Stêrk TV’de yayınlanan Özel Program’a konuşan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Türk devletinin Kürt sorununu çözme konusunda sorumluluk almadığını ve hala olumlu bir adım atmadığını hatırlatan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, “Rêber Apo, bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim dedi ama Türk devleti sadece konuşuyor. Gerillayı yok edeceklerini, iradelerini kıracaklarını, Kürt halkına boyun eğdireceklerini, PKK’nin izole olacağını, yalnız kalacağını ve o zaman amaçlarına ulaşıp Kürt sorununu da kendilerine göre çözeceklerini hesapladılar. Ama hesapları tutmadı. Gerilla sürekli ayakta, büyük bir kahramanlık sergileyerek mücadele ediyor. Türk devleti bu irade karşısında, bu direniş karşısında sonuç alamaz” dedi.
DEM Parti ve CHP belediyelerine kayyum atanmasına da değinen Ok, AKP’nin şu an deneme yaptığını güçlü bir tepki verilmediği taktirde kayyum atamalarına devam edeceğini vurguladı. Özellikle CHP’nin artık daha radikal bir mücadele yürütmesi gerektiğini sözlerine ekleyen Ok, faşizme karşı olan herkesin birlikte hareket etmesinin çok önemli olduğunu ifade etti.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok’un gündeme ilişkin değerlendirmeleri şöyle:
Rêber Apo’ya yönelik tecrit devam ediyor. Kürt halkı ve dostları da yaptıkları eylemlerle tecride tepki gösteriyor. Türkiye’de ise Rêber Apo ile görüşülsün tartışmaları var. Bütün bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şüphesiz son süreçte yaşanan gelişmeler ve özellikle Rêber Apo’ya ilişkin tartışmalar önemlidir. Rêber Apo 26 yıldır İmralı’da rehinedir. Her zaman hareketimizin, halkımızın ve Türk devletinin de gündemindedir. Son yıllarda Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için Kürt halkının dostları öncülüğünde bir hamle geliştirildi. Önemli bir hamleydi. Uluslararası birçok örgüt, özellikle kadınlar, gençler, sivil toplum kuruluşları, siyasetçiler, akademisyenler bu hamleye katıldı. Asya’dan Amerika’ya, Avrupa’dan Ortadoğu’ya kadar dünyanın dört bir yanında kadınlar ayağa kalktı ve bir hamle geliştirildi. Bu hamle hala devam ediyor. Bir sonuca da ulaştı. Hamlenin amacı Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamaktır, tecridin sona ermesi ile ne biz, ne halkımız ne de dostlarımız bu durumu kabul edecektir. Hedef Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması. Tüm mücadele ve çabalar da bu temelde olmalıdır.
Bilindiği gibi son süreçte Ömer Öcalan Rêber Apo’yu ziyaret etti. Rêber Apo bu görüşmede; “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” dedi. Biz de, halkımız da Önderliğe yönelik bir tecrit olduğunu biliyoruz. Bize düşen ise her yerde, her zaman daha radikal, daha örgütlü, daha geniş bir mücadele yürütmek. Sadece tecridin kaldırılması için değil, Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması için. Bu artık gereklidir. Rêber Apo 26 yıldır İmralı’da ağır bir tecrit ve baskı altındadır. İmralı’da ne olduğunu tahmin edebiliyoruz. Bahçeli ve Erdoğan’ın açıklamalarından anlıyoruz ki İmralı’da büyük bir mücadele var. Bahçeli; DEM Parti heyeti biran önce gidip Rêber Apo’yu görmesi gerektiğini belirtti. Öncesinde de Rêber Apo’nun Meclis’te konuşma yapması gerektiğini söylemişti. Bunların aklında ne var, ne yapmak istiyorlar, amaçları ne bilinmiyor. Bildiğimiz bir şey varsa o da Rêber Apo’ya yönelik çok büyük bir baskı olduğu ve Rêber Apo’nun da buna karşı mücadele ettiğidir. Türk devleti her neyi amaçlıyorsa buna ulaşamadı, hesapları tutmadı.
Zaten Türk devleti, AKP-MHP Kürt sorununa ilişkin büyük bir ikizyüzlülük sergiliyor. Dürüst değiller, hala insanın aklıyla alay ediyorlar, kendilerine göre gündem yaratmak, toplumu kandırmak, hareketi manipüle etmek istiyorlar. Hesapları ne olursa olsun, Rêber Apo olmadan Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve Kürt sorununun çözülmesinin mümkün olmadığını gördüler. Her zaman tek adresin Rêber Apo olduğunu söylüyoruz. Türk devleti de bunun böyle olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Onlar da Rêber Apo olmadan bir şeyin yapılamayacağını gördüler. Neden böyle bir çabanın içerisine girdiler? Çünkü sıkıştılar artık. Mesela; gerillayı yok edeceklerini, iradelerini kıracaklarını, topluma boyun eğdireceklerini, PKK’nin izole olacağını, yalnız kalacağını ve o zaman amaçlarına ulaşıp Kürt sorununu da kendilerine göre çözeceklerini hesapladılar. Ama hesapları tutmadı. Gerilla sürekli ayakta, büyük bir kahramanlık sergileyerek mücadele ediyor. Bu vesileyle şu an savaş tünellerinde ve sahada direnen arkadaşları saygıyla selamlıyorum, başarılar diliyorum.
