GÖRÜNTÜLÜ

İdris Baluken: Devlet de toplum da sorumluluk almalı

Eski İmralı Heyeti Üyesi İdris Baluken, Önder Apo’nun manifestosunun sığ yaklaşımlardan uzak, tarihsel bir perspektifle değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, bu sürecin başta devlet olmak üzere her kesime büyük bir sorumluluk yüklediğini ifade etti.

İDRİS BALUKEN

Önder Apo’nun, İmralı Heyeti tarafından 27 Şubat’ta açıklanan “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı, Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’da olduğu gibi küresel düzeyde de büyük bir yankı uyandırdı. Önder Apo’nun Kürt sorununun demokratik ve siyasi çözümünden yana ortaya koyduğu bu tarihi tutumunu, öcdeki İmralı Heyeti Üyesi, Kürt Siyasetçi İdris Baluken ile konuştuk. 


‘TARİHİ MANİFESTOYLA SÜRECE MÜDAHİL OLAN BİR LİDER VAR’

Önder Apo’nun birçok kesim tarafından merakla beklenen “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı, İmralı heyeti tarafından açıklandı. Önder Apo, ortaya koyduğu manifestoyla aynı zamanda yeni bir sürecin başlangıcını ortaya koydu. Siz bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle, 26 yıl aradan sonra Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın, Kürt halkının demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesini Ortadoğu ve dünya siyasetinin merkezine oturtmuş olmasını tarihsel bir perspektiften değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. 26 yıl önce, uluslararası bir komployla kendisinin dünyada sığınacak bir yer bulamayacak şekilde tasfiye edilmek istendiğini ve kendi halkıyla, örgütsel yapısıyla bağlarının tamamen koparılmasının hedeflendiğini biliyoruz.

Sonrasında ise İmralı’da ağır bir işkence ve tecrit sistemi içerisinde tutuldu. Ancak tüm bunlara rağmen, Sayın Öcalan’ın ideolojik ve düşünsel anlamda büyük bir yoğunlaşma göstererek özgürlük, demokrasi ve barış iradesini bugüne kadar taşıması ve bunu bölgesel ve küresel siyasetin merkezine konumlandırması, çok önemli bir tabloyu bizlere sunuyor. Dün, neredeyse tüm dünyada bu gündem şekillendi ve bu, mesajın içeriği kadar şekilsel ve tarihsel anlamda da önemli bir gelişmeydi. Bunu özellikle vurgulamak istedim.

Ortaya çok güçlü bir mesaj çıktı; barış umutlarını yeniden güçlendiren, demokratik dönüşümü ve özgür bir geleceğin sadece Kürt halkı için değil, Türk halkıyla birlikte tüm Ortadoğu halkları için de geçerli olabileceğini ve yürürlüğe girebileceğini belirten bir manifestoydu.

Sayın Öcalan, Orta Doğu yeniden şekillenirken yalnızca bugünün siyasi konjonktürünü değil, elli yıllık, hatta yüz yıllık bir bölgesel gerçekliği baz alarak sürece müdahil olmaktadır. Eğer muhatapları olumlu yaklaşırsa, kısa vadede halkların yararına ciddi gelişmelerin önünü açabilecek bir öneri paketi sunduğunu söyleyebiliriz. Bundan sonraki süreç, artık Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu bu yoğunlaşma düzeyi yüksek, samimi ve ciddi yaklaşımına denk düşecek bir tutumun gelişip gelişmeyeceğine bağlı olarak şekillenecektir.

‘ÖNCEKİ SÜRECİN BAŞARISIZ OLMASININ TÜRKİYE’YE FATURASI AĞIR OLDU’

Önceki dönem İmralı Heyeti içerisinde yer aldınız. O dönemde müzakereler yürütüldü, ancak devletin tutumundan dolayı süreç sekteye uğradı ve başarıya ulaşamadı. Bugün yeniden geliştirilmek istenen süreçle, o dönemi kıyaslarsak ne demek istersiniz? O gün devrilen masanın bugün yeniden inşa edilmek istenmesini nasıl yorumlamak gerekir?

Aradan neredeyse on yıl geçti ve çok ağır bir süreç yaşandı. Bedelleri ağır olan bir dönem toplum üzerinde ciddi bir baskı yarattı. Bölgesel düzeyde de bu on yıllık süreçte çok önemli gelişmeler yaşandı. Kürt tarafı açısından süreç zorluydu; bedeller ödendi, neticede bir “çökertme konsepti” uygulandı ve Kürt siyasi hareketinin iradesi tamamen kırılmak istendi. Ancak on yıllık süreç sonunda bunun başarılamadığını ve Kürt hareketinin iradesini ve mücadele dinamizmini dimdik ayakta tuttuğunu söyleyebiliriz.

