Ortadoğu’da kadın kırımı boyutunda yaşanan 3. Dünya Savaşı’na karşı öz savunmanın “zamana yayılamaz bir görev” olduğunu vurgulayan Aryen, “Yerelden örgütlenmiş savunma örgütlülükleri ve ortaklaşmış politikalar gerekiyor. Tüm kadın örgütleri, özgürlük arayışçıları bu gerçeği görerek çalışmalarını esasında öz savunma eksenine dayandırmalı. Kendini savunamayanın ne kazanımları kalıcı olur ne kurduğu sistemi koruyabilir ne de iktidarcı sistemi aşabilir. Herkes kendini, yaşamını, sokağını, ülkesini, haklarını koruyabilecek bir donanım içinde olabilmelidir. Ortadoğu’ya ilaç olacak tek çare budur” dedi. 25 Kasım vesilesiyle de tüm kadın örgütlülüklerine “dönemin ciddiyetiyle öz savunmayı merkez alan bir çalışma ve ortaklaşmanın geliştirilmesine katılım” çağrısı yaptı.
YJA Star Merkez Karargah Komutanlarından Şafak Aryen, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü vesilesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı.
Şu an savaş bölgelerinde yaşamını yitirenlerin yüzde 40’ı kadın. Savaşta cinsel saldırıların ise bir önceki yıla oranla yüzde 50 arttığı, çatışmadan etkilenen ülkelerde her gün 500 kadın ve kız çocuğunun hamilelik ve doğumla ilgili komplikasyonlardan yaşamını yitirdiği raporlara yansıdı. Savaş sırasında kadınları ve çocukları korumak için çıkarılmış uluslararası yasalar, hiçe sayılıyor. Siz 3. Dünya Savaşı olarak yaşanan bu sürecin, kadın kırım boyutunda yol açtığı sonuçları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü vesilesiyle şiddete uğramış ve yaşamını yitirmiş kadınları Mirabel Kardeşler şahsında saygı ve minnetle anıyorum.
Şiddet, erkek egemenlikli zihniyetin gelişim ve kurumlaşmasıyla temel bir silah haline getirildiği için yaygın uygulanmaktadır. Rutinleşmiş, geleneğe yedirilmiş, bu nedenle meşruiyet kazandırılmış şiddetten cinsiyetçi politikalarla görünmez kılınmış şiddete, özü tecavüz kültürüne dayanan bireysel şiddetten kurumlaşmış iktidarın uyguladığı şiddet türlerine kadar neredeyse yaşamın her alanında iktidarın düzenleyici eli rolünü oynayan bir şiddet gerçeği, sarmalı söz konusudur.
Savaş, sistemin kaotik halini ifadelendirdiğinden, savaşla iktidarın maskesiz yüzü dışa vurduğundan ve beka sorunu öne sürülerek sözde sınırlar da ortadan kaldırıldığından elbette şiddetin yoğunluğu ve yaygınlığının da düzeyi katlanarak artar ve zararları daha yüksek olur. Uluslararası yasalar bir yönüyle yürütülen hak mücadelelerinin sonucu olarak devletleri ilgili konularda sınır belirler hale getirmenin kanuni ifadesi olmakla birlikte, sonuç itibarıyla o yasalar devlet gibi iktidarın kurumsal halinin kapsamında, onun hizmetinde, onun onay verdiği sınırlarda işlevsellik kazanır. Dolayısıyla çifte standartlı yaklaşımlarla ya da savaş gibi durumlarda hiç kimsenin hiçbir sorumluluk almadığı ya da sorumluluğunu gizlemenin imkanlarına sahip olduğu durumlarda çıkarların önceliğinde etkisizleşir. Bu açıdan özellikle savaş süreçlerinde şiddetin en fazla savunmasızlara yönelmesi insani değil ama çıkarsal denklemde doğal hal kabul edilir.
TAM BİR KIRIM POLİTİKASI DEVREDE
3. Dünya Savaşı, diğer dünya savaşlarından farklı olarak hem daha geniş bir süreci kapsadığından hem de çoklu savaş biçimlerinin iç içeliğiyle daha kapsamlı yıkımlara yol açan ama zamana yayılı ve değişik yol yöntemlerle yürütüldüğünden tahribatları daha az görünür bir biçimde sürdürülmektedir. Öz savunma savaşları dışında yürütülen tüm savaşların yıkımı en fazla kadın ve toplum merkezli geliştirilmektedir. 3. Dünya Savaşı içerisinde hem fiili savaş yürüten güçlerin yol açtığı askeri saldırılarla gelişen yıkımlar hem de toplumsal muhalefetin gelişmemesi açısından çürüme ve dağılmayı, birbiriyle çatışmayı doğuracak cinsiyetçi, milliyetçi, dinci argümanların yoğunca devrede tutularak şiddetin toplumsallaştırılması üzerinden büyük tahribatlar söz konusudur. Savaşın yoğunlaştığı Kürdistan ve Ortadoğu’da gerek bölge devletlerinin gerek uluslararası güçlerin gerekse de DAİŞ, El Nusra, Sultan Murat vb çete örgütler vekaletinde gerçekleştirilen askeri saldırılarla yaşam imkanının ortadan kaldırılması, adeta insanın karıncalaştırılarak ezilmesinin, yaşamına son verilmesinin mübahlaştırılması gibi bir durum var ortada.
3. Dünya Savaşı olarak tanımlanan süreç, 1991 Körfez Savaşı sürecine kadar dayanmaktadır, onun ön adımları ve hazırlıklarıdır. Akabinde Önderliğimize yönelik geliştirilen uluslararası komplo, 11 Eylül olayları bahane edilerek Afganistan ve Irak’a yapılan askeri müdahale, özü özgürlük mücadelemizin bölgede yol açtığı özgürleşme isteğine dayalı gelişen ama uluslararası hegemonik güçlerin denetimine girerek çete güçlerinin yıkıcı etkisiyle doğrultusunu bulamayan Arap Baharı denen süreç, DAİŞ yıkımı, uluslararası güçlerin bölgede terörizme karşı koalisyon adıyla konumlanması, Suriye savaşı, Hareketimize yönelik geliştirilen kesintisiz saldırılar, Ukrayna-Rusya savaşı, Azerbaycan’ın Karabağ saldırısı ve Ermenistan’la yaşanan çatışmalar, İsrail-Hamas giderek Filistin ve bölgesel olmaya gebe devam eden çatışmalı durumlar ve lokal düzeyde süren çatışmaların hepsini kapsayan gelişmeler, 3. Dünya Savaşı kapsamındadır. Savaş daha da derinleşirken yerleşim alanlarının bombalamalarla yaşanmaz hale getirilmesi, sivil ölümlerinin savaş zaiyatı olarak normalleştirilmesi, yoksulluk, göç ettirme politikasıyla gelişen yurtsuzlaştırma, bireyciliğin körüklenerek toplumsal değerlerin ve birlikteliklerin bozulması, çaresizlik, yalnızlık, değer yargılarında aşınma, özel savaşla özelde kadınların metalaştırılmasının derinleştirilmesi, fuhuş sektörünün kapsamlılaşması, dinci argümanlarla kadının baskılanması, kadın cinayetlerinin yoğunlaşması, işgal edilmiş alanlarda her türlü talanın normalleştirilmesi, savaş suçu kapsamına giren bir çok uygulamanın devletlerin çıkar ortaklığında günlük uygulama haline gelmesi gibi çoğaltılacak örnekler, tam bir kırım politikasının devrede olduğunun göstergeleridir.
