İktidar küresel rekabet için emek maliyetini düşürüyor

Ekonomi yönetiminin küresel ekonomik alandaki rekabete dahil olabilmek adına emek maliyetlerini düşürdüğünü söyleyen Özgür Müftüoğlu, belirlenen ücretlerin enflasyon altında kalmasının ana nedeni olarak bu politikayı işaret etti.

Ücret zamları yeni yıl ile birlikte netleşirken, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Emeklilerin yılı’ olacak dediği 2024’te, bir emekli aylığı en düşük 10 bin TL olarak belirlendi. Enflasyon rakamlarıyla belirlenen ücretler, yapılan zamlarla günden güne eriyor. Çalışma Ekonomisti, Akademisyen-Yazar Özgür Müftüoğlu, ücretlerin bu kadar gerilemesinin sebebinin iktidarın yeni ekonomi yönetimi ile küresel ekonomik rekabete dâhil olmaya çalışması olduğunu söylüyor. Müftüoğlu, emeğin maliyetlerini düşürmenin ülkeyi yabancı sermayeye cazip hale getirmek olduğunu da ifade ediyor.

Emekli ücretlerine yapılan bu düşük artış üzerinden iktidarının ücret politikalarını ve bunu yapma sebeplerini Özgür Müftüoğlu ile konuştuk.

Ekonomi yönetiminin yeni yıl ile birlikte uyguladığı politikalar çerçevesinde ücretler belirlendi. Çoğu da enflasyon altında kaldı ve hatta yeni yıl ile birlikte gelen zamlarla da erimeye devam edecek gibi görünüyor. Bu ücret politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?

İktidar seçimlerden bu yana yeni ekonomi yönetimiyle birlikte -kendileri açısından- Türkiye’nin konumuna da bağlı olarak, küresel ekonomi içerisindeki o rekabet edebilme kabiliyetini yeniden elde etmek için gereklikleri yapmaya çalışıyor. Bu da büyük ölçüde emek maliyetini düşürmek üzerinden yürüyor. Çünkü Türkiye hala küresel ekonomideki ve rekabetteki yerine ancak emek yoğun üretimle koruyor. Yani onun dışında, daha kat kat değer üretecek bir teknoloji yoğun üretim söz konusu değil. Aksine Türkiye bu konularda daha da geriledi geçtiğimiz dönem içerisinde. Nitelikli iş gücü ve aynı zamanda teknoloji üretme, artırma çalışmalarında da önemli bir gerileme yaşandı. Zaten Türkiye emek yoğun üretimde oluşu küresel ekonominin de yararına oluyor.

Neden?

Çünkü Türkiye’nin rakibi olan ülkeler birtakım teknolojik gelişmelerle vesaire daha nitelikli üretim yapmaya başladı. Çin ya da Endonezya, Kolombiya gibi kimi ülkelerde emek üzerindeki baskılar çok daha fazla artırılıyor. Dolayısıyla çok daha düşük ücretli üretim yapmaya başladılar. Haliyle bu tablo içerisinde Türkiye’nin önünde iki seçenek vardı. Bir tanesi ya teknoloji yatırımları yapılacak ve bu nitelikli iş gücüyle bir bilgi birikimi olacaktı; ama AKP daha en başından bu seçeneği sildi. Dindar-kindar nesil yetiştiriyoruz dedikleri andan itibaren zaten Türkiye bir yerde, bu bilimsel gelişmeyi göz ardı eden bir anlayışa geldi. Keza zaten nitelikli iş gücünün de önemli bir kısmı kendine ancak yurt dışında yaşama alanı bulmaya çalışıyor.

Bu da ikinci seçeneği mi mümkün kıldı böylece?

Evet, geriye zaten kalan sadece ucuz emek gücü üzerinden yürümekte. Burada da emek maliyetlerini en aşağı indirip ülkeyi yabancı sermayeye daha bir hale getirmekti. Emek maliyetini düşürmenin yolu emeğin toplam maliyetler içerisindeki payını düşürmekle olur. Bunda da enflasyon önemli bir araç. Çünkü enflasyon artışı karşısında nominal olarak ücretleri düşüremezsiniz, bugün çalışan 10 bin TL alıyorsa yarın 8 bin TL veriyorum diyemezsiniz. O zaman enflasyonla satın alma gücünü düşürerek yapacaksınız. Yüksek enflasyon politikası aynı zamanda reel ücretlerin de düşmesi anlamına gelir. Çalışanın elindeki paranın sıfırları artabilir, miktarı yükselebilir ama sonuç olarak onun satın alma gücü düşmüştür. Dolayısıyla esas izledikleri temel politika buydu. Tabii ücretler üzerine baskı yapmak da buna dâhil.