Devlet açısından da farklı bir tablo ortaya çıktı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş düzeyde bir yönetsel, yapısal, hukuksal ve ekonomik kriz durumu meydana geldi. Çözüm masasının devrilmesinin her iki tarafa etkisini bu tablo üzerinden okuduğumuzda, aslında on yıl önce Dolmabahçe Mutabakatı ile ortaya konan müzakere perspektifi hayata geçirilseydi, Türkiye bugün içinde bulunduğu kriz ve çöküş durumunu yaşamayacak, Kürt halkı açısından da bu kadar sancılı ve ağır bir süreç ortaya çıkmayacaktı.

Öte yandan, Ortadoğu denkleminde çok ciddi gelişmeler yaşandı. Filistin, Lübnan ve Suriye ekseninde yaşanan gelişmeler, Kürt meselesinin artık çözümsüz kalamayacağı bir noktaya gelmesine neden oldu. Dolayısıyla tüm bunları bir araya getirdiğimizde, Kürt meselesinin çözümü artık hayati bir önem taşımaktadır. Gelinen nokta, denizin bittiği ve çözümün kendini dayattığı bir noktadır.

Türkiye Devleti’nin veya mevcut hükümetin böyle bir arayışa girmesini bu gelişmelerden bağımsız ele almamak gerekir. Sayın Öcalan, barış ve demokratik siyasi çözüm etrafında yeniden tüm dünya gündemine giren bu tavrı aslında otuz yılı aşkın süredir sürdürmektedir. 2013-2015 çözüm sürecinde de Dolmabahçe Mutabakatı ile bunu açıkça ortaya koymuştu.

Bugünkü tabloya baktığımızda Sayın Öcalan, bulunduğu yerde çalışmalarına devam etmekte ve barış ile demokratik siyasi çözümü önceleyen konumunu korumaktadır. Devlet açısından ise gerek ülke içinde yaşanan krizler gerekse Orta Doğu ekseninde Kürt meselesinin kendi çözümünü dayatması nedeniyle yeni bir pozisyondan bahsedebiliriz. Bundan sonra, bu pozisyona denk düşecek somut ve pratik adımları devletin ve hükümetin atıp atmayacağı belirleyici olacaktır. Eğer samimi ve ciddi bir yaklaşım olursa, Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu barış ve demokrasi çözümü, tüm Orta Doğu açısından yepyeni bir sürecin kapısını aralayabilir.

‘DEVLETTEN BEKLENEN NET OLARAK ORTAYA KONMUŞTUR’

Türk tarafı, Önder Apo’nun tarihi manifestosunda özellikle PKK’ye yaptığı silah bırakma çağrısını ön plana çıkarıyor. Tarihi çağrının metnine yansıtılmasa da Sırrı Süreyya Önder, Önder Apo’nun “Şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendisini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” sözünü aktardı. Tüm bunlara rağmen bazı kesimlerde bir kafa karışıklığı da mevcut. Bu sürecin başarıya evrilmesi için devletin atması gereken adımlar ne olmalıdır?

Sayın Öcalan’ın bu konudaki tutumu aslında oldukça netti. Sırrı Süreyya Önder, belitmiş olduğu o cümleyle aslında Sayın Öcalan’ın sürece dair devlet ve hükümet nezdinde ortaya koyduğu o beklentiyi ifade etmiş oldu. Açıklanan manifesto hem Kürt tarafına hem de Türkiye Devleti’ne veya hükümetine belli anlamda görev ve sorumluluklar yüklüyor. Kürt hareketi açısından bir kafa karışıklığı veya herhangi bir muğlaklık zaten yok. Kürt halkı ve Kürt hareketinin, Sayın Öcalan’ın ortaya koymuş olduğu çalışmaya ciddi yaklaşılması durumunda hazır olduklarını belirten açıklamaları oldu. Bu tutumları, bir netlik ortaya koyuyor.

