Rojava, Anna’nın yaşam amacıydı

Anna Campbell'in babası Dirk Campbell, Rojava Kürtlerine onurlu duruşları nedeniyle hayranlık duyduğunu söyleyerek, “Rojava Anna’nın yaşam amacıydı. Anna'nın ve şehitlerinizin yaptığı gibi, sonuna kadar adalet için mücadele edeceğinizi biliyorum" diyor.

ANNA CAMPBELL

Tarihin en büyük direnişlerinden birine sahne olan Kobanî, 26 Ocak 2015 tarihinde özgürleştirilmesinin ardından, direnişin başladığı tarih olan 1 Kasım, Dünya Kobanî Günü ilan edildi. Bu muazzam direniş insanlık için mücadele eden birçok enternasyonalist için de umut ve ilham kaynağı oldu. Nitekim direnişten etkilenen çok sayıda enternasyonalist devrimci Rojava'nın yolunu tuttu. Onlardan biri de Britanyalı Hêlîn Qereçox (Anna Campbell) idi. Kürdistan’ın enternasyonalist şehidi Britanyalı Hêlîn Qereçox, 15 Mart 2018 tarihinde Efrîn direnişinde Türk devletinin hava saldırısı sonucu şehit düştü. Britanya’dan Rojava’ya devrim coşkusu ve inancı ile yola çıkan Anna Campbell, enternasyonalist devrimciliğin en güzel örnekleri arasında yerini aldı. Anna Campbell’in babası Dirk Campbell 1 Kasım Dünya Kobanî Günü’nün kutlandığı bugünlerde, Anna Campbell’in yaşamı, Rojava Devrimi’ne olan inancının yanı sıra ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinden ve direnişinden nasıl etkilendiğini Yeni Özgür Politika'ya anlattı.

Öncelikle sizden biraz Anna’yı dinlemek istiyoruz. Çocukluk ve gençlik yılları nasıl geçti? Anna’yla bu döneme dair anılarınızı bizimle paylaşabilir misiniz?

Anna, altı hafta erken doğdu ve hayatının ilk iki haftasını bir kuvözde geçirdi. Anne sütüyle besleniyordu ama bu beslenme tüple sağlanıyordu. Bu deneyim annesi için oldukça travmatikti. Bu da annesinin her zaman Anna'nın kırılganlığından endişe duymasına sebep oldu. Anna fiziksel olarak güçlü bir çocuk değildi, ama sağlam bir iradesi ve güçlü bir kimlik hissi vardı. Masalları çok severdi ve erken yaşta okumayı öğrendi. İki küçük kardeşinin lideri olmaktan ve onların yaşaması için karmaşık fantezi dünyaları yaratmaktan keyif alıyordu. Derin duyguları vardı ve bir oyuncağını ya da evcil hayvanını kaybettiğinde güçlü bir keder duyardı. Okul ortamını sıradan buluyor ve hoşlanmıyordu; bunun yanı sıra küçük bir çocukken fiziksel ağrıları da vardı. Bu yüzden ona evde eğitim verdik. Annesi daha sonra taşındığımız Lewes kasabasında, Anna'nın mutlu olduğu çocuk merkezli bir okul açtı. Bu okula özel ihtiyaçları olan çok sayıda çocuk devam ediyordu ve Anna onlara kimsenin vermediği zamanı ve ilgiyi veriyordu. Annesinin okulunda okula devam edemeyecek yaşa geldiğinde, onu özel bir kız okuluna gönderdik, çünkü devlet okullarındaki kültüre uyum sağlamakta zorlanıyordu.

Okuldan mezun olduktan sonra Anna, Paris’te bir yıl boyunca bakıcı olarak çalıştı. Burada edebiyata olan sevgisini doyasıya yaşayabildi ve festivallere katıldı. Daha sonra Sheffield Üniversitesi'ne gitti ve burada kendisi gibi radikal sol siyasi eğilimde bir arkadaş grubuna katıldı. Adalet tutkusu ve bu arkadaş grubuyla birlikte, Dale Farm, Calais Jungle, Le Zad, Hambach Ormanı direnişi, anti-faşist gösteriler, çevre aktivizmi gibi tüm faaliyetlerinin temellerini atmış oldu.

