Kalkan: 25’inci yılda Uluslararası Komplo kesin yenilecek

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Kalkan, Uluslararası Komplo’nun 24. yıl dönümünü bütünlüklü bir gerilla ve halk direnişiyle karşıladıklarını belirterek, 25. yılın direnişin yaygınlık, kapsam ve derinlik bakımından zirve yaptığı bir yıl olacağını kaydetti.

25’inci yılda komployu başarıya götürme yükü omuzuna yüklenmiş olan Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli faşist diktatörlüğünün yıkıldığı yıl olacağının altını çizen, Kalkan, “25’inci mücadele yılında Uluslararası Komployu sürdürmekte olan AKP-MHP faşizmini yıkacağız. Türkiye’de demokratik devrimi gerçekleştirecek, demokratik değişim ve dönüşümün önünü açacağız. Bütün Ortadoğu’nun önü bu biçimde açılacak. Önderliksel çıkışın 50’nci yıl mücadelesi bunun zeminini güçlü bir biçimde hazırladı. Komploya karşı mücadele hamlemizle bu zemini değerlendirerek zaferi sağlayacak bir mücadeleyi ortaya çıkaracağız” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan’ın, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim 1998’de başlatılan uluslararası komplonun yıl dönümü vesilesiyle ANF’ye verdiği söyleşinin son bölümü şöyle:

Hareketiniz 21. yüzyılı, kadın yüzyılı olarak değerlendirdi. Komplonun geliştiği yıllar da Kürdistan’da Kadın Özgürlük Mücadelesinin yükseldiği yıllardı. Böyle bir dönemde Uluslararası Komplo’nun gelişmesi Kadın Özgürlük Mücadelesi açısından nasıl bir anlam taşıyor? Komplo en fazla kadınları hedefledi, neden? Yine bu saldırılara karşı Kürt Kadın Hareketinin gelişimi ve mücadelesi nasıl oldu?

Kürdistan’da kadının devrime katılımı kuşkusuz hem zor hem de çok anlamlı bir olaydır. Önder Apo da her zaman böyle yaklaştı. Kadın yaklaşımını diğer yaklaşımlardan çok daha ciddi ve disiplinli ele aldığını rahatlıkla belirtebiliriz. Kuşkusuz başlangıçta anlayış düzeyinde teorik ve ideolojik olarak çok derin bir kavrayışı yoktu. Fakat kadın gerçeğini mevcut düzenin ve sömürgeci sistemin en çok ezdiğinin, köleleştirdiğinin, dolayısıyla çok önemli bir sorununun bu köleliği yıkarak kadını özgürleştirme sorunu olduğunun, bunun için de gereken ciddiyetle ve önemle yaklaşmak gerektiğinin bilincindeydi. Nitekim manifestoda da bu yaklaşım net bir biçimde yer aldı.

Pratik olarak PKK gelişimi çok yoğun kadın katılımıyla olmadı. Fakat düşüncedeki mevcut yaklaşımının gereği olarak pratikte de bir yaklaşım geliştirdi. Bu hem Türk sol örgütlerinde hem de reformist Kürt küçük burjuva örgütlerinden farklıydı. Küçük burjuva Kürt örgütleri birer erkek örgütlenmesiydi. İçlerinde kadına yer verme yoktu ya da yok denecek kadar azdı. PKK baştan itibaren az da olsa kadının ideolojik gruba katılımını öngören ve giderek Kürdistan’daki yayılımı içerisinde de kadın katılımını artıran bir Kürt örgütlenmesi olarak diğer Kürt örgütlerinden ayrıştı.

Türk sol örgütlerinden de bireysel yaşam yaklaşımları temelinde bir ayrışmayı yaşadı. Özellikle ‘70’li yıllardaki sol örgütlenmelerin kadın yaklaşımı bir yoldaş, devrimci militan olarak harekete katılmaktan önce hemen bir eş olarak katmayı öngörüyorlardı. “Devrimci evlilik” adı altında sol örgütlenmeler içerisinde bu bireyci eğilim çok fazlaydı. Apocu grup bu bakımdan da Türk sol hareketinden ayrı bir tutum izledi. Önceliği mücadeleye katılmaya, yoldaş olmaya verdi. Her ne kadar böyle bir katılım zor olsa da dikkatli bir biçimde onu geliştirmeyi öngördü. Yine de bir bütün olarak daha sonraki süreçte olduğu gibi böyle bir çizgi izleyemedi.

Nitekim ilk katılanlardan olan Fatma’nın (Kesire Yıldırım) durumu ve bazı yaşanan olaylar toplumsal gerçekliğin ve Kürt sol hareketinin ağır etkisi altında olunduğunu gösteriyordu. Fakat yeniden şunu belirtebiliriz: Önder Apo, programda ve manifestoda Kürt özgürlüğünü çok sağlam bir şekilde ortaya koydu. PKK’nin kuruluş bildirgesinde de diğer toplumsal kesimlere olduğu gibi ve onlardan çok daha öncelikli olarak Kürt kadınlarına bilinçlenmeleri, örgütlenmeleri, mücadeleye katılmaları, kendi özgürlüklerini Kürdistan’ın özgürlüğüyle birlikte sağlayacak büyük bir mücadele içine girmeleri çağrısı yaptı. Bu güçlü, önemli bir çağrıydı. Gerçekten bütün kadın kesimlerinde de karşılık buldu. Genç kadınlar da olduğu kadar her yaşta kadında da karşılık buldu. Parti kuruluşu, Hilvan-Siverek direnişleriyle birlikte pratikleşip toplumu etkiler hale geldiğinde kitlesel olarak en yaygın etkilenen toplumsal kesimin başında kadın geldi. Başta Mardin, Batman, Urfa alanları olmak üzere Dersim’den Serhat’a kadar birçok alanda partinin kadın tabanı çok hızlı bir şekilde gelişti, genişledi, büyüdü.’ 79-80 süreci böyle bir gelişmeye tanık oldu.

 Aynı düzeyde olmasa bile kadro katılımı da başlangıçtaki ideolojik dönemindeki darlığı fazlasıyla aşan, genişleyen bir düzeye geldi. Zindan direnişinde kadınlar yer aldı. Kadınlar da tutuklandı. O, aslında mücadeleye katılımda önemli bir alan da oldu. Düşmanın az da olsa kadınları da tutuklaması, benzer işkence ve baskılardan geçirmesi, özellikle Diyarbakır zindanında her türlü hakareti yapan bir yaklaşım içinde olması kadın militanlaşmasını, devrimcileşmesini, kadın özgürlüğü için mücadele etme gereğini daha çok geliştirdi. Mücadelecilik boyutunda hem kadını etkiledi hem de erkeği etkiledi. Sara yoldaş öncülüğündeki bu büyük direnişin gerçekten önemli etkisi var.

Tabii benzer durum daha yaygın olarak yurtdışı çalışmalarında yaşandı. Lübnan-Filistin sahasındaki toparlanma ve hazırlık dönemine belli bir kadın kadro topluluğu katıldı. Bu süreçte Avrupa’da gelişen çalışmalar içerisinde kadın desteği tıpkı Kürdistan’daki gibi arttı. Aynı durum Rojava Kürdistan’da da destek olarak gelişme gösterdi. Bunlar önemli adımlardı.

Bütün bunların üzerine 15 Ağustos gerilla atılımı yaşanınca ve bu atılımla başlayan gerilla mücadelesine Kürt kadınları da birer özgürlük savaşçısı olarak silah kuşanıp katılınca söz konusu gelişmeler bir hamlesel düzeye dönüştü. Hem nicel hem nitel olarak büyük bir sıçrama yaptı.

Mahsum Korkmaz Akademisi eğitim sürecinde böyle bir katılım yoğunlaşması oldu. 3’üncü Kongre’de Kadın Özgürlük çizgisi temelinde yaşanan ideolojik derinleşmeye dayalı olarak Mahsum Korkmaz Eğitim Akademi sürecinde Önder Apo’nun kadın sorununa ilişkin geliştirdiği çözümlemeler, bunların basın üzerinden yayınlanması toplum içinde yoğun bir yankı yaptı, etkide bulundu. Öncelikle kadınları çok hızlı etkiledi, harekete geçirdi. Erkeği de durumu yeniden değerlendirme, doğru anlama, kadına doğru yaklaşmak biçiminde kendini sorgulama süreci içine aldı. Böyle bir sürecin o dönemde etkili bir biçimde geliştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

1990 başındaki gelişmeler bu konuda çok daha fazla etkili oldu. Gerilla mücadelesinin toplumu ulusal diriliş devrimine götürmesi, Cizre ve Nusaybin’den başlayan serhildanların Kuzey’de bütün Kürdistan’a yayılması, aslında ulusal diriliş devrimi kadar kadın özgürlük devriminin başlangıcı da oldu. Çünkü serhildanlarda öncülüğü yapan ve en çok yer alan kadınlardı. Gerillada kadınların varlığı toplumu çok derinden etkilemişti. Önder Apo’nun değerlendirmeleri eğitici ve sevk edici olmuştu. Bu temelde yoğun bir kadın katılımı, kadının düzenden, sömürgeci sistemden kopuşu, aynı zamanda da erkek egemenliğini sorgular ve ondan kopuşu başlatır hale gelmesini gündeme getirdi. Önemli bir süreçti. ’90 başını böyle değerlendirmemiz lazım.

