AKP’nin aklama sürecine tabi tutuğu JİTEM gerçekliği

JİTEM unsurlarını siyasal alanda etkinleştiren AKP, mağdur ailelere yönelik baskı mekanizmalarını devreye koyarak oluşan toplumsal hafızayı yok etmeyi amaçlıyor.

1990’lı yıllarda devletin resmi birimi JİTEM ve türevleri olan sivil paramiliter güçler tarafından Kurdistan’da işlenen insanlık dışı suçlara yönelik yargı mekanizmaları işletilmedi. AKP iktidarları döneminde ise bu karanlık ve kirli dönemin, yargı mekanizmaları yoluyla aklanması esas alındı.

JİTEM unsurlarını siyasal alanda etkinleştiren AKP, mağdur ailelere yönelik baskı mekanizmalarını devreye koyarak oluşan toplumsal hafızayı yok etmeyi amaçlıyor.

Bu dosya haberde, 1990’larda devlet görevlileri tarafından farklı tarihlerde katledilen aile ve birey portreleri ele alındı. Kurdistan’da işlenen insanlık dışı suçlardan dolayı JİTEM ve türevlerinin yargılanacağı beklentisi, tersine suçluların aklanması yönünde gelişti. AKP, JİTEM ve türevlerini özellikle Hizbullah’ı siyaseten yeniden konumlandırırken, mağdur aileler üzerinde baskı mekanizmalarını devreye koyarak, bir dönemin siyaseten ve hukuken sorgulanmasının önüne geçmeye çalışıyor. Özellikle Cumartesi Anneleri'ne yönelik son dönemlerde geliştirilen şiddet politikaları bunun bir sonucudur.

Devlet, insanlık dışı suçlar konusunda yürütülen hukuki süreçlerde katliamları kabul edip, ailelere tazminat teklifinde bulundu. Ancak bu suçları işledikleri delillerle sabit olan hiçbir görevlisini tutuklatmayarak, amacının sadece bir dönemi temize çıkarmak olduğunu tutumu ile ortaya koydu.

DÜŞÜK YOĞUNLUKLU ÇATIŞMA: KURDİSTAN’DA UZUN ERİMLİ İMHA PLANI

1997 yılında ilan edilen OHAL ile Kurdistan coğrafyası savaş alanı ilan edilip, her türlü katliam ve hukuksuzluk devletin güvencesi altına alındı. Devlet, halkın yükselen Kürt siyasal hareketiyle bütünleşmesini engellemek adına kirli savaşın tüm yöntemlerini denedi. Kurdistan’da sivillere yönelik silahla öldürme amaçlı uzun dönemli bir plan devreye konuldu. Dönemin resmi yetkililerinin açıklamalarına göre 250 bin asker ve korucu, 25 komando birliği, özel tim ve JİTEM’in sivil türevleri ile Kurdistan’da bir savaş yürütüldü. Daha sonra bu savaş ‘düşük yoğunluklu çatışma’ olarak devlet yetkilileri tarafından tanımlandı. Savaş uçakları dahil olmak üzere her türlü ağır silahlar, bu savaşta sivil insanların yaşam alanlarında kullanıldı. Kırsal kesimlerde yaşayan insanların evleri, tarlaları, hayvanları, bağ bahçeleri yakılıp yıkıldı, ormanlar ateşe verildi. Bu savaşta binlerce sivil insan katledildi.

Kırsal alanlarda sivil insanlara yönelik katliamlar hızla şehir merkezlerine sıçradı. 1991 yılında HEP Amed İl Başkanı Vedat Aydın’ın katledilmesiyle birlikte Kurdistan’da sivil insanlara yönelik katliamların da perdesi açıldı. Amed, Farqîn, Mêrdîn, Nisêbîn, Kerboran, Şirnex, Cizîr, Midyad, Hezex, Qoser, Çinar gibi kentlerde ağırlıklı olarak JİTEM ve türevlerinin marifetiyle sivil katliamı başlatıldı. Serhat illerinde ise daha çok özel harekat polisleri ve askerler tarafından sivil insanlar katledildi. 

