Prof. Bozarslan: Abdullah Öcalan Kürt sorununu ve PKK’yi meşrulaştırdı

Kürt meselesinin her şeyden önce sınırları aşan bir inkâr meselesi olduğunu ifade eden Prof. Hamit Bozarslan, “Öcalan, Türk devletinin bir asırdır yok saydığı Kürt sorununu ve PKK’yi meşru bir olgu olarak kabul ettirdi" dedi.

BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM ÇAĞRISI

Önder Apo, 27 Şubat’ta yaptığı tarihi deklarasyonla, Türkiye’de Kürt sorununun demokratik çözümüne dair yürütülen tartışmaları yeni bir eşiğe taşıdı. Bu deklarasyonuyla devletin “Kürt sorunu yoktur, bir terör sorunu vardır” söylemini kökten sarsarak meselenin tarihsel gerçekliğini ve meşruiyetini net bir şekilde ortaya koydu.

Paris Sosyal Bilimler Yüksekokulu Profesörü ve Ortadoğu Uzmanı Hamit Bozarslan, Kürt sorununun tarihsel kökenleri ve Önder Apo’nun çağrısına ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

Bugün yeniden Kürt sorununun demokratik çözümü üzerine tartışmalar yürütülüyor. Önder Apo, 27 Şubat’ta yaptığı çağrısını tarihi bir bağlama oturtmuştu. Bu tarihi çağrıya gelmeden önce bugün üzerinde tartıştığımız Kürt sorunu ne, nasıl bir tarihselliğe sahip?

Kürt meselesi, her şeyden önce bir inkâr sorunudur. Kürdistan, bin yılı aşkın süredir var olan bir coğrafyadır. Arap ve Fars kaynakları da Kürdistan’dan bahseder.

Tarihsel süreçte Kürt emirliklerinin oluşumu, Osmanlı ve Fars yönetimleri arasında Kürdistan’ın şekillenmesi ve 19. yüzyılda Kürt emirliklerinin yıkılması gibi olaylar bilinmektedir. Ancak Kürt meselesinin bir sorun olarak ortaya çıkışı, yeni ulus-devletlerin kurulması ve bu devletlerin radikal milliyetçi bir çizgiyi benimsemesiyle başlamıştır. Bu devletler, çoğunluğu kabul etmeyerek ulusal bir kimliği zorla dayatmış ve bu süreçte Kürt meselesini inkâr etmiştir. Kürt meselesi, öncelikle bu inkârın reddiyle ilgilidir.

İkinci olarak; Kürt meselesi, Kürtlerin kendilerine dayatılan statüyü reddetmesi ve kendi tarihlerini, yaşamlarını belirleyen bir özne haline gelme mücadelesidir. Bu kabul edilmeden Kürt meselesinin çözümü mümkün değildir. Ayrıca Kürt meselesi, yalnızca şiddetle ilişkilendirilebilecek bir olgu değildir; şiddet unsuru devreye girmeden çok önce başlamış bir süreçtir.

Kürt meselesi, emperyalist güçlerin müdahalesiyle ortaya çıkmış bir sorun da değildir. Aksine, Kürt toplumu kendi meselesini kendi içinde çözmek durumundadır. Bunun için Kürtlerin tarihsel özneleşme süreçlerinin kabul edilmesi ve meşrulaştırılması gerekmektedir. Burada iki temel meşruiyet zemini söz konusudur.

Birincisi; Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de Kürt meselesinin bir ulusal mesele olarak kabul edilmesi. İkincisi, Kürdistan’ın mevcut devlet sınırlarını aşan bir bölge olduğu gerçeğinin kabul edilmesi ve Kürt meselesinin bir Ortadoğu realitesi olarak ele alınması. Bu iki temel nokta anlaşılmadan ve kabul edilmeden Kürt meselesine kalıcı bir çözüm bulunamaz.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında Kürt meselesi nasıl şekillendi? Tek millet, tek dil politikası ve isyanlara devletin verdiği tepkiler bugüne nasıl yansıdı?