KADIN DİRENİŞİ MÜCADELEMİZE NEFES ALDIRDI, GÜÇ KATTI, AYAKTA TUTTU

Buna Zelê pratiğinde olumsuz yaklaşımlar, geleneksel erkek egemen zihniyet ve yaşamı ifade eden tutumlar dayatılmaya çalışıldı. Bozucuydu, zorlayıcıydı. Önderlik buna müdahale etti. Yoğun bir değerlendirmeyle hem kadın özgürlük çizgisini daha belirgin kıldı hem de kadın gerillalaşmasının teorik temellerini oluşturdu. Buna dayalı olarak ’95 Mart başında yapılan Kongre’yle YAJK kuruluşu gerçekleşti. Üçüncü Kongre’den sonra da 1987’de Avrupa’da yapılan Kongre’yle YJWK kurulmuştu. Bu kadının kitlesel örgütlenmesiydi. YAJK militan örgütlenme oluyordu. YJWK’yi aşan düzeyde öncü örgütlülüğü geliştirmeyi hedefleyen bir örgütlenmeydi. Bu temelde özgür kadın birlikleri gelişme gösterdi. Gerilla da kadın etkinliği nicel ve nitel olarak çok daha fazla arttı. Kadının hem gerilla hem de kadın direnişindeki konumu son derece etkili, öncülük düzeyine tırmanan bir noktaya geldi. Zaten PKK’nin ‘90’lı yıllarda ayakta kalma ve mücadeleyi geliştirmesinde Parti ve gerilladaki fedaileşmeyle birlikte kadın özgürlük çizgisi ve hareketinin gelişimi belirleyici bir rol oynadı.

Komployu Önder Apo’ya ve PKK’ye karşı baştan itibaren gelişen planlı saldırıların bir halkası olarak değerlendirirsek, kadın özgürlük mücadelesinin geliştiği ‘90’lı yıllar, baskı karşısında kadın direnişinin özgürlük mücadelesine nefes aldırma, güç katma, ayakta tutma hareketi olarak olarak değerlendirilebilir. Yani kadın, baskıya karşı mücadeleyi ayakta tutabilmek için refleksleriyle, bilinciyle mücadeleye daha çok katıldı. Bir de Önderlik düzeyi bunu bilinçli ve planlı olarak geliştirmeye çalıştı.

ÖNDERLİK ÇİZGİYE KAVUŞTURDU, İLKELERİNİ ORTAYA ÇIKARDI

Yine eğer Uluslararası Komplo’yu ’87-88 saldırısıyla ya da daha somut olarak ’92 Güney Savaşı’yla başlayan bir süreç olarak görürsek, bu durum küresel kapitalist modernite sisteminin, yani Kürt soykırım sisteminin PKK’ye dönük gerçekleştirdiği topyekûn bir saldırı süreciydi. Buna karşı PKK bir yandan fedaileşmeyi derinleştirirken, diğer yandan kadın özgürlük çizgisini ve buna dayalı olarak da kadının özgürlük mücadelesine gerilla ve halk direnişi temelinde daha etkin katılımını sağlayarak cevap verdi. İmha amaçlı saldırıları böyle bir güçle karşılamayı ve kırmayı hedefledi. Bu da kadın özgürlük mücadelesini daha çok geliştirdi, yükseltti. Önderlik buna büyük önem verdi. Teorik düzeyde büyük gelişmeler ortaya çıkardı. Düşünceyi derinleştirdi, çizgi geliştirdi. Kadın Özgürlük Devrimi’ni çizgiye kavuşturdu, ilkelerini ortaya çıkardı. Pratikte ise eğitip örgütleyerek güç ve destek vererek kadının mücadele tecrübesinin, bilincinin daha fazla gelişmesi, enerjisinin pratiğe daha çok dönüşmesi için çaba harcadı. Bunlar oldukça bilinçli, örgütlü çabalardı. Aslında sömürgeci-soykırımcı saldırıları kırma amaçlı çabalardı ve karşılık buldu. Kadın mücadelesi de bu temelde yükselme gösterdi.

 Uluslararası Komplo’ya karşı gelişen “Güneşimizi Karartamazsınız” fedai direnişi, büyük bir direnişti. Bu direnişte kadın ve erkek birlikte yer aldı. Ama kadının daha etkili katılımı görüldü, mücadeledeki öncülük düzeyi burada ortaya çıktı. ‘90’lı yıllarda Önder Apo’nun çabalarıyla yaşanan teorik, örgütsel ve askeri gelişmeler buna yön verdi. Bu beraberinde Bêrîtan ve Zîlan öncülüğünü ortaya çıkardı.

Gerçekten Zîlan çizgisi Önder Apo’yu fedaice sahiplenme ve savunma çizgisi olarak varlık buldu, dolayısıyla Önder Apo’ya yönelik saldırılara karşı mücadelenin çizgisi oldu. Zîlan çizgisinde bilinçlenen ve örgütlenen kadın, Uluslararası Komplonun imha saldırılarını görünce ona karşı her kesimden önce daha büyük bir cesaret ve fedakârlıkla direnişe yöneldi. Birçok fedai eylemini kadın militanlar, yurtsever kadınlar gerçekleştirdi. Çok daha gözü pek, cesur ve fedakâr olduğu ortaya çıktı. Zaten kadının pratik katılımını değerlendirirken de Önder Apo şunları söylemişti: “Daha çok bağlılar, daha çok dürüst ve samimiler, daha az kaçıyor ve daha az bozuyorlar. Devrime daha büyük güç ve değer katıyorlar” demişti. Bu temelde bilinçlendirilen, eğitip örgütlendirilen kadın, komplo karşısındaki direnişte daha fazla rol oynadı.

Aslında kadının daha güçlü olan duygusal zekâsı, Uluslararası Komplonun ortaya çıkardığı tehlikeyi, saldırıyı daha fazla hissetmesini getirdi. Aşırı duygusallığın yarattığı zorlanmalar aşıldığında bu büyük bir cesaret ve fedakârlık olarak ortaya çıktı. Tabii zorlayıcı olan dar, aşırı duygusallıktı. O bazı biçimlerde zorlayıcı olsa da genel kadın duruşu ve mücadelesini belirlemedi. Belirleyici olan komploya karşı direnişe katılım ve onun geliştirilmesiydi.

KOMPLO KADINLARIN ÖZGÜRLÜK UMUDUNU KIRMAK İSTEDİ

9 Ekim ve 15 Şubat arasında komploya karşı mücadelede bu net görüldü. 15 Şubat Komplosuna karşı tepkide yine çok belirgin bir biçimde görüldü. Komploya karşı gelişen serhildanlarda kadınlar çok aktif yer aldı. Daha sonra, 24 yıllık Uluslararası Komploya karşı mücadelede de kadın örgütlülüğü, ’90’lı yıllardaki düzeyini aşarak kendisini partileştirerek, gerillalaşmasını geliştirerek, toplumsal hareketini daha eğitimli ve örgütlü kılarak büyük bir özgürlük hareketi, özgürlük devrimi, Kürt Özgürlük Mücadelesinin öncü gücü haline kendini getirdi.

Komplo en fazla kadınları hedefledi. Neden? Çünkü komploya karşı en gözü pek bir biçimde en cesur, en fedakâr, en yaygın direnen kesim kadınlardı. Dolayısıyla da komplo özgürlük umutlarını, bilincini kırmak istiyordu. Kadın özgürlüğü ise bütün toplumsal özgürlüklerin temeli, esasıydı. Kadın özgürlük bilinci, etkinliği kırılmadan toplumsal özgürlüğü zayıflatmak, onun bilincini, örgütlülüğünü geriletmek mümkün olmazdı. O bakımdan da bu saldırı tesadüfi değildir. Son derece bilinçli ve planlı bir saldırıdır.

Aslında nasıl Önderliğe saldırıldıysa, PKK’yi tasfiye etmek, gerillayı ezmek, soykırımı tamamlamak için komployla Önderliğin imhası öngörüldüyse, -ki, bu öncülüğe saldırıydı- dolayısıyla öncülüğünü geliştiren ve hızla bu durumu güçlendirmekte olan özgür kadın mücadelesine saldırının da böyle bir boyutu var. Öncüye yöneltilmiş bir saldırı olarak görmek lazım. Geneli zayıflatmak, tasfiye etmek için öncünün imhası gerekiyor. Bu ideolojik, örgütsel ve pratik düzeyde öyledir.

Komplo karşısındaki mücadele sürecinde, hareketin yeniden yapılanması sürecinde kadın hareketi de kendini yeniden yapılandırdı. PAJK yapılanması gelişti. KJB daha sonra KJK örgütlülüğü oldu. Her alanda kadın eğitimi ve örgütlenmesi gelişti. Mücadeleye her düzeyde öncülük edecek bir boyut kazandı.