Devletin üniformalı askerleri, polisleri ile sivil paramiliter güçleri, kendilerine verilen yok etme görevini yerine getirirken, onlara yönelik herhangi bir yargı mekanizması da işletilmedi. Kurdistan’da gözaltında kayıp olayları, sokak ortasında yargısız infazların yanı sıra her tür karanlık işlerin çevrildiği bir dönem başlamıştı.  Devletin sakladığı ve palazlandırdığı bu paramiliter yapı, halk tarafından Hizbul-Kontra olarak tanımlandı.

Kurdistan’da oluşturulan korku iklimi insanların günlük yaşamına kadar indirgendi. Devletin derin dehlizlerinde oluşturulan ölüm listeleri sıradan insanları bile kapsıyordu.

GIYADÎN'DE KAYMAKAMIN GÖZETİMİNDE YAKILAN AİLENİN HİKAYESİ

12 Temmuz 1993 tarihinde Giyadîn (Diyadin) ilçe merkezinde PKK gerillalarının emniyet binasına yönelik saldırı girişimi sonrası ilçedeki kolluk kuvvetleri, dönemin ilçe kaymakamı Ahmet Göçerler'in denetiminde merkez sivil insanlara saldırdı. Panzerler ilçe merkezini ateş altına alarak iş yerlerini tahrip etti. Yine DEP Giyadîn İlçe Başkanı Mustafa Çiftçi'ye ait iş yerine ağır silahlarla ateş açıldı. Ateş sonucu iş yerinde meydana gelen yangın, üst katta oturan Burhan Çiftçi’ye ait eve sıçramıştı. 45 yaşındaki Burhan Çiftçi, 40 yaşındaki eşi Mahide, 17, 12, 11 ve 8 yaşlarında olan çocukları Ender, Ruken, Sevim ve Can yanarak can verdi.

ASKERLER YAKTI, VALİ PKK’NİN ÜSTÜNE ATTI

İlçenin farklı noktalarında oluşan yangına müdahale etmek için Giyadîn ve Bazîd belediyelerinin itfaiye birimlerine izin verilmedi. Çiftçi’nin evine yönelen itfaiye birimlerine askerler tarafından ateş açıldı. O dönem belediyede itfaiye memuru olarak çalışan Süleyman Tekin, kendisinin Çiftçi ve ailesini kurtarmak için gittiğini ancak askerlerin engellediğini, Murat Nehri'ne su takviyesi için gittiğinde ise askerler tarafından ateşe maruz kaldığını belirtti.

Çiftçi ve ailesini yakan askerlerin vahşeti bununla sınırlı kalmadı. İlçede birçok iş yeri panzerlerle tahrip edilmiş ve kullanılmaz hale getirilmişti. Ayrıca duvarlara o gece “Hepiniz öleceksiniz, Diyadin Kürtlere mezar olacak” şeklinde sivil insanlara tehditler savrulmuştu. Ağrı Valisi İsmet Metin ise, olayları yine her zamanki gibi “Özel tim elbisesi giymiş teröristler yapmış” diyerek, yaşanan vahşeti bir zafer olarak tanımladı.