TÜRK DEVLETİ İMRALI DUVARINA ÇARPTI
Türk devleti bu irade karşısında, bu direniş karşısında sonuç alamaz. Tüm imkanlarını kullandılar. Uluslararası hukuku, yasaları, savaş kanunlarını her şeyi ayaklar altına aldı yetmedi KDP’yi kullandı, NATO zaten her zaman onlara destek veriyor, bize karşı en gelişmiş teknolojiyi kullandılar ama sonuç göz önündedir. Hesapları tutmuyor ve sonuç alamıyorlar. Bu hep böyle nasıl gidecek? Ortadoğu’da birçok gelişme yaşanıyor, yeni süreçler gelişiyor. Türk devleti aynı şeylerde ısrar ederse aynı sonuca ulaşacaktır. Bu yüzden bir arayışa girdiler. 4 yıldır İmralı’da Rêber Apo’ya ağır bir tecrit ve büyük bir baskı uyguluyorlardı. Rêber Apo ise hiçbir zaman duruşundan taviz vermedi, çözüm iradesi olduğunu ortaya koydu. Türk devleti orada da duvara çarptı ve sonuç alamadı. Ortadoğu’ya ilişkin Yeni Osmanlı hesapları da tutmayınca bu sefer korkuya kapılıp arayışa girdiler. PKK’yi manipüle edelim, varsa içlerindeki sorunlara oynayalım, Rêber Apo’yu bir tarafa, PKK’yi bir tarafa ayıralım, legal Kürt siyasetini karıştıralım diye hesaplar yaptılar. Bu şekilde bir yol bulup amaçlarına ulaşmak istediler.
Süreç hala bu şekilde devam ediyor. Rêber Apo, bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim dedi zaten. Ama Türk devleti sadece konuşuyor. Hala sorumluluk alıp, olumlu bir adım atmıyor. Konuşmalarında da bu durum belli oluyor. Akademisyenleri, danışmanları her gün; Kürt yoktur onlar Türk milletidir diyor. O zaman ben de onların konuştuğu dilden söylesem; Türk yoktur onlar Arap’tır, İngiliz’dir desem olur mu? Bunun bir gerçekliği var mı? Yok. Ama onlar diyor Kürt diye bir şey yok, Kürtler Türk’tür. Kürt Kürt’tür, Türk de Türk’tür. Kimse bununla ne utanır ne de kendisini diğer uluslardan üstün görür. Ama Türk devleti hala Kürt yoktur, Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır diyor. Federasyon olmaz, özerklik olmaz, anadilde eğitim olmaz diyorlar peki ne olacak? Yine Kürt halkını inkar ve reddetme var. Bu zihniyet çözüm geliştirecek bir zihniyet değildir.
Herhalde, ‘hala Kürtleri kandırabiliriz, kendimize göre gündem yaratırız, Kürtler arasında bir distopya geliştiririz diye hesaplıyorlar. Fakat yüz yıllardır bu kirli politikalarla sonuç alamadılar bu yüzden Kürt gerçekliğini kabul etmek zorundalar. Kürt sorununun çözümü Türkiye’nin de demokratikleşmesi demektir. Halkımız da son süreçte yaşananların oyun olduğunu söylüyor. Eğer oyun değilse Türk devleti Kürt sorununu çözmek için ne gerekiyorsa açık bir şekilde dile getirmelidir. Eğer dürüstlerse, gerçekten sorunu çözmek istiyorlarsa o zaman Rêber Apo fiziki olarak özgür olmalı ve bu süreçte yer almalıdır. Halkımız bunu söylüyor ve mücadelesinden taviz vermiyor. Bir yandan çözümden bahsedip, Rêber Apo gelsin konuşsun diyorlar, diğer yandan her gün bir yeri kayyumla gasp edecek, Kürt halkının iradesini kabul etmeyecek. Türkiye ve Kurdistan’ın tamamında en fazla oyun alındığı Batman’ı DEM Parti kazanmış ama bunu reddedip yerine Vali’yi atayacaksınız ve buna demokrasi diyeceksiniz.