Ancak devlet ve hükümet açısından bugüne kadar, yani Devlet Bahceli’nin DEM Parti sıralarına giderek kamuoyuna yansıtmış olduğu o fotoğraftan bugüne kadar söylemle eylemin çeliştiği ve ciddi anlamda da güven bunalımı yaratan, kafa karışıklığı yaratan uygulamalar söz konusu. Yasal ve anayasal düzenlemeler, demokratikleşmeyle ilgili olması gereken gündemler hayata geçirilmedi. İmralı Adası’nda sürdürülen tecritte de beklenen düzeyde bir gelişme sağlanmadı. Aile ve avukat görüşleriyle ilgili engeller devam etmektedir.

‘SAYIN ÖCALAN’IN OLDUĞU MÜZAKERE MASASINDA KÜRTLER KAYBETMEZ’

Tüm bunlara rağmen Sayın Öcalan, Orta Doğu’nun genel durumunu göz önünde bulundurarak, aslında bütün Orta Doğu halklarının elli yılını, yüz yılını kurtarmaya dönük bir çaba sarf ettiğini bir kez daha ortaya koydu. Ancak bunu yaparken de devlete ve hükümete de sorumluluklarını hatırlatma ihtiyacı duydu. Çünkü demokratik siyasetin önü açılmazsa, yasal düzeyde Kürt meselesinin çözümü veya Türkiye’nin demokratikleşmesini ilgilendiren birtakım adımlar hayata geçirilmezse, bu sürecin ilerleme şansı olmayacak.

Öte yandan, Kürt halkının haklarıyla ilgili ortaya çıkan kafa karışıklığını, sürece dair tutumlarını açıkça ifade edemeyen çevreler tarafından manipüle edilmek istenen bir alan olarak değerlendirmek gerekir. Sayın Öcalan’ın, Kürt halkının demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesine katkıları açıktır. Kimliği, dili ve kültürü yok sayılan bir halkın yeniden tarih sahnesine çıkışı ve siyasal bir özne haline gelmesi, Sayın Öcalan’ın yürüttüğü politik çalışmaların bir sonucudur.

Son 26 yılını bir ada hapishanesinde, parmaklıklar ve duvarlar arasında geçirmesine rağmen Sayın Öcalan, hiçbir zaman halkının taleplerinden geri adım atmamış, aksine yeni fikirsel açılımlarla bu mücadeleyi güçlendirmiştir. Bu nedenle Kürt halkının, Sayın Öcalan’a dair herhangi bir tereddüt taşıdığını söylemek mümkün değildir. Örgütlü yapılarıyla birlikte Kürt halkı, Sayın Öcalan’ın geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de süreci doğru yöneteceğine güvenmektedir.

Sayın Öcalan’ın dahil olduğu bir müzakere sürecinde Kürt halkının kaybetmeyeceğini ve bu sürecin yalnızca Kürt halkı için değil, Türkiye’de ötekileştirilen tüm kesimler için kazanımlar sağlayacağını halkımız çok iyi bilmektedir.

‘DARBE MEKANİĞİ TEHLİKESİ DİKKATE ALINMALI’

Medya Haber televizyonuna konuşan DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayyip Temel, Önder Apo’nun bir darbe mekaniğinin yeniden harekete geçeceği uyarısında bulunduğuna dikkat çekti. Bu uyarıya dair bir bilginiz var mı?  Daha önceki deneyimlerinizi de göz önüne aldığınızda Önder Apo2nun bu uyarısı hakkında ne söylemek istersiniz?

Kürt meselesinin çözümsüz kaldığı ve savaş makinesinin çalıştığı her dönemde böyle bir darbe mekaniğinin devreye girebileceğini öngörebiliriz. Türkiye'nin yakın geçmişi de bunu gösterdi. Bu kesintisiz darbe mekaniğinin önüne geçmek için Sayın Öcalan, geçmişte çözüm sürecinde de sürekli uyarılarda bulunuyordu ve Türkiye’nin demokratikleşerek, devletin yapısını toplumla bütünleştirerek bu darbe mekaniğinden sıyrılabileceğini ifade ediyordu.

O dönem biz heyet olarak darbe mekaniğini ilk dillendirdiğimizde, Türkiye’nin demokrat, liberal veya sol kesimlerinden "Bu saatten sonra Türkiye’de darbe mi olur, darbe mekaniği mi işler?" gibi yorumlar duymuştuk. Ancak sonraki süreçte nelerin yaşandığını hep birlikte gördük. Hem askeri hem de sivil anlamda ortaya konan darbe pratiği, Sayın Öcalan’ın yaptığı tespitlerin ne kadar isabetli olduğunu gösterdi.

