İşsizlik düşmedi ama istihdam berbat durumda
Boş tencere iktidarı indirmedi çünkü işsizlik çok yakıcı değildi, analizini yorumlayan Akademisyen Özgür Müftüoğlu, AKP’nin istihdamı genişlettiğini fakat koşulları daha da kötüleştirdiğini söyledi.
Boş tencere iktidarı indirmedi çünkü işsizlik çok yakıcı değildi, analizini yorumlayan Akademisyen Özgür Müftüoğlu, AKP’nin istihdamı genişlettiğini fakat koşulları daha da kötüleştirdiğini söyledi.
Türkiye ekonomisinin durumunu incelediğimiz serinin ikinci kısmında akademisyen Özgür Müftüoğlu ile konuştuk. Bu defa ekonominin emekçiler cephesini konuştuk ama seçim sonuçları bağlamında. Zira büyük bir ekonomik kriz içinde seçime giden Türkiye’de mevcut sistemin, neden kötü giden ekonomiye rağmen iktidarı kaybetmediği hala tartışma konusu.
Buna dair özellikle Süleyman Demirel’in “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” sözü örnek gösteriliyor. Peki, hala geniş emekçi kesimlerden oy alan Cumhur İttifakı ve Erdoğan neden boş tencereden etkilenmiyor? Birçok yorumcu ve ekonomist, bunda istihdamın etkili olduğunu söylüyor. Kötü koşullarda ama bir işe sahip emekçi kesimlere ‘milliyetçilik ve hamaset’ ile de rıza üretildiği genel kanılardan biri.
Peki istihdam, enflasyon emekçiler cephesinden daha ne kadar sürdürülebilecek. Çalışma Ekonomisti Özgür Müftüoğlu bu yöndeki sorularımızı yanıtladı.
Boş tencerenin AKP’yi götürmediğine dair çok fazla analiz yapıldı, özellikle 14 Mayıs seçimlerinden itibaren. Bunun da bir sebebi olarak istihdam gösteriliyor. Türkiye’de hala işsizlik yakıcı boyutta değil deniyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
AKP hükümeti özellikle 2008 krizinden itibaren birden yükselen işsizlik meselesiyle beraber istihdamı koruma politikaları izlemeye başlamıştı. Bu politikalarda büyük ölçüde sermayeye kaynak aktaran, aktif istihdam politikaları izledi. Sermayeye sigortalı işçi çalıştırdığı için birtakım prim kolaylıkları sağlayan, market vs. yerlerdeki çalışanların ücretlerini ödeyen, yani sermayenin istihdam yükü denilen, kişiye, sermayenin ödediği maliyeti aza indirerek böylece istihdamı teşvik eden, işçi çıkarmayı engellemeye çalışan bir politika ve program izledi. Ama bu program AKP hükümeti döneminde bu süreç içerisinde Türkiye'deki yapısal işsizliği ortadan kaldırmadı. Yapısal işsizlik olduğu gibi ve buna rağmen devam ediyor. Burada da aslında istihdamı koruma adı altında sermayeye kaynak aktarmış oldu. Yani bu program, bu sonuca yaradı.
Peki, bu istihdam önümüzdeki süreçte ekonomik olarak ne kadar sürdürülebilir?
Bugün baktığınız zaman istihdamın bu tartışmalarında sizin de sözünü ettiğiniz ‘işsizlik toplumsal tepkiyi harekete geçirecek kadar yüksek değil’ meselesinde temel bir nokta var. Bunlar daha çok esnek çalışmanın yaygın olduğu geçici, süreli işler. Aynı zamanda büyük ölçüde kişinin çalışarak elde ettiği gelirin yaşamını sağlamaya yetmeyecek ücretler aldığı işler. Zaten asgari ücret Türkiye'de istihdamın çok önemli bir kısmı. Türkiye’deki çalışanların neredeyse yarıdan fazlası asgari ücret seviyesinde veyahut da onun altında bir ücretle yaşama durumunda.
İşsizlik çok fazla yüksek gözükmemekle beraber istihdamın niteliği son derece berbat bir durumda. İstihdamdakilere bakmak lazım, evet insanlar çalışıyorlar ama ne iş yapıyor? Ne üretiyorlar? Bunlar son derece muğlak. Öbür taraftan istihdam sayılacak ya da işsiz sayılmayacak kesimleri arttırmak için ise eğitim adına örneğin Anadolu'nun her tarafında üniversiteler açıp bir şekilde gençliği öğrencilik yapmaya yöneltmek var. Zaten ev kadınları istihdamın içerisinde sayılmıyor. Dolayısıyla bütün bunlar sanki işsizliği çok yüksek değilmiş gibi gösteriyor. Ama aslına baktığınız zaman burada bir istihdam ve üretkenlik yaratan, ekonomiye katkı sağlayacak bir sistem yok. Öyle olmadığı gibi yaşamın rahatlıkla sürdürebileceği kadar bir gelir seviyesi de yok. Dolayısıyla da çalışan yoksulluğu Türkiye'de çok kötü durumda. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) her yıl yayınladığı küresel hak ihlalleri raporuna göre, Türkiye yedi yıldır en kötü çalışma koşullarının olduğu 10 ülke içerisinde yer alıyor. Yani Türkiye'de işsizliğin çok yüksek olmaması demek aslında burada böyle bir sorun olmadığı anlamına gelmiyor.
