‘Önder Apo’ya ve tutsaklara sahip çıkmak için daha güçlü harekete geçilmeli’

PAJK Zindan Komitesi Üyesi Nejbir Siirt, "Önder Apo’ya ve tutsaklara sahip çıkmak için daha güçlü harekete geçilmeli. Yeniden ve daha güçlü bir direniş sürecine hepimiz kendimizi hazırlamalıyız” dedi.

PAJK Zindan Komitesi Üyesi Nejbir Siirt, ANF’nin sorularını yanıtladı.

Siirt, “Önder Apo’ya ve tüm Kürt evlatlarımıza, yoldaşlarımıza sahip çıkmamız gerekiyor. Eğer başarı olacaksa bu bizim yürüttüğümüz büyük irade mücadelesiyle sonuçlanacaktır. Bunu yapacak olan bizleriz, hiç kimseden bekleyemeyiz ya da kendiliğinden olmasını bekleyemeyiz. Kürt halkı, Kürt kadınları, gençleri ve aydınları, halkın iradesiyle seçilenler, siyasi partiler ve avukatlar bir an önce harekete geçmelidirler. Direniş sürecine hepimiz kendimizi hazırlamalıyız” dedi.

Türk devletinin Kürt düşmanı politikaları her alanda yayılarak sürüyor. Bu kapsamdaki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle PKK’nin özgürlük mücadelesinde önder kadroların öncülüğünde başlayan 14 Temmuz zindan direnişçiliği ile mücadelemize damgası vuran Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Ali Çiçek, Sakine Cansız arkadaşların zafer çizgilerinin takipçisi olan; fedai ruh ile Önderlik gerçekliği etrafında kenetlenmiş devrim yolunda yol alan, şehit düşen arkadaşlarımızın şahsında tüm devrim şehitlerimizi bu temelde saygı, sevgiyle anıyor, şehitlerin bıraktığı mücadele mirasını zaferle taçlandırma sözümüzü yineliyoruz. Arkadaşlarımız zindanlarda hastalıklarından dolayı tedavi edilmeyip şehit düşüyorlar. Yine en son Van zindanında tedavi edilmediği için şehadete ulaşan Bişar Yazıcı arkadaşımız şahsında devrim mücadelesinde şehadete ulaşan arkadaşlarımızı bir kez daha minnetle anıyoruz. Bişar arkadaşımızın ailesine ve tüm Kürt halkına başsağlığı diliyoruz. Bu temelde başta tüm değerlerimizin ve hakikat anlamının bütünlüğü ve yaratıcısı olan, Kürt’ün var olma ifadesinin gerçekliğini yaşamla somutlaştıran Önder Apo olmak üzere zindanlarda olan tüm arkadaşlarımıza ve tüm şehit ailelerimize sevgi ve saygılarımızı iletiyoruz. 

14 Temmuz direniş mücadelesine baktığımızda iki ayrı çizginin varlığını görebiliyoruz. Nedir bu iki ayrı çizgi ve gerçeklik? Bu gerçeklik hâlâ günümüze kadar da kendini farklı bir biçimde sürdürüyor. Geçmişte olduğu gibi bugün de Kürt’ün varlık mücadelesinden dolayı faşist Türk devleti bundan ciddi anlamda rahatsızlık duyuyor. Faşist Türk devleti kendi varlığını sürdürebilmek için öncelikle Kürdü yok etmek zorunda olduğunu düşünüyor. Kürtlerin kendi varlığını sürdürebilmesi ve bunun mücadelesini vermesi demek; devlete kafa tutmak ve karşı gelmek demektir. 41 yıl önce, Kürtlere reva görülen; yok sayılma, kendi Kürtlüğünden yani kendi varlığından, gerçekliğinden vazgeçmektir. Bu dayatmalarla Türkleştirme politikası yürüten faşist Türk devleti her türlü şiddet, işkence ve insanlık dışı baskılarla bunu gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Buna karşı gerçekleşen muazzam direniş çizgisi anlamlı yaşamda karşılığını bulmuştur.

Teslimiyeti, kendi varlığını inkâr ederek yaşayan ihanet birbiriyle mücadele içerisinde olan bu iki çizgi ile ayrışmaktadır. Kürt toplumunda bir söz vardır, derler ki; “Kurmê darê ne ji darê be dar narize” yani ‘ağacın kurdu kendinden olmasa ağaç kurumaz’. Yıllardan beri Kürt düşmanı Türk devletinin Kürt’ün eliyle Kürtlere darbe vurma politikası yürüttüğü iyi biliniyor. Kendi varlığından, inancından uzak, düşkün, zayıf kişilikler düşman eliyle düşürülmüşlerdir. Düşmanın her türlü zorbalığını ve köleliği kabul etmenin, boyun eğerek en kirli işlerini yaparak karnını doyurmanın, kardeşlerini katlederek, kendini 3 kuruşa satarak nefes almanın ne anlama geldiği çok açıktır. Böylesine açık bir Kürt düşmanlığı yaşanırken, bunu görmemek en büyük vicdansızlıktır, bu durum insanlıktan yoksunluğun göstergesidir. 

