Türkiye’de özellikle Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük metropol şehirlerde başlayan kentsel dönüşüm, bir yandan evlerin yenilenmesi, depreme dayanıklı, yeni, güvenilir evler yapılacağı propagandası yapılırken, gerçekte şehirlerde yaşayan yoksulların, Kürtlerin, Romanların, göçmenlerin şehir dışına itilmesi üzerine bir çalışma olarak kendini gösterdi. Bugüne kadar özellikle Ankara ve İstanbul’da kentsel dönüşüm yapılan yerler, yoksulların, Kürtlerin, Romanların yaşadıkları yerler olması ve orada yaşayan yurttaşlara aynı yerde ev verilmemesi bu kararın amaçları konusunda net fikirler veriyor.
Kentsel dönüşüm, yaşanılan eski binaların yenilenmesi, daha güvenli evler yapılması üzerine kurulu bir sistem olarak tanıtıldı. Bu süreçte evlerde yaşayanlara, yaşadıkları evlerin geri verileceği, daha güvenli evlerde yaşayacakları belirtilerek, evler belli bir ücret karşılığı satın alındıktan sonra kendilerine fahiş fiyatlarla aynı evler satıldı.
Türkiye’de kentsel dönüşüm konusu 2004 yılına kadar süren tartışmalar sonrası, 2004 yılı ortalarında meclise gelen “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Yasa Tasarısı” getirildi. AKP iktidarının getirdiği yasa tasarısı, 2005 yılında “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun” adı altında meclisten geçti. Kanun, kentsel dönüşüm adı altında yapılan çalışmalarda iktidara “Acele kamulaştırma” kararı verme yetkisi de verdiğinden dolayı, evlerini satmama gibi bir durum hiçbir şekilde olamayacaktı.
Kentsel dönüşüm kararı sonrası İstanbul’da yapılan ilk kentsel dönüşüm örneği ise, Romanların yaşadığı ve Edirnekapı surlarının hemen yanında bulunan Sulukule oldu. Sulukule’de kentsel dönüşüme giden süreçte yaşananlar, devletinde kentsel dönüşüm için seçtiği alanlara yönelik davranış kurallarını da ortaya çıkartması açısından önemli örneklerle doludur.
KRİMİNALİZE ETMEK
Sulukule’de yaşanan kentsel dönüşüm süreci öncesi, özellikle ana akım medya aracılığıyla mahalle tamamen kriminalize edildi. Mahallenin bir “uyuşturucu ve fuhuş yuvası” olarak lanse edilmesini sağlayan haberler yapıldı. İstanbul’un merkezi bir noktasında bulunan ve Cumhuriyet’ten önce Roman yurttaşların yaşadığı bölge bir anda polis baskınlarının, silahlı çatışmaların yaşandığı, ‘güvensiz bir alan’ haline getirildi.
Toplumdan tamamen soyutlanan, topluma bir korku bölgesi olarak lanse edilen Sulukule’de Romanlar ilk etapta ikna yoluyla, daha sonra ise zorla evlerinden tamamen çıkartılıp, şehrin dışında başka bir yere götürüldü.
Sulukule’de kentsel dönüşüm süreci ise, yasanın çıkmasından bir yıl sonra 2006 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından verilen acele kamulaştırma kararıyla başladı. 2006 yılında alınan karar ilk yıllar uygulanmadı, onun yerine Romanlara evlerinin yenileceği anlatılmaya, basında bir yandan mahalle kriminalize edilirken bir yandan da yeni evler övülmeye başlandı. Ancak o zaman çok göze batmayan durum, yeni evlerin fiyatlarının, zaten yoksul bir yaşam süren mahalle halkının asla ödeyemeyeceği kadar yüksek fiyatlarının olmasıydı. Belediye ise evleri çok cüzi rakamlara almak istiyordu, bu sırada mahallenin tamamen kriminalize edilmesi ile iyice sıkışan mahalleli evlerini belediye yerine 3. şahıslara daha yüksek fiyatlara satmayı kabul etti ve mahalle bir süre sonra boşaltıldı. Mahallede yıkım ve yeniden evler için inşaat başlamış oldu.
Bir süre sonra evleri alan kişi ve şirketlerin AKP’li oldukları, AKP milletvekillerinin akrabaları oldukları ortaya çıkmıştı ama artık yapılabilecek bir şey kalmamıştı.
Yıkım yapılacak bölgelerin kriminalize edilmesi mantığı sonraki yıllarda Okmeydanı Fetihtepe’de, Beyoğlu Hacıhüsrev’de de uygulanacak ve yine istenilen sonuçlar alınacaktı.