Anna’nın enternasyonalist bir devrimci olmasında sizin veya yakın çevresinin bir etkisi oldu mu?

Hayır, annesi ve ben devrimci mücadele hakkında pek bir şey bilmiyorduk. Daha çok çevre, iklim değişikliği, petrol gibi küresel konular hakkında konuşurduk.

Anna’nın Rojava’ya gitme sürecinden bahseder misiniz? Bu kararı almadan önce sizinle konuştu mu?

Rojava’ya gitmeye karar verdiğini bana söyledi fakat bu kararı almadan önce benimle konuşmamıştı. Kendisini tehlikeye attığının farkındaydım ama bu onun için alışıldık bir durumdu. Bir şeyi kafasına koyduğunda onu vazgeçirmenin imkansız olduğunu bildiğim için engel olmaya çalışmadım. Ne yaptığını bildiğini düşünüyordu. Yalnızca “Seni tanıdığım için mutluyum” dedim.

Anna Rojava’dayken onunla iletişim kurabiliyor muydunuz? Rojava’da kendini nasıl hissediyordu? En çok etkilendiği şey neydi?

Anna, kendini Rojava halkı ve YPJ’ye çok yakın hissetti. Savaşçıları çok seviyordu, onlar onun ruh ikiziydi ve onlara benzemek istiyordu. Başlangıçta sadece bir yıl kalmayı düşünüyordu ama bize geri dönmeyeceği belli olmuştu. Rojava’nın onun yaşam amacı olduğunu düşünüyordu. Zorluklar nedeniyle onunla sık sık konuşamadım fakat kardeşleriyle daha fazla iletişim kuruyordu. Abdullah Öcalan’ın siyasi ideolojisi ve kadın özgürlükçü fikirleri onun üzerinde büyük bir etki bırakmıştı. Etik olarak sağlam nedenlerle, tutkuyla bağlı olduğu bir dava için devrimci olarak mücadele edebilmek onu çok mutlu ediyordu.

Anna ile son konuşmanız nasıldı? Efrîn’e gittiğini biliyor muydunuz?

Son konuşmam Ocak 2018’deydi. Komutanlarının onun Efrîn’e gitmesine izin vermeyeceklerini söyledi. Bu benim için bir rahatlama olmuştu. Ancak aslında doğru söylememiş ve sonunda gitmek için izin almıştı. Yani hiç birimiz bilmiyorduk Efrîn’e gittiğini. Komutanı ona Esad rejiminin yalnızca Kürtlerin geçmesine izin verdiğini, kendisinin ise sarışın olması nedeniyle geçemeyeceğini söylediğinde saçlarını siyaha boyamış. O kadar çok ısrar etmiş ki sonunda kendileriyle birlikte onu da götürmüşler.

Ailesi olarak Anna’yı kaybetmek sizler için nasıl bir duyguydu, biraz bunu anlatabilir misiniz?

Kürtler şehitlerine üzülmüyor keza onlara üzülmenin onların fedakarlıklarına ve başarılarına saygısızlık olduğunu düşünüyorlar. Sevdiğimiz biri şiddetli ya da trajik bir şekilde öldüğünde acı hissetmeyi ve ifade etmeyi normal gören bizler için bu garip bir tutum. Mesele şu ki, biri için yas tuttuğumuzda aslında onun için yas tutmuyoruz, kendimiz için yas tutuyoruz çünkü onu o an kaybetmişizdir, aslında hissettiğimiz şey kendi kayıp duygumuzdur. Anna küçükken en sevdiği parmak kuklasını kanalizasyonda kaybettiğinde ya da evcil farelerinden biri kazara öldüğünde teselli edilemezdi. Kaybetme duygusu o kadar güçlüydü ki, bunu kontrol edemiyordu ve benim devreye girip onu teskin etmem gerekiyordu. Şimdi kendime bunu hatırlatıyorum. Elbette çocuklar bazı şeyleri çok güçlü hissediyorlar ve kaybediş duygusu o an yerini başka hislere bırakıyor. Biz Anna'nın ailesi olarak onun kaybını sürekli hissediyoruz, ancak bunu onun kimliğinden duyduğumuz gururla dengeliyoruz, onun olağanüstü fedakarlığını, adalete olan bağlılığını ve hepsinden önemlisi mutluluğunu, yaratıcılığını ve gülen yüzünü hatırlıyoruz.

