Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Doktorlar (IPPNW) Sözcüsü Dr. Med Gisela Penteker, kimyasal silahlara ilişkin Medya Haber’in sorularını yanıtladı.
Penteker, Türk devletinin kimyasal silahla gerçekleştirdiği saldırılar konusunda, “Normalde olayın gerçekleştiği yerdeki hükümet bunu yapabilir. Yani Irak hükümeti veya Kürdistan-Barzani hükümeti bunu OPCW gibi uluslararası kurumlardan talep etmeleri gerekiyor. Fakat bunu yapmıyorlar çünkü açık bir şekilde Türkiye ile suç ortaklığı içindeler ve ortak bir şekilde PKK’yi yok etmek için çıkarları var” ifadelerini kullandı.
- Öncelikle bize IPPNW'yi tanıtır mısınız?
IPPNW içerisinde oldukça küçük bir gurubuz. Kimyasal silahlar konusundaki taleplerimizi çokça yönetimimize sunduk. Bu konu üzerinde de daha çok çalışacağımızı ve komiteler düzeyinde daha çok katkı sunacağımızı düşünüyorum. IPPNW uluslararası bir örgüt fakat çok çeşitli konularla ilgilenmekte. Birçoğu sadece Nükleer silah ve enerjisiyle uğraşıyor. Başkaları da daha çok bizim gibi kendisini bir barış hareketi olarak daha geniş çaplı konularla alakalı görüyor. Bunun üzerinde durmak lazım, bunu yapıyoruz da.
- IPPNW olarak AKP hükümetiyle görüşme imkanlarınız oldu mu?
Türkiye’de önemsediğimiz için birkaç defa resmi AKP yetkilileri ile görüşmeye çalıştık, fakat çoğunlukla randevu bile alamıyoruz. Aldığımızda da bir saat boyunca uzun konuşmalar sonrası herhangi bir soru sorma fırsatı bırakılmıyor. Bundan dolayı hiç olmuyor.
- Kimyasal maddeden bahsetmenizi istiyorum. Kimyasal deyince ne anlamamız gerekiyor?
Kimyasal silahlar bir çeşit kitle imha silahlarıdır aynı zamanda. Genel olarak cilt ve nefes yollarını tahriş eden ve ölüme yol açan klor gazları var. Bir de felce yol açan ve kısmi felç durumlarının yol açtığı ve öldürücü sinir gazları var. Bunlara bilinen Sarin ve Tabun da dahil olmakta. Bunların hepsi kimyasal gaz çeşitleri. Farklı madde ve etkiye sahip olan kimyasal gazlar olmaktadır.
Çünkü kullanıldığı yerlerde yakında olan herkesi hedef almaktadır. Uluslararası hukuka göre yasak olan çeşitli kimyasal silahlar var. Kimyasal silahların kullanımı uzun bir süredir yasaklanmıştır. İlk yasaklar 1800’lü yıllardaydı. İlk bilinen büyük kimyasal silah saldırısı ise Nisan 1915 yılında I dünya savaşı sırasında Belçika’da yapıldı. Burada Almanlar klorgazı kullandı ve binlerce kişi yaşamını yitirdi. Yine tabi ki Nazilerin de Yahudilerin imhası için Zyklon B adlı kimyasal silah kullandığı biliniyor. Uluslararası anlaşmalar ve sözleşmeler olmasına rağmen geçmişte de çok sayıda kimyasal gazlı saldırı oldu. Amerika’nın Vietnam’da kullandığı gibi ve birçok ayrı yerde de sürekli kimyasal silah saldırıları gerçekleşti. Bunların hepsi yasaklı kimyasallardı. Bu kimyasal silahların çoğu tarım ilaçlarının ve bitki koruma ilaçlarının geliştirilmiş biçimi olmaktadır. Dolaysıyla bunlar sadece haşaratları değil aynı zamanda insanları da hedeflemekte.
- Bu kimyasal maddeleri üreten yerler denetleniyor mu? Denetleniyor ise kimler bundan sorumludur?
Kimyasal silah fabrikalarını denetleme örgütleri var. Örneğin OPCW (Kimyasal silahları önleme örgütü) bunu denetlemek için var. Ve onlar örneğin fabrikaları ziyaret ederek orada bulunan kimyasalların zehirli gaz üretimine göre olup olmadığını düzenli olarak araştırıyorlar. Yani fabrikalarda da zehirli gazların veya kimyasal silahların üretilip üretilmediği kontrol ediliyor. Bu araştırma olayları bütün UNO hikayelerinde olduğu gibi oldukça istikrarsız. Eğer gerektiği gibi yapılsaydı o zaman kimyasal madde üreten bütün fabrikaların araştırılması için sıkı bir ağdan oluşan kontrolcüler olmalıydı. Fakat bu yapılmıyor. Sürekli bu durumdan kaçınan insanlar veya fabrikalar olmakta.