Okmeydanı Fetihtepe örneği bu açıdan önemli bir örnektir. Mahalle halkı yıllarca AKP’yi ve sağ partileri desteklemiş olmasına rağmen, iktidarın şehrin merkezi konumlarından biri olan mahallede başlattığı kentsel dönüşüm sürecinde, mahalle içerisinde silahlı kavgalar, uyuşturucu satıcıları, hırsızlar türemeye başladı. Bu süreç, yıkımların başladığı günlerde de sürdü. Mahalle halkı evini yıktırmak ya da mahalleden uzaklaşmak istemediği için bir direniş sürecine girdikten sonra mahallede geceleri hırsızlar, çeteler, uyuşturucu çeteleri yerleşmeye, mahalle halkına baskı uygulamaya başladı.
Fetihtepe’de yıkım sürecini yaşayan ve şimdi neredeyse şehrin dışında bir evde yaşamak zorunda kalan A.T. o dönem yaşanılanları şöyle anlattı: “Mahalle olarak yoğunluk AKP’li idi. Mahallede polis devriyesi her daim olurdu. Ancak yıkımlarla birlikte yerinde dönüşüm isteyen mahalle halkının itirazları da başlayınca, birden geceleri mahallede ilk başta uyuşturucu satıcıları çoğaldı. Eskiden herkesin evinin bahçesinde, kapısının önünde oturduğu sokaklara çıkamaz hale gelmiştik. Sokaklarda hiç tanımadığımız tipler, bellerinde silahlarla geziyor, kadınlara laf atıyor, köşe başlarında uyuşturucu satıyordu. Hırsızlık da birden artmaya başlamıştı. Polis ise bu durumu bildiği halde hiçbir şekilde bunlara müdahale etmiyor, hatta bunların ortaya çıkış saatlerinden itibaren mahalleye dahi girmiyorlardı.”
HALK HİÇ BİR GEREKÇE GÖSTERİLMEDEN YERLERİNDEN EDİLDİ
Haksız şekilde yaşanan yıkımların ve yıkımlar ile birlikte insanların hayatlarının alt üst edilmesini görmeyen basın ise, bu olayları hemen haberleştiriyordu. Bunların yanında artık üretim sistemlerinin değişmesi de mahallelerin yıkılması için iktidara bir gerekçe oluyordu. Şehirlerde patronlara gereken ucuz iş gücünün olduğu mahalleler, kuruluş yıllarında iktidar tarafından teşvik edilmiş, gecekondulara izin verilmişti. Ancak değişen üretim sistemleri ve özellikle Suriye’de Türk devletinin de tarafı olduğu savaş sonrası yoğun bir şekilde büyük kentlere göçmenlerin gelmesi ve yabancı zenginlere büyük şehirlerde konut satışlarının artması sonrası, yığılan ev taleplerini de karşılamak için burada yaşayanlara ihtiyaç azalmaya başlamıştı. İktidar şehirlerde artık yoksul istememeye başladı. Yoksulları şehrin dışına göndererek, şehirlerde hiçbir şekilde barınılmaması üzerine kurulu bir sistem yaratma girişimine başlamıştı.
Türk devleti, yabancıya konut satışının serbest olmasını sağladıktan sonra, yabancılar özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirler başta olmak üzere hemen hemen bütün kentlerde ev almaya başladı. Yeni taleplerin karşılanması için, yoksullar yaşadıkları bölgelerden bir şekilde çıkartılmak zorundaydı. Bunun ilk adımı da kentsel dönüşüm kararıyla başlamış oldu.
Özellikle İstanbul’da, şehrin en işlek yerlerinden biri olan Taksim bölgesinde bulunan Tarlabaşı mahallesinde yaşayan yoksulların çoğu, hiçbir gerekçe gösterilmeden yerlerinden edilmeye, çoğu tarihi bina yıkılıp yerlerine yenileri yapılarak, yabancılara satılmaya başlandı.
Sadece Tarlabaşı değil, Okmeydanı’nda bulunan Fetihtepe, Beyoğlu’nda bulunan Hacıhüsrev, Gaziosmanpaşa’da bulunan Sarıgöl, Güngören’de bulunan Tozkoparan gibi yoksulların, işçilerin, Kürtlerin, Romanların, Göçmenlerin yaşadığı mahalleler, kentsel dönüşüm adı altında ilk yıkılan bölgeler oldu. Bu bölgelerde yıkımlar sürecinde yaşananlar ise, devletin bir grup azınlık dışında duran halklara, topluluklara bakışını da göstermesi açısından önemli bir süreçti.