KADIN KIRIMI 3. DÜNYA SAVAŞININ MÜCADELE STRATEJİSİDİR
21. yüzyılın kadın yüzyılına aday olması, yani cins sorunun kendi çözümünü dayatır hale gelmesi ve kadınların güçlü bir mücadele dinamiği oluşturması egemenlikli sistemin kadınların gücünü yedekleme, marjinalize etme, şiddet ve baskı araçlarıyla toplumsallığını dağıtma politikalarına götürürken, en temelde de yaşamına kast ederek kadınları ezmeye ve korkutmaya çalışmaktadır. Direniş gücünü baskılama açısından kadınların kriminalize edilmesi, yoğun tutuklamalar, işkence, tecavüzün devletin arka cephesinde bir politika olarak geliştirilmesiyle irade kıyımı sağlanmaya çalışılmaktadır. Türkiye’deki tablo ortadadır. Yine İran’da ‘Jin Jiyan Azadî’ serhıldanlarından sonra katledilen kadınlar kadar tutuklanan, idam cezasına çarptırılan kadınların sayısı oldukça fazladır. Ukrayna-Rusya çete yönetimlerinin NATO’nun ihtiyaç duyduğu savaşı sürdürmesi sonucunda Ukraynalı kadınlar, Avrupa’nın fuhuş ve ucuz iş gücü sektörünün öznesine dönüşmüş durumdadır. Sivil toplum örgütleri adı altında uluslararası istihbarat örgütleri bağlantılı kurumlar, Irak ve Suriye’de kadınların kaçırılması, göçün teşvik edilmesi konusunda yoğun rol oynamaktadır.
Kadınların etkisizleştirilmesi demek, demokratik-özgür gelişim şansının etkisizleştirilmesi, iktidar blokunun kendini sağlama alarak ilerlemesi demek olduğundan kadın kırımı, 3. Dünya Savaşı’nın mücadele stratejisidir. Böyle görmek, böyle anlamak gerekiyor. ABD Afganistan’dan çekilirken ve Taliban’ın saklı anlaşmayla Afganistan’a hakim olmasına izin verilirken en fazla kadınlar kurban edildi, ediliyor.
İNSANLIK ADINA ZAFER ELDE EDEN KADINLAR ALKIŞLANDI AMA ŞİMDİ TERÖRİZE EDİLİYOR
Rojhilat Kürdistan’ı ve İran’da gelişen ‘Jin Jiyan Azadî’ serhıldanlarının gücü dünyayı gerçekten sarstı. Uluslararası güçler toplumun sahiplenişinden kaynaklı İran’ı sözde protesto etti, sert açıklamalar yaptılar ama kadınların ve halkın gerçekten demokratik talepler doğrultusunda Rêber Apo’nun paradigması ekseninde duruşunu koruması ve uluslararası güçlerin yedeğine girmemesi ve İran’a yönelik saldırılarına alet olmaması nedeniyle kısa bir süre sonra sustular. Rojava’da, Şengal’de DAİŞ vahşetine karşı kadın öncülüğünde Özgürlük Hareketi, insanlık adına zafer elde etti; kimse bunu görmezden gelemezdi. YPJ alkışlandı, YJA STAR gerillaları Irak’ı, Suriye halkını korudu ama aynı kadın gerilla güçlerimiz şimdi terörize ediliyor. DAİŞ’in babası olan Erdoğan faşist yönetiminin kimyasallarla saldırılarına uğruyor, Rojava’nın tüm alt yapısı vuruluyor, her gün bombalanıyor, Şengal’de kırımdan geçen Êzidî kadınlarının savunma örgütü olan YJŞ Irak-KDP ve faşist Türk devletinin ortaklığıyla bombalanıyor, katlediliyor. Kimse ‘bu neden böyle’ demiyor.
KADININ BEDENİ, KİMLİĞİ ÜZERİNDEN PAZARLAMALAR YAPILIYOR
Şengal’de bazı sivil toplum kuruluşları, esasında istihbari çalışmalar yürüterek özellikle Êzidî kadınları Almanya’ya kaçırtıyor, Êzidî toplumsallığı kadın üzerinden dağıtılıyor. Ha DAİŞ’in kafesli pazarlarında kadınlar pazara çıkarılmış, ha kaçırtılarak Almanya başta olmak üzere bazı Avrupa devletlerinin hizmetine girecek programlara tabi tutularak ajanlaştırılıp kullanılmış. Hepsi de kadının bedeni, kimliği, varlığı üzerinden yapılmış pazarlamalardır.
Azerbaycan’ın faşist Türk devletinin desteğiyle Karabağı işgal etmesi sonrası birçok Ermeni kadın tecavüze uğradı, vahşice katledildi. Rusya aracılığıyla on binlerce Ermeni bir gecede sürgün edildi ve dünya böyle bir şey olmamış gibi davrandı. Afrika’nın başta Nijerya olmak üzere batısında İslami-cihadist örgütlerce kadın ve çocuklar her türlü saldırıya uğruyor, Afrika Boynuzu denen ülkeler, bölgesel hegemonik güce dönüşme çabası olan devletler arasında iktidar çekişmelerinin ortasında yeniden sömürülüyor ve bunun en dip noktasında kadınlar yer alıyor.
Ortadoğu’da yaşananlar çok ağır zaten. Filistin’in durumu ortada ve binlerce kadın sadece bu son savaşta hayatını kaybetti, yerinden göçertildi. Şu an Ortadoğu ülkelerinde hatta Dünya’da en çok göç edenlerin başında Suriye halkı ve kadınları geliyor. Dolayısıyla toplumsallığını yitiren bu göç kitlesi savunmasız halde her türlü kullanımın ana malzemesini oluşturuyor. Kısacası tüm bunlar, 21. yüzyılda kadınların kazanma şansını ortadan kaldırmaya, yani ideolojik nedenlere dayalı saldırılardır ve amacı kadını kırımdan geçirerek yeniden teslim almak, ehlileştirmektir. Yani bu bir devletlerarası konsepttir ve 3. Dünya Savaşı’nda bir mücadele stratejisi olarak belirlenmiştir.
TÜRK DEVLETİ ERKEK EGEMENLİKLİ VAHŞETİN EN TORTU HALİ
Türk devletinin dağlardan şehirlere, gerilladan sivil halka, kadından çocuğa Kürdistan’ın her yerinde ve herkesi hedef alan soykırım saldırıları bu yıl da devam etti. Türkiye’de artan kadın katliamlarını, fuhuş, uyuşturucu, tecavüz, ajanlaştırma gibi toplumsal yozlaştırma politikalarının yaşanan savaşla bağı nedir? Bu savaş kadınların günlük hayatına nasıl yansıyor?
