14 Temmuz sonrası konsolosluk baskını

Berlin’deki Türk Konsolosluğunun 2 Ağustos 1982'deki baskınında yer alan Parmaksız ve Aral, sivil ve etkili eylem yapma kararı verip gittiklerini belirterek, bugün tecride karşı tepkilerin yetersiz olduğunu söyledi.

Diyarbakır Zindanı'ndaki eylemin etkisi, Avrupa kitlesinin tepkisi ve günümüzde sürdürülen tecridi, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eyleminin başlamasının ertesinde 2 Ağustos 1982’de Berlin’deki Türk Konsolosluğunu protesto eden İsmail Parmaksız ve Muharrem Aral ile konuştuk.

Siz yıllardır Kürt Özgürlük Hareketi içerisinde yer alıyorsunuz. Uzun yıllardır da Avrupa’dasınız. 1982’de önce Mazlum Doğan’ın eylemi, sonra Dörtler’in 18 Mayıs’taki eylemi ve ertesinde Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Ali Çiçek ve Kemal Pir’in başlattığı büyük ölüm orucu eyleminin Avrupa’daki yansımaları ne oldu? 

İsmail Parmaksız: 80’li yıllarda zaten birçok arkadaş yakalanmıştı, zindandaydı. O dönem biz Avrupa’da olanların, yani bizlerin çok öyle fazla kitlesi yoktu ama militan bir yapımız vardı. Zindandaki arkadaşların durumundan haber alınamıyordu. Yer yer Serok Apo üzerinde uygulanan haber alamama durumu, aynı şekilde o dönemde Amed'deki zindanda da vardı. O dönemde bulunduğumuz yerde, yani Berlin’de bildiriler dağıtıyorduk. İşte arkadaşlardan haber alınmıyor, hayatlarından endişe ediyoruz; yani bugünkü gibi... Daha sonra zindanlarda direniş başladı. Mazlum’dan sonra ölüm orucu direnişi başladı. Ölüm orucu direnişini bulunduğumuz yerde kamuoyuna duyurmak için, belli kurumların buna duyarlı kılınması için bir şeyler yapmak istiyorduk.

Muharrem Aral: Kısaca bazı ana noktalara değinmek istiyorum. En başta 14 Temmuz şehitlerimizi saygıyla anıyorum. Anılarına ölümüne bağlı kalacağımızı belirtiyorum. Öncelikle cezaevlerine dayatılan teslimiyet ve ihanetin çok kötü etkisi vardı. İşkencelerle ve benzeri dayatmalarla cezaevinde bulunan binlerce yurtseverimiz, arkadaşımız üzerinde etkiler yaratarak teslim alınmaya çalışıldı. Hatta Şahin Dönmez önderliğinde, Yıldırım Merkit, Genç Kemalistler adı altında örgütlendirildi; teslimiyete çekmek, direnişi kırmak için. En başta da cezaevinde geliştirilen bu teslimiyet ve ihanete karşı Mazlum Doğan yoldaşı saygıyla anıyorum. Üç kibrit çöpüyle yaşamını bu uğurda feda etmesi hepimiz açısından öğreticidir. Aynı zamanda cezaevlerinde gelişen ihanete ve teslimiyete karşı direniş tohumlarının atıldığı bir durum. Ardından Dörtler'in geliştirdiği eylem de oldukça hayatidir, önemlidir. Düşmanın tüm dayatmalarına karşı kahramanca direnerek bedenlerini ateşe vererek Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner arkadaşlarımızın o şekilde şehadete ulaşması oldukça önemlidir. Yani halk boyutuyla çıkarılması gereken sonuçlar vardır.

Cezaevlerine dayatılan her türlü teslimiyete, ihanete karşı vurulan en büyük darbedir. Bu arkadaşlarımızın yaptığı eylemlerin tümü kahramanlık olarak değerlendirmek gerekir. Kahramanlık destanıdır.

Cezaevlerinde geliştirilen bu direnişin ve şehadetlerin elbette dışarıya da yansıma durumu oldu. Biz Avrupa’da yaşayanlar üzerinde de yarattığı büyük etkileri oldu. Bizin Avrupa’da, yaşanan bu direnişleri, şehadetleri anı anına izleme durumu vardı. Bizi de derinden etkiliyordu. Bu yönüyle düşmanın saldırılarına karşı çıkma, aynı zamanda arkadaşlarımızın eylemlerini sahiplenme amacıyla burada birçok eylem yapıldı. Açık grevleri, yürüyüşler, mitingler ve benzeri yapıldı.