Bu isyanlar başlamadan önce aslında Kürt meselesinin inkârı olgusu vardı. Yani, Şeyh Said meselesini ele alalım: Şeyh Said isyanının başlamasından önce 1924 anayasası var. Bu anayasa, Kürt olgusunu kabul eden bir anayasa değil. Kemalizmin Kürtlere verdiği sözler var. 1919 ve 1920’de Kemalist hareketin Kürtlere ihtiyacı var, fakat 1921’den sonra bunun tümüyle değiştiğini görmekteyiz. Gerçi Kürt meselesinden hâlâ bahsedilmemekte. Dersim’de, Koçgirî’de olup bitenlere baktığımız zaman çok önemli katliamlar yaşanmakta.

İsyanlar, var olan politika ve katliamların bir sonucu olarak başlıyor. Yani bu inkâr siyasetinin sonucu olarak başlıyor. Kemalizmin, Kürtlere verdiği sözlere ihanet etmesiyle başlıyor. Kemalizmin aynı zamanda Kürdistan'ın bölünmesini kabul etmesiyle başlıyor. 1925’teki devletin gizli raporlarını muhakkak okumak gerekiyor; Kürtler ikili bir şekilde algılanıyor. Neredeyse Türklüğü tehdit eden biyolojik bir unsur, biyolojik bir tehdit olarak ya da Türklüğün demografik olarak güçlenmesini sağlayabilecek bir ham madde olarak. Ama bu ham maddenin kullanılabilmesi için Kürtlerin kendi Kürtlüklerinden feragat etmeleri ve Türklüğe entegre olmaları istenmekte. O yüzden sanıyorum, mesele sadece isyanlarla bağlı değil.

Özellikle Türkiye konusunu konuşuyoruz. Türkiye'deki Kürt meselesi sanıyorum çok önemli. Bu mesele, Türkiye'nin geçmişini belirledi, Türkiye'nin önünü tıkadı. Türkiye'nin geleceğini de tıkama potansiyeline sahip olan bir mesele. Ya da çözülürse, Türkiye'nin önünü açacak bir mesele. Fakat bu radikal milliyetçilikler, aslında aynı zamanda Suriye'de, Irak’ta ve İran’da da görülebilmekte. Kürt hareketi, bir bölünmüş bir hareket; çünkü bir toplum olarak bölünen bir toplumla karşı karşıyayız. Fakat aynı zamanda 1920’lerden itibaren Kürdistan'ın tümünde birleştirici bir tahayyül var. Kürtler bölünmeye, sembolik düzeyde birleşerek cevap vermekteler.

Bu bölünmeye verilen cevap bir Kürt tarihinin yazılması. Bu Kürt tarih yazımını, belki tarihçiler kabul etmez. Çünkü aynı zamanda efsanelere ve mitoslara dayalı bir tarih. Fakat bu içselleştirilmiş bir tarih yazımı. Bir harita anlayışı, bir harita ve bir bayrak algısı. Bütün bunlar, Kürtleri birleştiren olgular. Ve sınırları aşan bir birleştirme olgusuyla karşı karşıyayız. Yani o yüzden sanıyorum, Türkiye'deki Kürt meselesini muhakkak tartışmamız gerekiyor. Fakat bu tartışmayı yaparken aynı zamanda Türkiye'deki Kürt meselesinin, Ortadoğu'daki Kürt meselesinin bir parçası olduğunu, belirli bir parçası olduğunu, ağırlıklı bir parçası olduğunu da görmemiz gerekiyor.

Peki, yakın tarihte Kürt sorunu açısından belirleyici kırılma noktaları nelerdir? Hangi dönemler öne çıkmaktadır?

En önemli kırılma noktası, Türkiye’deki rejimin İttihat ve Terakki’den günümüze kadar sadece Türkiye’deki ve Osmanlı’daki Kürt meselesini değil, aynı zamanda Ortadoğu’daki Kürt meselesini de inkâr etmesi olmuştur. Bu durumu Irak’ta da yaşadık.1960 ve 1970’lerde Türkiye, Barzani hareketine karşı sert bir tutum sergiledi. Özal ile birlikte bazı değişimler yaşansa da 1990’lar ve 2000’lere baktığımızda Türkiye, Irak Kürdistanı’nı neredeyse bir düşman olarak görmeye devam etti ve bu bölgeye karşı birçok müdahalede bulundu. 2003’ten sonra gelişen olayları hatırlamak gerekir: ‘Kürtler bizim düşmanımızdır’, ‘Kerkük Türk’tür, Türk kalacaktır’, ‘Musul vilayeti Türkmen’dir, Türkmen kalacaktır’ gibi söylemler, 2007-2008’e kadar sürdü. Son on yıldır ise Türkiye’nin Rojava’ya yönelik düşmanca tutumu dikkat çekmektedir.