Türkiye’de faşist-çete-mafyatik bir yönetim var. Toplumla bağı ve aslında gerçek anlamda toplumsal zeminde kabulü olmayan, suçu ve korkuları çok, kaos yaratarak ömrünü uzatan, iktidara gözükara bir şekilde tutunmuş, milliyetçi-dinci silahlarla hem savaş suçu işleyen hem de geriliği toplumsal politika olarak dayatan, özelde Kürt kırımına yönelmiş, genelde tüm Ortadoğu halklarının yaşamını tasarrufa alacak kadar katliamcı-işgalci bir çizgi izleyen, zaafların ittifakından oluşmuş bir gerçeklik var ortada. Şu anki rejimde yeşil faşizmle, kara faşizm ittifak oluşturmuş durumda. Yönetimin ayakta kalması savaşın derinleştirilmesi ve başarı olarak ortaya koyabileceği bir şeyler yaratarak suçlarının hesabından kurtulmasına bağlı. Bu nedenle Kürdistan’a, özgür Kürt kimliğinin sirayet ettiği tüm değerlere hiçbir sınır gözetmeksizin saldırıyor. Bölgesel politikasının çöküntüye uğraması, ekonomik iflas, çalıp-çırpmaların, rant-talan düzeninin iyice ayyuka çıkması ve her açıdan sürdürülemezlik sınırlarına çoktan dayanmış olmasından kaynaklı Türk faşist yönetimi ciddi bir çıkmaz içerisinde.
En büyük çıkmazı Rêber Apo’nun ideolojik ve örgütsel gücü, bölgesel etkinliği ve faşist yönetim karşısında direnen tek cephe olması karşısında yaşanıyor. Bu nedenle Rêber Apo’ya yönelik amansız bir işkence sistemi, son 44 aydır da tam bir izolasyon hali, yoğunlaştırılmış durumda. Özel savaşla Rêber Apo’nun etkisini kırmaya çalışma, tüm alanlarda saldırarak Kürtlerin katliamı üzerinden kendine yaşam imkanı ve alanı yaratma siyaseti özce soykırımcı politikasını yapılandırıyor. Milliyetçi bağnazlığı kışkırtarak, Kürtlerin katledilmesini meşru göstermeye çalışarak hem özgür Kürtlüğün bulunduğu tüm alanları hedefliyor hem de özel savaş politikalarını toplumsal çözülmeye yoğunlaştırarak Kürtleri değersizleştirmeye, kendinden, kimliğinden, ülkesinden vazgeçmeye zorluyor.
Faşist Türk devleti hem Kürdistan’daki tüm yıkımlardan hem de Ortadoğu’da yaşanan yıkımlardan, İslami-cihadist terörden ve çete örgütleri aracılığıyla kadınları, halkları kıyımdan geçirmekten sorumludur. Kendi çıkarı için milyonları katletmeyi göze alabiliyor. Herkes de biliyor ki Hamas’ın İsrail’e yönelik o eylemi gerçekleştirerek aslında İsrail’in savaşı başlatmasını sağlayan, akabinde savaşın bölgesel nitelik kazanması ve İran’ın bu savaşa dahil olması için çabalayan, Filistin halkının adına sözcülük cüretini gösterip özde katliamına çanak tutan Türk faşist yönetimidir. Suriye’nin durumu bilinmektedir, Türk devletinin işgali altında çıkmazları daha da derinleşmektedir. İşgal edilmiş alanlarda DAİŞ politikası olarak bilinen, özü faşist Türk devletinin politikası olan talan ve tecavüzcü siyaset uygulanmaktadır.
KDP ihanetinden güç alarak Güney Kürdistan’a geliştirdiği işgal saldırıları, Güney’in ekonomik olarak da işgalinin önemli oranda ilerletilmesi, halkın yozlaştırılması, Güney’de tarikat örgütlenmelerine ağırlık verilmesi, Kuzey Kürdistan’da her türlü askeri zor ve terörün yanı sıra Hizbul-Kontra-Hüda-Par üzerinden hain, kendi halkının katili olan gerici cihadist güçleri örgütlemeye çalışması, Rojava Kürdistan’ına sınırsız bir terör uygulaması, tüm dış siyasetini Kürtlerin katli pazarlığına dayandırması yeminli bir düşmanlık, erkek egemenlikli vahşetin en tortu hali olarak dışa vuruyor.
Karşısında Önderlik gücü ve özgürlük hareketi var, bu engeli ortadan kaldıramayınca saldırılarını vahşet düzeyine taşıyor ve çılgınca askeri operasyonlar, servet harcadığı tekniğe dayalı saldırılarla amacına ulaşmaya çalışıyor. Bu kadar mafyatik-suça bulaşmış, kandan beslenen bir rejim herhalde özgürlüklere açık olmaz ve gerici, kendi iktidarını her açıdan örgütleyecek bir kullaştırma siyaseti dayatır. Rêber Apo’ya yaklaşım ne ise Türkiye halklarına ve kadına yönelik yaklaşım da odur. Çünkü Rêber Apo kadınların, halkların özgürlüğünü temsil ediyor. Özgürlüğe yakın olan Rêber Apo’ya yakın olur. Rêber Apo’ya ve dolayısıyla özgürlüklere kapalı rejim savaşın faturasını halka çıkarıyor, Türkiye halkları açlık sınırında yaşıyor.
Halkın muhalefet etmesi ve direnişe geçmesi ihtimali karşısında özel savaş yoğun olarak devrede tutuluyor. Halkın ne duyacağı, gerçeğin nasıl çarpıtılacağı, neyi yücelteceği, neyin iyi neyin kötü olduğunun rejimce belirlendiği bir durumda gerçeğin kendisine karşı büyük bir düşmanlık geliştiriliyor. Bu açıdan toplumun gerçeğin uzağında seyretmesi açısından toplumu kendisiyle uğraşır hale getiriyorlar. Güvensizliği derinleştirecek ajanlaştırma, değer yargılarını aşındıracak fuhuş vb şeyleri teşvik etme, kadınları siyaseten etkisizleştirmek için yoğun tutuklamalar, dinci argümanlarla makul anne tipolojisini öne çıkarma, erkek egemenliğini tahrik ederek, ön açarak kadın cinayetlerini normalize etme, küçük yaşta evlilikler, tarikat örgütlenmeleriyle kadınların cendereye alınması ve toplumun yozlaştırılması gibi daha onlarca uygulamayla yoğun bir şiddet politikası devrededir. Şu an Türkiye’de katiller, mafyacılar, tecavüzcüler, hırsızlar, talancılar, dolandırıcılar, uyuşturucu kaçakçılarından organ mafyasına kadar en büyük kadın ve toplum düşmanları ‘vatansever’ sıfatıyla Kürtler ve Özgürlük Hareketi karşısında olduğunu haykırıyor. Bunun arkasına saklanarak o vatanlarının canına okuyor durumdalar.