Bugün bunun en somut örneği KDP’de yaşanıyor; Kürtlerin tüm ahlaki ve değer bütünlüğünü koruyan Önder Apo her türlü yönelime rağmen büyük bir direniş içerisinde olurken diğer yandan ise KDP tüm bu değerleri Kürt düşmanlarına peşkeş çekerek ihanet çizgisini ifade ediyor. Türkiye’nin inkâr politikası iç sorunları da belirliyor, Kürt sorunu, kadın kırımı, ekonomi ve eğitim sorunu başta gelen sorunlardır. AKP-MHP iktidarının ortaklığı ile gelişen ırkçı- faşist politikaların derinleştirilmesi Önder Apo şahsında Kürt halkına, kadınlara ve demokratik çevreler ve bir bütün topluma yönelmektedir. Düşünce özgürlüğünü engelleme, iradeyi yok sayma, inkâr etme gibi uygulamalar mutlak tecridi toplumsallaştırma politikalarıdır. Türkiye bu haliyle üstü açık bir cezaevine dönmüş durumdadır. Bugün sadece Önder Apo ve Kürtlere dönük bir inkâr-imha politikası yürütülmüyor. Bugün toplum bir bütün AKP-MHP faşist iktidar ortaklığının hedefindedir. Kendisine karşı çıkan her sesi susturuyor ve zindana atıyor. Bugün zindanlar toplumun aydın kesimiyle doludur. ‘Kürde dokunan yanar’ sözü karşılığını bu şekilde buluyor. Yaşamak için iki seçenek var; biri faşizme karşı mücadele etmek diğeri ise teslim olmak. Hakikati savunmak ve mücadele etmek ise suçtur, devlete karşı gelmektir. Kürt halkının dışında bu haksızlıklara karşı duran ve mücadele eden çok az bir kesim var.

Devletin Kürtlere soykırım politikası vazgeçilmezdir, inkâr politikası tüm toplumu kapsıyor. Kürt’ün mücadelesi bugün devletin tüm politikalarını boşa çıkartmaktadır. Bunun üzerine ortak çıkarlar ve pazarlıklar gerçekleşiyor. Büyük bedeller ve büyük mücadeleler sonucunda elde edilen değerlere saldırarak Kürt’ün varlığını hedef almaktadır. Bunu 14 Mayıs seçimlerinde gördük; Kürtler seçimin en büyük yenilgisini AKP’ye yaşattı, sandıkların dibine gömdü. Bu tutum çok değerli ve anlamlıydı. Kürtlerden intikam alırcasına soykırım politikasını her zamankinden daha fazla büyütme adımları atmaya başladı. Bakurê Kurdistan’daki tutuklamalar, Rojava ve Şengal halkına dönük bombardımanlar, Başûr Kurdistan’ı ve Maxmur’da direnen halkı ve insanlarımızı hedef alarak katletme, bölgeyi boşaltma, insansızlaştırma ve Medya Savunma Alanlarında kimyasal silah kullanımı ve daha birçok saldırı ile savaş politikasını sürdürüyor. Türk devleti yıllardır yürüttüğü bu savaş-soykırım politikaları ile sonuç alamayacağını çok iyi biliyor. Bununla Kürt’ün varlık mücadelesini yok edemeyecektir. 14 Temmuz direnişinin yarattığı bir direniş kültürü vardır. Bu toplumun damarlarına işlemiş durumdadır. Bugün zindan direniş geleneğimizin sergilendiği tüm alanlarda ciddi bir savaş yaşanmaktadır. Bunu iyi görüp bilince çıkartmalıyız. Yine 19 Temmuz 2012’de Rojava’da kadınların öncülüğünde gelişen devrimin yıl dönümünü kutluyoruz. Her türlü saldırıya rağmen yıllardır devrimi büyütme iddiası taşıyan Rojava halklarının sahiplendiği devrim mirası bugün dünya kadınlarına ve topluma umut ışığı olmaktadır. Bu da Önder Apo’nun Kadın Özgürlük Çizgisi sayesindedir. Toplumu bir arada tutan tüm değerlerin koruyucusu rolündeki Önder APO yarattığı gerçeklikle bugün Rojava başta olmak üzere tüm dünyaya devrim inancını bir kez daha vermiştir. 

Türk devletinin günümüzde zindanlarda esas aldığı temel politikalar neler?