Türkiye, Rojava’nın herhangi bir meşru statü kazanmasını kabul etmemekte, bu konuda sert bir politika izlemektedir. Kırılma noktaları yalnızca Türkiye içinde değil, Türkiye’nin Ortadoğu stratejileri çerçevesinde de yaşanmaktadır.

Türkiye geniş bir yelpazeye yayılan bir dış politika izlese de, bu politikanın ana ekseni, çoğu zaman Kürt meselesine odaklanmaktadır. Örneğin, 2000’lerde Rusya ile yaşanan kriz ve ardından gelen yakınlaşma, doğrudan Kürt meselesiyle bağlantılıdır. Efrîn’in neredeyse tamamen yok edilmesi ve etnik temizlik boyutuna ulaşan müdahaleler, Türkiye-Rusya anlaşmalarının bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.

Benzer şekilde, Türkiye’nin ABD ile yaşadığı krizlerde de belirleyici unsurlardan biri, Kürt meselesidir. Kürt meselesi, yalnızca Türkiye’nin iç dinamiklerini etkileyen bir mesele değil, aynı zamanda Ortadoğu ve dünya siyasetinde ciddi krizlere yol açan, Türkiye’nin yönetmekte zorlandığı bir sorundur.

Bugün Önder Apo tarafından kendisine değişim dönüşüm çağrısı yapılan PKK hangi tarihsel ve sosyolojik koşullarda ortaya çıktı? Bahsettiğiniz inkâr meselesi PKK’nin doğuşunu mu şekillendirdi? 

PKK’nin ortaya çıkışını tarihsel ve sosyolojik faktörler şekillendirmiştir. Öncelikle, tarihsel faktörler büyük bir etkiye sahiptir. PKK’nin oluşumunu anlayabilmek için örgütün ortaya çıktığı tarihsel zemini ele almak gerekir. Bu zemin, 1960’lı yıllardaki toplumsal mobilizasyonlar ve Kürt uyanışıyla belirlenmiştir. Hemen ardından, 1971 askeri darbesi gerçekleşmiştir ve bu darbenin Kürtler açısından büyük bir öneme sahip olduğunu biliyoruz. Çünkü 1971’e kadar Kürt hareketi, anayasal bir çerçeve içinde Kürt meselesinin çözülebileceğine inanıyordu.

Ancak 1971 darbesi bunun mümkün olmadığını açıkça göstermiştir. Bir diğer önemli gelişme ise, 1975’te Barzani hareketinin yenilgiye uğramasıdır. Barzani'nin on beş yıl boyunca sürdürdüğü ve son derece başarılı bir gerilla hareketi olan isyanının sona ermesi, Kürtler arasında önemli bir radikalleşmeye yol açmıştır. PKK, işte bu tarihsel koşullar içinde şekillenmiştir. Aynı zamanda sosyolojik bir bağlam da söz konusudur. 1970’ler, Kürdistan’da ciddi bir ekonomik krizin yaşandığı, yeni bir gençliğin ortaya çıktığı ve eski entelijansiyanın zayıfladığı bir dönemdir. Bu süreçte ortaya çıkan yeni nesil, aynı zamanda plebeyen diyebileceğimiz güçlü dinamiklere sahiptir. Bu dinamikler, kendilerini radikalleştirebilen unsurlar olarak öne çıkmıştır.

PKK, o dönemin tek aktörü değildir. Silahlı mücadeleyi benimseyen bir diğer örgüt olan KUK ile birlikte, şiddete başvuran en önemli aktörlerden biri olarak ortaya çıkmıştır. Devamında ise 12 Eylül Darbesi yaşanmış ve Kürt kimliğine ağır darbeler indirilmiştir. PKK, bu süreçte Türkiye Kürdistanı dışında yeniden örgütlenmiş, özellikle Suriye ve Lübnan’da kendini toparlamıştır. Ardından, 1984’te bir isyan hareketi, bir gerilla savaşı başlatmıştır. 1984’te başlayan bu gerilla hareketinin başarıya ulaşabileceğini düşünen çok az gözlemci vardı.