TÜRKİYE’DE HİÇBİR ŞEY MÜNFERİT DEĞİL
Kürdistan’da Özgürlük Hareketi’nin etkisiyle kadın etrafında değerleşen toplumsal gelişimin ortadan kaldırılması amacıyla en çok kadına saldırıyor bu rejim. Tecavüz bir devlet politikası olarak geliştiriliyor. Son olarak şansızlığı Hüda Par’cı bir ailenin çocuğu olan Narin ne kadar acımasızca katledildi ve bu katliam nasıl bizzat devletçe ört bas edilmeye çalışılıyor? Bunun nedenleri var tabii. Mevcut durumda bu savaşla beslenen rejim çakıldığı, başaramadığı oranda daha fazla suça ve kendini koruma altına alma çabasına yöneliyor. Bu da Türkiye’yi bir açık hava zindanına dönüştürmüş durumda. Özelde kadınların genelde hiç kimsenin yaşam garantisi yoktur. İstanbul Sözleşmesi ortadan kaldırıldı, kadın kurumları kapatılıyor, kadın mücadelesi kriminalize ediliyor ve örgütlenme hakkı elinden alınıyor, erkek geriliği hortlatılıyor, önü açılıyor. Kadına yaklaşım yaşama, ülkeye yaklaşımdır. Haliyle kadının içinde bulunduğu durum Türkiye halklarının ve toplumunun da durumudur. Türkiye’de hiçbir şey münferit değil, hiçbir şiddet biçimi kişisel değil, hiçbir sosyal-ekonomik sorun dönemsel ya da salt o konularda izlenmiş yanlış politikaların sonucu değil; hepsi derinleşmiş faşizmden ve onun kirli savaşından kaynaklı sonuçlardır, uygulamalardır.
Tüm bunların içinde yaşamak demek aslında nefes alamamak, günlük olarak katliam siyasetinin gölgesinde tehlike altında olmak demektir ve bu her kadın ve toplumun ağırlıkta kısmı için geçerli bir durumdur. Bu savaşın nedenleri, aslında kimlerin bu savaştan beslendiğinin anlaşılması gerekir. Mevcut sorunun çözümü gelişmediği sürece kadın katliamları daha da derinleşerek devam edecek, yaşam katledilecek ve giderek insan olmak adına aslında ortada bir şey bırakılmayacaktır. O açıdan kadınların, toplumun bunu görmesi, kendi kurtuluşunu sağlayabilmesi açısından öncelikle Kürt sorununun çözümünü dayatması ve buradan faşist-katliamcı-terörist rejimin beslenme kaynaklarını tıkayarak ondan kurtulması gerekir.
AN’A MÜDAHALE ETMEK GEREKİYOR
Erkek, devlet, gelenek şiddetine karşı kadınların öz savunması ne şekillerde olmalıdır? Öz savunma, örgütlülük ve eylem-mücadele diyalektiğini nasıl sağlamak gerekir?
Ortaya konulan tablodan da anlaşılacağı üzere kadınların yaşam ve özgürleşme şansı ancak doğru bilinç ve örgütlülükle, kendine sahip çıkma oranıyla bağlantılı bir durum. Bu açıdan erkek, devlet ve onun yelpazesinde şekillenen her şey, şiddet ve kendine eklemlemeyi, bunu sağlayamazsa öldürmeyi, engel olmaktan çıkarmayı amaç edindiğinden, kadınların yasal zemini de zorlaması gerekmekle birlikte ama esasında kendini savunmaya yönelmesi gerekir. Bu noktada öz savunma yaşamın olmazsa olmazıdır.
Örgütlenme geleneği ve belli düzeylerde kurumlaşması da var kadın hareketinin. En önemlisi bunun bilinci, neyin ne olduğu ve nasıl kurtulunabileceği perspektifi var. Yol belliyse -ki bu büyük bir şanstır- o halde o yola girmek gerekiyor. 3. Dünya Savaşı gibi sınırların yeniden belirlenmek istendiği, katliam siyasetine dayalı politikaların devrede olduğu ama tüm bunların içerisinde sistemin temellerinden çözüldüğü ve şiddetin fazlalığının esas nedeninin de sistem kurumlaşmasının kaybetmeye yakın olduğu, bu nedenle doğru bir mücadelenin erkenden iktidarcı sistemi çözülme yoluna koyacağı gerçeği içerisinde dışardan kurtarıcı beklemek değil, an’a müdahale etmek gerekiyor. Evden sokağa, iş yerinden okullara kadar her alanda kadınların örgütlenmesi ve mücadele etmesi hayatidir. Bir gerçeği bilmek kendi başına yeterli bir kurtuluş yolu değil. Aktifleşmemiş bilinç, en fazla bile bile ölüme gönüllü yürüyüşü getirir. Bu noktada öz savunma eksenli örgütlenme, eylem ve her alanda sesin yükseltilmesi, sistemin attığı her adımın önünün alınması gerekiyor. Kitlesel örgütlenmelerden daha lokal savunma örgütlenmelerine kadar herkesin kendini koruması mümkündür. Kadın cinayetlerini geliştirenler, sistematik kılınmış tecavüzler, çocuk katliamları, uyuşturucu kullanımının yerel işbirlikçilere dayalı devlet eliyle örgütlendirilmesi, ajan ağını oluşturan mekanizmalar vb., bir bütün olarak öz savunma eksenli müdahalelerin yapılması ve etkisizleştirilmesi gereken hususlardır.
Korku, yaşamın değersiz kılınmasına yol açtığı gibi korumuyor da. Bu kadar kadın cinayetleri oluyor, Kürdistan’da uzman çavuş ve çeteler, hain işbirlikçiler eliyle sistematik geliştirilen tecavüzler oluyor ama bunun karşısında hücre örgütlenmesine dayalı aslında çok rahat geliştirilebilecek karşı koyuşlar yeterince açığa çıkmıyor. Oysa birkaç kadın kendini örgütler ve bu suçların kaynağına yönelirse önünü alabilir, caydırıcı olabilir.
Öz savunma yaşam alanını koruma hakkıdır ve misilleme yapmayı gerektirir. Erkek egemenlikli sistemin, faşist Türk devletinin hareket alanı, toplumdur. Maşası, toplumdaki insanlardır; amacı toplumu dağıtmaktır. O halde toplumun kendisini kullanılma zemininden kurtarmak gerekir. Sıranın kendisine gelmesini beklemek akıl karı değil. Kadın Özgürlük Hareketimiz bünyesinde kazanılmış muazzam bir birikim var. Düşünceden örgütlenmeye, eyleme kadar neyin nasıl yapılması gerektiğinin yol ve yöntemleri netleştirilmiştir. Bu birikimin her alanda aktif hale getirilmesi ve bunun öğreticiliğinde hareket edilmesi gerekiyor. Düşmana hizmet eden hiçbir kişi ve duruşun toplumsal zeminde barınmasına izin verilmemelidir. Değerlere sahip çıkmak kendini savunmanın ön koşulu hatta nedenidir. Özellikle genç kadınlar örgütlenmeye öncülük ederek eylemsel bir pozisyona geçebilmelidir.
SOKAĞI BOŞ BIRAKAN KADINLARIN, HALKIN YERİNİ KONTRALAR ALIR
Kadın sorunu elbette sadece bir ulusun sorunu değildir. Bu açıdan faşizm karşısında en birleştirici faktör, kadın olmanın ve özgürlük ihtiyacının kendisidir. Bunu yapabilmek zaten sistemin toplumu birbiriyle çatıştıran oyunlarını boşa çıkarmak anlamına gelir ki demokratik mücadelenin toplumsallaşması bunu başarmış kadın öncülüğüyle mümkün olabilir. Şimdi sistem ve onun kendini örgütleme ağı yaşamın her alanına sirayet etmişse, o halde mücadeleyi de yaşamın her alanında yürütmek ve toplumu erkek ve devlet şiddetine kapalı hale getirmek gerekir.