Komplonun kadını hedeflemesi zaten genel egemen zihniyet ve siyasetin bir gereği de oluyor. Sadece komploya özgü değil, erkek egemen faşist diktatörlüklerin en çok korktuğu ve saldırdığı kesim, bilinçli ve örgütlü özgürlük mücadelesi yürüten kadın kesimi oluyor. Bu noktada şu önemli: Önder Apo, “Bir saldırı eğer beni öldürmezse o zaman güçlendirir. Ben ondan güçlü çıkarım” dedi. Dolayısıyla önemli olan iki nokta var: Birincisi, saldırının seni imha etmesine fırsat vermeyeceksin, ikinci olarak da saldırıya karşı mücadele etme yol ve yöntemini bulacak, cesaret ve fedakârlığını göstereceksin.

Şimdi Uluslararası Komplonun bütün topluma ve toplum şahsında kadına yoğun saldırısını da bu temelde değerlendirmek gerekiyor. Kadını, özgür kadın hareketini tümden dağıtıp imha edebilseydi tehlikeliydi. Ama öyle yapamayınca bu sefer neye yol açtı? Kadın özgürlük mücadelesinin daha çok gelişmesine, kadının daha çok bilinçlenmesine, daha fazla özgürleşmesine, daha çok örgütlenmesine, daha cesur ve fedakâr hale gelmesine, daha çok öncüleşmesine yol açtı. Aslında komploya karşı mücadele içerisinde Özgür Kadın Hareketi’nin bu kadar baskıya, zulme, işkenceye, tecavüze rağmen daha büyük gelişimini bununla açıklayabiliriz. Dikkat edilirse bu yaklaşım durumu izah ediyor, anlaşılır kılıyor.

KADIN ÖZGÜRLÜK ÇİZGİSİ YENİ DEVRİMLERİN ESASIDIR

Bunun yanında genelde de kadın hareketinin bir gelişimi var. 20’nci yüzyıldaki devrimlerden kalan etkiyi de sürdürüyor ve ondan farklı olarak feminist hareket her alanda biraz daha yaygın gelişiyor.

Önder Apo savunmalarda jineolojiyi geliştirdi. Kadın bilimini kurdu. Kadına bilimsel, felsefi yaklaşımın gereklerini gösterdi ve kadın özgürlüğünü teorik ve ideolojik olarak çok geniş bir biçimde çözümledi. Erkek egemen zihniyet ve siyaseti, baskı ve köleleştirme durumunu tüm boyutlarıyla teşhir etti. Eleştirip mahkûm etti. Bu alanda büyük bir aydınlanma hareketi yarattı. Bütün özgürlükçü gelişmelerin, ideolojik mücadelenin, devrimin temeline kadın özgürlüğünü ve kadın özgürlük devrimini koydu. Bu da Kürt kadınında çok önemli bir bilinçlenme ve örgütlenme yarattı. Gerçekleri görme, o derin yurtseverliği Kürt ve kadın özgürlüğüyle birleştirerek büyük bir bilincin, iradenin, yaratıcılığın ortaya çıkmasını, büyük bir enerjinin gelişmesini sağladı.

Tabii 20’nci yüzyıla büyük devrimler yüzyılı dedik. Herkes böyle değerlendiriyor. 21’inci yüzyılı devrimsiz bir yüzyıl olarak tanımlayamayız. 20’nci yüzyıl devrimler yüzyılı ise, onun tecrübesine dayanan 21’inci yüzyılın, daha büyük devrimlerin yüzyılı olması gerekir. En azından bir çıkarsama olarak bunu söyleyebiliriz. 20’nci yüzyıl için öngörülen devrimler nelerdi? En başta işçi sınıfı devrimiydi. İşçi sınıfı, öncü olarak görüldü. Buna dayalı olarak ulusal kurtuluş devrimleri, demokrasi hareketleri bunun birer parçası olarak esas alındılar. Ama yüzyıl devrimine damgasını vuran işçi sınıfıydı. İdeolojik, örgütlülük, tanımlama olarak kesinlikle böyleydi.

21’inci yüzyılın teorik, ideolojik, örgütsel ve eylemsel bakımdan 20’nci yüzyıldan farkı, her şeyden önce bu devrimsel karakterin değişmesiyle ortaya çıkıyor. Bu sefer öncü kadındır. İdeolojik, örgütsel çizginin belirleyicisi kadın özgürlük mücadelesi ve çizgisidir. İşçi sınıfı öncülüğü 20’nci yüzyıldaki gelişmeleri yarattı. Aslında birçok gelişme heba da oldu, çözüldü de. Ama etkileri, kalıntıları sürüyor. Hepsi yok oldu demek, doğru değil. Fakat iddia ettiği alternatif dünyayı yaratamadı. Bir dünya devrimini gerçekleştiremedi. Belli alanlarla, siyasi ve askeri boyutla sınırlı kaldı. Sonra da onun büyük kısmını kaybetti.

Şimdi bu durum neyi gösteriyor? İşçi sınıfı öncülüğüyle sonuç alıcı, zafer kazanıcı, kalıcı bir devrimin, özgür yaşamın, demokratik toplumun, komünalizmin gelişemeyeceğini gösteriyor. Mevcut gelişmeler küçümsenmemekle birlikte devamlılığını sürdüremedi. O halde yeni öncülüğe ihtiyaç vardır. Bu öncülüğü paradigma değişimiyle birlikte Önder Apo, kadın öncülüğü olarak tanımladı. İşçi öncülüğü yerine ideolojik düzeyde kadın öncülüğünü koydu. İşçi-köylü ittifakı, ulusal kurtuluş mücadelesinde temel güçtü. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinde, demokratik modernite devrimindeyse kadın ve gençlik öncülüğünü temel güç, ittifak, öncülük olarak tanımladı, değerlendirdi. İdeolojik çizgi olarak kadının özgürlük çizgisini temel güç olarak koydu.

Bu paradigma değişimi temelindeki yeni devrimlerin esasını ifade ediyor. Kadın öncülüğünde oluşacak bir devrimdir. Dolayısıyla nasıl ki 20’nci yüzyıla öncülük karakteriyle işçi yüzyılı diyorsak, tabii ki 21’inci yüzyıla da kadın yüzyılı demeliyiz.

Şimdiden Kürdistan’da ve diğer alanlarda kapitalist modernite sistemine, erkek egemen düzene karşı gelişen kadın mücadeleleri, örgütsel ve eylemsel olarak, yine teorik ve ideolojik olarak hem canlılığı, hem düzeyi hem de etkinliğiyle öncülüğü gerçekleştirmiş durumda. Devrimci mücadele diyebileceğimiz bütün mücadelelere damgasını vuruyor. Dolayısıyla aslında 21’inci yüzyıl şimdiden kadın yüzyılı olmaya başlamıştır. Kadın, 21’inci yüzyılı kendi yüzyılı yapma bilincini, iradesini, örgütlülüğünü ve eylemini ortaya çıkartmıştır. Artık olacak dememeliyiz, mevcut haliyle 21’inci yüzyıl, kadın yüzyılıdır.

Peki, bunun ötesinde ne demek gerekiyor? Acaba bu yüzyılın sonuçları ne olacak? Kadın hangi düzeyde, ne kadar gerçekleşecek, başarıya ulaşacak? Toplumsal devrimi ne kadar geliştirecek, toplumsal özgürlüğü ve onun yaşam alanı olarak demokratik toplumu ne kadar bilinçli, örgütlü olarak var edecek? Yeni bir dünyayı, demokratik toplum dünyasını ne kadar yaratacak? Özgür birey ve demokratik komüne dayalı yeni bir yaşamı, dünya gerçeğini hangi oranda, nerede, nasıl ve ne kadar var edecek? Aslında şimdi karşı karşıya olduğumuz, cevap bekleyen, pratikleşme isteyen sorular bunlardır. Bu yüzyılın bundan sonraki süreci aslında bu konularda netleşme yaratacak. Pratik gelişmeler soruların cevabının ne olduğunu gösterecek.

Özellikle gerillayla birlikte Önder Apo’nun kadın mücadelesine verdiği önem, ‘90’lı yıllardaki yoğunlaşmaları, çabaları doğru, yerinde olmuştur. Sonuçları kesinlikle boşa gitmemiştir. Hem ‘90’lı yıllarda hareketin yenilmezliğini yaratma hem de Uluslararası Komploya karşı yenilmezliğini sağlamaktan öteye devrimi daha da derinleştiren, toplumsal kılan, özgür birey ve demokratik komün çizgisine oturtan, dolayısıyla gerçek bir özgürlük devrimi, toplumsal devrim haline getiren bir düzeye ulaşmıştır. Bütün bunlar harcanan emeklerin boşa gitmediğini, çabaların sonuç verdiğini, dolayısıyla bu konudaki anlayışın, tutumun doğru, yerinde olduğunu, başarı getirdiğini göstermiştir. Önder Apo’nun diğer konulardaki değerlendirmeleri, çıkışları nasıl hep pratikte doğrulanmışsa kadın özgürlüğüne, Özgür Kadın Hareketi’ne dair değerlendirmelerin hepsi de parlak bir biçimde doğrulanmıştır. Dolayısıyla sonucu bu gelişmeler belirleyecek. Gittikçe bu etkinlik daha çok artacak. Kadın örgütlenmesi, bilinçlenmesi, kadın mücadelesi Önder Apo’nun öngördüğü hakikat devriminin adım adım gerçekleşmesini daha çok sağlayacaktır. Zihniyet ve yaşam tarzı devrimini daha güçlü geliştirecektir. Bunun ölçülerini özgür kadın duruşu belirleyecektir. Bu şimdiden netleşmiştir, önümüzdeki süreçte de daha çok gerçekleşecek ve kesinleşecektir.