Sayın Öcalan bugün de bu tehlikeyi görüyor. Kürt meselesini çözen ve demokratikleşmesini sağlayan bir Türkiye, ancak geçmişe ait bu ayıplı sayfalardan kurtulabilir ve kendi güncelinde toplumla bütünleşerek huzurlu bir yere ulaşabilir. Sayın Öcalan, bu çerçevede bir değerlendirme ortaya koydu. Bu tespitin en başta hükümet ve devlet cenahı tarafından önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum.

‘STRATEJİK HAMLENİN ETKİSİ KISA SÜREDE ANLAŞILACAK’

Önder Apo’nun bu tarihi çağrısı, bir anlamda hem Türkiye hem de Kürt halklarına büyük bir sorumluluk yüklüyor, öyle değil mi? Bu sürecin başarıya ulaşması için farklı toplumsal ve siyasi kesimler ne yapmalı?

Evet, bu çok önemli bir soru. Ondan önce şunu özellikle vurgulamak isterim: Sayın Öcalan, sadece bugünden yarına ülke veya bölge genelinde yaşanan gelişmelere göre pozisyon alan bir lider değil.

Geçmişte de bunu gördük. Bölgesel ve küresel gelişmeleri çok iyi değerlendirerek önümüzdeki elli, belki de yüz yılın siyasi arka planını inceliyor. Bunu yaparken de siyasi, sosyolojik, felsefi ve tarihsel gerçeklerden yola çıkarak hareket eden bir tarza sahip. O nedenle, Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu stratejik hamleleri anlamlandırmak bazen günübirlik siyasetin sığlığına düşenler için zor olabilir. Ancak süreç ilerledikçe, onun yaptığı hamlelerin değeri anlaşılır.

Hatırlarsanız, 2013-2015 çözüm süreci başladığında, farklı kesimlerde, hatta Kürt halkının bazı çevrelerinde bile kafa karışıklıkları vardı. Çok sert bir savaş süreci yaşanıyordu. Siyasi tutuklamalar vardı. Hükümet, Kürt politikasına veya demokratikleşmeye dair herhangi bir irade göstermiyordu.

O dönemde herkes, “Bütün bunlar olurken neden böyle bir sürece ihtiyaç duyuldu?” sorusunu soruyordu. Ama zaman içinde Rojava’da yaşanan gelişmeler, Rojava’daki devrim sürecinin ete kemiğe bürünmesi, Kürt siyasi hareketinin HDP şahsında Türkiye siyasetinde yüzde 6-7’lik bir bandından yüzde 13’e sıçraması ve Türkiye siyasetinde kilit bir konuma oturması; her iki ana eksen arasında üçüncü bir alternatif adres olarak öne çıkması; Sayın Öcalan’ın da hep yanlış tanıtılan imajının aksine, ilk defa Türkiye toplumunda (Fırat’ın batısında ve uluslararası kamuoyunda), bir barış lideri olarak anılması, hep çözüm süreci sayesinde oldu.

İnsanlar çözüm sürecini genellikle masa devrildikten sonraki yönüyle ele alıyor, ancak sürecin Kürt halkı, Türkiye’deki devrimci ve demokrat kesimler açısından kazandırdıklarını görmezden geliyorlar.

Bugünkü süreci de ben buna benzetiyorum. Evet, birtakım kaygılar, endişeler ve günübirlik siyasete bakarak anlamlandırma zorlukları olabilir. Ancak liderlik, barış liderliği dediğimiz şey tam da budur. Tüm bu ezberlere takılmadan stratejik hamleyi yapma cesareti göstermek ve bu riski alabilmektir.

Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu hamlenin değeri kısa sürede anlaşılacaktır. Etkileri ise uzun vadede tüm gelişmeleri şekillendirecek bir tarihi dönemeç olacaktır. Bu nedenle bunu özellikle ifade etmek istedim.

‘SAYIN ÖCALAN HERKESE SORUMLULUK YÜKLÜYOR’

Öte yandan, metnin içeriğinde de vardı: Sayın Öcalan’ın herkese tanımladığı sorumluluk alanlarından bahsedebiliriz. Her şeyden önce devlet ve hükümete belirttiği çerçevede, yeni bir yüzyılın heba edilmemesi, yeni yüzyılın demokratik bir cumhuriyet etrafında şekillenmesi için demokratik siyasetin önünün açılması, demokrasinin önündeki engellerin kaldırılması ve buna uygun yasal düzenlemelerin yapılması yönünde bir çağrısı var.

