GÖRÜNTÜLÜ

AK’de basın toplantısı: Bakanlar Komitesi AİHM kararlarının uygulanmasından sorumludur

Av. İbrahim Bilmez, Avrupa Konseyi’nde düzenlenen basın toplantısında, Bakanlar Komitesi’nin AİHM kararlarının uygulanmasından sorumlu olduğuna işaret ederek, Avrupa kurumlarının Türk devleti üzerinde baskı kurmasını istedi.

AVRUPA KONSEYİ'NDE BASIN TOPLANTISI

AİHM’in ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının AİHS'nin 3. maddesine aykırı olduğunu belirtmesine ve bunun işkence olduğunu teyit etmesine rağmen, AİHM kararlarının uygulanmasından sorumlu olan Bakanlar Komitesi’nin aksine Türkiye’ye alan açtığını söyledi.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) 30 Eylül - 4 Ekim 2024 tarihleri arasında gerçekleşecek toplantılarına katılmak amacıyla Fransa'nın Strasbourg kentinde bulunan DEM Parti heyeti ve Asrın Hukuk Bürosu Avukatlarından İbrahim Bilmez, bir dizi görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmelerde Türkiye’deki insan hakları ihlalleri, anti-demokratik uygulamalar ve hukuk alanındaki sorunlar dile getirildi. CPT ile de bir görüşme gerçekleştiren Avukat İbrahim Bilmez, İmralı tecrit, işkence ve soykırım sistemi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecrit ve mutlak iletişimsizliğe dair bir dosyayı yetkililere teslim etti.

Görüşmelerin son gününde ise, Avrupa Konseyi’nde İmralı tecrit, işkence ve soykırım sistemi ve Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’nun (AKBK) aldığı Umut Hakkı ile ilgili karar başta olmak üzere “Türkiye Hapishanelerdeki Siyasi Tutsakların Durumu” başlıklı bir basın toplantısı düzenlendi.

Akademisyen Dr. Sarah Glynn moderatörlüğünde gerçekleşen basın toplantısına Asrın Hukuk Bürosu Avukatlarından İbrahim Bilmez, Sol Birlik Grubu Parlamenteri Dr. Deepa Govindarajan Driver ile DEM Parti Amed Milletvekili Berdan Öztürk konuşmacı olarak katıldı.

Berdan Öztürk’ün İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit, işkence ve soykırım sistemini değerlendirmesi sonrası, Asrın Hukuk Bürosu Avukatı İbrahim Bilmez söz aldı.

‘HAPİSHANELER VE SİYASİ TUTSAKLARIN DURUMU TÜRKİYE’NİN KANAYAN YARASI’

Basın toplantısını AİHM ve CPT’nin de bağlı olduğu Avrupa Konseyi’nde gerçekleştirdiklerini söyleyen Av. Bilmez, şunları dile getirdi: “Dolayısıyla hukukun genel ilkelerinin ve insan haklarının koruyucusu diyebileceğimiz bir kurumdayız. İnsan Hakları Sözleşmesini oluşturmuş üye devletlerin imza attığı bir kurumdan bahsediyoruz. Türkiye’nin ne yazık ki kanayan bir yarası var: Hapishaneler ve özellikle siyasi tutsakların durumu… Hasta tutsaklar meselesi var. 30 yıl hapiste kalmasına rağmen şartlı tahliyesi gerekirken tahliye edilmeyen tutsaklar var.

‘BU SORUNLARIN ZİRVELEŞTİĞİ YER İMRALI’DIR’

Daha birçok sorun var, fakat bunların zirveleştiği yer İmralı hapishanesidir. 43 aydır hiçbir şekilde İmralı’dan haber alamıyoruz. Şunu düşünebiliyor musunuz? Avrupa Konseyi’ne üye bir ülkenin bir şehrinde bir hapishane var; örneğin Strasbourg’da, Paris’te veya Münih’te ve bu hapishaneye 43 aydır hiç kimse giremiyor, hiçbir haber alamıyor oradaki dört tutsaktan. Ne avukatlar, ne aile bireyleri, ne siyasetçiler ne de sivil toplum örgütleri gidemiyorlar. Telefonla görüşme imkânı yok. Mektup yazıyoruz, bize cevap gelmiyor.

‘İMRALI’DA FİİLEN KAYBEDİLME HALİ VAR’

CPT, bunu bir çeşit incommunicado hali olarak tarif ediyor. Yani fiilen bir çeşit kaybedilme hali oluyor bu durum. Bu konudaki muhataplarımızdan biri doğal olarak CPT’dir. Çünkü İmralı’daki tecrit koşulları “işkence” anlamına gelmektedir. CPT bugüne kadar defalarca İmralı’ya gitti. Fakat son ziyaretini iki yıl önce yaptı. Ve bu ziyarete ilişkin raporunu bütün ısrarlarımıza rağmen henüz açıklamış değil. “Bunun için prosedür gereği Türkiye’nin onayına ihtiyacımız var” diyorlar. Fakat az önce de anlattım İmralı’daki durumu; haber alınamıyor. Bize göre Türkiye’nin onayını beklemesi bir lükstür. CPT, Azerbaycan’la ilgili kısa bir dönem önce böyle bir açıklama yaptı aslında. Biz Türkiye için de bu durumunun zamanının geldiğini hatta yaklaştığını düşünüyoruz. Çünkü 24 yıldır CPT’nin bütün raporlarına, raporlarındaki önerilerine rağmen Türkiye hiçbir iyileştirme yapmıyor. Israrlı bir şekilde üzerine düşeni yapmaktan kaçınıyor.