Kürt halkı bunu görüyor, bunu hazmetmesi, kabul etmesi mümkün mü? Bu Kürt sorununu çözmek değil, reddetmektir. Kürt halkını inkar etme ve savaşta ısrar etme zihniyetidir. Eğer ciddi ve dürüstlerse Rêber Apo zaten hazırdı, hareketimiz ve halkımız da çözüm için hazırız dedi. Geçtiğimiz günlerde bir yerde açıklandı savaşın başından bu yana 3 trilyon Dolar bütçe harcamışlar. Bu bütçe bir ülke demektir. Eğer bugün Türk devlerinin ekonomisi çökmüşse, insanlar fakirse, açsa bunun temel sebebi Kürt halkına karşı yürütülen savaştır. Ama Türk sendikaları, Türk siyasetçileri bunlardan bahsetmiyor. Hatta DEM Parti’nin herkesten çok bunlardan bahsetmesi lazım. Bu savaş Türkiye toplumunun yaşamını, geleceğini, psikolojisini, siyasetini altüst etmiştir. Türk devleti sadece içeride değil dışarıda da tıkanmış durumda, rezil rüsva oldular. Her ne kadar Osmanlı aklıyla Ortadoğu’da her yere yayılacağız deseler de, gittikleri yerlerde duvara çarpıyorlar. Çareleri yok, ya bu sorunu kabul edip çözecekler ya da kaybedecekler.
Türkiye şu an siyasi, toplumsal ve ekonomik anlamda büyük bir kriz yaşıyor. Fakat bir kez daha kayyumlara başvurdu. Bu sefer farklı bir yöntem kullanıyor. DEM Parti ve CHP belediyelerini gündemleştirip el koyuyorlar. Bu yeni kayyum yöntemini ve buna karşı sergilenen tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kayyum diktatörlüktür, faşizmdir, işgaldir, halkın iradesini yok saymaktır, ayaklar altına almaktır. ‘Ey Kürtleri, ey Kürt siyasetçiler eğer bizim gibi düşünmezseniz, bizim gibi hareket etmezseniz, başınıza bunlar gelir, rahat edemezsiniz, demokratik bir şekilde yaşayamazsınız’ mesajını veriyorlar. Zaten birkaç gün önce Devlet Bahçeli; DEM Parti’ye, ‘Ya yola gelirsin, ya da yok edilirsin’ dedi. Türkiye kanunlarına göre bile, bir siyasetçi nasıl 8 milyon, 10 milyon oy almış, belediyeleri olan, vekilleri olan bir partiye böyle şeyle söyleyebilir? Ancak diktatörler söyleyebilir, Bahçeli ancak söyleyebilir. Türk devleti, Kürt halkına ve PKK’ye ilişkin ne söylerse söylesin bunu bilinçli bir şekilde söylüyor. Attığı her adımı hesaplıyor, her konuşmayı hesaplıyor. Bahçeli’nin konuşmalarının da, kayyum gasplarının da bir mesajı var. ‘Eğer bizim gibi olmazsanız, kendiniz olmakta ısrar ederseniz, kendi adınıza siyaset yaparsanız, Kürt sorununun çözümünde ve Türkiye’nin demokratikleşmesinde ısrarla olursanız size yol vermeyiz, kayyum atarız’ mesajıdır.
Halkımız zaten bunu anlıyor. Buna karşı bir duruş da sergiliyor, bu da önemlidir. Fakat yeterli değil. Tabi ki çok büyük bir baskı ve faşizm var. Ama onurunu, emeğini, kazanımlarını korumak da bedel istiyor, direniş istiyor. Halkımız da hareket halindedir, direniyor, tebrik ediyoruz fakat daha fazla ve aralıksız bir şekilde mücadele edilmelidir. Mesela bir yere kayyum atadıklarında her yere atanmış gibi her yerde ayaklanmalılar. Sadece kayyum atanan ilde, ilçede değil Kurdistan’ın tamamında ayaklanmalılar. Bir yere kayyum atamak öyle kolay olmamalı. Buna karşı her alanda mücadele edilmeli. Hukuki alanda, siyasi alanda, uluslararası alanda, toplumsal alanda her yerde mücadele edilmeli ve eylemler yapılmalı. Kürt halkının iradesine kayyum atamak öyle kolay olmamalı. Kürt halkı bu anlamda bir direniş içerisinde, önemli bir tavır sergiliyor ama dediğim gibi bu mücadele lokal değil genel, aralıksız ve her yerde olmalı. Çünkü her şeyden önce bir haksızlık var. Kürt halkının iradesini yok sayıp seni kabul etmiyorum diyorlar buna karşı da elbette mücadele verilmelidir.