- Hangi devletlerin elin bu kimyasal maddeler var?
İnsan bilemiyor. İşte Esad’ın daha belli bir miktarda stoku olduğu söyleniyor. Rusların da ellerinde stoklarının olduğunu varsayabiliriz. Avrupada kimyasal depolarının olduğunu düşünmüyorum ama üretmek için bütün maddeler bulunmakta veya başka yerlerde. Örneğin Türkiye devleti örneğinde olduğu gibi başka devletlerin üretebilmesi için gönderilebilinecek çeşitler bulunmakta.
- Bu kiyasal gazlar kullanıldığı yerde nasıl tespit edilebilir?
Eğer doğru hatırlıyorsam örneğin hardal gazı için kullanıldığından sonra uzun yıllar geçse de kullanıldığı yerin örneğinde kanıtlanabilir. Yine tahriş edici gazlar sonucu cilte oluşan çeşitli yaralanma örnekleri var. Yaralanma biçimine göre kanıtlanabilir. Eğer ulaşılabilirse kan ve idrar örneğinde büyük oranda kanıtlanabilir. Fakat genelde savaş koşullarında gerçekleştiği için kimyasal silah saldırılarında kurbanlara ulaşabilmek, bulabilmek veya onları incelemek, onlarla bir araya gelmek oldukça zor olmaktadır savaş koşullarında. Örneğin Agent Orange‘in (asetik asit) yerde uzun yıllar kaldığı biliniyor, hala günümüzde bile orada yaşayan insanlarda ve tarımcılık yapanlarda deformasyonlara yol açtığı biliniyor.
- Almanya kimyasal gazların üretiminde nasıl bir rol oynuyor?
Almanya bütün bu silahların bulucularından. Halen de öyle ve genel olarak ilk kullanıcılarından. Öte tarafta bu durum Almanya devleti için büyük bir sorumluluk. Eğer bir NATO üyesi bizden uluslar arası suçlar kapsamına giren saldırı ve savaş yürütebilmek için malzeme alıyor ise bu bizim için ve aynı zamanda Almanya hükümeti için büyük bir sorumluluktur.
- Türk devleti ve Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında 1984'den beri eşitsiz süren bir savaş var. Türk devleti Kürtlere karşı bir soykırım savaşı yürütüyor. Bu savaşta kimyasal gazlar da kullandı, kullanıyor. En son Güney Kürdistan'a olan işgal saldırılarında bu gazların kullanıldığı söyleniyor. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
Güney Kürdistan bölgesindeki insan hakları çevreleri ile görüştük. Oradan bize ulaşan kimi fotoları inceledik. Ve yer yer buna ilişkin görüntüler ve insanların kuşkularının oldukça haklı olduğunu öğrendik. Eylemcilere karşı yapılan kötü muamelede kullanılan tazyikli suyun da göz ve cilt yanmasına yol açtığı belirtiliyor. Dolaysıyla da bu açıkça bir şeylerin suya eklendiği anlamına geliyor.
İnceleme yapacak durumda değiliz. Şimdi kendim gidip inceleme yapmak istesem, gidip toprak örnekleri alsam ve alabilsem de kimse bana inanmaz. Geçerliliği olmaz. Uluslararası bir kontrol örgütümüz var ve bunu incelemek zorundalar. Bunu uzun bir süredir onlardan talep ediyoruz. Çünkü en güvenilir olan bu. Ve benim için Irak hükümetinin, Türkiye’nin bu denli kendi bölgesinde ilerlemesine ve orada savaş sürdürmesine izin vermesi anlaşılır bir durum değil.
Normalde olayın gerçekleştiği yerdeki hükümet bunu yapabilir. Yani Irak hükümeti veya Kürdistan-Barzani hükümeti bunu OPCW gibi uluslararası kurumlardan talep etmeleri gerekiyor. Fakat bunu yapmıyorlar çünkü açık bir şekilde Türkiye ile suç ortaklığı içindeler ve ortak bir şekilde PKK’yi yok etmek için çıkarları var.
- Bu konularda Avrupa devletlerinin sessizliğini neye bağlıyorsunuz?
Bunu ben de bilmek isterdim. Çünkü bunu yapmaları için herhangi ahlaki bir gerekçe bulunmamaktadır. Ekonomik çıkarlar veya NATO çıkarları ahlaki sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Benim açımdan böylesi bir yaklaşımın herhangi bir gerekçesi olamaz.
Uzun yıllardır Kürtlerin yanında onlarla birlikte çalışmaktayız. Yine her defasında Bakûr’a gittiğimizde de insanların sıcak yaklaşımlarından, misafirperverliklerinden ve inanılmaz dayanma güçlerine hayran kalmaktayım. Herkese kendi işinizi kendiniz yapın demektense başka toplumların kendilerine ilişkin olan fikirleri bir şekilde değerlendirmeye çalışıyorlar. Bu bana dahi güç veriyor sürekli mücadele etmek için.