Siz Mazlum Doğan’ın şehadet haberini nasıl aldınız, 14 Temmuz direniş haberi size nasıl ulaştı? Ayrıca 1982’de açlık grevleri başlayınca Berlin’deki Türk Konsolosluğu protesto edildi. Siz de bu protestoda yer aldınız. O protesto nasıl gelişti?

İsmail Parmaksız: Sonradan haberi aldık. Hemen anında şehadet haberini alamadık burada. Haberleri aldıktan sonra burada kimi eylemler yaptık ama bu eylemler çok büyük değildi ilk etapta. Zindanda ölüm orucu başladığı zaman bir araya geldik. O zaman çok fazla yapımız da yoktu. Sınırlı bir kitleye sahiptik. Yani çok az arkadaşımız vardı. Buna karşı bir şeyler yapmamız gerektiğini tartıştık. Yani yürüyüş yapsak da o dönem fazla bir kitlemiz yoktu. Diğer sol hareketler çok güçlüydü o zaman. Fakat onların belli bir kesimi dışındakiler bu işe fazla duyarlı değildi. Kendilerini bu işin içinde görmüyorlardı. Biz en sonunda bu meseleyi kamuoyuna duyurmamız gerekir diye tartıştık. Nasıl olacak? Nasıl tepki vereceğiz? Bunları tartışıyorduk.

O dönemlerde Türk devletini temsilen bir konsolosluk vardı. Bir araya geldik. Birkaç kişi de olsa Ala Rizgari, Rizgari vardı. Onları da çağırdık. Ülkenin durumunu anlattık. Zindanlarda direniş var, bu direnişe cevap olmak için bir şeyler yapılması gerektiğini konuştuk. Şiddete dayalı olmayan, şiddet içermeyen bir oturma eylemi yapalım, basına haber verelim, dedik. Taraflar öneriyi kabul etti. Planımıza göre saat 09.00’dan 10.00’a kadar konsolosluğa girilecekti. O zaman konsolosluk bugünkü gibi değildi. Rahat giriliyordu konsolosluğa. İkişer ve tekli olarak konsolosluğa girmeyi planladık. Oturma eyleminin ülkede faşist cuntanın arkadaşlara yönelik işkence uyguladığını, arkadaşlarımızdan haberdar olmadığımızı, orada ne olduğundan hiç haberimizin olmadığını, sağlar mı, yaşıyorlar mı, bu durumu kamuoyuna duyurmak istediğimizi belirttik. Rizgari ve Ala Rizgari’dekiler de kabul etti önerimizi. Onlar da ikişer kişiyle katılacaktı. Saat belirledik. Saat 10.00 gibi metroda buluşup ikişer kişilik gruplar halinde konsolosluğa girecektik. Sonra Rizgari ve Ala Rizgari’deki arkadaşlar gelip, "bizim arkadaşlarımız çalışıyor, o nedenle gelemeyecekler" dedi. Biz de bu eylemi yapacağımızı söyledik.

KURDİSTAN KELİMESİ GEÇİNCE SALDIRDILAR

Biz içeri girdik. İçeri girdikten sonra bir açıklamamız vardı, Almanca ve Türkçe okuduk. Önce Almancasını, sonra Türkçesini okuduk. Eylemimizin amacını açıklarken de “Amacımız burada bir oturma eylemi yapmaktır” dedik. Orada olan sivillere de "ülkede bir sorun var, bu sorun ülkede yaşanıyor. Arkadaşlarımız orada açlık grevinde. Onlardan haberdar değiliz. Yaşayıp yaşamadıklarını bilmiyoruz. İnsan olarak herkesin buna sahip çıkması lazım. Siz de sadece bizi dinleyin" dedik. Sonra ben bildiriyi okurken Kurdistan kelimesi geçer geçmez arkadan konsolosluk görevlileri harekete geçmeye başladı. Sopalarla bize saldırmaya başladılar fakat biz de kapıda önlem almıştık. Orada bir kavga çıktı. O kavgada onlar yaralandı. Az olmamıza rağmen -12-13 kişi idi sayımız-, en son biri silah doğrulttu. O dönem bizim Amedli bir arkadaşımız vardı. Kendisi boksördü. Göğsünü açtı ve “Kemalistin çocuğu, bu silahı çekebilecek misin?” diye silahı çekene yumruk attı. Yumruğu yedikten sonra adam bir tarafa gitti, silah başka tarafa. Sonrasında Başkonsolos çıktı. O da bir iki tane yedi. Bağırtı çağırtı başlayınca -yanda polis karakolu vardı-, polis gelmeye başladı. Tabii millet aşağı inince biz de onlarla beraber aşağı indik.