Sadece Kürt halkı değil, kendisine demokratım, sosyalistim, faşizme karşıyım diyen herkes iradesini ve gücünü birleştirmeli. Türkiye’nin demokratikleşmesi Kürt sorununun çözümünden bağımsız değildir. Kürt sorununun çözümü de Türkiye’nin demokratikleşmesinden bağımsız değildir. Acıları da, sevinçleri de birdir. Bundan dolayı faşizme karşı olan tüm güçler, hatta liberal değerlere sahip olanlar da, herkes AKP-MHP diktatörlüğüne, kayyum gasplarına karşı her yerde birlikte hareket etmeli ve seslerini yükseltmeliler. Mesela; Türkiye’de toplum ve demokratik güçler daha örgütlü, daha güçlü bir şekilde ayaklanmalıdır. CHP’ye de kayyum atadılar, AKP deneme yapıyor, reflekslerine bakıyor, eğer CHP bu şekilde tutum sergilemeye devam ederse daha fazla kayyum atayacaklardır. CHP de sanırım bunu anlamıştır; Kürtlerden, DEM Parti’den, birlikte hareket etmekten korkmamalı, cesur olmalı. Aslında bu cesaret meselesi de değil çünkü ortada bir haksızlık var, faşizm var ve faşizme karşı olanların birlikte mücadele etmesi gerekir. Hem sana, hem de DEM Parti’ye kayyum atıyor. Sana kayyum atamasa bile, demokratım diyen herkesin buna karşı birlikte mücadele etmesi gerekir. CHP bu konuda biraz eksik kalıyor. Halbuki güçleri de var.
Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesinde Türkiye’yi sallayabilirler. Faşizme karşı olan tüm güçler bir arada olmalı ve birlikte mücadele etmeli ama CHP bu konuda zayıf kalıyor. 100 yıllık Cumhuriyet damarları bazen daha fazla öne çıkıyor. Doğrudur; çabaları var ama yeterli değil CHP’nin rol oynaması gerekir. Öyle olmadığı taktirde belediyelerine kayyum atamaya devam edecekler. Kayyum meselesi kısaca böyle; birincisi AKP-MHP faşizmi ciddi bir şekilde sıkışmış durumda. İkincisi bize mesaj geri adım atın mesajı veriyorlar. Üçüncüsü ise demokratik güçleri başta olmak üzere herkes bu kayyum politikalarına karşı tavır almalı ve mücadele etmelidir. AKP şu an toplumda güçlü değil, toplum tarafından sevilmiyor. Hatta devletin içinde bile güçlü değiller, ekonomileri çökmüş, siyasetleri çökmüş, toplumun her şeyi ile oynamışlar. Sadece devletin gücü ile varlar. Devletin gücü de her şey demek değildir, toplum, hakikat gereklidir. Bundan dolayı eğer mücadele daha güçlü bir şekilde verilirse faşizm geri adım atmak zorunda kalır ya da yenilir.
Ortadoğu’daki savaş Hamas-İsrail savaşı ile derinleşti daha sonra Lübnan’a ulaştı şimdi de Suriye’de ortaya çıktı. Suriye bir kez daha savaş alanına döndü. Suriye’de bir kez daha ortaya çıkan bu savaş hangi amaçla gelişti? Bu saldırılarda hangi güçlerin rol ve misyonları nedir?
Mesele derindir. 100 yıl önce o kadar devlet öyle amaçsız ya da boş yere kurulmadı. Arap toplumun iradesiyle kurulmadı bu devletler. Amaç ve stratejiler doğrultusunda kuruldu ulus devletler. Çünkü Ortadoğu’da savaş olsun, ölüm olsun, birbirlerini katletsinler, güçlü olmasınlar, hakikate erişmesinler diye hegemonik güçler ulus devletleri kurdu. Kürtlerin payına düşen ise; Kürt sorununun çözülmemesi, Kurdistan’ın 4 parçaya bölünmesi. 100 yılın ardından artık bu stratejinin ömrü doldu. Bundan dolayı değişimler yaşanacak. Bu değişimler ya demokratik güçlerle toplumla gelişecek, ki böyle bir mücadele veriliyor. Özellikle Rêber Apo’nun paradigması bu konuda öncülük ediyor. Diğer yandan ise hegemonik güçler, kapitalist modernite de uzun süreli çıkarları temelinde değişimler gerçekleştirmek istiyor. İsrail-Hamas savaşı 1 seneyi aştı, öyle lokal veya Gazze-Filistin ve İsrail ile sınırlı değildi. Savaş gün geçtikçe büyüdü, başka güçler de dahil oldu. Daha sonra İsrail, başta Amerika olmak üzere hegemonik güçlerin desteğiyle Hamas’a büyük darbe vurdular. Şuan Filistin halkının nasıl bir halde olduğu gözler önündedir.