Buna bağlı olarak tabii bir de ücret politikası var. Bu ücretler sizin de dediğiniz gibi çok geniş bir tabanın asgari ücretliye dönmesi anlamına geliyor. Tabii asgari ücretin enflasyon karşısındaki değerine de bakmak lazım. Hem enflasyon hem hayat pahalılığı -ki burada dövizin de yükseldiğini görüyoruz-, çalışan ve emekçilere nasıl bir fatura çıkaracaktır?
Bir kere döviz arttığı zaman maliyetler artacak. Çünkü Türkiye hem dövizle enerji kullanan hem de temel ham maddeyi yurt dışından sağlayan bir ülke. Dolayısıyla dövizin artması üretim maliyetlerinde artışa neden olacak. Bu artışı telafi edebilmek için yani fiyatlara daha az yansıtabilmek için şimdiye kadar yaptıkları gibi emek maliyetini daha da düşürecek politikaları izleyecekler. Mesela Mehmet Şimşek'in ekonomiden sorumlu olduğu dönemi de böyleydi. Yaptıkları, faturayı emeğin üzerine yıkmaktı. Dolayısıyla emek maliyetini düşürmek ve böylece diğerlerindeki artışı biraz azaltmaya çalışmak. Emeğin sırtından yürüyen bir süreç söz konusuydu.
Bu dövizdeki artışları, Türk parasının değer kaybetme sürecini elbette daha da artacak. Öbür taraftan yabancı sermaye gelmiyor. Yabancı sermayenin gelmesi ve Türkiye büyük ölçüde emek yoğun üretim yaptığı için emek maliyetini daha da düşürmek üzerinden çalışacaklar. Bu da emek güçlerinin maliyeti yükselecek anlamına geliyor. Bulgurundan nohutuna, etinden sütüne ithalat yapan bir ülke olduğu emeğin kendini üretme maliyeti, yani karnını doyurma maliyeti de bu süreç içerisinde artıyor. Bu kiralarda da öyle ama özellikle gıda üzerinde böyle. Emekçiler bu arada tam iki taraf arasında sıkışmış olacak. Yani hem daha düşük ücretlerle, daha kötü koşullarda çalıştırmaya mecbur edilecekler hem de elde ettikleri gelirle karınlarını doyurmakta daha da zorlaşır hale gelecekler.
Haziran ayıyla birlikte aslında ara zam dönemleri de geliyor. AKP de seçim döneminde sık sık asgari ücret için bunu dile getirdi ve aynı zamanda memurun da toplu sözleşmeye oturma ayı da yakında. Ama örneğin Mayıs ayında TÜİK dedi ki, AKP’nin seçim vaadi olan ve hanelere sıfır lira olarak gelen doğalgaz, enflasyon kaleminden çıkarılacak. Ve önümüzdeki süreçte ücret artışları da bu enflasyon üzerinden belirlenecek. Ne gibi sonuçlar yaratacaktır bu hesap?
Seçim bitti tamam doğru ama beş yıl da öyle geçip gitmeyecek. Tencerenin boş olması meselesi ister istemez bugün AKP kazandı diye halay çekenler de dâhil birçok kesimi daha yakından etkileyecek. Zorlu bir sürece girilecek ve 10 ay sonra da yerel seçimler var. Bu yerel seçim süreci içerisinde siyasi iktidar halkı çok fazla zorlamamaya çalışacak. Bu nedenle de ücretlere görüntüde, birtakım şeyler sağlayabilir. Şimdi doğalgaz ya da TÜİK'in fiyatlar üzerinde gerçekleştirdiği oyun, zaten bunun bir parçası. Bir taraftan enflasyonu, yani fiyat artışının gerçek olanın çok altında belirleyip bunun birazcık üzerinde verdiğiniz ücretle çalışanları enflasyona ezdirmemişsiniz gibi yapmış olursunuz. Böyle bir sonucu ortaya çıkartır.
Önümüzdeki süreçte de seçim var. Bu seçime yoğunlaşalım bu bir kurtuluş demek olmaz. Bu bir yanılgıdır. Sadece seçim üzerinden bir demokrasi sağlamak beraberinde ekonomik olarak da daha refah içerisinde olmak mümkün değil. Bunu bir kez daha görmüş olduk. Dolayısıyla demokratik örgütlenmelerin önemi daha fazla artacak. Parlamentonun zaten işlevi kalmadı. Çözüm artık daha çok demokratik ve diğer örgütlenmelerde olacak ve bunda da en başta rolü sendikaların üstlenmesi lazım. Elbette sendikalardaki o sendikal bürokrasiyi yıkmak ile başlayıp onun üzerinden bir mücadeleyi örgütlemeyle bunun mümkün olacağını düşünüyorum; ama burada tabii belirtmek gerekli, ki sendikal mücadeleye de, hak arayanlara da baskılar artacaktır.