‘AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET ZAMANA YAYILMIŞ İDAM CEZASIDIR’

İşin bir de ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” boyutu var. Türkiye’de böyle bir ceza yoktu. Sayın Öcalan yargılanıp idam cezasına çarptırıldı. Fakat Türkiye AİHM’de yargılanmamak için idam cezasını kaldırdı. Fakat bütün hukuk uzmanları da bu görüşümüze katılıyorlar ki, ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası’, idam benzeri bir cezadır. Zamana yayılmış bir idam cezasıdır. Çünkü bu cezayı alanların hiçbir şekilde salıverilme ihtimali ve umudu yok. Zaten onlar da Sayın Öcalan’a bu cezayı verdiklerinde bunu amaçladıklarını söylüyorlardı. ‘Onu zamana yayarak yavaş yavaş öldüreceğiz’ diyorlardı. Bu mesele Sayın Öcalan’ı ilgilendiren bir mesele olmaktan çıktı. Bugün binlerce insan bu cezaya çarptırıldı. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin sormasına rağmen Türkiye bunun sayısını bile açıklamıyor.

‘CPT GÖRÜŞMESİNDE KUDAY’IN DURUMUNU DİLE GETİRDİK, DİĞER GÜN VEFATINI ÖĞRENDİK’

Durumun vahametini anlatmak için bu konuda çarpıcı bir örnek vermek isterim. Dün 1 Ekim tarihinde CPT ile bir görüşme gerçekleştirdik. Söyleyeceğim şeyi orada da dile getirdim. Abdülkadir Kuday isminde bir tutsak var. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı. O kadar ağır hastaydı ki, yatalak. Yani ayağa dahi kalkamıyordu. Avukat görüşüne bile sedyeyle geliyordu. Türkiye’de Adli Tıp Kurumu, normalde hasta tutsaklar için kolay kolay ‘hapishanede kalamaz’ raporu vermez. Fakat cezası ağırlaştırılmış hapis olduğu için onu bırakmadılar. İsteseler de bırakamazlardı. Çünkü yasada öyle bir madde var. 1 Ekim’de CPT’ye bunu söyledik. Ve ne yazık ki bu sabah, Abdülkadir Kuday’ın vefat ettiğini öğrendik. Yani ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının’ ne kadar Türkiye açısından ne kadar büyük sorunlara gebe olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

‘AİHM AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET İÇİN İŞKENCE DEMİŞTİR’

Ve bizim 2014 yılında Sayın Öcalan adına yaptığımız başvuruda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de (AİHM) “Bu, sözleşmenin 3. maddesine aykırıdır” dedi ve bu cezanın ‘işkence’ olduğunu teyit etti. 10 yıl geçmesine rağmen ne yazık ki Türkiye bu konuda hiçbir değişiklik yapmadı. AİHM, Sayın Öcalan’dan sonra başka dosyalarda da benzer kararlar verdi. Ne yazık ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasından sorumlu olan Bakanlar Komitesi, bu konudaki görevini yeterince yerine getirmiyor. Türkiye, sürekli sorunlarını zamana yayıyor. Bir politika ve yöntem olarak bunu yapıyor. Ağırlaştırılmış müebbette de aynı şeyi yapıyor. Ne yazık ki Bakanlar Komitesi de Türkiye’ye bu alanı açıyor.

‘TÜRK DEVLETİNİN İMRALI’YA YAKLAŞIMI KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ DEMEKTİR’

En son geçen haftaki toplantısında da ağırlaştırılmış müebbette düzenleme yapması için Türkiye’ye bir yıllık süre daha verildi. Sayın Öcalan’ın statüsü sadece bizim müvekkilimiz olmasından dolayı değil. Aynı zamanda onun politik bir duruşu var. Kürt meselesine dair söyleyecek sözü olan bir insan. Kürt meselesinde Türkiye tarafından muhatap alınmış bir aktör. Dolayısıyla devletin İmralı’ya yaklaşımı, İmralı’da uyguladığı tecrit aslında Kürt meselesinin de çözümsüz kalması anlamına geliyor. Ve bu her anlamda bütün Türkiye’ye kaybettiriyor. Belki Avrupalılar bunun öneminin farkında olmayabilir. Fakat gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engellerden birisi, Kürt meselesinin çözülmemesi ve buna bağlı olarak da İmralı’da uygulanan tecrittir.