İsrail daha sonra Hizbullah’ı hedef aldı. Yine uluslararası güçlerle ve en ileri teknolojisiyle Hizbullah’a da ağır darbeler vurdu. Lübnan’ı kendilerine göre dizayn etmişler gibi görünüyor. Amerika, Britanya, Avrupa’nın tamamı ve İsrail, Lübnan’da Amerika ve İsrail’in çıkarlarını tehlikeye atmaması için Hizbullah’ı etkisiz bir duruma getirdiler. Suriye’deki durum da bununla bağlantılıdır. Suriye rejimi darbe yedi, Hizbullah darbe yedi, İran’ı hedef yaptılar bu yüzden artık İran da eskisi gibi Suriye’de rol oynayamıyor. Türk devleti de her zaman bir fırsat yaratmanın peşinde. Suriye’ye ilişkin planlarını nasıl başarıya ulaştıracağını hesaplıyor. Türk devleti on binlerce DAİŞ çetesini ve İdlip’te, Suriye topraklarında olan versiyonlarını az desteklemedi. HTŞ’nin çoğu zaten DAİŞ’li. Türk devleti Suriye’de toprak bütünlüğünün korunması gerekir diyor ama Suriye topraklarının beşte üçünü işgal etmiş durumda. Sadece işgal de etmemiş ilhak etmiş. Yani kendi devlet sistemini oraya götürmüş. Okulunu açmış, idari, kaymakam, vali her anlamda ilhak etmiş. Bahçeli de 2 gün önce Halep Türk şehridir dedi. Bu Osmanlı aklı hala Ortadoğu toplumlarını eyaletleri gibi görüyorlar, üstenci bir şekilde yaklaşıyorlar.
Bir taraftan Suriye’de toprak bütünlüğünü savunuyoruz diyor, diğer taraftan beşte üçünü işgal ediyorlar. Kriz, kaos yaşansın istemiyoruz diyorlar ama bu kriz ve kaoslar Türk devletinin desteklediği çeteler tarafından yaşatılıyor. Yani Türk devleti ne derse aksini yapıyor. Türk devleti İsrail Suriye topraklarına saldırı için hazırlık yapıyor diyordu ama belli ki kendileri böyle bir hazırlık yapmış. Hatta sadece kendileri de değil, Amerika, Britanya, İsrail Türk devleti ile görüşmeler yaptı. Bu saldırıları birlikte mi planladılar bilmiyoruz ama Türk devletinin Suriye’ye dair hesapları var. Suriye nasıl bir yere gidecek belli değil ve olağanüstü bir durum yaşanıyor. Suriye’de savaşın başlamasından bu yana Rêber Apo’nun paradigması temelinde bir yaşamı esas aldık. Tüm toplumun, kimliklerin, inançların demokratik ulus temelinde bir arada yaşamaları, milliyetçilikten uzak durmaları ve birlikte demokratik bir yaşam kurmalarını esas aldık.
TÜRK DEVLETİ ÇETELERİ SONUNA KADAR KULLANACAKTIR
Rojava da bu konuda ciddi bir duruş sergiledi. Her zaman, biz Suriye’nin parçalanmasından yana değiliz dediler. Biz demokratik bir Suriye’de birlikte yaşamak istiyoruz dediler. Kürt, Arap, Hıristiyan, Asuri, Türkmen hep birlikte yaşayacağız dediler. Doğru olan buydu. Fakat ulus devlet aklı Rojava’nın olumlu ve demokratik yaklaşımını görmedi, önem vermedi. Rejim sürekli kendisinde ısrar etti. Rusya tam olarak rol oynamadı, İran çabaladı ama ya güçleri yetmedi ya da başka engeller oluştu o yüzden sonuç alamadılar. Suriye’de böyle bir saldırının zemini hazırlandı. Bu saldırılardan önce Erdoğan, Esad ile görüşmeye hazırız diyordu, şimdi ise zamanında öyle söyledik Esad kabul etmedi ama biz yine de hazırız diyor. Yani sana darbe vurduk, seni yaraladık şuan bizimle görüşmeye mecbursun demek istiyor. Seni öyle bir hale getireceğiz ki bizimle görüşmek zorunda kalacaksın diyor.
Genel olarak baktığımızda uluslararası güçler, iradesiz ve var olan sistemi kabul eden, bunun için çalışan bir Suriye yaratmayı amaçlıyorlar. Türk devleti de kendilerine göre bir Suriye olsun istiyorlar. Durum neye evrilecek belli değil. Her ne kadar geç kalınsa da Suriye’nin biran önce demokratik ulus temelinde tüm kültürlerin, kimliklerin, inançların ve ulusların birlikte yaşayacağı bir modeli ortaya hayata geçirmelidir. Çözüm ancak bu şekilde olur. Bu yapılmadığı taktirde Suriye devleti zarar görecektir. Böyle devam etmez muhakkak bir değişim yaşanır. Bizim isteğimiz ve doğru olan Suriye devletinin bu gerçeği görmesi, bugüne kadar kapattığı kulaklarını, gözlerini açması ve çözüm rolünü oynaması. Eğer bunu yapmazsa Suriye’nin nereye gideceğini bilmek zor. Türk devleti de bu çeteleri sonuna kadar kullanacaktır.