VARTÎNÎS'TE YAKILAN AİLENİN HİKAYESİ

2 Ekim 1993 yılında Mûş İli Til (Korkut) ilçesi Vartînîs (Altınova) beldesine yakın bir yerde gerilla ile askerler arasında yaşanan çatışmada bir astsubay dahil olmak üzere bazı askerler yaşamını yitirdi. Bunun üzerine beldeye gelen askerler halkı tehdit ederek, intikamın köylülerden alınacağını söyledi. Gece yarısı ağır silahlarla köye baskın yapan askerler, tank ve panzerlerle belediye binası dahil evlere yönelik rastgele ateş açtı. Beldenin merkezinde bulunan Nasır Öğüt’ün evi seçilerek çocukları ile ateşe verildi. 1 yaşındaki Cihat, 2 yaşındaki Aycan, 4 yaşındaki Cihan, 8 yaşındaki Mehmet Şirin, 11 yaşındaki Şakir, 12 yaşındaki Sevda, 13 yaşındaki Sevim, baba Nasır Öğüt ile hamile eşi Eşref Öğüt yanarak can verdi. Evin yanmasına müdahale etmek isteyen insanlara askerler ateş açtı. Evin tümden yanmasını ve içerideki insanların can vermesini izleyen askerler, gün ışıyana kadar kimseyi eve yanaştırmadı. Ateşe verilen ikinci ev ise, ANAP Belediye Meclis Üyesi Vartînîs Belediye Başkan Yardımcısı İbrahim Sayılgan’ın evi oldu. Evi yanan Sayılgan’ın akrabaları müdahale etmek istedi ancak askerler onlara da ateş açtı. Sayılgan, evini yakanların uzun süre beklediklerini, dışarı çıkamadıklarını ve öldüklerini zannedip gitmelerinden sonra çocuklarını çıkarıp kurtulduklarını ifade ediyor.

Trafoyu imha eden askerler, beldenin tüm giriş çıkışlarını tutarak, ağır silahlarla evleri hedef alarak ateş açtı. Evler ve iş yerleri ağır tahrip edildi. Beldede açılan ateş sonucunda onlarca ahırda yangın çıktı. Yangından kaçışan hayvanlar da askerlerin hedefi oldu. Yüzlerce hayvan kurşunlanarak ya da yakılarak telef edildi. Hayvan yemleri, otları ateşe verildi.

Aileden sağ olarak kurtulan tek kişi olan Nasır Öğüt’ün kızı Aysel Öğüt, o dönem Muş Cumhuriyet Başsavcılığı’nda suç duyurusunda bulundu ancak Başsavcılık, olayı inceleme gereği bile duymadan olayı örgüt yaptı diyerek dosyayı kapattı.

Aysel Öğüt’ün başvurusu sonucu 2003 yılında dava tekrar açıldı. Ancak dava ‘güvenlik gerekçesi’ ile Mûş’tan Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi’ne alındı. Olay tarihinde Hasköy İlçe Jandarma Bölük Komutanı Bülent Karaoğlu, Hasköy İlçe Jandarma Komando Bölük Komutanı Piyade Kıdemli Üstteğmen Hanefi Akyıldız, Muş Emniyet Müdürlüğü Özel Hareket Şube Müdürü Şerafettin Uz ve Jandarma Başçavuş Gökyazı Jandarma Karakol Komutanı Turhan Nurdoğan sanık olarak yargılandı. Hiçbir sanık tutuklu olarak yargılanmadı. 

AKP’nin 90’larda işlenen tüm suçlarda uyguladığı ikiyüzlü siyaseti burada da devreye girdi. Kurulan mahkemeleri işlevsiz kılan AKP, Öğüt davasında da tüm delillere rağmen davayı zaman aşımı riskiyle karşı karşıya getirdi.

KÖY MUHTARINI HELİKOPTERDEN ATTILAR

1994 yılının yaz aylarında Hênê'ye (Hani) bağlı Topçular köyü Muhtarı Mehmet Günkan, Bolu Komanda Tugayı birliklerinin köylerine yaptığı baskınları ve işkenceleri İHD’ye anlattığı için karakola ifadeye çağrıldı. Muhtarı karakola çağıran ise bir astsubaydı. Muhtarı köylülerin göz önünde askeri helikoptere bindirip, bilinmeyen bir yerden helikopterden atarak katlettiler. Hiçbir resmi kurum, gözaltı olayını ve karakola çağrıldığını kabul etmedi.