Ancak 12 Eylül döneminde, adeta bir yeraltı sosyalizasyonuna mahkûm olan Kürt gençliği, bu isyan ve gerilla hareketine olumlu bakmış ve hızla katılım sağlamıştır. Bu noktadan itibaren, gençlerin PKK’nin hareketine, sembollerine ve eylemlerine katılımıyla yeni bir süreç başlamıştır. Bu süreç zamanla genişleyerek Kürt siyasi hareketinin oluşmasını sağlamış, Kürt toplumu içinde Kürt meselesinin hegemonik bir nitelik kazanmasına yol açmıştır. Aynı zamanda diaspora üzerindeki gelişmeleri de belirlemiştir.

Dediğim gibi, 1970’ler ve 1980’ler hem tarihsel hem de sosyolojik açıdan Kürt meselesi ve PKK’nin ortaya çıkışı açısından kritik yıllar olmuştur.

Son yarım asırdır devam eden bir silahlı mücadeleden bahsediyoruz. Somutlaştırmak gerekirse, PKK’nin son elli yıllık mücadelesi Kürt halkı açısından ne gibi kazanımlar sağladı?

Yarım asırlık bir süreçten bahsediyoruz. Ancak 1960’lar, Türkiye ve Kürdistan açısından oldukça dinamik yıllardı. PKK, bu tarihsel zemin içinde ortaya çıktı ve hem bu mirası devam ettirdi hem de onunla bir kopuş yaşadı. Burada diyalektik bir ilişki söz konusu; devamlılık ve bifurkasyon.

Bifurkasyon, bir sürecin radikalleşerek sonuna kadar götürülmesini ve aynı zamanda kaçınılmaz bir kopuşu beraberinde getirmesini ifade eder. PKK için bu kopuş zorunluydu, çünkü sürecin radikalleşmesi bunu kaçınılmaz hale getirdi. Ancak bu kopuşun yarattığı sonuçlar, PKK’yi aşan, çok daha geniş çaplı dönüşümler doğurdu.

Bu sonuçların başında, Kürt toplumunda yeni bir siyasi sınıfın ortaya çıkması gelir. Daha önce de Kürtler arasında siyaset yapan gruplar vardı. Örneğin, 1977’de Diyarbakır'da bir Kürt aday, belediye başkanı seçildi. Diğer partiler içinde de Kürt hareketleri bulunuyordu. Kendisini açıkça Kürt kimliğiyle tanımlayan ve Kürdistan'ın geniş bir bölgesinde hegemonik bir aktör haline gelen bir siyasi hareketin oluşması, ancak 1980’lerin sonundan itibaren mümkün oldu.

PKK, bu gelişmelerin merkezinde yer aldı. En önemli dönüşümlerden biri, Kürt siyasetinin kurumsallaşması oldu. Bugün PKK’den bağımsız düşünülemeyecek ancak PKK’ye indirgenemeyecek bir siyasi hareketten bahsediyoruz. Örneğin, HEP-DEP geleneğiyle şekillenen ve milyonlarca seçmene hitap eden bir siyasi hareket var. Bu hareket, PKK’nin çizdiği genel çerçevede şekillense de tamamen ondan ibaret değil.

Özellikle son 40 yılda, Kürt toplumunda ciddi bir entelektüel dönüşüm yaşandı. 1980’lerde zayıf olan Kürt entelektüel katmanı bugün oldukça güçlendi. Kürt kültürü son derece canlı bir yapıya sahip hale geldi. Farklı nesiller arasında hem bir aktarım hem de yeniden tanımlama süreci yaşanıyor.

Kadın hareketi de bu dönüşümün önemli bir parçası; PKK öncesinde de var olan ancak PKK’nin yönlendirmesiyle daha da güçlenen bir kadın hareketinden bahsedebiliriz. Bugün 1984’ün Kürdistan’ı ile 2024’ün Kürdistan’ı arasında sosyolojik olarak büyük farklar var. Ancak bu değişimlerin içinde süreklilik unsurları da bulunuyor.