Komplo gerçekleştiğinde doğanlar şimdi 25 yaşında. Yani gençlik kuşağı Uluslararası Komplonun saldırısı ve ona karşı mücadele koşullarında yetişti? Komplonun Kürt gençleri üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, günümüzün Kürt gençliği Uluslararası Komplo saldırısı ve ona karşı özgürlük direnişi içerisinde doğup büyüyen gençlik kuşağı oluyor. Bu bakımdan hem komplo saldırılarının etkilerini ruhunda, duygusunda, zihninde, davranışında yaşıyor, hem de komploya karşı büyük fedai direnişin etkilerini çok canlı ve derin bir biçimde kendi kimliğinde, kişiliğinde yaşıyor. Bu bakımdan günümüz gençliğini çözümlemek, doğru anlamak önemli. Bunu anlayabilmek için de mevcut etkilenme düzeylerinin ne oranda olduğuna bakabilmek lazım. Gerçekten Uluslararası Komplo saldırısı insan üzerinde, dolayısıyla günümüz Kürt gençliği üzerinde ne tür etkiler bırakıyor. Ruh, duygu dünyasında, düşünce ve davranış dünyalarında, yaşama bakışında, kişilik şekillenmesinde ne tür etkilenmeler yaratıyor? Bu çok önemli. Fakat şöyle değerlendirmek doğru olmaz: Komploya karşı mücadele yokmuş, dolayısıyla sadece komplo saldırısı var, o halde saldırı nasıl etkiliyor dersek, o tek yanlı bir yaklaşım olur. Hem mevcut komplo saldırısı gençliği etkiliyor hem de komploya karşı verilen büyük direniş gençliği etkiliyor. Günümüz gençliği amansız bir biçimde yaşanan bu çatışma içerisinde şekillenmiş, ruh, duygu, düşünce dünyasını oluşturmuş, davranışını geliştirmiş bir gençliktir.

Kuşkusuz komplo saldırılarının da çok etkisi var. Çünkü bu bir faşist-soykırımcı özel savaş saldırısıdır. Her türlü faşist-soykırımcı güçler, kontrgerilla, MİT, istihbarat, devlet gücü, çocuk, genç, yaşlı demeden, hiçbir hukuk, ahlak kuralı dinlemeden saldırı yürütmüş, katliam geliştirmiştir. Günümüzün Kürt gençliği, genç kadınları ve erkekleri bunların içinde doğup büyüdü. Daha çocukluk dönemlerinde büyük baskı ve işkenceyle tanıştılar. Çoğu zindanlarda büyüdü, baskı gördü, arkadaşının, annesinin, babasının, ablasının, abisinin işkence görmesiyle, hapiste yaşamasıyla, katledilmesiyle karşılaştı. Onların ağır acılarını yaşadı ve bu konuda gerçekten de hiçbir kural, ölçü tanımayan bir faşist-sömürgeci-soykırımcı saldırı oldu. İşbirlikçilikten, ajanlara, ihanete kadar herkes saldırdı. Bir yandan baskı uygularken diğer yandan okullarda, sokakta kendisine göre eğitmeye çalıştı. Kendine katabildiklerini alıp eriterek kendi hizmetine koşmasını istedi. Katamadıklarını ise her türlü yozlaştırıcı planlı saldırıyla, fuhuşla uyuşturucuyla kendini, çıkarını göremez, bilinçlenemez, örgütlenemez hale getirmeye çalıştı. Böyle bir özel savaş politikası planlı bir biçimde Kürt gençliğine karşı acımasızca uygulandı. Her türlü psikolojik savaşla gerçekten de tam bir gençlik kırımı, katliamı uygulandı.

Tabii bunların etkileri var. Bunların gençlik psikolojisinde, zihniyetinde, davranışındaki etkileri nelerdir? Sosyolojik, psikolojik, ideolojik olarak incelenmesi gerekiyor. Bir etkileme var, ürkütme, korkutmaya çalışma var. Baskı altına alma, sindirme çabaları var. Bunlar hiç etkide bulunmamıştır dersek doğru olmaz. Fakat bunlara karşı bir de tepkilenme biçiminde karşıt etki var. Büyük bir öfke ve kinin Kürt gençliğinde birikmesi vardır. Bu baskı ve sindirme ve işkenceye karşı Kürt gençliğinde oluşmuş büyük bir kin, öfke, nefret var. Bu gençliği çok daha gözü kara hale getirmiş. Çok daha fazla sınırları aşan, zapt edilemez kılmış. Her türlü tepkiyi gösterebilecek bir durumu yaşıyor.

GENÇLİK ÇALIŞMALARINI DAHA ÖRGÜTLÜ VE PLANLI HALE GETİRMEK GEREKİYOR

Tabii böyle bir durumun gelişmesinde komploya karşı direnişin rolü ve etkisi var. Komploya karşı mücadele olmasaydı. Komplocu özel savaş saldırıları gençliği ezerdi, sindirirdi, yozlaştırırdı, yok ederdi. Fakat her türlü komplo saldırısına karşı bir de İmralı direnişi öncülüğünde, gerilla öncülüğünde gelişen halk direnişi olunca gençlik o direnişi de gördü tanıdı. Dolayısıyla hem direnişçi ruhu bilinci öğrendi, duygusunu, düşüncesini, kişiliğini o temelde geliştirdi hem de komplocu güçlerin özel savaş saldırılarını daha iyi tanıdı. Onları daha derinden anlar hale geldi. Dolayısıyla onlara karşı kin, öfke, nefreti bu temelde daha da büyüdü, gelişti, biçim kazandı. Böyle bir yurtsever, devrimci Kürt gençliği vardır. Bir de arada kalan, büyük öfkeyle kinle dolu olan ama onu pratiğe nasıl geçireceğini bilemeyen geniş bir gençlik kesimi de var. Tabii az bir oranda düzene entegre olan, düzenin hizmetine koşulan gençler de var.

Bütün bunlar sonucunda ne denebilir? Aslında bu gerçekleri görerek gençlik çalışmalarını daha bilinçli, planlı ve örgütlü hale getirmek gerekiyor. Gençliğin eğitimine, örgütlenmesine daha fazla önem vermek, yer vermek, onu daha zengin düşüncelerle, örgüt ve eylem biçimleriyle geliştirmek gerekiyor. Bunları görmemiz gerekli. Bu noktada eksiklikler ve hatalar var. Komplocu saldırıların, faşist-soykırımcı özel savaş saldırılarının gençlik üzerindeki etkilerini kırmak, onlara karşı gençliği savunmak, dolayısıyla gençliğin yurtsever, devrimci çizgide eğitilip örgütlenmesini ve özgürlük mücadelesine başta gerilla olmak üzere her alanda öncü düzeyinde katılmasını sağlamak için gerçekten daha planlı, örgütlü, daha sonuç alıcı, yaratıcı tarz ve yöntemle çalışılması, mücadele edilmesi gerekiyor. Bu konuda eksiklikler, yetersizlikler vardır. Gençlik birçok alanda kendi başına kalıyor. Bu darlık, amatörlük yaratıyor. Bazı yerlerde gençliği doğru eğitip örgütlemek yerine onlar üzerinde tahakküm kurma, istedikleri gibi yönlendirme eğilimleri görülüyor.

Diğer yandan gençliğin ruh hali, duygu ve düşünce dünyası, öfkeleri, tepkileri, karakteri, kişilik şekillenmesi, doğru çözümlenmeyince gençlik çalışmalarının hangi yöntemlerle, nasıl yapılması gerektiği de yeterince görülemiyor. Bu tür eksikliklerin mutlaka aşılması lazım. Gençlik üzerindeki komplocu saldırıların etkilerini kırmak, gençliği devrimci-yurtsever çizgide eğitip örgütleyerek mücadeleye çekmek için böyle özel, bilinçli, planlı bir çabaya ihtiyaç var. Gençliğin hem ideolojik duruşu, paylaşımcılığı hem de dinamizmi doğru görülmeli, doğru anlaşılmalıdır. Gençliğin öncü düzeydeki katılımına sahip çıkılmalı, esas alınmalı. Kesinlikle saptırılmamalı.

Gençlik hareketi de kendisini böyle bir çizgide geliştirmeyi bilmeli. Tabii bizim Apocu gençlik olarak ifade edeceğimiz gençlik kesinlikle bu konuları bilen, kendini örgütlü ve bu temelde eylemli kılan gençliktir. Bu anlamda bir duruşu, büyük bir eylemi de var. Cesaret ve fedakârlıkta üzerine yok. Herkesin parmakla gösterdiği bir Kürt gençliği duruşu var. Bütün dünya gençliğine ilham, coşku ve heyecan veriyor, cesaret ve fedakârlık aşılıyor. Bütün bunlar birer gerçek. Fakat Apocu gençlik hareketinin daha bilinçli, örgütlü ve eylemli olması da gerekli. Öfkesini, nefretini, kinini bilinçle, örgütlülükle daha doğru ve etkili mücadeleye sevk edebilmesi lazım. Bunun geliştirilmesinin esas alınması gerekli. Umut ediyoruz bu yönlü gelişmeler olacak. 