Bu da aynı zamanda hem özel sermayenin ücret maliyetini düşürmek hem de kamu bütçesinden personel giderlerini ve sosyal güvenlik gidenlerini azaltmak demek. Kamu maliyesi açısından da baktığınız zaman burada çünkü arz politikası izleniyor, yani daha çok sermaye teşvik ederek, ona birtakım istisnalar verilerek yapılıyor. Personel giderini kısarak o kaynakların buraya akıtılması söz konusu. Bu politika izlendiği zaman elbette sosyal güvenlik harcamalarından da kısılır. Personel gidenleri, eğitim bütçesi vs. kısılarak buralar kâr mekanizması haline getirilir. Bu aslında yeni bir şey değil, 1980’lerden bu yana uygulanan, AKP’nin de iktidara geldiği dönemdeki acil eylem planıyla ortaya koyduğu bir durum. Dolayısıyla hem asgari ücret hem de diğer ücretler belirlenirken bu perspektiften hareket edildiğini söylemek lazım.

Emekliye yapılan son zam epey tartışıldı. En düşüğü 10 bin lira olan maaşlar “müjde” olarak duyuruldu. Siz ne düşünüyorsunuz?

Özellikle 99’daki o depremin hemen arkasından çıkan sosyal güvenlik düzenlemesiyle hem emeklilik yaşının yükseltilmesi, hem bağlanma oranlarının düşürülmesi gibi uygulamalar zaten AKP öncesinden başlamıştı. AKP döneminde de hem 2006’da hem 2008’de, hem de 5510 Sayılı yasa ile Sosyal Güvenlik Kurumunun tek çatı altında toplanması gibi birtakım düzenlemelerde, temel hedef bağlanma oranlarını daha da düşürülmesi, emeklilik yaşının daha da yükseltmesiydi. Dolayısıyla sosyal güvenlik harcamalarının azaltılması planlanıyordu ve bu politika da büyük ölçüde uygulamaya konulmuştu zaten. Türkiye'de zaten liberal bir sosyal güvenlik sistemi var, yani çalışması hayatımız boyunca prim ödüyorsunuz, sonra da çalışamayacak hale geldiğiniz zaman da yaşlılık sigortası olarak ödediğiniz o primlerin karşılığıyla yaşamınızın geri kalan kısmını sürdürecek bir gelir alıyorsunuz. Bu aslında hükümetin ya da başkasının cebinden çıkmış bir para değil. Bu çalışanın hakkı. Bir parantez açmak işitiyorum buna dair. Birgün Gazetesi’nde de çıkmış bir yazı vardı Türkiye’nin demografik yapısına ilişkin. Yazıda nüfus giderek yaşlanıyor, nüfus pasif karşılama oranları düşüyor deniyordu. Şüphesiz yazan kişi bu niyette değildir ama bu yaklaşım tam da bugünkü hükümetin neo-liberal politikalarını destekler bir yere doğru gider.

Tam olarak nasıl bir yaklaşım?

Dediğim gibi bunu yazan arkadaş o niyette olmayabilir ama sonucu farkında olmadan oraya doğru gider. Özetle şu: “Nüfus yaşlanıyor, dolayısıyla hayatta kalma süresi uzuyor. O zaman ne yapmamız lazım?” Bu zaten hep baştan beri sermayenin söylemi ve hatta Avrupa'da da büyük ölçüde hedef uygulama. Neo-liberal politikalar nüfus yaşlanmasına öneri olarak şunu getirir: Nüfus daha yaşlanıyor, karşılayamıyoruz o zaman kamusal emeklilik sistemi, sosyal güvenlik sisteminin finanse etmek çok zorlaşıyor, bunu tasfiye edelim, herkes kendi başının çaresine baksın, özel sosyal güvenlik sistemine doğru kayış olsun. Bunu zaten hep bir gerekçe olarak kullandılar. Türkiye'de de bunu kullanırlar eğer bu tarz bir perspektiften bakarsanız ve hatta bir süre sonra hükümeti bile haklı görmeye başlarsınız.