Binlerce katledilmiş çocuğun son halkası olan Narin öldürüldü, aile işin içerisinde, Hüda-Par’lı, yani kontra geleneğine dayanan, her fırsatta devlete bağlılığını tekrarlayan bir pozisyonda. Sözde mahkeme kuruldu ama tam bir mizansen. Kürdistan koşullarında sekiz yaşındaki bir çocuk neden katledilir ve neden bunu örtbas etme çabası geliştirilir? Bunun siyasetle, Kürdistan’a dayatılan yozlaşmayla, yürüyen savaşla, soykırım politikasıyla, devletin yozlaşmış, çeteleşmiş gerçeğiyle bağlantısı ortadadır. Bu gerçeği biliyorsak ve kabul etmiyorsak tavrımız ne olacak? Söylenmecilik, eylemsiz tepki nihayetinde yozlaştırır ve irade kırılmasına, teslimiyete götürür. O halde hak olana sahip çıkmak ve örgütlü, eylemli hale gelmek gerekiyor. Legal, illegal her türlü tepkinin ortaya konulması haktır. Hem Kürdistan hem Türkiye hem Ortadoğu düzleminde kadınlar savunma politikasına sahip olmalı ki bu savaşın tahribatlarından korunabilsin, bu savaşın kirli yürütücülerini yenebilsin.
Kürdistan’da ajan örgütlenmeler, şimdi tarikat maskesiyle sokağa sürülüyor. Amed’de, Êlih’te bu katiller sokağa çıktılar, sözde İslami yaşam biçimi adına iş yerlerini dağıttılar, toplumu korkutuyorlar. Şimdi birçok yerde sivil giyimli kontralar sokak başlarını tutuyor, tam bir zorbalık sergileniyor. Sokağı boş bırakan kadınların, halkın yerini kontralar alır. Giderek evden çıkılamaz hale gelinir. Kadın Özgürlük Mücadelesinin oluşturduğu değerlerin büyüklüğü karşısında bu kadar pervasızca her alanda kadına saldırmanın politikası devrede tutuluyor. O halde kadınlar hem örgütlenme hem de mücadele araçlarını çok yönlü devreye koyma anlamında, toplumsal kurtuluşun gerçek öncüleri olarak daha güçlü ortaya çıkabilmelidir. Öz savunma birimleri oluşturulmalı ve eylemsel kılınarak tüm bu gerici, katliamcı güruh ve politikalar etkisiz kılınmalıdır.
HESAP SORMA HAREKETİ ESASINDA ÖZ GÜCE DAYALI ÖRGÜTLÜLÜKLE GELİŞEBİLİR
Kadınların en büyük savunma örgütü YJA Star’dır. Buna katılım olmalı, genç kadınlar silahlanmalı, eylem ve karşı koyma haklarını daha radikal bir düzeye taşımalıdır. Günlük yaşamın idame edilmesine odaklanmak, tüm ezici düşman politikaları karşısında sessiz kalmak, bir biçimde yaşayabileceğini sanmak gaflettir. Düşman, cinsiyetçi politikaları sokakta, zindanlarda, siyasette, ekonomide, yaşamın her alanında uyguluyor. Doğa talanını, katliamı kırım politikasının bir ayağı olarak devrede tutuluyor. Yani yaşanacak, nefes alınacak bir dünya, bir ülke bırakılmıyor. Gerçek bu kadar ortadayken ve bunu engelleyecek en temel güç öz güce dayalı örgütlenme ve aktif savunma iken bunu yapmamak, elbette en büyük kaybedişleri getirir.
Kadının cesareti, dirayeti, iradesi, tecrübesi vardır. Analarımız kale gibi; faşizme, erkeğin her türlü baskıcılığına karşı tanrıça erdemiyle, asaletiyle karşı koyuyorlar. O halde bu tutumun daha fazla kitleselleşmesi ve radikalleşmesi gerekir. Nasıl yaşayacağımızı sokağa sürülmüş, tekbir getiren, özü devletin ajanı, uşağı olan güruhlar belirleyemez. Devlet, erkek belirleyemez. Retlerimiz varsa, örgütlü eylemlerimiz retlerimizi ortaya koyabilmeli ki, bir değeri olsun. Yapılması gereken seferberlik düzeyinde örgütlenmeye ve her alanda karşı koymaya yönelmek olmalı. Örneğin, bir erkek kadını rahatlıkla dövüyor, öldürüyor. Bir çete sokaklarda nara atarak cirit atıyor, bir simsar çocukları zehirleyerek uyuşturucuya bulaştırıyor, bir diğeri kadını pazarlıyor, birileri din adına aslında kadınları, toplumu devletin uşaklığına mecbur kılmaya çalışıyor, bir uzatmalı uzman çavuş kadınlara tecavüz ediyor ve rahatlıkla yaşamına devam ediyorsa bunları yapanların yanına kar bırakmamak lazım. Hesap sorma hareketi esasında kadınların öz gücünün örgütlülüğüyle gelişebilir. Kadınlar erkekten ve sistemden daha fazla oluşturma yeteneğine, kudrete, dönüştürme gücüne sahiptir. Açığa çıkarmak, eylemli kılmak gerekir. Rêber Apo şunu belirtiyor: “Erkeğin insafına terkedilmiş bir kadın kaybetmeye mahkumdur”. O halde hiçbir kadın kendisini, hemcinsini, toplumunu, çocuğunu, ülkesini erkeğin, devletin insafına bırakarak kendini peşinen yaşamın ve sürecin kaybeden mahkumu haline getirmemelidir.
YJA STAR’IN YÜRÜTTÜĞÜ MÜCADELE İDEOLOJİKTİR
YJA Starlı kadınların öncülük düzeyinde faşizme, işgal ve ihanet çizgisine karşı sürdürdükleri direniş nasıl tanımlanmalı? Zira Asya Ali, Berwar Dersim, Bêrîtan Nurhak, Bîşeng Brûsk, Sara Hogir, Rosîda ve daha nice devrimci savaşçının nasıl bir motivasyonla faşizme karşı durduğuna tüm dünya tanıklık etti.
YJA Star, özce kadınların savunma örgütüdür, haliyle mücadelesi de kadınların ve halkların korunması ve özgürlükleri önündeki engellerin ortadan kaldırılması amacına dayalı bir öz savunma duruşudur. Rêber Apo’nun kadın özgürlük çizgisinin en radikal gücü olarak örgütlendiğinden cins ve çizgi mücadelesini yaşamı ve eylemiyle ortaya koymayı esas alıyor. Faşizmi erkek egemenliğinin en yoğunlaşmış dışa vurumu olarak tanımladığından, elbette karşı koyuşu da radikal ve öz gücüne dayalı muazzam bir mücadele olarak gelişiyor. Aynı şekilde ulusal kapsamda halkı ve ülkesinin peşkeş çekilmesine dayalı düşmanla işbirliğini ihanet olarak tanımladığından, YJA Star, Bêrîtan çizgisini yurtsever kadının ifadesi olarak kurumsal düzeyde temsil ediyor. Yani YJA Star’ın yürüttüğü mücadele esasında ideolojiktir.