Bunun anlaşılması için şunu da ifade edeyim. Sayın Öcalan İmralı’ya getirildikten sonra 1999-2004 yılları arasındaki beş yıl, onun çağrısıyla PKK tek taraflı ateşkes ilan etti ve silahlı güçlerini sınır dışına çekti. Ve bu beş yılda Türkiye, Avrupa Birliği’ne giriş sürecindeki bütün reformlarını gerçekleştirdi. Tam üyelik müzakereleri başladı. Aday statüsüne alındı ve ekonomisi de düzeldi o dönem. Ne yazık ki Türkiye o süreci iyi değerlendiremedi. Ve Kürt meselesi çözülmüş gibi yaptı. Oysa durum öyle değildi. Çözümsüzlük olduğu yerde duruyordu. Ve bir müddet sonra işler kötüye gitti. Tüm bu anlattıklarımın bağlamında Avrupa kurumlarında çalışan herkesin Kürt meselesi konusunda daha da duyarlılığa çağırıyorum.

TÜRKİYE KÜRT SORUNUNDA ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ ESAS ALIYOR

Dr. Deepa Govindarajan Driver ise konuşmasında Abdullah Öcalan’a yönelik gerçekleştirilen Uluslararası Komplo’da birçok devletin parmağı olduğuna dikkat çekti. Daha önce Türk devleti ile Kürtler arasında bir çözüm masası kurulduğunu ve bu masanın Türk devleti tarafından devrildiğini vurgulayan Driver, Türk devletinin Kürt sorununda çözümsüzlüğü esas aldığını ifade etti.

Türk devletinin Avrupa Konseyi’nin üyesi olduğunu ve tüm sözleşmelerde imzası olduğunun altını çizen Deepa Govindarajan Driver, şöyle devam etti: “Sayın Öcalan üzerindeki tecrit devam ediyor. Avrupa kurumlarının demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları çerçevesinde görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor. Bu kurumları daha fazla baskı altına aldığımızda bu kurumların eksikliklerini de görüyoruz. Sayın Öcalan’ın durumuna baktığımızda bizi düşündüren en önemli konusu ise, onun içinde bulunduğu koşullar ve toplumda koparılmaya çalışmasıdır. Bizi en çok düşündüren şeylerden biri. Sayın Öcalan aslında F Tipi’nin çok üstünde bir tecrit altındadır. Ortak bir mücadele için hapishanede bulunan tutsakların dayanışması çok önemlidir. Birçok hapishanede bu mümkün iken Öcalan’ın bulunduğu koşullara baktığımızda bunun mümkünatı yok. Örneğin ‘Mandela Kuralları’, mutlak iletişimsizliğe karşı hazırlanmış kurallardır, fakat bugün Abdullah Öcalan bu kuralların çerçevesinde değil, tam da bu kurallara ters bir şekilde muamele görmektedir. Bu evrensel hukuk kurallarının tamamen dışında bir durumdur.

TÜRKİYE İŞKENCE GÖREN TUTSAKLAR LİSTESİNİN EN ÜSTÜNDE YER ALIYOR

Bu aşırılığa aynı zamanda Amerika’nın ‘kara delik’ olarak isimlendirilen hapishanelerinde karşılaşabiliyoruz. Yasa dışı, hukuk dışı bir şekilde tutsak edilmiş, tecrit altında tutulan insanlar var. Çok soğuk havalarda çıplak arama, tutsakların tutulduğu hücrelere böcek salma gibi uç noktada örnek bulunuyor. Bunlar yaşanıyor. Sorumluluğunu yerine getirmesi gereken kurumlar şöyle diyor; ‘Aslında biz bunlarla ilgilenmiyoruz’. Bunu görmezlikten geliyorlar. Örneğin Guatemala’da da bunlar yaşanıyor. Oradakiler ‘Müslüman tutsaklar’ olduğu için dünya burayı da görmezden geliyor. Devletler, bu işkence sistemini sonlandırma yerine daha fazla hapishaneler inşa etmeye, bu sistemi geliştirmeye çalışıyorlar. Türkiye, şu anda ‘işkence gören tutsaklar’ bakımından listenin en üstünde yer alıyor.

CPT, F TİPİ'NDEKİ İŞKENCEYİ ONAYLADI

Sayın Öcalan’a yapılanlar bir şekilde görmezden geliniyor. Dolayısıyla Sayın Öcalan üzerinden tüm tutsaklara, tüm ezilenlere yapılanlar görmezden geliniyor. CPT’nin İmralı’yı 9 kez ziyaret ettiğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. CPT bir defasında, F Tipi hapishanelerin tutsaklar için daha iyi koşul sağladığını raporlamıştı. Aslında CPT’nin bu raporu, biraz önce dile getirdiklerimi onaylıyor. Yani CPT, F Tipi’ndeki işkenceyi onaylayan bir tavır ortaya koydu.”