Fakat bu da var; hatırlarsanız DAİŞ de Musul’dan kamyonlarla, tanklarla, silahlarla, herkesin gözü önünde Suriye’ye geçti kimse siz nereye gidiyorsunuz demedi. Daha sonra hepsi Rojava’nın başına bela oldular. Rojava halkı özellikle Kobanê halkı büyük bir direniş sergiledi, uluslararası güçler de DAİŞ’i hedef aldı, iradeleri büyük ölçüde kırıldı, HTŞ’nin kaderi de böyle olacaktır. Şuan örgütlüyorlar, destekliyorlar, alan açıyorlar ama sonra bir kenara atacaklar. Bunlar Türk devletinin başına da bela olacaklar. Neticede Suriye başka bir ülke, Türk devleti her zaman onların gündemini belirleyemez, ayar veremez. Buna ne güçleri, ne de akılları yeter. Bu sorun Türk devletinin başına da bela olacaktır. Çözüm; Türk devletinin biran önce Rêber Apo ile müzakere yapması, Kürt sorununu çözmesi, iç sorunlarını halletmesidir.
100 yıllık Türk devleti tarihine baktığımızda ilk defa Ortadoğu’da rol sahibi olmadığı görülüyor, planların dışında tutuluyor. Kürt halkı da tam tersi ilk defa esas bir faktördür. Her yerde Kürler güçlü ve irade sahibidir. Kürtlerin rızasının olmadığı bir yerde demokrasi ve çözüm adına bir değişim mümkün değildir. Doğrudur tehlikeler var ama birçok fırsat da var. Eğer Kürt halkı, Kürt güçleri, iradeli olup, zamanında gerekli adımları atarsa geleceğe ilişkin çok önemli rol oynayabilirler. Ama Türk devletinin böyle bir şansı yok. Sadece DAİŞ ile geleceğini belirleyemez. Bunu çok iyi görmemiz lazım.
Suriye’de yaşanlar sorunların çözümü için Astana toplantıları yapıldı fakat bu saldırıların ortaya çıkmasıyla birlikte Astana’da yer alanların arkadan birbirlerinin kuyularını kazdıkları ortaya çıktı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bildiğim kadarıyla, 2016 ya da 2017 yılında Astana’dan önce Rojava hem Suriye devletiyle, hem İran ile hem Rusya ile bir çözüm geliştirmek, görüşmeler yapmak, bir yol bulmak istiyordu. Hakikaten dürüst bir şekilde çalışmak istiyorlardı. Hatta Rusya da Astana formatındaki gibi Suriye, Rojava ve Rusya’nın bir araya gelip bu meseleyi çözmesini kabul etmişti. Basında da çıktığını hatırlıyorum. Fakat daha sonra Türk devleti ertesi gün gidip Ruslarla bir görüşme yaptı, bazı tavizler de verdi ve bu format değişti. Ardından da Astana ortaya çıktı. Rusya, İran ve Türkiye, dolaylı olarak da Suriye vardı içinde. Her biri de birbirinin kuyusunu kazmayı hedefliyordu. Hiç biri diğerine inanmıyordu. İnanmazlar da, Türk devleti NATO üyesi bir devlet. Rusya NATO üyesinin ne anlama geldiğini biliyor, İran yüz yıllardır bir alternatiftir.
İran ve Türk devleti bugüne kadar sadece Kürt meselesi üzerinden anlaşıyorlar bunun dışında her anlamda aralarında sorunlar var. Bunlar hiçbir zaman birbirlerine inanmadı ve çıkarları da her zaman aynı değildir. Bundan dolayı Astana’da birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalıştılar. Bir yere kadar birlikte yürüdüler ama özellikle son günlerde her şey ortaya çıktı. Mesela Türk devletinin Ukrayna ile ilişkileri, NATO üyesi olmasından kaynaklı Amerika’nın, Avrupa’nın Türkiye üzerinde durması bunları Rusya görüyor, İran görüyor. Türk devletinin Azerilere ilişkin hesapları, İran’ın iç sorunlarına ilişkin hesapları, İran bütün bunları görüyor. Suriye’ye ilişkin de aynı görüşlere sahip değillerdi. Ne Suriye, ne de Rusya, Suriye toprakların işgal edilmesini hazmediyordu. Astana görüşmeleri ilkeler veya doğru stratejiler üzerinden yürütülmüyordu. Türk devleti ve binlerce çetesi Suriye topraklarını işgal etmişti, Türk devleti NATO üyesiydi. Suriye ve Rusya savaşarak Türk devletini çıkarmak istemiyordu, Türk devleti de avantajlarını kullanarak ben buradayım, diyordu.