MÜCADELENİN TÜM YÜKÜNÜ GENÇLİK TAŞIDI, TAŞIYOR

Gerçekten de bütün mücadelenin yükünü gençlik taşıdı, taşıyor. Komploya karşı mücadelenin yükünü de gençlik taşıdı. Kürt gençliği aslında Önder Apo öncülüğünde yeni bir toplum, yeni bir ulus, genç, demokratik bir Kürt ulusu ortaya çıkardı. Ruhta, düşüncede, duyguda, yaşamada ve harekette her zaman genç oldu. Önder Apo “Benden daha genci mi var” dedi. Zaten PKK, bir gençlik öncülüğü olarak ortaya çıktı. PKK bir gençlik partisi olarak var oldu ve günümüze kadar geldi. Hem bir kadın partisi hem bir gençlik partisidir. Zaten kadın ve gençlik öncülüğü de bu anlama geliyor. Eskiden işçi sınıfı öncülüğü deniliyordu ve bu “işçi partisi” olarak ifade ediliyordu. Şimdi kadın ve gençlik öncülüğü diyorsak kadın ve gençlik partisi olma anlamına geliyor. Gençlik duruşunu bu düzeye yükseltmemiz lazım.

Kuşkusuz ağır zorluklarla karşılaşan, büyük bir yükü taşıyan bir gençlik var. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı savaşan bir gençlik, dünya gericiliğine karşı savaşan bir gençlik, her gün şehitler veren bir gençlik var. Bu anlamda öfkesi, tepkisi çok, cesaret ve fedakârlığı çok yüksek. Bu konuda önemli bir bilinçlenmesi de var. Ama örgütlenme ve eylem tarzında daha çok eğitilmesi, gelişmesi, daha yaratıcı olması, öncülük görevlerini daha doğru yol ve yöntemlerle başarılı bir biçimde yerine getirmesi gerekiyor. 24 yıldır komploya karşı direnişe öncülük etti, büyük güç kattı. Apocu gençlik bunu 25’inci yılda çok daha güçlü bir biçimde yapacak. Biz buna inanıyoruz.

Günümüze gelindiğinde, 25 yıllık komplo ile mücadelenin açığa çıkardığı nasıl bir Kürdistan gerçekliği vardır? Uluslararası sistemde nasıl bir değişim yaşandı? İçinde bulunduğunuz konjonktür de bu güçlerin durumu ve İmralı soykırım sisteminde Önder Apo’ya yönelik saldırılar arasında nasıl bir bağlantı vardır?

Uluslararası Komplo Önder Apo’yu imha ederek, ona dayalı bir biçimde PKK’yi tasfiye ederek Kürt soykırımını tamamlamak istiyordu. Kürdistan’da artık Kürt kalmayacaktı. Türkleşme, Araplaşma, Farslaşma gelişecek ve hâkim hale gelecekti. Herhangi bir Kürt düşüncesi, iradesi, örgütlülüğü ve mücadelesi söz konusu olmayacaktı. Kürt halkı yok edilmiş, Kürdistan tarihten silinmiş olacaktı. Komplonun hedefi kesinlikle buydu.

24’üncü yılın sonunda Kürdistan’a baktığımızda ne görüyorsak, komploya karşı mücadeleyle yaratılanların da onlar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buradan bakarsak komplonun tümden yenilmiş, boşa çıkartılmış, başarısız kılınmış olduğunu insan rahatlıkla söyleyebilir. Bırakalım Kürt halkının yok edilmesini, şimdi Ortadoğu’da ve bütün dünyada halklara, insanlığa öncülük eden bir Kürt halkı var. Tüm gençliğe ve kadınlara öncülük eden bir Kürt gençliği ve kadını var. Bunu herkes görüyor, kabul ediyor. Başlangıçta PKK ile savaşması için oluşturulan Güney Kürdistan’daki durum çok daha kökleşmiş durumda. Her ne kadar mevcut yönetime hâkim olan güçler başlangıçtaki işbirlikçiliklerini ve ihanetlerini olduğu gibi sürdürüyorlarsa da toplum bundan ayrıdır.

KÜRTLER KÜRESEL BİR ÖZGÜRLÜK SAVAŞI YÜRÜTÜYOR

Bunun yanında bir de Rojava Kürdistan; Kuzey ve Doğu Suriye var. İkinci bir Kürt statüsü olarak 2012’den bu yana on yıla aşkın bir süredir var oldu ve gelişme gösterdi. Kuzey Kürdistan’daki mücadele her türlü faşist-sömürgeci-soykırımcı imha saldırısına karşı gençlerin ve kadınların öncülüğünde, Kürt analarının öncülüğünde yiğitçe ve kahramanca sürüyor. İşte Rojhilat Kürdistan’ında durum ortada.  İran rejimine karşı genç Kürt kadını Jîna Emini’nin katledilmesi ardından gelişen bir serhildan durumu var ki bu bütün İran’a ve oradan dünyaya yayıldı. Bütün Kürt ve İran kadınlarına yayıldığı gibi dünya kadınlarına yayıldı. Herkes Doğu Kürdistan kadınlarının, İran kadınlarının ve İran halklarının özgürlüğü için sokaklara çıkıyor, meydanları dolduruyor, sloganlar atıyor.

Doğu Kürdistan’daki serhildanla birlikte Kürt kadınının sihirli sloganı, “Jin Jiyan Azadî” bütün dünya kadınlarının eylem sloganı, özgürlük isteyen bütün insanların, halkların öncü sloganı haline gelmiş bulunuyor. Şimdi Kürdistan’daki durum böyle. Kürt gerçekliği bu durumda.

Mevcut iktidar ve devlet sistemi ve kapitalist modernite düzeni çerçevesinde Kürt sorunu çözüme kavuşmuş mu? Hayır. Öyle bir çözüm yoktur. Ama Kürt halkının bilinçlenmesi, örgütlenmesi, kendi kendini yönetir hale gelmesi, bu temelde diğer halklarla, insanlıkla ilişki kurması, halklar ailesinin bir üyesi haline gelmesi yönünde bir gelişme var mı? Evet, hem de en başat düzeyde var.

Küresel kapitalist modernite sisteminin statü kazandırdığı, çözümlediği bir Kürdistan durumu yok ama Kürt’e soykırım dayatan zihniyet ve siyasete karşı, küresel kapitalist sisteme karşı mücadele eden ve böyle bir mücadele içerisinde kendisini eğitip örgütleyen ve kendi kendini yönetir hale gelen bir Kürt halkı var. Dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanına savrulmuş olarak bu halk yaşıyor. Yine böyle bir Kürt kadını ve genci var. Bunlar günümüzün çarpıcı olan açık gerçekleridir.

Küresel kapitalist sistem nezdinde Kürt sorunu çözülmemiş, bu sistem Kürt soykırım zihniyetinden ve siyasetinden vazgeçmemiş ama Kürtler kadınıyla, genciyle, emekçisiyle artık bilinçlenmiş, örgütlenmiş, eyleme kalkmış. Diğer halkları, gençleri, emekçileri bilinçlendirip kendi yanına çekiyor ve bu küresel soykırım sistemine karşı özgürlük mücadelesini her alanda, yüksek bir tempoda gerçekleştiriyor. Soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı küresel bir özgürlük savaşı yürütüyor. Esas olan, gerçekleşen budur. Bu da az bir gelişme, zayıf bir durum değil. Çok anlamlı ve önemli bir gelişmedir. Kapitalist sistemin tanıyıp tanımamasının bir önemi yok. Önemli olan halkın kendi kendisini örgütleyip yaşatır ve yönetir hale gelmesidir ki Kürtler bu konuda günümüzün en bilinçli, örgütlü halkı konumundalar. Öncü halk konumuna geldiler. Soykırımla yok edilmek istenen halk, öncü halk konumuna geldi.

24 yıl önce komplonun imha ve tasfiye saldırısıyla Önder Apo’yu imha ederek soykırıma uğratıp yok etmek istediği Kürt halkı şimdi bütün halklara öncülük eden bir özgürlük gücü haline gelmiş durumda. Bundan daha büyük anlamlı ve önemli bir gelişme olamaz.

BÜTÜN DÜNYA BİR DİKTATÖRLÜK POZİSYONUNA GİRECEK

Uluslararası sistem ve konjonktürel durum açısından değerlendirildiğinde 24 yıl öncesiyle günümüz arasındaki farklılıklar tıpkı Kürdistan’da olduğu gibi yine çarpıcıdır. Bu da oldukça büyük önem taşıyor. Komplo başladığında ABD etkinliği çok fazlaydı. Aslında ABD, Ortadoğu’daki denetimine dayanarak Balkanlar’da, Kafkasya’da, Asya, Afrika ve Latin Amerika’da Sovyetler Birliği’ne dayalı olarak ortaya çıkmış gelişmeleri büyük ölçüde tasfiye etmişti. Bir kısmını etkisiz hale getirirken bir kısmını da kendine bağlamıştı. Üçüncü Dünya Savaşı’nda ya da “Yeni Dünya Düzeni” dediği stratejik çizgisinde yeni bir hamleyi, ikinci bir hamleyi yapmak istiyordu ki Önder Apo’ya saldırı böyle bir ABD stratejik hamlesinin ilk örneği olarak gelişti. Bu ikinci saldırı dalgası başta Önder Apo’yu hedefledi. Çünkü en büyük tehlike olarak Önder Apo’yu gördü. Önder Apo’nun mücadele ettiği koşullarda Irak’a, Afganistan’a, Ortadoğu’ya daha derin bir askeri saldırı yapma gücünü geliştiremedi. Böyle bir saldırıdan korkar oldu. Onun için de söz konusu saldırıları geliştirebilmek için Önder Apo’nun imhasını öngören Uluslararası Komplo saldırısını planlayıp pratikleşmeye yöneldi.

