GÖRÜNTÜLÜ

BM’nin Suriye raporu önemli ama eksik

Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Dış İlişkiler Dairesi’nden Xalid İbrahim, BM’nin Suriye raporundaki tespitlerin önemli ama gereğinin yapılmamasının büyük eksiklik olduğunu söyledi.

BM SURİYE RAPORU

Öncelikli çabalarının halka karşı savaşın durdurulması olduğunu belirten Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Dış İlişkiler Dairesi’nden Xalid İbrahim, “Sonrasında ise halkımıza karşı savaş suçu, insanlık suçu işleyenlerden hesap sorulmasıdır” dedi.  

Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Dış İlişkiler Dairesi’nden Xalid İbrahim, ANF’nin sorularını yanıtladı.

BM, 11 Mart’ta Suriye raporunu yayınladı. 36 sayfadan oluşan raporda oldukça önemli tespitlerde bulunulmuş. Her yıl buna benzer raporlar yayınlanıyor fakat öyle gözle görülen, somut pek bir şey olmuyor. Gerçekten bu raporların etkisi oluyor mu?

BM’nin Suriye raporunda da belirtildiği gibi, bu topraklarda katliam, göç, talan ve ekonomik kriz devam ediyor. Aslında her yıl insan hakları savunucuları ve takipçileri tarafından buna benzer raporlar yayınlanıyor. Bu yıl yayınlanan rapora biraz daha pozitif bakabiliriz. Raporda bazı doğru tespitler dile getirilmiş. Özellikle Türk devletinin bölgenin altyapısına saldırarak, bölgenin güvenliğini tehlikeye atması, kriz ve kaosa neden olması, savaş suçları işlemesi gibi tespitlerin yapılması önemlidir. Geç de olsa böyle bir raporun yayınlanması olumludur, ancak yine de raporda eksik kalan yanlar var.

Nedir bu eksiklikler?

Demokratik Özerk Yönetim olarak daha önce de belirtmiştik; uluslararası özel komisyonların oluşturulması ve bu komisyonların gelip bölgede takip etmeleri gerekirdi. Tabii bizim bu önerilerimiz devam ediyor. Elbette birçok uluslararası kurum ve bölgeden kurumlar gelip kendi gözleriyle Türk devletinin talan eden siyasetinin sonuçlarını gördü. Türk devletinin bu topraklarda yapmak istediklerini, tekrardan bölge halkını bir kaos ve krize sürükleyerek hem göçe zorlamak hem de bölgede büyük bir savaş yaratmaya çalıştığı açıktır. Bunlar da elbette savaş suçu kategorisine giriyor. Tüm bunları onlar da gördü ve raporda da yer veriliyor zaten. Her ne kadar raporda Türk devletinin suçlarına yönelik tespitler ve belirlemeler olsa da Türk devletinin bu suçlardan dolayı yargılanmasına yönelik herhangi bir şey yoktur. Bu bir eksikliktir. Gerek BM olsun, gerekse uluslararası kurumlar olsun bu konuda daha somut tavır sergilemeliydi. Sadece raporda dile getirmek ve öyle bırakmak yeterli olmayacaktır. Bu tür raporların elbette bir etkisi var, ancak yakın zaman içinde olumlu sonuçlar elde edilemiyorsa pek bir önemi kalmıyor. Biz somut olarak bu tür raporların sonuçlarının ortaya çıkarılması gerektiğini söylüyoruz. Kim olursa olsun işlenen suçların bedelleri ödenmelidir, hesap sorulmalıdır. Maalesef şu ana kadar böyle bir şey yapılmamıştır. 

Türk devletinin bölgeye yönelik suçları aslında çok somut dile getirilmiş. Demokratik Özerk Yönetim olarak bir girişiminiz olacak mı?