KARAKOLA İFADEYE ÇAĞRILAN 4 KİŞİDEN BİR DAHA HABER ALINAMADI

14 Mayıs 1995 yılında Midyad’ın Kerşaf (Budaklı) köyünde ikamet eden Abdulkadir Demir, Şakir Demir, M. Emin Atuğ ve Hizni Bilmeni, Midyat Karakolu tarafından ifadeye çağrıldı. Çocukları PKK saflarına katıldıkları gerekçesiyle karakola ifadeye giden 4 köylüden bir daha haber alınamadı. Aynı asker ve korucular köye baskın yaptı; köyü tümden ateşe vererek yaktı. Qoser (Kızıltepe) JİTEM davası kapsamında hukuki süreç başlatılsa da dosyada herhangi bir gelişme sağlanmadı.

QOSER'DE  4 KİŞİNİN KAYBETTİRİLMESİ

29 Mart 1995 yılında Kızıltepe hapishanesinden tahliye olan Kemal Birlik ve Zeki Alabalık’ı karşılamaya Kemal Birlik’in babası Abdulbaki ve kardeşi Zübeyir Birlik geldi. O günden beri ne tahliye olanlardan ne de karşılamaya gidenlerden bir daha haber alınamadı. Görgü tanıklarının beyanlarına göre, askeri araca bindirilen 4 kişi tüm girişimlere rağmen bulunamadı. İHD Mêrdîn Şubesi ve kaçırılanların aileleri, 2013 yılında tekrar savcılığa başvurdu. Girişimler sonucu Efare ( Yurteri) köyündeki eski bir su kuyusunda oldukları duyumu üzerine kazı yapıldı. Savcılık talimatı ile yapılan kazıda çok sayıda insan kemiğine ulaşıldı. İstanbul Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesi tarafından incelenen kemiklerin, zorla askeri araca bindirilen bu 4 kişiye ait olduğu tespit edildi.

Dönemin Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı Albay Hasan Atila Uğur'un, hapishaneye giderek Kemal Birlik’i tehdit ettiği ve tahliye edildiği gün öldürüleceğini söylediği, tanıkların beyanlarıyla netleşti.  Açılan davada hiç kimse tutuklanmadığı gibi sanıkların tümü beraat ettirildi.

İNFAZ EDİLEN HARAN VE İSİMSİZ İKİ GENCE AİT CESETLER

60 yaşındaki Hamza Haran, 13 Temmuz 1994'te askerler tarafından Lice’nin Arıklı köyünde gözaltına alındı. Ailesinin tüm girişimlerine rağmen gözaltına alındığı kabul edilmedi. 25 Ekim 1995 tarihinde Fis yakınlarında iki isimsiz ceset ile Haran’ın cesedi bulundu. Yüzü tanınmayacak halde olan Haran, işkence edilerek katledilmişti. Ayrıca Haran’ın yakın akrabaları Hüseyin ve İhsan Haran da aynı tarihlerde kaybedildi. Onların da akıbeti meçhul. Haran ve infaz edilen 25-30 yaşlarındaki iki genç, kafalarına tek kurşun sıkılarak infaz edilmişti.

KUSUN KARDEŞLERİN İNFAZ HİKAYESİ

Fahri Kusun, Lice’nin Şaverdiyan köyünden 5 çocuk babası. 1995 yılında Amed merkezde bir kahvehanede elinde telsiz bir polis tarafından dışarıya çağrıldı. Dışarı çıkan Kusun, gözaltına alındı. Haber alan ailesi Emniyet’e başvurdu ancak bir haber alamadı. Abisi Tevfik Kusun, CHP Diyarbakır İl Başkanı’ndan yardım istedi. CHP İl Başkanı Vali ile görüşerek valinin kendisine Fahri Kusun’un Kurtoğlu Jandarma Kışlası'nda gözaltında olduğunu ve kimliğin tespitinde sonra bırakılacağını aktardı. Aynı akşam Tevfik Kusun, emniyet terörle mücadele şubesine ait bir numaradan aranarak, kardeşini öldürdüklerini ve cenazelerini devlet hastanesi morgundan alabileceklerini söyledi. Tevfik Kusun ve 12 akrabası hastaneye cenazeyi almaya giderken, orada gözaltına alıp saatlerce emniyete tutuldu, bazılarına ise işkence yapıldı. Daha sonra cenaze alınıp polislerin gözetiminde defnedildi. Vücudunda iki kurşun deliğine rastlanan Fahri Kusun'un yüzü işkence edilerek tanınmayacak hale getirilmiş, bacakları kırılmıştı.