Bu noktada, devlet ve hükümet yetkililerinin kayıtsız kalmaması hem içten bir temennimizdir hem de elzem bir gerekliliktir.

Kürt tarafına da demokratik dönüşümü esas alan, kendini buna göre şekillendiren ve örgütlenmesini buna göre yapan, çağın siyasetine bu çerçevede yön veren ve güncel gelişmeleri bu anlamda ele alan bir görev ve sorumluluk yüklenmiştir. Kürt siyasi hareketinin bu bağlamda ortaya koyduğu demokratik dönüşüm gücü ve yakın dönemde gösterdiği başarılı pratik, Sayın Öcalan’ın perspektifi doğrultusunda yoğun bir çaba içerisine girilmesi gerektiğini gösteriyor.

Bu noktada, Kürt siyasi hareketinin farklı dinamikleri, kendi önlerine görev ve sorumluluklar koyarak gereğini yerine getirmek için harekete geçeceklerdir.

Bunun yanı sıra Sayın Öcalan, tüm toplumsal kesimlere de demokrasi ve barış konusunda sorumluluk yüklüyor. Sürecin desteklenmesi, toplumsallaşması ve başarıya ulaşması için herkesin bu sürece katkı sunması gerektiğini vurguluyor.

Yüzyıllık sorunlarımız karşısında dönemsel görev ve sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz takdirde, yüzyıllık bir çözüme yürüyebileceğimizi gösteriyor.

Bu nedenle önümüzdeki dönemde, devlet ve hükümetin ortaya koyacağı tutuma kilitlenmek veya onu esas alarak hareket etmek yerine, Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu perspektif doğrultusunda demokratik toplum ve barışı inşa etme çabalarını yoğunlaştırmanın çözüme katkı sunacağına inanıyorum.

Barış ve demokrasi mücadelesi, tek bir kişinin omuzlarına bırakılmayacak kadar büyük, kolektif bir emek ve fedakârlık gerektiren bir süreçtir. Daha önceki çözüm sürecinde başarılamayan toplumsallaşma ayağı, bu dönemde (hükümetin ve devletin tutumu ne olursa olsun), büyütülmeli ve bu süreç, hükümet ve devlet nezdinde bir barış ve demokrasi baskısı oluşturmalıdır.

‘MUHALEFETİN DESTEĞİ SÖYLEM DÜZEYİNDE KALMAMALI’

Burada Türkiye muhalefetiyle ilgili de birkaç şey söylemek gerekir. Ana muhalefet CHP'nin, sürecin başından beri söylem düzeyinde kalan olumlu yaklaşımları oldu. Geçmişte çözüm sürecine kategorik olarak karşı duran MHP ve Devlet Bahçeli'nin bu süreçte en azından söylem düzeyinde de olsa, nihai bir barışla ilgili Türkiye'nin ihtiyacı üzerinden ortaya koydukları tutumları oldu. Bunlar önemlidir.

Fakat bunların söylem düzeyinde kalmaması gerekiyor. Türkiye'de şu anda meclis içerisinde kalan birkaç irili ufaklı ırkçı, milliyetçi, marjinal parti dışında hemen hemen bütün temsiliyetleri mecliste veya parlamento dışında temsil eden siyasi partiler, sivil toplum yapıları, sivil barış sürecine destek sunabileceklerini açıkladılar. Bu çok önemli bir husus, ancak bunun artık söylem düzeyinden eylem düzeyine kayması gerekiyor. Yani parlamento içerisinde demokratik dönüşümü sağlayacak, kalıcı barışı yakınlaştıracak yasal düzenlemelerle ilgili inisiyatifler geliştirilmeli. Meclisin ana gündemi demokrasi ve barışçıl bir gelecek üzerine işletilmeli.

Keza her siyasi parti veya sivil toplum örgütü, kendi tabanını artık hükümetin tutumundan bağımsız olarak bu demokratik ve barışçıl geleceğe hazırlamalı. Bunun için etkin bir kampanya yürütecek bir sorumluluğun altına girmeli, diye düşünüyorum. Eğer sürece dair yaklaşım bu sorumlulukla gelişirse, Sayın Öcalan'ın orta ve uzun vadeyi tümüyle kurtarma adına ortaya koyduğu bu hamlenin, ülkenin kısa vadeli geleceğini de kurtarma açısından çok önemli bir işlev göreceğini düşünüyorum.

 

.