Düşmanın politikaları direkt Önderliğimizin şahsına dönük bir yaklaşımdır. Bunun sonucunda tüm zindanlardaki direnen yoldaşların iradeleri teslim alınmak isteniyor. Bunun yansımaları tüm zindanlarda görülüyor. Başta verilen disiplin cezalarından da anlaşıldığı gibi tecrit derinleştirilerek sonuç alınmak isteniyor. Fakat buna karşı bir direnişin yaşanması bu politikaları sonuçsuz bırakıyor. Bu gerçekliği ise gelişen direnişler ile birlikte çok net görüyoruz. Tecrit politikalarının daha da ağırlaştırıldığı bir süreç içerisindeyiz. Düşman her zamankinden daha fazla zindanlara yöneliyor. Bunun sonucunda yalnızlaştırma, susturma, irade kırma, dışarı ile bağını koparma durumları yaşanıyor. Bu politikalar ile yüz yüze kalan Önder Apo ve zindandaki arkadaşlarımız büyük bir direniş sergilemektedirler. Bizler bu dönemin düşman politikalarını 1980’de Amed zindanında başaramadıklarını, şimdi tüm zindanlara yayarak gerçekleştirmek istediğini görüyoruz. 

Bu anlamda kadın siyasi tutsaklara yönelik baskılara da dikkat çekmek önemlidir. Kadın yoldaşlarımız, zindanlarda milliyetçi, cinsiyetçi ağır baskılar karşısında direnmektedir. Kadın yoldaşlara disiplin adı altında erkek egemenliğinin en ağır, çirkin ve kirli tarzı dayatılmaktadır. Kadını, erkek tarzıyla disipline çekmeyi amaçlayan TC faşizminin başaramayacağı kesindir. Bugün zaten Türkiye devleti tüm kadınlar için bir zindan haline gelmiştir, ancak bunun katbekat fazlası zindandaki kadın tutsak yoldaşlarımıza uygulanmaktadır. Zindandaki her uygulama kadına yönelik şiddettir. Her baskı, tecrit, ceza, disiplin adı altındaki dayatmalar şiddettir. Bu şiddeti ortadan kaldırmadan da dışarıda şiddetle mücadele etmek zordur, mümkün değildir. Bundan dolayı kadına yönelik şiddetle mücadele etmek isteyen herkesin, zindandaki kadın siyasi tutsaklara yönelik saldırılara, baskılara karşı direnmesi ve bu sistemi değiştirmeyi hedeflemesi gerekir. 

Yine cezası dolan kadın yoldaşlarımız da bırakılmayarak, rehin tutularak şiddete maruz bırakılmaktadır. Bir anlamda özgür düşünen kadının düşüncesi tutsak edilmek, esareti sonsuzlaştırılmak ve erkek egemenliği tarafından bu özgür kadın düşüncesi ehlileştirilmek isteniyor. Kuşkusuz kadın yoldaşlarımızın bu tarzlar karşısında direnişi güçlüdür. Çünkü bunun karşısında yüksek düzeyde bir duyarlılık ve farkındalık vardır. PKK ve PAJK çizgisindeki direnişin özgür kadın ilkelerinin her alanda esas alınmasından, özgür yaşamda ısrar ve Önderlikle özgür yaşama kararlılığından kaynaklanan direniş, mutlaka başarıya ulaşacaktır.

‘ZİHNİ OLARAK İDAM HEDEFLENİYOR’

“İyileştirme programı”, “gözlem kurulu” gibi isimlendirmelerle, zindanda yeni uygulamalar olduğu belirtiliyor, bu sistem nasıl yürütülüyor?

Düşmanın çöktürme planını yeni bir isimle gerçekleştirmesidir, bir geçiş hattıdır. Bu soykırımın diğer bir boyutudur. Bunu Şark Islahat Planı ve Şark mahkemelerine benzetiyoruz. Bu şekilde cezalandırılmak isteniyor. İdamı fiziki olarak değil zihni olarak hayata geçirmek istiyorlar. İyileştirme programı kendi başına bir sindirme politikasının göstergesidir. İnsanlar düşünce özgürlüğünden mahrum kalarak suçlu ve kötü gösterilerek ‘iyileştirme’ adı altında belleksizleştirilmek isteniyor. Bununla birlikte toplum bir bütün olarak ahlaki ve değer ölçülerinden düşürülerek soykırımın derinleştirilmesi amaçlanmaktadır. Buna karşı Önder Apo ve zindandaki arkadaşlarımız ciddi bir irade savaşımı göstermektedir. ‘Gözlem kurulu’ denilen heyet ise aslında birer mahkeme heyetidir, sınırsız inisiyatiflerle donatılmıştır. Zindanlarda keyfi uygulamalarla arkadaşlarımızı direniş kimliğinden uzaklaştırmak ve teslim almak istiyorlar. ‘Gözlem Kurulu’ ve yaptıkları kabul edilmediğinde ise disiplin cezaları ve açılan yeni tip zindanlara götürülme bir tehdit aracı haline getirilmiş durumdadır. S tipleri en son haliyle bir tabutluğu ifade etmektedir. Bununla tutsak edilen ve tek başına tüm toplumsal gerçeklikten koparılan siyasi tutsaklar, daha fazla bir baskıya maruz bırakılıyor, baskının da ötesinde bir ağırlaştırılmış baskı-tecrit sistemine tabi tutulmaktadır. Özünde S tipleriyle zihni çöküntüye uğratma hedeflenmektedir. Düşmanın bir bütün şu an zindanlarda uyguladığı her politika Önder Apo'ya uygulanan tecritten uzak değildir. Bu durum iyi anlaşılmayı gerektiriyor. İmralı’da derinleşen tecrit Kurdistan ve Türkiye halkına uygulanan tecrittir.