Türk devletinin savaş suçlarını zaten herkes görüyor ve biliyor. Özellikle Efrîn, Serêkaniyê, Girê Sipî ve hatta Kuzey ve Doğu Suriye genelinin tümüne karşı yapılan savaş suçlarını herkes görüyor. Sürekli bu konuda büyük çabalar içindeyiz. Uluslararası toplum ve kurumlar ile çalışmalarımız oluyor. Önerilerimiz, projelerimiz her zaman var. Öncelikli çabamız halkımıza karşı yapılan bu savaşın durdurulması. Sonrasında ise halkımıza karşı savaş suçu, insanlık suçu işleyenlerden hesap sorulmasıdır. Maalesef biz siyasi bir karışıklık yaşıyoruz. Devletlerin bir çok siyasi çıkarları var. Bunların rolü var. 

DAİŞ tutuklularının yargılanmasına dönük uluslararası bir mahkemenin kurulması gerektiğini belirtmiştiniz. Buna yönelik herhangi bir çalışma, girişim ya da gelişme var mı?

Demokratik Özerk Yönetim olarak DAİŞ sorununu uluslararası bir terör sorunu olarak görüyoruz. Herkesin bildiği gibi Baxoz’da coğrafi ve askeri boyutta yenilmiş olsa da zihniyeti ve uyuyan hücreleriyle varlığı devam ediyor. Hem Suriye'nin farklı farklı bölgelerinde hem de bizim kendi bölgemizde de hala faaliyetleri oluyor. Kendini yenilemeye, örgütlemeye ve yaşatmaya çalışıyor. Özellikle Türk devletinin bölgemiz üzerindeki saldırılarını kendilerini tekrardan örgütlemek için bir fırsat olarak görüyorlar. Bu çabaları  kamplar içinde ve dışında devam ediyor. 60 binden fazla DAİŞ elemanı hapishanelerde tutuluyor. Yine çok sayıda kadın ve çocuk, Özerk Yönetim’in denetiminde bulunan Hol ve Roj kamplarında toplatıldı. Bunlar 50’ye yakın devletlerden gelenlerdir. Elbette bunlar Özerk Yönetim üzerinde de bir ağırlık oluşturuyor. Bu ağırlık hem maddi hem de hukuki açıdan oldukça etkili. Biz bu nedenle DAİŞ ile savaşta uluslararası bir koalisyon kurulduğu gibi, DAİŞ artıklarının sorununu çözmek için de bir uluslararası koalisyonun kurulması gerektiğini söylüyoruz. Bu sadece Özerk Yönetim’in sorumluluğu değil ve sadece Özerk Yönetim üzerine bırakılmamalı. Bu uluslararası toplumun ve devletlerin de görevidir. Buna yönelik her zaman çağrılarımız oldu. Bazı devletler kendi vatandaşlarını götürmek istiyor, ancak sadece bu kadın ve çocukları götürmek kalıcı ve genel bir çözüm değil. Bu, sadece çözümün küçük bir parçasıdır. Biz genel bir çözümün geliştirilmesi gerektiğini, tüm uluslararası toplumun dahil olmasını, elbette Özerk Yönetim’in de yer alacağı bir çözümün olması gerektiğini savunuyoruz. Bunlar insanlık suçlarını işlemiş; uluslararası terörü temsil ediyorlar. Bu anlamda uluslararası toplumun hukuki sorumluluğunu üstlenmesi gerekir. Uluslararası bir mahkemenin kurulması ve bunların hesap vermesi gerekir.

Uluslararası yardım kuruluşlarının DAİŞ’li ailelerin kaldığı Hol Kampı konusunda desteği oluyor mu?

Aslında Kuzey ve Doğu Suriye’de 15 kamp var ve bunlar dışında resmi olmayan onlarca kamp var. Uluslararası kurumların bu kamplara yönelik pek fazla bir ilgilenmesi yok. Daha çok Hol ve Roj kamplarını esas alıyorlar. Tabii ki her iki kampta kalanlar savaşın artıklarıdır, ancak diğer kamplarda kalan halkımız da çok zor şartlarda yaşıyor. Bu nedenle bu kamplara karşı uluslararası kurumların, toplumun duyarlı olması gerekir. Yardım ellerini uzatmaları gerekir. Özellikle Şehba kamplarının çok zorlandığını herkes biliyor. Bu sonlarda su da kesildi bu kamplar üzerinde. Bu anlamda tüm bu kurumların aynı duyarlılığı ve desteği bu kamplara karşı da göstermelerini istiyoruz.