Elbette amacı büyük olmayanların mücadele iradesi ortaya koyması beklenemez. Bu açıdan faşizmin tüm teknik donanımı ve nicelik olarak büyük ordusuna karşı YJA Star güçleri kadın iradesini, savaşma gücüne dönüştürüyor. Elbette tarihsel birikimimize dayalı açığa çıkan bu örgütlü ve eylemsel duruş, dönemsel olarak da misyonunun farkındalığıyla hareket ediyor. YJA Star yürüttüğü savaş ve ortaya koyduğu dirençle 3. Dünya Savaşı içerisinde tüm kadınların özgürlük cephesini temsil ediyor ve faşizmin, ihanetin, geriliğin ilerlemesini durdurduğu, darbelediği oranda kadınların yaşam alanını yaratma ve sistemleşmesine olanak tanıma bilinciyle hareket ediyor. Aynı zamanda tüm Kürdistan ve Ortadoğu halklarının da geleceğini temsil ediyor. Çünkü 3. Dünya Savaşı içerisinde Kürt halkına soykırım, Ortadoğu toplumlarının dağıtılması, topraklarının yeniden işgali ve en kötüsünden kaybediş dayatılmakta. Bu noktada gerek bölgesel devletler gerekse de uluslararası güçlerin gerçekleştirdiği saldırılar özgürlük hareketimizce engellenmeseydi, boşa çıkarılmasaydı Ortadoğu’nun şu an durduğu yer de, iktidar güçlerinin pozisyonları da, kadınların ve halkların durumu da çok daha farklı olurdu. Demokratik Ulus’a giden yol kadın devrimidir. Bu perspektifle YJA STAR esasında cins mücadelesini radikal düzlemde yürütürken, bunu demokratik uluslaşmanın en geniş kapsamda geliştirilmesiyle bütünlüklü ele alıyor.
Tüm dünyanın gözü önünde NATO konseptli, Türk faşist devletinin yıkıcılığında alanlarımıza yönelik kapsamlı saldırılar geliştiriliyor. Çünkü gerilla güçleri toplumun ve bölgenin en temel savunma gücü olduğundan istedikleri biçimde ilerlemelerini engelliyor. Gerilla bir bent olarak görüldüğünden saldırılarla gedik açma, mümkünse yıkma ve kadınları, halkı savunmasız bırakma adına yoğun bir savaş konsepti uygulanıyor. Türk devleti Misak-ı Milli sınırlarına ulaşarak kendi rejim suçlarını örtbas edip yıkımından sorumlu oldukları Ortadoğu’yu, Kürdistan’ın soykırımdan geçirilmesiyle kendi at çiftliğine dönüştürme hesaplarını yaparken, elbette bu tehlikeli amacı YJA Star ve Özgürlük Gerillalarının karşı koyuşuyla tıkanmış durumda. Her türlü silah kullandılar, kullanıyorlar. Aslında günlük bilançolardan bir istatistik hesap yapılsa son yüz yılda en çok silahların kullanıldığı sürecin gerillayla yürütülen savaş süreci olduğu rahatlıkla anlaşılır. Çılgınca bir saldırı var, kimyasaldan termobarik bombalara, teknik takipten istihbarata, yoğun bombalamalara kadar Türk devletinin kasasındakiler Erdoğan ve güruhunun çaldıkları dışında bu savaşa akıyor. Niye bu kadar yana yakıla F-16’ların restore edilmesi peşindeler? Sorun sadece yeni teknikle donanımını sağlamak değil. O kadar bombalama yaptılar ki, uçakları artık kullanılamaz sınırlara dayandı. Kuzey Kürdistan ve Medya Savunma Alanlarına yönelik geliştirilen saldırılar gerillayı ezmeye, Rêber Apo’yu yalnızlaştırmaya ve tasfiye edemedikleri Hareketimizi bu biçimde devre dışı bırakmaya dönüktür.
TARİHSEL MİSYONUMUZUN FARKINDAYIZ
Bu nedenlerden ötürü geleceğin ortaya koyduğumuz mücadele gücüyle orantılı şekilleneceğini bildiğimizden, tarihsel misyonumuzun ve sorumluluklarımızın farkındayız. YJA Star komuta ve militan yapısı, bu nedenle özgür yaşam tercihini savaşma düzeyiyle ortaya koyuyor. Muazzam bir irade, amaca bağlılık, askeri yetkinlik, profesyonel düzey söz konusudur. Gerek hareketli timlerle gerek tünel direnişleriyle düşman batağa saplanmış durumdadır, ki gerilla mücadelesinin öncüsü kadındır. Hem her türlü sorumluluk yüklenme hem iradi olarak sağlam durma hem taktik açıdan yaratıcı olma hem tekniğe hakimiyet hem de eylem gücü ve kapasitesini büyütme anlamında çıta çok yükseltilmiştir.
Elbette büyük bedeller de söz konusudur. Berwar arkadaşımız gibi her açıdan mükemmel bir kadın komuta düzeyini yakalamış birçok arkadaşımız, düşman karşısında ideolojik tutum koyarak, son ana kadar düşmanı vurmayı esas alarak şehadete yürümüşlerdir. Zap, Metîna, Avaşîn’de yaşananlar destansıdır. Zîlan çizgisinde Rûken ve Sara arkadaşın taktik açılımlarına dayalı, Asya ve Rojger yoldaşların birlikte gerçekleştirdiği TUSAŞ eylemi, ortaya koydukları özgür kadın ve özgür erkek duruşu özgürlük mücadelemizin geldiği düzeyin en somut ifadesi olarak görülmelidir. Arkadaşlarımız, Türk devletinin savaş araçları yaptığı merkeze mükemmel bir performans ve kararlılıkla daldılar. Savaş suçu işleyen bu kesimden 40’ın üzerinde kayıp verdirildi, yüzlerce faşist yaralandı. Bu eylem, gerillanın her yerde, her biçimde müdahale ederek savunma savaşını geliştirebileceğini ortaya koydu. Toplamında bu direnişlerle 44 ay sonra İmralı’nın kapılarını açtırmış ve Rêber Apo’nun başarı beklentisi ve sevgisini içeren selamına ulaşılmıştır.
Bu anlamda merkezine Rêber Apo’nun ideolojik çizgisi ve öncülüğüne bağlılığı alan YJA Star, Önderliğimizin özgürlüğü temelinde tüm toplumun, kadınların savunma gücü ve cephesi olarak olmazları kabul etmeyen, sınırları zorlayan, yurtseverliği en rafine halde ortaya koyarak hainlerin maskesini düşüren, kadın iradesinin ulaşabileceği yükseklikleri deneyimleyen, bunun onurunu taşıyan ve bu nedenle zafere ulaşıncaya kadar geri adım atmayacak bir motivasyonla katılan 21. yüzyılın kadın savunma gücüdür.