Ardından 11 Eylül İkiz Kule saldırısının yarattığı ortama dayanarak önce Afganistan Savaşı’nı başlattı. Bir kısmını işgal etti. 2003’te de Bağdat çevresinde kalan Saddam Hüseyin Yönetimi’ne saldırarak düşürdü. Bağdat’ı ele geçirdi. Böylece tüm Irak’ı işgal etmiş oldu. Buna dayanarak da Ortadoğu bölgesindeki diğer karşıt siyasi güçlere dönük müdahaleler yapma imkânı bulmuş oldu. Afganistan’a dayanarak da Asya’ya, Güney Asya’ya dönük siyasi karşıtlarına yönelik müdahaleler yapma imkânı bulmuş oldu.

Bütün bunlar küresel kapitalist modernite sisteminde ABD öncülüğünün ve etkinliğinin ileri düzeyde gelişmiş olduğunu gösteriyor. Bunu böyle görmemiz lazım. Fakat bu ikinci hamlenin ortalarına, sonlarına kadar böyle sürdü. Gittikçe ABD bu etkinliğini ve konumunu kaybetmeye başladı. Yaşananlar ortadadır; 2010-2011’den itibaren “Arap Baharı” denen bir kitlesel ayaklanma süreci gelişti ki ABD’nin Arabistan’da, Kuzey Afrika’da kurmak istediği egemenliğe ciddi bir darbe vurdu. Büyük bir dalgalanma ve hareketlilik ortaya çıktı. Öyle ki bir askeri darbe yapmazsa Mısır’daki egemenliğini bile kaybedecekti. Nitekim kaybetmişti de. Sonunda askeri darbeyle ancak Mısır’da tutunabildi.

Irak’ta yarattığı sistemin sonuçları ortadadır. Her türlü kriz yaşanıyor. Aslında bir Irak devleti ve yönetimi var mı, yok mu bu bile tartışmalı bir konu. DAİŞ ve El-Kaide gibi güçler çıktı. Aslında bunlara karşı Kürt direnişi olmasaydı bu güçler Ortadoğu ve insanlık için daha büyük bir bela haline gelebilecekti.

En son Afganistan’daki durum ortada. Afganistan’ı denetim altına alıp Güney Asya’da üs kurmak isteyen ABD, sonunda Afganistan’dan kaçmak zorunda kaldı. Taliban’la kendi işbirlikçilerini tanıma konusunda sözde anlaşmışlardı ama ABD çekilme adı altında kaçmaya yönelince Taliban tüm Afganistan’ı ele geçirdi. 2001 Güzünden itibaren ABD’nin başlattığı ve yirmi yıl sürdürdüğü Afganistan savaşı, ABD’nin kaçışıyla sonuçlandı. Taliban’ı yıkmak isterken Taliban tümüyle Afganistan’a hâkim oldu. ABD’yle bir biçimde ilişkisi olabilir. Zaten eskiden Taliban hareketini ABD ortaya çıkartmış, saldırtmıştı ama önemli olan bu değil, önemli olan ABD’nin Taliban’dan Afganistan’ı almak isterken sonunda Afganistan’ı Taliban’a terk ederek kaçmasıdır.

Irak’ta Saddam Hüseyin etkisini kıran, dolayısıyla Irak’ı İran’a ve Suriye’ye karşı mücadele üssü haline getirmek isteyen ABD, sonunda kendi güçleriyle Hewlêr’e, Güney Kürdistan’a sığınmak durumunda kaldı. Bütün bunların sonucu da 24 Şubat’tan bu yana devam eden Ukrayna Savaşı’dır. ABD bütün bu çıkmazını Ukrayna Savaşı’yla gidermeye çalıştı. NATO’yu yeniden canlandırmak, Avrupa üzerinden Ukrayna Savaşı’na dayanarak etkinlik kurmaya çalıştı. Rusya’ya karşı açtığı savaşla böyle bir konum güçlendirmesi yaratmak istiyor.

Çin ile çelişkilerini Pasifikte bir ittifak geliştirerek sürdürmeye çalışıyor. Ortadoğu’da ciddi bir şey kuramadı. Her şeyi daha karmaşık, çelişkili ve çatışmalı hale getirdi. Bu kadar katliama, ölüme yol açtı. Şimdi bazı enerji kaynaklarına sahip olmak için Suudi Arabistan’a yalvarıyor. Biraz varlık gösterebilmek için Mısır ile anlaşıyor. El altından İran ile anlaşmaya çalışıyor. İsrail’e dayanmak istiyor. ABD’nin, Batı’nın Ortadoğu’da ki dayanağı Türkiye ve İran’dı. Yeşil kuşak projesi bunlar üzerineydi.

Şimdi ABD öncülüğündeki Batı’nın Türkiye ve İran’daki durumu, Ortadoğu’daki durumu ortada. Ukrayna Savaşı da aslında bir Felaket Savaşı oluyor. Şimdi ora üzerinden bütün insanlık nükleer savaş tehlikesiyle tehdit ediliyor. Rusya’daki Putin Yönetimi bu tehdidi açıkça yapıyor. ABD bu tehdide dayanarak birçok gücü kendi etrafında tutmaya çalışıyor. Tıpkı Saddam’ın Kuveyt’e saldırısından yararlanarak Ortadoğu’ya dönük askeri müdahale gerçekleştirmesi gibi, Putin Yönetimi’nin Ukrayna’ya saldırısından da Avrupa’daki etkinliğini geliştirmek için yararlanmaya çalışıyor.

Aslında Putin Yönetimi Ukrayna’da başarılı olamadı. Zelenski Yönetimini etkisiz kılacak ve Kiev’i düşürecekti ama başaramadı. Şimdi sınırdaki bazı yerleri ilhak etmeye çalışıyor. Ona karşı da büyük tepkiler var. Ağır hasar da gördü, kayıplar da verdi. Tehdidi biraz oradan ileri geliyor. Ama şunu görmemiz lazım: 24 yıl önce ABD bütün dünyada daha etkili ve prestijliydi.

Tabii şimdi dünya daha karmaşık. Üçüncü Dünya Savaş’ı siyasi ve askeri boyut anlamıyla Ukrayna Savaşı’yla yeni bir boyut kazandı. Savaş yürütülen diğer alanlarda Afganistan’dan Irak’a, Ortadoğu’da herhangi bir sonuç, sistem ortaya çıkartılamadı. Bu son derece net ve açık bir durum.

Bütün bunlar neyi gösteriyor? Birincisi ABD yeni düzeniyle dünyaya hâkim olacaktı. Bırakın Yeni dünya düzenini, düzensizlik, çelişki, çatışma ve istikrarsızlık yarattı. İkinci olarak da güya her tarafa demokrasi getirecekti, şimdi her tarafın diktatör olduğunu kendisini söylüyor. Üçüncü olarak da istikrar sağlayacaktı ama çatışma düzeyini Ukrayna Savaşı’na kadar vardırdı. Neredeyse Rusya ve Avrupa’yı savaşır konuma getirdi.

ABD’nin dünyadaki öncülüğü bu biçimde pekişti mi? Hayır. Rusya ve Çin’in durumu ortada. Böyle tek kutuplu bir dünya yoktur. Bunu yaratamadı, yaratamaz da. Dahası dıştan bakınca sanki Rusya’ya karşı Avrupa, ABD etkinliğine girmiş gibi görünüyor ama aslında Avrupa, ABD ile küresel kapitalist modernite sisteminin liderliğini paylaşmaya yöneliyor. Almanya’nın son girişimleri böyledir. Alman Dışişleri Bakanı’nın açıklamaları tamamen bu çerçevededir. ABD’ye ortak liderlik öneriyor. Değil Rusya, Çin, Almanya bile ABD’den liderliği almaya, sistem liderliğini paylaşmaya yönelmiş durumda.

Ukrayna Savaşı’yla birlikte ortaya çıkan durum ne? Çelişki ve çatışmaların daha çok artacağıdır. Küresel kapitalist modernite sisteminin iç çelişki ve çatışmaları daha çok yoğunlaşıyor. Sistemin Üçüncü Dünya Savaşı’nı sona erdirme, bunalımı, krizi aşma yönünde herhangi bir sonuç yaratma konumu kesinlikle gözükmüyor. Dahası dünyada daha çok militaristleşme, silahlanma yarışı söz konusu. Almanya’nın liderlik yarışı aslında silahlanma yarışı olarak ortaya çıkıyor. Dikkat etmek lazım. Almanya tehlikeli yönelimler içerisine yeniden girebilir. Yeni bir güvenlik stratejisi oluşturduklarından, silahlanma süreci başlattıklarından Amerika ile yük paylaşmak istediğinden söz ediyor ki bunları gerçekleştirirse Almanya’nın yarattığı gücü kime karşı kullanacağı belli olmaz.