Biz çıktıktan sonra herkes aynı şekilde ikişerli olarak taksiyle ayrılacaktı. O ara baktık Muharrem arkadaşımız yok. Bir arkadaşı gönderdik, ne olduğunu öğrenmesi için. Muharrem arkadaşa biri silahın kabzasıyla arkadan ensesine vurduğu için baygınlık geçirmiş.

Biz dağıldıktan sonra beş konsolosluk personeli hastane acil servisine götürülmüş. Orada Muharrem arkadaş da var. Yaralılar sedyede uzanmış. Orada yaralı konsolosluk personeli, “Bu namussuzları niye vurmadık” diye kendi aralarında konuşuyor. O esnada Muharrem arkadaş kafasını sedyeden kaldırıp “Siz daha konuşuyor musunuz?” diye tepki gösterince orada gözaltına alınıyor. Dışarıda ise metroda iki arkadaş gözaltına alınmıştı. Biz önceden avukat tutuğumuz için kısa bir sürede arkadaşlarımız bırakıldı. Saat 24.00'e doğru arkadaşlarımız bırakıldı.

MAZLUM’UN ŞEHADETİNİ İLK DUYANLARDAN

Muharrem Aral: Ülkede yaşanan gelişmeler, zindandaki direniş, şehadetler, yüz binlerce insanımızın işkenceden geçirilmesi, gözaltına alınması gibi korkunç soykırımcı faşist bir yaklaşım vardı. Buna karşı Avrupa’nın, dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım halkımızı sahiplenme, şehitlerimizi sahiplenme en temel görevlerimizden biridir. Bu temelde Avrupa’da da bazı etkinlikler gelişti. Onların uygulanmasına karşı Berlin’de de böyle bir eylem yapıldı. Eylemin içinde ben de vardım. Hatta yaralanma durumum da oldu. Şunu söyleyebilirim; koruma polisi silahını çekti. Sıkmakta çekindi. Bir yerde sıkmak istiyordu ama sıkamıyordu. Alman polisinin gelmesiyle beraber arkadaşlar çıktı, ben çıkamadım. O anda yediğim darbeler var. Yani buradan 16-17 dikiş aldım. Kafama vurulan dipçik darbesiyle bayılmışım. Hastaneye kaldırıldım.

Avrupa’da Heval Mazlum’un şehadetini ilk duyanlardan biri benim. Heval Fuat, İsveç’ten aramıştı. Ben de gerekli yerlere ilettim durumu. Önemli bir direnişti bu.

O dönem ben Hunerkom’da yer alıyordum. Cezaevinde yaşananları oyunlaştırıp oynuyorduk da. Mesela Mazlum Doğan arkadaşın direnişini konu alan bir oyun hazırlayıp oynadık.

Eylemin etkisi nasıl oldu?

İsmail Parmaksız: Bütün basın, uluslararası ve Alman basını eylemi sempatik bir dille verdi. Hem de baş sayfalarda verdiler. Haklı bir eylem yaptığımız ortaya çıktı. Tamam, konsolosluk personeli dayak yedi ama vurma dövme amacıyla konsolosluğa gitseydik daha farklı tedbirler alırdık. Onlar bize balta, zincir, sopa ile saldırınca bizimkiler onların elinden alıp onlara vurdu. Yani öyle bir durum yaşandı. Olumluydu, bayağı olumluydu. O bize bir güç de verdi.