‘ZİNDAN DİRENİŞİNE DAHA GÜÇLÜ SAHİP ÇIKILMALI’

Zindan direnişini sahiplenme anlamında dışarıda neler yapılabilir? Bu konuda yaşanan yetersizlikler nelerdir?

Aslında dışarıda yapılacak çok şey var ve neler yapılacağı konusu da bellidir. Hiç yapılmıyor, diyemeyiz, kısmen de olsa yapılıyor. Ancak yaşanan baskı ve yönelimlere karşı zindan direnişine sahip çıkma konusunda, yöntem zenginliğinde, yeterli-etkili, yerinde ve zamanında harekete geçme zayıf kalıyor. Şu ana kadar sahiplenme ve yaşanan sorunları gündemleştirme çabaları süreklileşmediği için yetersizlikler yaşanıyor. Tüm tutuklu ailelerimiz, şehit ailelerimiz ve barış anneleri, Cumartesi Anneleri ile ortaklaşarak belli günlerde bir araya gelip haftada bir başta Önder Apo olmak üzere, zindanlarda yaşanılan tüm insanlık dışı baskı ve yönelimlere dönük her hafta bir konuya dikkat çekmek amaçlı da bir araya gelmelidir. 

Cumartesi Anneleri yıllardır büyük bir umutla mücadele ediyor bu öğretici bir örnektir. Çocuklarının cenazelerini bulmak ve suçluların cezalandırılmaları için yıllardır nöbetlerini devam ettiriyorlar. Faşist Türk devletine ve hukukuna hiç kimse güvenmiyor. Yaşanan bunca engelleme ve baskıya rağmen Cumartesi Anneleri umudunu yitirmeden direnişleri ile bu hakikati aydınlatmanın mücadeleden geçtiğini biliyorlar ve bu bilinçle direniyorlar. Tutuklu ailelerimiz de böylesi bir arayışın içerisinde olabilirler, yapabilirler, niye olmasın! Tutuklu ailelerimiz ve Kürt halkı bir bütünen Önderliğine ve evlatlarına sahip çıkabilmelidir. Öyle düşmanın insafına bırakamayız. Her gün zindanlardan cenazeler çıkıyor; hasta, yaşlı arkadaşlarımız tedavi edilmeyerek katlediliyor. Annelerimiz ve babalarımız hastalıkları ve yaşlarından dolayı yeterince zorlanıyorlar, üstüne infazları yakarak tahliyeleri ertelenerek ölüme terk ediliyorlar. Buna dur demeliyiz! Doğru bir sahiplenme olmalıdır! ‘Bê Serok Jiyan Nabe’ diyorsak o zaman bunun pratik gereklerini de yerine getirip Önder Apo’ya ve tüm Kürt evlatlarımıza, yoldaşlarımıza sahip çıkmamız gerekiyor. Eğer başarı olacaksa bu bizim yürüttüğümüz büyük irade mücadelesiyle sonuçlanacaktır. Bunu yapacak olan bizleriz, hiç kimseden bekleyemeyiz ya da kendiliğinden olmasını bekleyemeyiz. Hukuki anlamda da üzerinde durulacak çok ciddi sorunlar vardır. Halkın iradesiyle seçilenlerde, avukatlarda ve basında ciddi yetersizlikler yaşanıyor. Oysa yapılacak çok şey var, bu anlamda, sistematik tecrite ve keyfi uygulamalara karşı sorumluluklar yerine getirilmelidir.          

Bizim çağrımız ve isteğimiz odur ki, zindanlara dönük, yürütülen işkence, baskı yönelimlere karşı tüm Kürt halkı, Kürt kadınları, gençleri ve aydınları, halkın iradesiyle seçilenler, siyasi partiler ve avukatlar bir an önce harekete geçmelidirler. Bu insani, vicdani ve ahlaki bir sorumluluktur. Bu temelde yeniden ve daha güçlü bir direniş sürecine hepimiz kendimizi hazırlamalıyız.