Tabii mevcut düzey, dönemin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya yetmemektedir. Düşman tıkanmıştır, başarısız kalmıştır. Hatta o nedenle sözde çözüm adına basit bir oyun sergilenmeye çalışılmış, bununla hem Önderliğimizin duruşu ve direnişinin altı boşaltılmak istenmiş hem de gerilla mücadelesi karşısındaki çözümsüzlüklerini ilan etmişlerdir. YJA Star’ın örnek aldığı duruş elbette Rêber Apo’dur. Önderliğimiz, kadın özgürlüğü adına en radikal önderdir. Esaretinin temel bir nedeni de budur. Yirmi altı yıldır ağır bir işkence ve izolasyon ortamında tutulmakta, iradesi geriletilmeye, halktan ve hareketten kopartılmaya çalışılmaktadır. Rêber Apo’nun ideolojik-politik mücadelesi ve iradesi düşmanın tüm politikalarını boşa çıkarınca bu defa Önderliğimizi tecrit ederek, konuşmasına izin vermeyerek faşist Türk yönetimi Önderlik adına söylemlerde bulunmakta, aslında Önderliği itibarsızlaştırma, sahte önderleri öne çıkarmaya çalışma, böylelikle hem Kürt uluslaşması hem demokratik uluslaşma hem de kadın özgürlük alanında gedik açma, geriletmeye çalışmaktadır. Önderliğin duruşu ve kadın öncülüklü gerilla direnişi karşısında yaşanan çözümsüzlük, bu sahte havalara ve söylemlere yol açmıştır. Nihayetinde Asya ve Rojger arkadaşların eylemi düşmanı erkenden deşifre etmiş, zaten peşinden gelen Rojava saldırıları, belediyelere kayyım atamaları tasfiye amaçlarını bir kez daha görünür kılmıştır. Bu açıdan YJA Star olarak hiçbir beklenti, ‘fakat’, ‘acaba’ taşımadan, Önderliğin çizgisine ve amaçlara bağlılık ve netlik temelinde önümüzdeki dönem güçlerimizi hem nicel hem de nitel olarak büyüterek, öz savunma savaşımızı 3. Dünya Savaşı ve bölgesel koşullar içerisinde kazanabilecek düzeye getirmek ve şehitlerimizin anısını böylelikle zafere taşımak amacındayız.
BÖLGESEL BİR GÜÇ NİTELİĞİNİ TAŞIYORUZ
30 yılı aşkın mücadele deneyiminizle kadın mücadelesinin öz savunma ayaklarını bölgesel düzeyde geliştirme iddia ve kararlılığına sahipsiniz. Bunun, 3. Dünya Savaşı’nın yoğun yaşandığı Ortadoğu için aciliyeti nedir? Kadın öz savunması nasıl geliştirilip ortaklaştırılabilir?
Kadın gerilla güçleri olarak Sakine Cansız yoldaşın mücadeleye daha 70’li yılların ortalarında dahil oluşundan, Mihriban Saran -Azime-, Bese Anuş öncülüğünde birçok arkadaşın 1980 darbesi karşısında kırsala yönelmesi ve ardı sıra gelişen gerilla hareketiyle 1982 yılından itibaren Kürdistan dağlarında mücadele yürütmeye başlama ve giderek hem nitelik hem sayı olarak ciddi bir güç olarak 1993’ler de kurumlaşmaya ve günümüze kadar süren bir tarihsel geçmişe sahibiz. Son 32 yıl özgün örgütlenme temelinde ordulaşmanın kurumsallaşmasıdır. Kadın gerilla mücadelesi daha uzun bir tarihe sahiptir.
Gelinen noktada kadın özgürlük hareketi ve gerilla ordusu olarak bölgesel bir güç niteliğini hem ideolojik hem siyasal hem de askeri mevzilenme itibarıyla taşıyoruz. Bu açıdan Ortadoğu’yu merkez alan, 3. Dünya Savaşı içerisinde tüm kadınlar adına bölgesel gelişmelere yön verecek bir hareket olma misyonuna sahibiz.
TEK YOL, ÖZ SAVUNMA SAVAŞININ BÖLGESEL KAPSAMDA ÖRGÜTLENDİRİLMESİDİR
Tabii savaş, büyük yıkımları ve yeniden paylaşımı barındıran amaçlarıyla, çoklu aktörleri barındıran gerçeğiyle oldukça yoğunlaşmış durumda. Bunun karşısında özelde kadınların, genelde tüm Ortadoğu halklarının kurtuluşu için tek yol; öz savunma savaşının bölgesel kapsamda örgütlendirilmesidir. Nihayetinde DAİŞ saldırıları karşısında YJA Star gerillalarının öncülük ettiği direniş mücadelesi, ilhamını bundan alan YPJ, YJŞ, HPJ’nin savunma örgütleri olarak yerelde kurumlaşmaları ve sürece aktif katılımı kadın özgürlük mücadelesini hem Kürdistan hem de Ortadoğu’da büyütmüştür. Özellikle Rojava devrim süreci Kürt, Asuri, Ermeni, Arap, hatta Dünya devrimci kadınlarının katılımlarıyla tam bir kadın uluslaşması ve demokratik ulus yelpazesini oluşturmayı başarmıştır.
Ama gelinen nokta kuşkusuz önemli olmakla birlikte tüm Ortadoğu düzleminde kadın mücadelesinin aktifleşmesine yetmemektedir. Erkek egemenlikli devletçi sistem Rojava’ya, Şengal’e saldırılar düzenlemekte, işgal hareketleri yürütülmekte, kadın özgürlük çizgisi İslam maskesi altında toplumsal yozlaşmanın gelişmesi için oluşturulmuş çete örgütlerinin kuşatmasında ve bizzat Türk devletinin maşalığında saldırıya uğratılmakta, kadın iradesi kırılmak istenmektedir. İran’da ‘Jin Jiyan Azadî’ serhıldanları tarihsel önemde sonuçlar ortaya koymuş ve ciddi bir kadın öncülüğünü en radikal şekilde ortaya koymuştur ama İran hızla ezme ve katletme siyasetini geliştirerek bu süreci baltalamak istemektedir. Son olarak Kürt kadınları ve kadın özgürlük aktivistleri Pexşan Ezîzî, Werîşe Mûradî’ye idam cezası verilmesi en üst düzeyde kadına saldırıdır. Şiddetle kınıyoruz bu yaklaşımı ve kesinlikle mücadele gerekçesi olarak görüyoruz.
Suriye, Filistin, Irak, Ermeni, Mısır, Libya, Lübnan, Fars, Belluci, Türk kadınlarının yaşadıkları ortadadır. O açıdan Ortadoğu düzleminde bir kadın savunma politikası ve örgütlenmesine ihtiyaç var. Hem öz savunma anlayışında ortaklaşma hem de kadınların kendilerini savunabileceği mekanizmalara kavuşması anlamında yeni adımlar atılmalı.
ORTADOĞU KADIN ULUSLAŞMASINI ÖZ SAVUNMA EKSENLİ GELİŞTİRMELİYİZ
YJA Star olarak tabii bu konuda öncülük misyonumuzun farkındayız. Hem YJA Star kapsamında tüm bölge kadınlarını kapsayacak bir örgütlülük içinde olmak ama hem de bu ülkelerde kadınların öz savunma örgütlenmesini teşvik etme ve her türlü desteği sunma sorumluluğundayız. Ortadoğu kendi kurtuluşunu yaratamazsa tarihin en büyük kaybedişlerinden biriyle karşı karşıya gelecek. Dinci, milliyetçi tüm ayrıştırmaların ötesinde Ortadoğu kadın uluslaşmasını öz savunma eksenli geliştirmeliyiz. Bir kadın hangi ulustan olursa olsun, Ortadoğu’nun hangi coğrafik parçasında yaşarsa yaşasın savunma ihtiyacı varsa bunu karşılamayı görev biliyoruz.