Hani ABD öncülüğü istikrar yaratacaktı, demokrasiyi geliştirecekti. ABD öncülüğü Ortadoğu’ya müdahale ederken, Körfez Savaşı’na girerken, Saddam ile savaşırken iddiası buydu. Şimdi ortaya çıkan bunların tam tersidir. Silahlanma yarışı, militaristleşme, çelişki ve çatışmalı durumun artması, nükleer savaş tehdidi 24 yıl öncesine göre şimdi çok daha fazladır.

Aslında dünya giderek daha tehlikeli bir siyasi askeri durum içerisine sokulmuştur. Ekonomik kriz, iklim bozulması durumu da öyledir. Çeşitli hastalıklar, koronavirüs yine bunun göstergesidir. Sistemin kanserleşme durumu derinleşerek devam ediyor. Buna birçok çevre de öncülük ediyor. Örneğin, Almanya gibi bazı güçler Rusya saldırısına karşı demokratikleşmeyi daha çok geliştirerek diktatörlüğü yıkmamız gerekir diyeceği yerde “daha çok militaristleşerek, daha çok silah üreterek, ordu büyüterek güvenliğimizi sağlamalıyız” diyor. Bu daha tehlikeli savaş hazırlığı anlamına geliyor.

Aslında var olan demokrasi kırıntıları da atılarak bütün dünya Rusya’daki gibi bir diktatörlük pozisyonuna girecek. Rusya’daki diktatörlüğe karşı çıkıyoruz derken kendilerinin diktatörleşme süreçleri gelişebilir. Nitekim bu politikaların sonuçları ortada. İtalya’da aşırı sağcılar kazandı, yine İsveç’te sağcılar kazandı. İsveç demokrasinin kalesiydi. Avrupa’nın her tarafında aşırı sağcı, yabancı düşmanı denen faşistler hemen hemen her yerde etkili siyasi hareket durumuna gelmiş. Giderek Hitlerleşme yönünde gelişmeler de yaşanabilir.

KÜRT SORUNUYLA BAĞI VARDIR

Bunların Kürt sorununun çözümüyle bağı var mıdır? Evet, kesinlikle vardır. Önder Apo’nun, İmralı işkence ve tecrit sisteminde tutulmasıyla bağı var mı? Evet var. Bu bağı görmek lazım. Şöyle diyebiliriz: Roma’ya gittiğinde Önder Apo’nun öngördüğü 8 maddelik programla Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleşseydi Türkiye, Irak, Suriye, İran kesinlikle şimdiki gibi olmayacaktı. Kürdistan özgürlük ve demokrasi kalesi, istikrar kalesi haline gelerek bu alanları da demokratikleştirecekti. Bunun sonucunda demokratik Ortadoğu konfederalizmine gidilebilecekti. Filistin-İsrail sorunu bile bu temelde çözülebilirdi. İsrail’in güvenliği böyle bir Ortadoğu demokratik konfederalizmiyle kesinlikle sağlanabilirdi. Dolayısıyla Ortadoğu böyle bir çıkmaz, çelişki ve çatışma alanı olmaktan çıkabilirdi.

Tabii böyle bir durumda Ukrayna Savaşı olmazdı. Ukrayna Savaşı’na gerek kalmazdı. Avrupa’nın Rusya’dan bu kadar korkmasına gerek olmazdı. Rusya’nın yeni topraklar ilhak etmek için Çarlık Döneminde olduğu gibi ilhak saldırılarına yönelmesine gerek kalmazdı. Dünya parasının, insanlığın ortaya çıkardığı maddi gücün, insanlığı daha çok öldürmek için silaha yatırılmasına, dolayısıyla militaristleşmeye gerek kalmazdı. Eğilim giderek demokratikleşmekten yana olurdu. Demokratik bir dünya sistemi kurulabilirdi. İktidar ve devlet sistemleri halk demokrasileri tarafından denetlenen, kontrol edilen bir duruma gelebilirdi. Ama şimdi bunların hiçbirisi yoktur. Tam tersi geçerlidir. Neden? Çünkü Kürt sorunu çözümlenmedi, Kürdistan’a dönük soykırımcı işgal saldırıları TC. Devleti ve benzerleri tarafından NATO’nun, küresel kapitalist modernite sisteminin her türlü desteğiyle sürüyor. Önder Apo, İmralı işkence ve tecrit sistemi altında tutuluyor. Bu durum, işkence ve tecrit durumu aynı zamanda günbegün ağırlaştırılıyor. ABD’nin Afganistan ve Irak’a saldırısı 9 Ekim komplosunu gerçekleştiren planla oldu. 15 Şubat komplosu temelinde yapılan anlaşmayla oldu. Bunlar birbirine o kadar bağlıydı. Şimdi de İmralı’daki işkence ve tecrit sisteminin durumu aslında Türkiye’deki her türlü faşist baskı ve terörün, işkencenin kaynağı olduğu gibi dünyada bu düzeyde gelişen çelişkili ve çatışmalı durumun da en önemli ve birinci nedenlerinden biridir.

Komplo ve komploya karşı mücadele sürecinde binlerce şehit verildi. Bu şehitler gerçeği nasıl ele alınmalı? Şehitler gerçekliği ışığında 25. mücadele yılında Uluslararası Komplo’ya karşı nasıl bir mücadele geliştirilecek?

Uluslararası Komplo’ya karşı geçen 24 yıllık mücadele içerisinde 20 binden fazla şehit verdik. Kürdistan Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı olarak geçen yılların hepsinde neredeyse bin civarında şehidimiz oldu. Bunu Bakur’da, Başûr’da, Rojhilat’ta ve Rojava’da verdik. Dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında bu mücadelede şehitlerimiz oldu.

9 Ekim 1998 komplosunun ilk şehitleri Halit Oral ve Aynur Artan yoldaşlardır. Cezaevinde komplo gerçeğini hissederek “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarıyla fedai direnişini başlattılar. Bu direniş bütün cezaevlerine yayıldı. Dış alanlara yayıldı. Dört parça Kürdistan ve yurtdışında sürdü. Gerilla kahramanlık çizgisinde savaş yürüttü. Kürt halkı, Kürt gençliği, kadınları Uluslararası Komplo saldırısına karşı yiğitçe direndi. Önder Apo’yu sahiplenme ve savunma mücadelesi yürüttüler. Gerçekten gençlik örgütü YCK bu sürece yiğitçe öncülük etti. 15 Şubat komplosuna karşı her alanda başta Bakur Kürdistan’ı ve Avrupa olmak üzere dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında bir ayaklanma düzeyi gelişti. Avrupa’da birçok uluslararası kurum ve kuruluş işgal edildi. Komplodan sorumlu olan İsrail Yönetimi göstericilere elçilik düzeyinde ateş ederek Almanya’da dört Kürt yurtseverinin şehit düşmesine yol açtı. Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de tam bir ayaklanma durum yaşandı. Gerilla ayağa kalktı. Yüzlerce şehit verme pahasına gerilla ve halk direnişi çok önemli bir zirve yaptı. Öyle ki komployu örgütleyen, planlayan ve yürüten ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright bunlar karşısında “Tepki bekliyorduk ama bu kadarını da beklemiyorduk” diyerek 15 Şubat komplosuna karşı Kürt halkının ve gerillasının geliştirdiği mücadelenin büyüklüğünü ve etkinliğini itiraf etme durumunda kaldı.

Daha sonraki süreçte de dönem dönem yoğunlaşarak, dönem dönem ise azalarak şehitler verme durumu devam etti. Özellikle 1 Haziran 2004’ten itibaren Bakur’da gelişen savaş içerisinde, daha çok da 1 Haziran 2010’daki Devrimci Halk Savaşı sürecinde büyük şehitler verildi. DAİŞ’e ve TC. işgaline karşı Rojava Kürdistan’da yürütülen mücadelede on binden fazla şehit verildi. Medya Savunma Alanlarında, Rojhilat’ta, Başûr’da binlerce şehit verildi. Dolayısıyla geçen 24 yılın komploya karşı tarihi direnişinin gerçekten 20 bini bulan kahraman şehidi var. Her biri gerçek anlamda bir kahraman. Kürt halkının yiğit genç kadınları ve erkekleri, her biri yaşam dolu birer özgürlük savaşçısıydı. Bunların hepsini “Güneşimizi Karartamazsınız” fedai direnişini başlatan Hailt Oral ve Aynur Artan yoldaşlar şahsında bir kere daha saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Amaçlarını başarma ve anılarını başarma sözümüzü bir kere daha burada yineliyorum.

KOMPLONUN 25’İNCİ YILA GİRİŞİNE EN İYİ CEVABI SARA VE RÛKEN VERDİ

Fakat şu bilinmeli: Önder Apo’ya yönelen saldırılara karşı mücadeleyi, onun tarzını şehit Zîlan başlattı ve ortaya çıkarttı. “Önder Apo’ya uzanan eller kırılacaktır” dedi ve bu temelde büyük bir başarıyla zafer çizgisini ifade eden fedai eylemini gerçekleştirdi. Önder Apo’yu sahiplenme ve savunmayı içeren bir mücadele tarzı, direnme tarzı yarattı. Buna “Zîlan Tarzı” diyoruz. Fedai çizgisi olarak tanımlıyoruz. Önder Apo’nun Zîlanca sahiplenilmesi ve savunulması gerçeğini belirtiyoruz.