Tevfik Kusun, eve geldikten sonra “Ayağını denk al, sıra sana geldi” şeklinde telefon yoluyla tehdit mesajı aldı. Daha sonra gözaltına alınan Tevfik Kusun'un cenazesi 25 Aralık 1996’da Semsûr (Adıyaman) yakınlarında bulundu.

GÖKSEL KARDEŞLERİN HİKAYESİ

30 yaşındaki Yaşar Göksel ile kardeşi Cemal Göksel, 11 Şubat 1995 yılında özel tim ve korucuların evlerine yaptığı baskın sonucu gözaltına alındı. İki kardeş, emniyet yerine Serêkaniyê'ye (Ceylanpınar) bağlı bir köye götürüldü.  Daha sonra her iki kardeş ‘Beyaz Kule’ denilen yerde kurşuna dizilerek katledildi.

Abi Hamit Göksel, olanlardan habersiz kardeşlerinin Emniyet'e gidip kardeşlerinin durumunu öğrenmek istedi ancak o da sabaha kadar gözaltında tutulup serbest bırakıldı. Zaman geçmeden iki kardeşinin de ‘Beyaz Kule’ denilen yerde kurşuna dizildiğini öğrendi. Hamit Göksel'in anlatımlarına göre, kardeşlerinin cenazelerini almaya giderken orada görevli bir askeri yetkili, kendisine şu sözleri söyler: “Ben de Kürt'üm. Cenazeni al, hiç sesini çıkarma. Bak sen de gidersin. Allah’a havale et. Bir gün hak yerini bulur. Bunlar kurt olmuşlar, kim ellerine geçse götürüyorlar.”

Göksel kardeşlerin cenazesi polis ve askerlerin denetiminde defnedildi. Ailesi, korktuğu için hiçbir yasal işlem başlatmadı. 2007 yılında İHD vasıtası ile hukuki süreç başlatıldı. Urfa Valiliği bünyesinde kurulun 5233 sayılı terörle mücadeleden doğan zararların karşılanması kapsamında 2008 yılında aileye tazminat ödendi. 

Aileye tazminat ödeyen devlet, infaz edenlere yönelik ise hiçbir hukuki süreç başlatmadı. Göksel kardeşleri katleden devletin polisleri-korucuları ise görevlerine devam ediyor.

DEP ÜYESİ İMAM’IN İNFAZ EDİLMESİ

41 yaşındaki Kerem Gencer, Bedlîs merkeze bağlı Veryan köyünde camii imamıydı. 15 Şubat 1994'te akşam saat 21.00 sıralarında evine özel hareket polisleri tarafından baskın düzenlendi. Polisler, ‘işin var’ diyerek Gencer’i evine misafir olarak gelen babasının yanından alıp götürdü. Kerem Gencer, aynı zamanda DEP Bedlîs İl Örgütü'nün bir üyesidir. Gözaltına alınan Gencer’in cesedi, ertesi gün Bedlîs-Tetwan arasında bulunan Sak köyü yolu üzerinde yolcular tarafından bulundu. Gencer’i öldüren devlet yetkilileri, hiçbir şekilde gözaltına alındığını kabul etmedi.