Bir süre böyle politikalar yürüttüler. Şuan ise sanırım herkes kim nasıl kandırıldı diye durumu gözden geçiriyor. Türkiye nasıl oyunlar oynadı, İran ve Rusya ne umut ediyordu, ne buldu? Yani öyle Astana ruhu diye bir şey olmadı. Astana’nın yeniden canlanması öyle kolay olmayacaktır. Zaten hiçbir sonuç da alınmadı. Astana aklıyla da Suriye’deki hiçbir sorun çözülemez. Bunun yerine gerçeği, hakikati görmeliler. Bu da nedir? Suriye’deki iç sorunlar ancak Suriye toplumuyla demokratik ulus perspektifle çözülebilir. Hem toplum ve örgütler buna hazır olacaktır, hem de her ne kadar geç kalsa da Suriye devleti şapkasını önüne koymalı, derin düşünmeli, stratejik düşünmeli ve birlikte bir şeyler yapmak için acil bir şekilde kararını vermelidir.
Trump iktidara gelmeden önce Ortadoğu’daki savaşın büyüyeceğini ve derinleşeceğini söyledi. Sizce, Gazze’de başlayan sonra Lübnan’a sıçrayan şimdi de Suriye’de devam eden savaş nereye gidiyor?
Dediğim gibi Ortadoğu’daki sorunlar çok derindir. Cinsiyetçilik, ırkçılık, devletçilik, dincilik her şey Ortadoğu’da var. Fakat bu da var; kapitalist modernite Ortadoğu’ya tosladı, tıkandı bir sonuç alamıyor. Dış güçlerle Ortadoğu’daki sorunların çözülmesi mümkün değil. Kalıcı çözüm; Ortadoğu toplumunun aklıyla, iradesiyle olur. Ama kapitalist modernite ellerinden geldiğince bu akla ve iradeye engel oluyor. Çünkü kapitalist modernite her zaman kaos, kriz, sorun olsun istiyor. Dönem dönem bu kriz ve kaostan çıkıldığında hemen savaşla müdahale ediyorlar. Trump’ın ne yapacağını kimse bilmiyor. Ama anladığımız kadarıyla Trump, sorunları kendi çıkarlarına göre çözmek için Amerika’nın askeri, ekonomik, siyasi tüm gücünü kullanacaktır. İlla savaş yöntemleriyle de yapmayabilir, en son bu yöntemi kullanabilir. Önce ambargo gücünü, ekonomik gücünü kullanacak, siyasi baskı kuracak. Bu şekilde Suriye’yi kendi çizgisine çekmek isteyecektir, Lübnan’ı kendisine göre dizayn edecektir hatta Irak ve İran’ı ekonomik, siyasi baskıyla askeri ablukaya alacaktır.
Bu devletleri çaresiz bırakıp kendisiyle ilişki kurmalarını hedefleyecektir. Daha çok bu yöntemleri kullanacağını tahmin ediyorum. Tabi ki gerekli görürlerse savaş yöntemini de kullanacaktır. Fakat bütün bunlar çözüm değildir. Çözüm Ortadoğu’nun demokratikleşmesidir. Bunun temeli de var. Mesela; Ortadoğu’da cinsiyetçilik, ırkçılık, dincilik üzerinden herkes birbirini boğazlıyor, yoruyor, perişan ediyor. Fakat Rêber Apo’nun paradigması tüm toplumların demokratik bir şekilde birlikte yaşamasını öne çıkarıyor. Aslında Ortadoğu’da toplumlar buna açık, önemli olan bunu iyi bir şekilde örgütlemek, öne çıkarmak, mücadelesini güçlendirmektir. Ortadoğu’da demokratik konfederalizm neden mümkün olmasın? Bunun için çalışmak lazım, mücadele etmek ve bunda ısrar etmek lazım. Siyaset boşluk kabul etmiyor. Dün Lübnan, bugün Suriye, belki İran, Irak ve tüm Ortadoğu’da olağanüstü durumlar da yaşanabilir. 100 yıl önceki konsept ya da strateji artık hegemonik güçlere yetmiyor olabilir bu yüzden Ortadoğu’yu çıkarlarına göre dizayn etmek istiyorlar.