Özgürlük mücadelemizin Ortadoğu kadınlarında oluşturduğu bir sempati var, hatta bu temelde gerilla güçlerimize yoğun katılımlar da var. Şu an en aktif savaşan mevzilerimizde birçok Arap, Türk arkadaşımız var. Bu çok önemli ama esasında yerelden örgütlenmiş savunma örgütlülükleri ve ortaklaşmış politikalar gerekiyor. Tüm kadın örgütleri, özgürlük arayışçıları bu gerçeği görerek çalışmalarını esasında öz savunma eksenine dayandırmalı. Kendini savunamayanın ne kazanımları kalıcı olur ne kurduğu sistemi koruyabilir ne de iktidarcı sistemi aşabilir. Bu gerçeğin siyasal, toplumsal çalışmaların merkezine alınması, kadın basın çalışmalarının esasta bu gerçeği görünür kılması, anlatması, diplomasinin bunun dili olması gerekir. Zamana yayılamaz, ötelenemez bir görevdir. Herkes kendini, yaşamını, sokağını, ülkesini, haklarını koruyabilecek bir donanım içinde olabilmelidir. Öz savunmanın boyutu geniş, eylem biçimi çoklu etkisi büyütür. Bir yelpazedir öz savunma. Bilinçten örgütlenmeye, eylemsel güce, diplomasiden basına, istihbarata kadar bütünlüklü bir duruş gerektirir. Ortadoğu’ya ilaç olacak tek çare budur. YJA Star olarak bu konuda çaba ve girişimlerimiz var ama yerel örgütlenmelerin daha da büyütülerek geniş alanlara yayılmasına ihtiyaç var. Rêber Apo’nun da belirttiği gibi yerelle evrensellik çok iç içedir. Kendimizi bölgesel düzeyde örgütlemezsek, sadece kendi çeperimize sıkışmış bir kurtuluş amacı sonuç alıcı olmaz. Çünkü sorunlar da, çözümü de çok iç içedir. Haliyle kadına karşı şiddetle mücadele günü vesilesiyle de tüm kadın örgütlülüklerine çağrımız, dönemin ciddiyetiyle öz savunmayı merkez alan bir çalışma ve ortaklaşmanın geliştirilmesine katılımdır.
TÜM KADINLARI DÜNYANIN GELECEĞİNİ BELİRLEME SORUMLULUĞUNU ALMAYA ÇAĞIRIYORUZ
Bu anlamda 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’ne dair nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Şiddet iktidarın sistemik halidir, süreklidir. Bu açıdan süreklileşmiş bir karşıt mücadeleyi gerektirir. Bir kez daha erkek-devlet şiddetiyle yaşamını yitiren tüm kadınları saygı ve minnetle anarken, en temelde şiddetin kaynağını ortadan kaldırmanın ancak şiddeti sonlandıracağını belirtiyoruz. Erkek aklıyla kadın olmayı tanımlamak ve mücadele yürütmek mümkün değil. Bu açıdan liberal, burjuva siyaseti kapsamında kadın söylemini kullanan demagog ama özünde yumuşatan, kadın özgürlük mücadelesinin radikalize edilmesini barajlayan, böylelikle sistem sınırlarında, erkekten, devletten bekleyen yaklaşımları aşmak ve bu tür duruşlara alan açmamak gerekir.
Bir savaş gerçeği içindeyiz ve günlük olarak kadınların, çocukların kanı akıyor, doğa talan ediliyor, açlık sınırları insanlığı utandıracak düzeyde yaygın, ölüm tacirleri en büyük yalan ve kandırmalarla toplumla, kadınla alay ediyor, aç gözlülükleri doymuyor, iktidar uğruna halkların kıyımı reva kılınıyor. Böyle bir tablo içinde yapılması gereken şiddeti kökünden reddetmek ve şiddetin kaynağıyla mücadele yürütmektir. Bu nedenle asla rutin bir duruşun yetmeyeceğini bilerek, her kadının kendi yaşamının ve geleceğinin sorumluluğunu alması gerekiyor. Tarihsel olarak hiçbir zaman kadınlar bu kadar kendi özgürlüklerini kazanma ve sistemleştirerek garantileme fırsatına kavuşmamışlardı. Heba etmemek, buna dört elle sarılmak, dönemin olağanüstülüğüyle birlik ruhuyla örgütlenmek, erkek aklı ve söylemleriyle ayrıştırıcı olmamak, tersine o sınırları aşarak bir arada ortak mücadele yürütmek gerekiyor.
2024 yılı çok kritik bir yıldı ve yoğun mücadelelerle doluydu, bedelleri büyüktü. 2025 yılı hem ulusal hem bölgesel düzlemde savaşın seyrinin paylaşım politikalarının dayatılmasıyla daha da derinleşeceği bir yıl olmaya adaydır. Bu açıdan başta Kürt kadınları olmak üzere tüm bölge kadınları olarak buna hazırlıklı olmak, örgütlenmeleri sıkılaştırmak ve mücadeleyi radikalleştirmek gerekir. Erkeğin ve iktidarcı güçlerin gündemlerinin arkasına takılmak değil, gerçek gündem etrafında bir araya gelmek, buna odaklanmak ve kendi tercihimiz olan yaşamı kendi ellerimizle kazanmak gerekir. Hiçbir kadın, hiçbir insan şiddet kurbanı olmamalı, yaşam ve özgürlük hakkından alıkonulmamalı, hiçbir çocuk acımasızca katledilmemeli, hiçbir toprak parçası bombalarla, işgalcilerin kirli ayaklarıyla, hainlerin pazarında harap edilmemeli, hiçbir toplum geleceği konusunda umutsuzluğa ve kaderciliğe mahkum olmamalı, hiçbir insan toprağından, toplumundan, değerlerinden vazgeçerek intihar etmeyle eşdeğer olan göç yollarına düşmemeli. Bunları temenni olarak söylemek bu amaçlara ulaşmayı mümkün kılmıyor. O halde ihtiyaçlarımızı görecek, onu sahiplenecek, sorumluluğunu üstlenecek ve bu uğurda mücadele edeceğiz. Bu temelde tüm kadınları ortak mücadeleye ve cins mücadelesini daha radikal yürüterek Ortadoğu’nun, Dünya’nın geleceğini belirleme sorumluluğunu almaya çağırıyoruz. Tam da hesap sormanın, irade olmanın, yaşama sahip çıkmanın, yaratımın, bu anlamda tanrıçalaşmanın, kadının yaşamla, yaşamın özgürlükle buluşmasının zamanıdır.
YJA Star olarak kadına, insanlara şiddet dayatan sistemi ve onun uygulayıcılarını lanetliyor, mutlaka bunları aşma kararlılığıyla mücadeleyi yükselteceğimizi belirtiyoruz.
Rêber Apo’nun ‘Jin Jiyan Azadî’ felsefesi ortak kimliğimizdir, tüm kadınlarla ellerimizi buluşturan kaynaktır. Bu nedenle Rêber Apo’nun özgürlüğü temelinde erkek-devlet düzeniyle mücadelemizi zafere taşıma kararlılığıyla tüm kadınlarla ortaklaşmayı ve birlikte yürümeyi devrimciliğimizin tanımı olarak görüyoruz.
Baş eğmeyen, eyleme kalkan, özgürlüğü varlığının olmazsa olmazı olarak tanımlayan ve anlamın gücüyle başarı için yaşayan tüm kadınları sevgiyle selamlıyor, başarılar diliyoruz.