LİSE BEKÇİSİNİN İNFAZ EDİLMESİ

37 yaşındaki Mehmet Zeki Doğan, Colemêrg'in (Hakkari) Çelê (Çukurca) ilçesinde gece bekçisi olarak görev yapıyordu. 7 Haziran 1994'te gece özel hareket timleri tarafından lisenin kapısı kırılarak göz altına alındı. Olaya şahit olanların anlatımlarına göre, Biyamende mevkiine doğru sürüklenerek götürüldü. Burada panzere bindirilip, Narlı köyü mevkisi Zap suyunun yanına götürüldü. Özel hareket timleri, Zeki Doğan’ın cesedini Zap Suyu'na attı. Narlı köyü sakinleri, gece Zap Suyu kenarına zırhlı bir aracın geldiğini ve durduğunu doğruladı. Arkasından silah seslerinin geldiği ve aracın yarım saat sonra oradan ayrıldığı beyanları üzerine Zeki Doğan’ın ailesi, Zap Suyu kenarında inceleme yaptı, burada kan izlerine rastladı. Zeki Doğan görevi başında kaybolmasına rağmen devlet kurumları tarafından herhangi bir açıklama yapılmadığı gibi ailesine de bilgi verilmedi.   

5’İ ÇOCUK 7 KİŞİNİN TOPLU İNFAZ EDİLMESİ VE YAKILAN UZMAN ÇAVUŞ…

Mêrdîn'in Kerboran ilçesinde 2 Aralık 1995'te özel hareket polisleri, korucular ve sivil giyimli askerlerden oluşan 60-70 kişilik bir ekip, 13 yaşındaki Seyhan Doğan’ı gözaltına almak için eve baskın yaptı ve ters kelepçeleyerek gözaltına aldı. Aynı gece ve takip eden birkaç gece içinde Seyhan Doğan’ın 21 yaşındaki eniştesi Abdurrahman Çoşkun, dayısının oğlu 19 yaşındaki Mehmet Emin Aslan, 18 yaşındaki Abdurrahman Olcay, 13 yaşındaki Nedim Akyön ve 57 yaşındaki Süleyman Seyhan da gözaltına alındı. 13 yaşındaki Davut Altınkaynak’ı da gözaltına almak için evine baskın düzenlendi. Davut Altınkaynak evde olmadığı için annesi gözaltına alındı. Altınkaynak’ın yerini söylemeyen anne tecavüz ile tehdit edildi. Oğlunun ifadesini alıp serbest bırakacaklarını söyleyen askerlere inanan annenin yer belirtmesi üzerine 13 yaşındaki Davut Altınkaynak gözaltına alınıp annesinin gözleri önünde Filistin askısı denilen yöntemle işkence yapıldı. 

Üç gün içerisinde gözaltına alınan 2'si lise öğrencisi, 3'ü çocuk ve 2'si yetişkin olan 7 kişiden bir daha haber alınamadı. İçlerinden sadece askerlerce salıverildiği ve dağa gittiği iddia edilen Süleyman Seyhan’ın cesedi, 6 Mart 1996 yılında Kerboran'a bağlı Şikeftiya köyü yakınlarında yakılmış halde bulundu. Seyhan’ın kafası koparılmış, altın dişleri sökülmüş, elleri arkadan bağlanmış ve oturtulmuş vaziyette yakıldığı tespit edildi. Katliam, o dönem Dargeçit Jandarma Komutanı Mehmet Tire ile Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren’in görev yaptığı sırada gerçekleşti.

UZMAN ÇAVUŞ KARAKOLUN KAZAN DAİRESİNDE YAKILDI

Süleyman Seyhan’ın cesedi ise, Dargeçit Karakolu’nda görevli bir Uzman Çavuş Bilal Batır’ın o dönem yer göstermesi ve itiraf etmesi sonucu bulundu. Uzman Çavuş Batır ise esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Batır'ın kaybolmasından 15 gün sonra eşi Hatice Batırır, eşinin yaşanan katliamlara dayanamadığını ve her şeyi anlattığını söyleyecekti. Batırr’ın eşi Hatice Batır daha sonra yaşanan olayları eşinin kaybolmadan önce “2 öğretmenin kaçırılmasına karıştıkları iddiası ile bir grup, Tire’nin emri ile alındı. Öldürülüp boş kuyuya atıldı” dediğini itiraf etmişti. Bu olay 7 kişinin öldürüldüğü katliamdı. Hatice Batır eşinin gördüğü insanlık dışı katliamlardan dolayı vicdan azabı çektiğini belirtmişti. Hatice Batır’ın 1996’da eşinin akıbeti ile ilgili açtığı davadan bir ilerleme sağlanamadı.