Muharrem Aral: Neredeyse bir aya yakın bu haber basına yansıdı. Büyük bir etki yarattı. Aynı zamanda mücadelemizin sesi de duyulmaya başlandı. Yani bir suskunluk vardı Avrupa basınında. Yayın kanallarında vermiyorlardı. En azından böyle bir eylemliliğin basına yansıması, sesimizin duyulması anlamında oldukça önemli bir rol oynadı. Tabii ardından yürüyüş, eylem, miting, açlık grevi vb. birçok eylem gelişti.

TECRİDE KARŞI TEPKİLER YETERSİZ

Bir yandan cezaevlerinde direniş var ve bu direniş halen de sürüyor. Özellikle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde ağırlaştırılmış bir tecrit var. Mutlak bir iletişimsizlik hali söz konusu. O süreç ile karşılaştırarak tecride karşı tepkiyi nasıl buluyorsunuz?

İsmail Parmaksız: Başkan Apo’dan bir haber yok. Durumu nedir, bilinen bir şey yok. Şimdi biz bugün baktığımızda pasifiz. Onu belirteyim. Bu kadar kitle, bu kadar destek var ama biz pasifiz. Alışılagelmiş eylemlerle bu işi götürmeye çalışıyoruz ama bu yeterli değil. Bunun üzerinde durmamız gerekir. Daha etkili, daha farklı bir eylem biçimiyle bu vahşeti kamuoyuna duyurmamız lazım. Dünya biliyor ama harekete geçmiyor. Belli kurumların harekete geçmesi için daha farklı eylemlerin yapılması lazım. Barışçıl temelde yapılması lazım; yani şiddete dayalı olsun demiyorum. O imkanlarımız var. Yani bugünkü eylemleri ben yetersiz görüyorum. Çok çok yetersiz görüyorum. Yani böyle devam ederse bu işe cevap olamayız. Belli kurumları harekete geçiremeyiz. Bunu belirteyim. Daha detaylı düşünmemiz lazım, geniş tartışmamız lazım. Neler yapabiliriz, nasıl yapabiliriz ki bunu dünya kamuoyuna zorlayabiliriz gibi. Bu yönden durumumuzun yetersiz olduğunu belirteyim ben. Avrupa’da biz yetersiziz.

Muharrem Aral: Soykırımcı faşist Türk devletinin en temel yönelimlerinden biri Önderliğimizi etkisiz, işlevsiz hale getirmektir. Hücre cezalarıyla, verilen cezalarla hem üzerinde psikolojik etki yaratma hem de gerek genel anlamda Önderliğimizin adının anılmaması, gözden düşürülmesi için böyle bir uygulama var. Alçakça bir uygulama var. Önderliğimize karşı uygulanan, en başta halkımıza karşı uygulanan tecrittir. Soykırımcı rejim, hiçbir Kürt'ün en ufak bir hak dahi elde etmemesi yaklaşımı gösteriyor. Bunu da Önderliğimiz şahsında yapıyor. Gözden düşürerek hatta marjinalleştirerek etkisini; dünyada, bölgede ve halk olarak Kürtler içinde yarattığı etkiyi gözden düşürmek istiyor. Sürece yayarak kendi kirli hedefine, amacına ulaşmaya çalışıyor.

Cezaevlerinde her gün bir ölü çıkıyor neredeyse. 30 yıl yatmış kişiler pişmanım demediği için bırakılmıyor. Ölüme terk ediyorlar. Öyle onlarca arkadaşımız var. Müthiş direniş sergiliyorlar. 

Avrupa boyutuyla değerlendirirsek, ülkedeki gelişmeler bizi yakından ilgilendiriyor. Yaşamsaldır. Bu yönüyle daha zengin eylemliliklerle ortaya koymamız gerekiyor. Önderliğimizi, mücadelemizi ölümüne sahiplenmemiz gerekiyor. Bizim can damarımızdır, yaşam damarımızdır. Onun için elimizden ne geliyorsa yapmamız gerekiyor.

Şu anda ben yeterli görmüyorum. Yeterli bir eylemlilik yok. Tepkiler gelişiyor, var. Önceden de vardı tepkiler ama onu güçlendirmek gerekiyor, zenginleştirmek gerekiyor. Farklı yaratıcı eylemliklerle, etkinliklerle düşmanın bu yönelimini deşifre edici, boşa çıkartıcı, Önderliğimize mücadelemize sahip çıkacak eylem tarzları olmalı.