Yarım asırlık PKK mücadelesini ve öncesini konuştuk. Bugün Önder Apo’nun tarihi bir çağrısıyla karşı karşıyayız. Görüşmeler henüz tartışma aşamasındayken, sizinle yaptığımız bir röportajda Kürt sorununun varlığı ve meşruiyetinin hâlâ kabul edilmediğini belirtmiştiniz. Geldiğimiz noktada Kürt sorununun varlığı tanınmış durumda mı?

Hayır, kesinlikle kabul edilmiş değil. Ancak 5-6 ay öncesine göre küçük bir değişim var. Bu değişimde, rejimin Öcalan'ı yeniden meşrulaştırmak zorunda kaldığını görüyoruz. Herkes Öcalan ve Kürt meselesi arasında güçlü bir bağ olduğunu fark etmiş durumda. Öcalan’dan beklenen, ilk açıklamalarında ‘Ben bu terör örgütünü kurdum ve feshediyorum’ demesi, Kürt meselesinden bahsetmemesiydi. Ancak Öcalan’ın açıklamalarına baktığımızda, tam aksine yüzyıllık bir Kürt meselesinden söz ettiğini ve PKK’nin gerilla savaşını bir terör olgusu olarak değil, tarihsel koşulları içinde açıklanabilecek bir şiddet olgusu olarak değerlendirdiğini görüyoruz. Dolayısıyla Öcalan’ın mesajı açık:Biz bir terör örgütü değiliz. Kürt meselesi bir terör sorunu değildir; Kürt meselesi, bir milli meseledir.’

Bu çağrının satır aralarını okuduğumuzda ortaya çıkan tablo bu. Bu yüzden, Kürt meselesinin artık ne kadar daha inkâr edilebileceğini kestirmek zor.

Ancak Erdoğan’ın ve Milli Savunma Bakanı’nın söylemlerine baktığımızda, devletin Kürt meselesini hâlâ bir terör veya emperyalizm meselesi olarak gördüğünü anlıyoruz. Yine de bazı istisnalar ve çatlak sesler ortaya çıkmaya başladı. Örneğin Numan Kurtulmuş, Kürt meselesinin varlığını bir şekilde kabul eden isimlerden biri. Bülent Arınç, Erbil’de yaptığı konuşmada, Kürt meselesinin bir milli mesele olduğunu neredeyse itiraf etmek zorunda kaldı. İktidar bloğunda altı ay öncesine kıyasla daha fazla çatlak ses duyuluyor. Hatta Bahçeli’nin söylemlerinde bile bir değişim gözlemlenebiliyor.

Öcalan’dan artık sadece bir “terör örgütü lideri” olarak değil, PKK’nin kurucu önderi olarak bahsedilmesi bile bu gelişimi gösteriyor. Yani bazı ilerlemeler var, ancak henüz devletin Kürt meselesini meşru bir olgu olarak kabul eden kurumsal bir siyaseti yok.

Bu gelişmeleri, “küçük” olarak nitelendiriyorum çünkü henüz tarihe yayılan ve kurumsallaşan değişimler değil. CHP lideri Özgür Özel’in, DEM Parti heyetini kabul ederken yaptığı konuşma gibi birçok küçük gelişme var. Bu küçük gelişmeler, zamanla yeni bir kurumsal anlayışın oluşmasına, devletin söyleminin değişmesine ve Kürt meselesinin hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da meşruiyet kazanmasına yol açabilecek mi? Henüz oldukça tereddütlüyüm. Ancak her şeye rağmen sürecin tıkanmaması gerektiği açık. Ya da en azından süreci tıkatan aktörün Kürt aktörü olmaması gerekiyor.

Siz, Önder Apo’nun açıklamalarını daha çok metne yansıtmadıkları veya söylemedikleri üzerinden değerlendiriyorsunuz. PKK’nin çıkış süreçlerine değinirken önemli hususlara dikkat çektiniz. Şimdi, Öcalan’ın çağrısına baktığımızda tarihsel bağlama oturtulmuş bir deklarasyonla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Gelinen aşamada, Öcalan’ın PKK’ye yaptığı değişim ve dönüşüm çağrısını nasıl okumak gerekir?

