlar bolca okuyorlar. Mehmet ve Heybet arkadaş refakatçilikten yazma ve okumaya çok az zaman buluyorlar. Ama Mehmet arkadaş greve girdiğinden beri ‘Ax u xun’ kitabının ikinci cildini yazıyor. Kasım arkadaş da bolca okuyup öyküler yazıyor. Aç karınla esinin daha fazla olduğunu, düş gücünün daha hareketli çalıştığını iddia ediyor. Bu doğru olabilir. Çünkü beyin, mide ve sindirime harcadığı enerjiyi başka odaklara vermeye başlıyor...

“Yaşadıkları bugünlerin kendi yaşamlarının ve son günleri olma ihtimalinin yüksek olduğu bilincindeler. Bu bilinçle günlere, zamana yükleniyorlar. Ana olabildiğince anlam katmaya çalışıyorlar. Son ana dahi anlam katacaklarını belirtiyorlar. Bedenleri yok oluşun vakumuna kayarken, ruhları muazzam bir oluşla var oluşa; bilinçle örülmüş ve form almış bir var oluşun zenginliğine kavuşuyor. Varlık-bilinç-form bütünlüğü ve diyalektiğini kurma ve güçlendirmenin ‘an an’ savaşındalar."