Türk devleti Kurdistan Özgürlük Gerillasına karşı verdiği savaşta gerçekleri gizliyor. Mesela Temmuz ayında Türk devleti 5 askerinin öldüğünü açıkladı. Birinin Somali’de, birinin Suriye’de, üç tanesinin de Pençe Kilit adını verdikleri operasyonda öldüğünü belirtti. Fakat en son Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ gerçeğini itiraf ederek Temmuz ayında sadece Pençe Kilit alanında 44 askerin öldüğünü söyledi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bize karşı, halkımıza karşı 50 yıldır yürütülen özel savaşın temel ayaklarından biri de yalan ve manipülasyondur. Türk devleti hiçbir zaman gerçekleri açıklamıyor. Mesela HPG şehitlerini ilan ediyor. HPG şu arkadaşımız, şu tarihte şehit düştü diyor Türk devleti de birkaç gün sonra o arkadaş için işte şurada öldürdük diye açıklama yapıyor. Yalan söylüyor. Kendi kayıplarını, ölümlerini hiçbir zaman doğru bir şekilde açıklamıyor. Birçok personelini de buna göre hazırlamış. Anlaşmaları da var, ailelere eğer oğlunuz bir yerde ölse bunu açıklamama hakkımız var diyorlar. Kendilerine göre hukuki bir ayağını da oluşturmuşlar. Onların son 4 yıllık şu kadar gerilla öldürdük açıklamalarına bakarsak gerilla çok çok büyük bir ordudur. On binlerce gerilladan bahsediyorlar halbuki öyle değil, yalan söylüyorlar.
Büyük bir savaş yürütülüyor, en ileri teknolojiyi kullanarak saldırıyorlar, kimyasal silahların kullanıldığı hukuksuz bir savaş yürütüyorlar tüm bu saldırılara karşı arkadaşlar 24 saat aralıksız bir şekilde direniyor. Bir kez daha tüm arkadaşları selamlıyorum. Tabi ki bizim de şehitlerimiz oluyor, biz bunu reddetmiyoruz, YJA Star, HPG doğru bir şekilde açıklıyor. Fakat Türk devleti her şeyini yalan üzerine kurmuş. Kötü olan toplum bunun farkında değil, ya da geç fark ediyor. Özellikle Türkiye toplumu, Kürt halkı tabi ki daha politik bir halk, savaşı biliyor ama Türkiye toplumu, mesela Yozgat, Amasya, Karadeniz, gerçeklerin çok farkında değil. Türkiye siyasetçileri, genel olarak tüm siyasetçiler Türkiye toplumuna savaş gerçeğini anlatmalılar. 3 Trilyon Dolar bu savaşta harcanmış, bu parayla Türkiye’yi 2 kez daha kurardılar. Türkiye’de fakirlik, işsizlik, açlık olmazdı. Türkiye demokratikleşirdi, uçardı.
Ama Türk devleti hiçbir zaman savaş 3 Trilyon Dolar harcadık demez daha az söyleyecektir. Toplumun bunu anlamasını istemiyorlar çünkü toplum buna göre hareket edip eleştirecektir. Bu yüzden toplumun bilmesini istemiyorlar. Ümit Özdağ gibi biri bile çaresiz kalıp itiraf ediyor onun söylediği de tam olarak doğru değil ama doğruya yakın. Demek ki artık saklayamıyorlar. Bahçeli’den bir eksiği olmayan Ümit Özdağ gibi bir faşistin bile AKP-MHP karşısında tahammülü kalmamış. Çaresiz kalıp kaç kişini öldüğünü açıklıyor. Bu ne durumda olduklarını gözler önüne seriyor. Süleyman Soylu ayakkabı numarasına kadar biliyoruz diyordu, diğeri sayılarını biliyoruz diyordu, bir diğer 4 ay sonra sonlarını getireceğiz, bir dahaki sene sonlarını getireceğiz diyordu ama mücadelemiz şunu ortaya çıkardı; hangi devlet, hangi iktidar, hangi güç olursa olsun Kürt sorununa ciddiye yaklaşmazsa, çözüm üretmezse kendileri yok olacaktır.
Düşünün; başlangıçtan bu yana onlarca Genelkurmayları, onlarca Başbakanları, onlarca Cumhurbaşkanları, onlarca emniyet, istihbarat sorumluları geldi geçti ama PKK hala ayaktadır. Diyalektik budur. Bazen diyoruz ya sıfırdan başladık diye gerçek budur. Rêber Apo sıfırdan başladı. Tabi ki Kürt halkının bir direniş mirası vardı; Şêx Saîd, Seyit Rıza vb. onurlu liderler var tarihimizde ama Türk devleti o kadar vahşi bir şekilde Kürt halkına saldırdı ki Kürtlerin elinde hiçbir şey kalmamıştı. Rêber Apo sıfırdan başladı, hakikati esas aldı ve milyonlara ulaştı. Mesela PKK’nin kuruluş 46. yıldönümü dünyanın her yerinde milyonlarca insan tarafında, halkımız tarafından kutlandı. Hareketimiz sıfırdan bugünlere ulaştı. Bizler savaş gerçeğini, durumun ne olduğunu açık bir şekilde söylüyoruz. Hareketimiz insanlara güven veriyor ama Türk devleti böyle değil, birbirlerine yalan söylüyorlar, toplumuna yalan söylüyorlar, herkese yalan söylüyorlar ve bu yalanları da her gün ortaya çıkıyor. Artık saklayamıyorlar.