Aslında Uluslararası Komploya karşı “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarıyla gelişen fedai direniş de Önder Apo’yu Zîlanca sahiplenme ve savunma direnişiydi. Hepsi fedai çizgisinde sürdü ve Zilanca yürütüldü. Zîlan çizgisi Uluslararası Komploya karşı mücadelenin her alanına hâkim oldu. Bütün şehitlerimiz Zîlan çizgisinde direnerek, savaşarak şehit düştüler. Delaller, Saralar, Rojînler, Şîlanlar, Viyanlar, Nûdalar, yine Reşitler, Azadlar, Adıllar böyle bir çizginin başarıyla uygulayan militanları olarak savaştılar ve o çizginin şehitleri oldular. Zinar Raperînler, Zîlan çizgisinin en başarılı uygulayıcısı olarak ortaya çıktı ve günümüzde en son 26 Eylül günü Mersin’de polis evine baskı düzenleyen Sara ve Rûken yoldaşlar da bu çizgide yeni bir zirve yaptı. 30 Haziran 1996 tarihinde Şehit Zîlan yoldaşın başlattığı Önder Apo’yu fedai çizgisinde sahiplenme ve savunma direnişi 26 Eylül 2022’de Mersin’de Sara ve Rûken yoldaşlar tarafından zirveye taşındı.

O halde Uluslararası Komplo’ya karşı direnişin çizgisi belirgindir, nettir, açıktır. Bunu hiç kimse bulandıramaz, muğlaklaştıramaz. Yine hiç kimse görmezden gelemez. Bu çizgi Zîlan, Zınar, Sara ve Rûken fedai çizgisidir. Uluslararası Komplo’ya karşı mücadelenin öncülüğünü bu yoldaşlar yapıyor. Fedai çizgisini bu eylemler belirliyor. Diğer eylemlerin, mücadelenin hepsi bu çizginin yönetiminde gerçekleşen eylemler oluyor. Diğer şehitlerimizin hepsi bu fedai militan çizgiyi, Zîlan, Zınar, Sara ve Rûken komutan çizgisini uygulamayı ifade ediyor.

O halde Uluslararası Komplo’ya karşı 25’inci yılda nasıl mücadele edeceğimiz de bu anlamda netleşmiş bulunuyor. Aslında komplonun 25’inci yıla girişine en iyi cevabı Sara ve Rûken yoldaşlar Mersin’deki eylemle verdi. 25’inci yıl mücadelesinin fedai çizgisini ortaya çıkardılar. Uluslararası Komplo’nun 24’üncü yıl dönümünü bir polis evini imha etme temelinde faşist soykırımcı çetelere ağır darbeler vurarak karşıladılar.

Demek ki 25’inci mücadele yılında da çizgi böyle bir fedai çizgisi olacak. Dikkat edilirse her alanda süren mücadele bu temelde gelişiyor. Zap, Avaşîn, Metîna alanındaki büyük gerilla direnişi, yine Xakurkê’den Heftanîn’e, Botan’dan Amed’e, Mardin’den Serhat’a kadar süren direnişler söz konusu fedai çizgisinde gelişen direnişlerdir. Bunların hepsi de Uluslararası Komplo saldırısına karşı gelişen mücadelelerdir. Uluslararası Komplo saldırganlığını ortaya çıkartan sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı Kürt varlık ve özgürlüğünü sağlama direnişleri ve mücadeleleridir.

Bugün kahraman gerilla güçlerimiz, HPG ve YJA-Star’ın kahraman komutan ve savaşçı gücü öncülüğünde bu özgürlük savaşı Medya Savunma Alanlarında; Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da, Xakurkê’de, Heftanîn’de tam bir kahramanlık çizgisinde yürütülüyor. Her gün bu alanlarda verilen direnişler var. Düşmana ağır darbeler vuruluyor. Tabii bu mücadelenin kahraman şehitleri oluyor. Yine Bakur’ê Kürdistan’ın birçok alanında bunlar yaşanıyor. Amed’de en son 20 Eylül’de Diren Van ve arkadaşlarının kahramanca direnişi ve şehadeti yaşandı.

Gerilla bu direnişi Zîlan ve Zinar fedai çizgisinde başta Zap, Avaşîn, Metîna, Xakurkê olmak üzere Medya Savunma Alanlarında ve tüm Kuzey Kürdistan’da öncü düzeyinde geliştiriyor. Türkiye’nin, Kürdistan’ın metropol kentlerinde HBDH milislerinin, YPS ve YPS-JIN savaşçılarının kahramanca eylemleri ortaya çıkıyor. Düşmana ağır darbeler vuran eylemler gelişiyor. Bu eylemlerimiz 25’inci yılda zafer çizgisinde sürecek. Aslında Uluslararası Komplo saldırısını yürüten sömürgeci-soykırımcı sistemi, 25’inci yıl mücadelemiz çökertecek. Gerilla direnişiyle, halk direnişiyle bunu gerçekleştireceğiz. Kahraman gerilla öncülüğünde her alanda Kürt halkı, kadınları, gençleri ayakta. Yemiyorlar, içmiyorlar, uyumuyorlar, yorulmuyorlar, özgürlük ve demokrasi için sürekli eylem halinde bulunuyorlar.

Rojava Kürdistan halkımız, Kuzey ve Doğu Suriye halkları hem askeri boyutta hem kitlesel boyutta sürekli direniş halindedir. Faşist-soykırımcı düşmana, onun yürüttüğü Uluslararası Komplo saldırısına her gün darbe üzerine darbe vuruyorlar. Bu direniş Bakur’da ve Başûr’da sürüyor.

Günümüzde Rojhilat daha çok öne çıkmış bulunuyor. Bu bakımdan İran’ın mücadeleye açılması önemlidir. Aslında Ortadoğu’nun en önemli mücadele alanlarından birisidir. Bunu herkes biliyor. Doğu Kürdistan ve İran’da özgürlük mücadelesinin zayıf kalması Ortadoğu’da sorunlar yaratıyordu. Mücadelenin yerli yerine oturmasını engelliyordu. Şimdi Jîna Emini katliamını protesto için başlatılan “Jin Jiyan Azadî” serhildanı gerçekten de bütün Rojhilat Kürdistan’ı ve İran’ı kapsadı. Her yere yayıldı. Bütün Ortadoğu’ya ve dünyanın dört bir yanına yayıldı. Tam bir kadın ve halk serhildanı olarak sürüyor. Özgürlük talep eden halkın ve kadınların gerçek durumunu ifade ediyor. Böylece dört parça Kürdistan ve yurtdışındaki halkımız ve dostlarımız ayakta.

Uluslararası Komplo’nun 24’üncü yıl dönümünü böyle bütünlüklü bir gerilla ve halk direnişiyle karşılıyoruz. Her gün komployu lanetleyen, komploculara öldürücü darbeler vuran direniş eylemlerimiz gelişiyor. Bu 25’inci yıl boyunca hep böyle sürecek. 25’inci yıl komploya karşı direnişin yaygınlık, kapsam ve derinlik bakımından zirve yaptığı bir yıl olacak. 25’inci yılda komployu sürdürmek isteyen, komployu başarıya götürme yükü omuzuna yüklenmiş olan, onun için gırtlağına kadar elini Kürt kanına bulamış bulunan Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli faşist diktatörlüğünün yıkıldığı yıl olacak.

25’inci mücadele yılında Uluslararası Komployu sürdürmekte olan AKP-MHP faşizmini yıkacağız. Türkiye’de demokratik devrimi gerçekleştirecek, demokratik değişim ve dönüşümün önünü açacağız. Bütün Ortadoğu’nun önü bu biçimde açılacak. Önderliksel çıkışın 50’nci yıl mücadelesi bunun zeminini güçlü bir biçimde hazırladı. Komploya karşı mücadele hamlemizle bu zemini değerlendirerek zaferi sağlayacak bir mücadeleyi ortaya çıkaracağız.

Bunlar temelinde ben bir kere daha İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Uluslararası komploya karşı 24 yıllık mücadelenin kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. 24 yıl boyunca Uluslararası Komploya geçit vermeyen, komploya darbe üzerine darbe vurarak özgürlük çığlıklarını sürekli canlı tutan halkımızı, Kürt kadınlarını ve gençlerini, yine tüm Kürt dostlarını selamlıyorum. Herkesi Uluslararası Komploya karşı 25’inci yıl mücadelesini Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde Dem Dema Azadiyê ye hamlemizi zafere ulaştırmak üzere bulunduğu yerde yeni ve yaratıcı yöntemlerle çok daha güçlü ve yaygın geliştirmeye çağırıyorum.

25’inci yılda Uluslararası Komplo kesin yenilecek, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü sağlanacak, Kürdistan Özgürleşecek, Türkiye ve Ortadoğu demokratikleşecek, İnsanlık DAİŞ’e ve El-Kaide’ye öncülük yapan AKP-MHP faşist zihniyetinden ve siyasetinden kurtulacaktır. Bir kere daha herkesi bunları gerçekleştirmeye çağırıyor, 25’inci yıl mücadelesinde üstün başarılar diliyorum.