Biliyoruz ki, Anna’nın naaşı çetelerin kontrolündeki Efrîn’de. Siz Anna’nın naaşını almak için uzun süredir mücadele ediyorsunuz. Son durum nedir bize anlatabilir misiniz?

Anna’nın naaşı geri alınamadı. Anna’nın bedeni düştüğü yerde kaldı. Bunun nedeni bölgenin Türkiye tarafından ağır saldırı altında olması, işgal altında olmasıydı. Anna’nın bedenini almaya çalışan herkese ateş ediliyor. Yani işgal altındaki bölgede düşenlerden hiçbirisinin bedenine ulaşılamadı. Şu anda bedeninden geriye hiçbir şey kalmış olabileceğini düşünmüyorum. 2019 yılında, McCue ve Partners hukuk firmasının tavsiyesiyle, naaşının iadesi konusundaki insan hakkını ihlal eden Türk hükümetine karşı bir hukuki süreç başlattım. Uluslarası Kızılhaç Komitesi’ne başvurmadan, ilgili hükümete veya ilgili yerel otoriteye başvurmadan doğrudan AİHM’e başvuru yapılamıyor. Bu süreç için çok uzun zaman ve çaba harcadık. Ancak bana hiçbir zaman geri dönüş yapmadılar veya taleplerime yanıt vermediler. Bu yüzden 18 ay boyunca hiçbir sonuç alamadık. Aynı şey Britanya Dışişleri Bakanlığı için de geçerliydi. Ortadoğu Bakanı Alastair Burt ile iki toplantı yaptım, bana davamı temsil edeceğini söyledi ama hiçbir adım atmadı. Tüm yasal süreçlerden sonuç alamayınca davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdık. AİHM davayı incelerken, Hatay’da bir mahkeme girişimlerimize karşılık verdi; bu da AİHM’in davayı reddetmesi gerektiği anlamına geliyordu. Zira artık davamın Hatay’da incelenebileceği belirtiliyordu. Bu durum bu yıl Haziran ayında gerçekleşti. Yani, Anna’nın ölümünden 6,5 yıl sonra geldiğimiz nokta burası, pek fazla da ilerleme kaydedemedim. Davamın Hatay’daki yargı sürecinin muhtemelen 3 yılı alacağı belirtiliyor.

Peki hukuki süreçten sonuç alabileceğini düşünüyor musunuz?

Türklerin savaş suçlarını, zulümlerini ve insan hakları ihlallerini biraz da olsa aydınlatmaya çalışmak istiyorum. AİHM benim lehime bir karar verse bile, bunun çok fazla bir sonucu olmayacak çünkü yapabilecekleri tek şey Türkleri insan haklarını ihlal ettikleri için kınamak, tazminat talep etmek. Ancak bunun yerine getirilmesi de pek olası değil. Türkler, Avrupa Birliği karşısında siyasi ve ekonomik olarak çok güçlü bir konumda olduklarını biliyorlar. Bu nedenle insan hakları sicillerinin AB ile olan ilişkilerinde muhtemelen göz ardı edileceğini düşünüyorum.

Türk devletinin Rojava’ya dönük saldırıları sürüyor. Son olarak Kürt halkına ve Rojava'da direnen güçlere ne mesaj vermek istersiniz?

Rojava Kürtlerine umut ya da destek anlamında sunabileceğim çok az şey olduğunu söylemekten üzüntü duyuyorum. Elbette çabalarını alkışlıyorum ve özellikle de her taraftan düşmanlar ve karşıtlarla kuşatılmışken yenilgiyi kabul etmemeleri ve onurlu duruşları nedeniyle onlara hayranlık duyuyorum. Size söyleyebileceğim tek şey, Anna'nın ve tüm şehitlerinizin yaptığı gibi, sonuna kadar adalet ve gerçek insanlık için mücadele edeceğinizi biliyorum. Fırsat buldukça Rojava ve Öcalan'ın fikirleri üzerine konuşuyor ve sunumlar yapıyorum. Buna da devam edeceğim.