Bu noktada perde arkasında ne olup bittiğini bilmek zor. Ancak PKK'nin son yirmi yıllık gelişimine baktığımızda, örgütün her fırsatta silahlı mücadelenin zamanını doldurduğunu ve yeni bir tarihsel dönemin açılması gerektiğini farklı vesilelerle dile getirdiğini görüyoruz. Yani aslında yeni bir olguyla değil, yeni koşullarla karşı karşıyayız. 2013-2015 yılları arasındaki barış süreci, esasen Erdoğan ve iktidar bloğunun bunu kabul etmemesi, Türkiye'deki radikal milliyetçiliğin bu süreci reddetmesi ve Suriye’deki gelişmeler gibi çeşitli nedenlerle çöktü. Dolayısıyla bugün, yeni bir dönemin açılma ihtimali üzerine konuşmak mümkün, ancak bu ihtimal hâlâ belirsizliklerle dolu.

Bu sürecin kalıcı bir dönüşüme evrilebilmesi için bazı hususların uzun vadeye yayılması, kurumsallaşması ve meşruiyet kazanması gerekiyor. Şu anda bile Öcalan ile görüşenlerin yarın tutuklanmayacağından emin olamıyoruz. Yani tamamen muğlak bir durum söz konusu. Birçok şey mümkün ama hiçbir şey kesin değil.

Benim açımdan, son on yıldır Kürdistan’ın kalbi daha çok Rojava’da atıyor. Bugün en kritik mesele, Rojava’nın korunması ve statüsünün güvence altına alınmasıdır. Öcalan’ın açıklamalarına baktığımızda, Suriye Kürtlerinin kendilerini feshederek sıradan Suriye vatandaşları olması ya da Suriye’nin yeniden bir "Suriye Arap Cumhuriyeti" haline gelmesi gerektiğine dair bir ifade göremiyoruz. Aksine, Öcalan’ın çağrısının doğrudan PKK ve PKK ile bağlantılı silahlı birimler için geçerli olduğu anlaşılıyor. Şu anda en önemli mesele, Türkiye’ye Rojava’nın meşruiyetini kabul ettirmek ve bu konuda bir yol haritası oluşturabilmek gibi görünüyor.

PKK, Önder Apo’nun çağrısı sonrasında yaptığı açıklamada silah bırakmanın tartışılabileceğini belirtti. Peki, silah bırakmak PKK için ne anlama gelir? Bu PKK için bir son mu?

Hayır, kesinlikle PKK’nin mücadelesinin sona erdiği anlamına gelmez. PKK, her halükârda varlığını ve mücadelesini sürdürmeye devam ediyor ve edecek. Günümüzde PKK’nin silahlı faaliyetleri, büyük ölçüde Türk ordusunun saldırılarına karşılık vermekle sınırlı. Ancak daha geniş bir perspektiften baktığımızda, özellikle Türkiye Kürdistan’ında ve diasporada oldukça dinamik bir Kürt toplumu ile karşı karşıyayız.

Bu toplumsal dinamik içinde faaliyetlerin yüzde 99’u zaten silahlı olmayan alanlarda yürütülüyor. Ve bunlar gizli ya da yeraltı faaliyetleri değil; tam tersine, kamuoyu önünde gerçekleşiyor. Bugün bir Kürt siyasetçisi, belediye başkan adayı olmaya karar verdiğinde, yarın tutuklanabileceğini biliyor. Bir Kürt gazeteci kimliğini açıkça ifade ettiğinde aynı tehditle karşı karşıya. Çocuklar için Kürtçe dil kitabı yazan bir akademisyen bile baskı ve tutuklanma riskiyle karşılaşabiliyor.

Ancak bütün bunlara rağmen, Kürt toplumu artık yeraltına itilen bir hareket değil. Aksine, Kürt siyasetinin ve mücadelesinin en büyük dinamiği artık açık alanda, toplumun gözü önünde gelişiyor; Kürt toplumu bu noktaya geldi. Artık yer altı faaliyetinin şu ya da bu şekilde, Kürt toplumunun belirleyici bir dinamiğini oluşturabildiğini söyleyebilmek mümkün değil. Çünkü toplumsal dinamik her halükârda artık göz önünde olan bir dinamik.

 

Yarın: Suriye’de yaşanan gelişmeler