Daha sonra korucu olduğu belirtilen bir gizli tanığın mahkemeye verdiği beyanda gerçekler açığa çıktı. Uzman Çavuş, yaşanan katliamları anlatması sonrası Dargeçit Jandarma Komutanı Mehmet Tire ile Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren tarafından karakolın kazan dairesinde yakılarak, infaz edilmişti. 

Bulunan deliller ve tanıkların beyanlarına rağmen mahkeme, 2022 yılında tüm sanıkları beraat ettirdi. JİTEM komutanı Mehmet Tire, 2009 yılında DP’den Bodrum Gümüşlük Belediye Başkanı seçildi, daha sonra ise AKP’ye geçti. Diğer JİTEM komutanı Hurşit İmren ise Sivas Çepni beldesinde CHP’den Belediye Başkanı seçildi.

KEREVAN İRMEZ’İN KAYBETTİRİLMESİ

34 yaşındaki Kerevan İrmez, 19 Ekim 1995 yılında Silopya ilçe merkezinde özel hareket polisleri tarafından akşam saatlerinde evinde alındı. Eşi Emine İrmez, eşinin nereye götürüldüğünü sorunca, özel harekatçılardan biri "İfadesini alıp getireceğiz" dedi. Tüm mahallenin gözleri önünde polis panzerine bindirilen İrmez'den bir daha haber alınamadı. Emine İrmez, sabah erkenden emniyet müdürlüğüne gidip eşinin durumunu sordu ancak yetkililer gözaltına almadıklarını iddia etti. İlçedeki tüm resmi kurumlara başvurmasına rağmen İrmez’in akıbeti ile ilgili herhangi bir bilgi alınamadı. 

100 MİLYON FİDYE ALIP KATLETTİ: KEMAL MÜBARİZ'İN HİKAYESİ

29 yaşındaki Kemal Mübariz, Cizîr'in Cinibrê (Yeşilyurt) köyünden olup ailesi ile birlikte Cizîr merkezinde yaşıyordu. Cinibrê köyü, Binbaşı Cafer Tayyar'ın daha önce insanlara toplu işkence edip, dışkı yedirmesi ile gündeme gelmişti. 2 Ocak 1994'da Kemal ve Ömer kardeşlerin evine baskın düzenlendi. "Nusaybin’de mahkemeniz var" denilerek gözaltına alınıp askeri karakola götürüldüler. Kardeşlerden Ömer Mübariz serbest bırakıldı. Kendisine 100 milyon para getirmesi halinde kardeşini serbest bırakacaklarını söylediler. Ömer Mübariz, 100 milyonu hazırlayıp istedikleri yere götürdü. Parayı alan biri, "Burada bekle, kardeşini getireceğiz" dedi ancak getirilmedi. O günden sonra Kemal Mübariz'den bir daha haber alınamadı. Emniyet başta olmak üzere, savcılık ve diğer kurumlar nezdinde girişimlerde bulunan ailesi bir sonuç alamadı. Araç plakasını savcılığa vermelerine rağmen olay aydınlatılmadı. Yetkili kurumlar Kemal’in akıbeti ile ilgili bir açıklama yapmadı. Askeri yetkililer, işin peşini bırakmaları yönünde aileye tehditlerde bulundu. Cizîra Botan'da aralarında JİTEM komutanı Cemal Temizöz ve Korucubaşı Kamil Atak’ın yargılandığı JİTEM davasına müdahil olan Mübariz ailesi, Temizöz, Atak ve diğer JİTEM elemanlarından şikayetçi oldu. Dava AİHM’de devam ediyor. Yasal düzenlemeler kapsamında devlet tazminat ödemek istese de Mübariz ailesi, bunu reddetti. Yürütülen tüm soruşturmalara rağmen Kemal Mübariz’in akıbeti aydınlatılmadı.