- Avrupa ve Almanya'da Kürtlere karşı yasak politikası sürüyor. Sizce bu konuda neler yapılmalı?
Bildiğiniz gibi PKK yasağını kaldıralım diye bir kampanya var. Biz de IPPNW olarak bu kampanyanın üyesiyiz. Ayrıca Belçika mahkemesinin bu konuda bir kararı var. Belki bizim yeni hükümet de biraz daha cesur davranır. Pek umutlu değilim ama sürekli bu yönde çalışma yürütmeleri için dürtmek lazım. Çünkü bu yasaklar tamamen anlamsız. Bu konuda iyi eğitim görmüş, burada büyümüş, entegre olmuş yeni genç nesilden, Kürtlerden umutluyum, onlarla daha iyi yapacağımıza inanıyorum.
Yeni kurulan hükümete çağrı olarak da ele alınabilir. Yeni hükümetin bu konu ile sürekli yüzleşmesini sağlayacağız. Şimdiki hükümette olanların birçoğuyla geçmişte birlikte hareket ettik ve ortak talepleri haykırdık. Bunun için de bir şeylerin değişmesini umut etmek gerek. Çok umutlu değilim dediğim gibi. Çünkü hükümete gelebilmek için birçok uzlaşmaya gittiler. Önce beklememiz gerekiyor. Ne olacak? diye. Fakat biz kesinlikle onlara sürekli bu talepler ile yüzleşmelerini dayatacağız.
- İmralı'da yürütülen mutlak bir tecrit söz konusu. Buna karşı ne gibi girişimlerde bulunmak gerekiyor?
Evet kötü. Bu da bir uluslararası hak ihlali. Zaten başlı başına tecrit koşulları bir insan hakları ihlali. Aynı zamanda da bir müzakere ortağına karşı böylesi bir uygulama uluslararası insan hakları ihlalidir. Öte taraftan müzakere ettiğin bir kişiye bu tarz yaklaşım anlaşılır gibi değil. Bir taraftan müzakere de ettiler. Yine herkesin de Öcalan'ın Kürt hareketi için her zaman olduğu gibi şimdi de ne kadar önemli olduğunu bilmesi gerekiyor. Onsuz çok fazla karar alınamadığını bilmeleri gerekiyor. Yani Demirtaş gibi insanların serbest bırakılmasıyla barış sürecinin başlaması ne kadar gelişir bilmiyorum ama yine de Öcalan’sız bir şey yapamazlar. İnanılmaz olan da Öcalan’ın ceza evinde olmasına rağmen dışarda neleri harekete geçirdiğidir.
Erdoğan olduğu müddetçe Avrupa'da bir şey yapmıyor. Erdoğan'ı bu kadar kızdıran ve barış görüşmelerinden uzaklaştıran neydi? bilmiyorum gerçekten. Aslında iyi bir yoldu. Ve tüm bu Dolmabahçe hikayeleri olabilirdi aslında. Buradan da anlıyoruz ki yüksek diplomasi zor bir şey.
Belki uluslararası toplumsal baskı sonuç alabilir. Sadece bu şekilde olabilir. Aksi takdirde çıkarlar ön planda duruyor. Maalesef dikkatlice gözlemlendiğinde de birçok bölgede son zamanlarda daha az diplomasinin ve daha çok silahlı çatışmaların yaşandığını görüyoruz. Bu çok kötü bir gelişme. Toplum olarak da gerçekten her şeyden önce diplomasinin geldiğini vurgulamalıyız. Benim için zaten sadece diplomasi olmalı diğer her şey yasak olmalı. Fakat insanların bu konuda farklı görüşleri var.
GISELA PENTEKER KİMDİR?
Dr. Gisela Penteker bir pratisyen hekimdir. 1982'den beri barış hareketinde aktif. Boşnak mültecilerin de dahil edilmesiyle göç konusunda duyarlı hale geldi. Gisela Penteker, IPPNW AK Mülteciler İltica ve IPPNW Kurulu Türkiye Temsilcisi'nin sözcüsüdür. 1998'den beri tıbbi barış örgütü adına Türkiye'deki Kürt bölgelerinde düzenli olarak seyahat ediyor. Ayrıca doktor, Aşağı Saksonya'daki Travma Altındaki Mülteciler Ağı'nın (Netzwerk für travmatisierte Flüchtlinge in Niedersachsen e.V.) yönetim kurulu üyesidir ve Aşağı Saksonya Mülteci Konseyi'nde (Flüchtlingsrat Niedersachsen) mülteciler ve sınır dışı edilmiş kişiler için konuşur. Ana odak noktası ve kilit faaliyetleri Türkiye, Göç ve sağlık hizmetleri, travma, göç ve iltica hukukudur.