Sosyal güvenlik havuzuna giren kaynaklar işçiden alınan primlerdir. Ama pratikte ne oluyor? Kayıt dışına göz yumuluyor. Bir ikincisi; işverenlerin durmadan sigorta ödememeleri affediliyor ya da erteleniyor, istihdam teşviki bahane edilerek yine bu tür uygulamalar yapılıyor. Kaynaklar yine belirttiğim gibi sermayeye akıyor ve haliyle emekliye maaş verileceği zaman kaynak ya da para kalmadı deniliyor. Ne yapalım o zaman bunu sürdürülebilirliğini sağlamamız için emekliye daha az para mı verelim? Bu tuzağa düşmemek lazım diyerek bu parantezi kapatalım.

Şimdi iktidar doğrudan bir yasa çıkartıp emekliliğinizin tamamını özel emeklilik sistemine aldık ya da bu sistemi kaldırdık diyemiyor. Böyle bir şey demezler zaten. O zaman ne yapıyorlar? İnsanları buradan uzaklaştırıyor ve soğutuyorlar. Aynen sağlıkta olduğu gibi. Sağlık hizmeti doğru düzgün ilerlemiyor, katkı payları artmaya başladı, randevu bulamıyorsunuz. Mecburen herkes özel sağlık sigortasına doğru yöneliyor. Özel sektörde büyük ölçüde çalışanların çoğu oraya doğru gidiyor. Çünkü diğeri için kaynak ayrılmayınca insanlar buna yönleniyorlar, yönlendiriyorlar. Diğer taraftan bireysel emeklilik sigortasını mecbur hale getirildi. Bu da finans piyasasına kaynak olarak aktarılıyor. Burada da tıpkı sağlıkta olduğu gibi özel sektöre itme durumu var.

İktidarın Orta Vadeli Programda da 12. Kalkınma Planında da bu hedefi olduğunu açıkça yazıyor. Tamamlayıcı sosyal güvenlik sistemi dedikleri bir sistemle aynen sağlıklı olduğu gibi ek paralar vereceksiniz ki emekli olduğum zaman elime daha doğru düzgün bir şey geçsin diye düşüneceksiniz. Aslında bu tam olarak sosyal güvenlikleri özelleştirilme modeli, yani Şili modeli aslında 70’li yıllarda uygulanan. Orada da insanların artık emeklilikten umudunu kesiyor. Satın alma gücü giderek düşüyor ve insanlar karnını zor doyurur hale geliyor. Böyle olunca emekliliği düşünmek de ayrı bir külfet haline geliyor. Haliyle emekli olamayıp ve ileride yaşam standardı düşmesin diye pirimi arttırmaya çalışıyor. Buradaki ama kalma süresini arttırmak, yani insanlar emekli olmasın, emek piyasasında kalsınlar ve daha uzun süre çalışsınlar demektir.

Peki, insanların daha uzun yıllarca çalışması uygulaması Türkiye açısından ne getirir?

Türkiye zaten işsizliğin yapısal olarak olduğu bir ülke, ayrıca genç işsizliğin de çok yüksek olduğu bir ülke. O zaman bu politikalar emek piyasasındaki emek arzının yüksek kalmasına neden olacak. Bu da emek arzını arttıracak ve nihayetinde emekçiler arasındaki rekabetin artması demek, yani iş bulmak daha zorlaşacak ve böylece ücretler üzerindeki baskı daha da arttırılacak. Dolayısıyla işçiler daha düşük ücretle yani emek arzı fazla olduğu için daha düşük ücretle çalışacak. Bu da daha fazla dışa göç anlamına geliyor.

Şimdi emekli maaşına dönecek olursak; 10 bin TL olarak açıklanan rakam yoksulluk rakamının beşte biri kadar ama kimseden ses çıkmıyor. Asgari ücret gene yoksulluk ücretini ve açlık ücretinin altında ama yine kimseden ses çıkmıyor. Çünkü işsizlik baskısı var. Bunun tek çıkış yolu var; o da emeğin birbiriyle rekabet etmek yerine birlikte mücadele etmesi ve örgütlenmesi. Ama örgütlere, sendikalara bakıyoruz, maalesef bazın basın ve veri açıklamaları dışında bir şey yok. Oysaki emekli olma hayalini bile ortadan kaldırıp çok daha kötü koşullarda çalışmaya razı eden bir sistem var karşımızda. Dolayısıyla bu da sadece emek eksenli sendikaların örgütlerin çabasıyla bertaraf edilir. Elbette yaptıkları önemsiz demiyorum ama tek başına yeterli değil.