MAHALLEM TAMAMEN YOK OLDU
Doğduğundan beri Hacıhüsrev Mahallesinde yaşayan Ferhat, yıkım sürecinde yaşanılanları şöyle anlattı: “26 yaşındayım, doğma büyüme Hacıhüsrevliyim. Burada aslında yaşananlar yıllar öncesinden başladı. Burasını bir uyuşturucu merkezi, girilemeyen, korkulan bir yer olarak göstermek için ellerinden geleni yaptılar. Sonra Polat Holding buraya gelip, burada bulunan bütün evleri gezerek, değerinin çok altında bir fiyat ile evlerimizi almak istedi. Satanlar oldu ancak çoğu kişi ilk başlarda satmadı; çünkü ne gidecek yerleri vardı ne de kalıcı işleri. Zaten mahallenin ismi çıktığından dolayı burada yaşayan insanlara kimse iş vermek istemiyordu. İyice toplumdan uzak yaşamaya başlamıştık. En sonunda evlerimizi istedikleri fiyata satamayınca kamulaştırma adı altında el koyup yıktılar. Ben Mersin’e taşınmak zorunda kaldım. Çocukluk arkadaşlarım, mahallem tamamen yok oldu.”
Tozkoparan’da yaşananlar ise devletin yoksulu yoksula kırdırma mantığının en görünür örneği olması açısından önemli bir yerde duruyor. Tozkoparan’da yaşayan Merve, ilk satın almalar başladığında, boşaltılan evlere Hacıhüsrev gibi mahallelerden Romanların gelip yerleştiğini, devletin onlara burayı gösterdiğini söyledi. Bir süre sonra, devletle çalışan firmaların satın almaları bitip yıkım başlayınca ise ilk evlerinden kovulanlar, Hacıhüsrev’de evlerini çok düşük bir fiyata satan Romanlar oldu.
Merve, ilk geldiklerinde Romanların yapılan direnişlere katılmadıklarını hatta direnişi örgütleyen kişileri polise ihbar ettiklerini belirterek; şunları dile getirdi: “Aslında bu yapılanları anlıyoruz da. Zaten evleri ellerinden alınan ve yaşamaları için buraları gösterilen kişiler, burada da bir direniş başlayınca ilk olarak yine evlerinden olmak istemedikleri için bizi ihbar ettiler ama sonrasında bizim haklı olduğumuzu çok acı bir tecrübeyle öğrendiler. Onlar için çok üzüldüm.”
TÜRKİYE’DE KENTSEL DÖNÜŞÜM VERİLERİ
Türkiye’de kentsel dönüşüm uzun yıllardır tartışılan ve uygulama pratikleri açısından çok sorunlu olarak görülen bir sistem. 2005 yılında Türk meclisinden gelen “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun” içerisinde yer alan kentsel dönüşüm, daha sonra 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kentsel Dönüşüm Kanunu olarak ayrı bir kanun şeklinde meclisten geçti. Kentsel dönüşüm kanununda 30 yıl ve üstü binaların deprem riskine göre dönüştürülüp sahiplerine geri verilmesi gerekiyordu ancak AKP, bu kanun içerisinde yer alan Acele Kamulaştırma'yı kullanarak, ilk başta yoksulların, ötekilerin yaşadığı bölgelerdeki evleri yıkmaya başladı.
Burada kişilere hiçbir ücret ödemeden vermesi gereken evleri ise, o günün ekonomik koşullarına göre fiyatlandırıp, ellerindeki arsa ve evleri çok fahiş fiyatlardan alarak kişileri borçlandırmayı seçti. Ancak aynı AKP, orta sınıfın ve zenginlerin yaşadığı yerlerde bulunan evleri kanuna birebir uyarak yapmayı ve yeniden ev sahiplerine vermeyi de unutmadı.
Bugüne kadar Türkiye genelinde hemen hemen bütün şehirlerde kentsel dönüşüm uygulamaları başladı. İlk başta Ankara, İzmir ve İstanbul’da başlayan uygulamalar süreç içerisinde bütün kentlere yayıldı. Normal koşullarda belediyelerin yürütmesi gereken bu süreç, TOKİ üzerinden iktidar tarafından yapıldı. 2018 verilerine göre, belediyeler tarafından kentsel dönüşüm alanı olarak ilan edilen kamu alanları, 99 adettir. Yine aynı yıl verilerine göre Türkiye genelinde riskli olduğu tespit edilen bina sayısı ise, 169 bin 946 adet olarak kayıtlara geçmiştir.
2019 yılında açıklanan verilere göre ise, TOKİ’nin yürüttüğü kentsel dönüşüm uygulamaları kapsamında 204 proje düzenlenmiş ve bu projelerde 104 bin 653 binanın düzenlenmesi yapılmaya başlanmıştır. Ancak verilerde ilçe bazında gösterilen yerlerde çalışmaların ilk başladığı yerlerin yoksulların, işçilerin olduğu alanlar olması dikkat çekiyor. Yine 2019 verilerine göre, Türkiye genelinde riskli alanların sayısı ise 130 olarak kayıtlara geçmiş. Sonraki yıllara ait veriler ise tam olarak görülmüyor.