Avukat Sarıca: Umut hakkı pazarlık konusu yapılamaz

Önder Apo’nun avukatlarından Rezan Sarıca, İmralı'da yeni bir gelişmenin mevcut olmadığını ve umut hakkı için yasal değişikliklere ihtiyaç duyulduğunu söyledi.

Önder Apo’nun avukatı Rezan Sarıca, MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin dile getirdiği umut hakkı, yeni süreç ve diğer gelişmeleri ANF'ye değerlendirdi.

Devlet Bahçeli, Meclis konuşmasında Önder Apo için ‘umut hakkı doğar’ dedi; ama yasal olan bu hakkı birtakım şartlara bağladı. AİHM'in bu konuda daha önce aldığı kararlar ve Bahçeli'nin açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bahçeli, ileri sürdüğü şartların yerine gelmesi halinde ‘umut hakkı için yasal düzenlemeler yapılsın’ ve Sayın Öcalan’ın ‘bundan yararlanmasının yolu ardına kadar açılsın’ dedi. Fakat Meclis'in buna uyup uymayacağı, umut hakkı yasasının çıkıp çıkmayacağı ve böyle bir yasa çıktıktan sonra yargının umut hakkını özgürlük hakkının tesisine dönüştürüp dönüştürmeyeceği belli değil. Çünkü umut hakkı teknik olarak doğrudan özgürlük anlamına gelmiyor. Ancak kimi hukuksal düzenlemeler, demokratik olmak kaydıyla, sosyo-politik ve toplumsal ihtiyaçlardan yola çıkarak getirilebilmelidir.

Hükümetin Önder Apo ile ilgili her durumu bir pazarlık konusu yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Var olan, kazanılmış temel hak ve özgürlüklerin hükümet politikalarına bağlanması doğru bir yöntem değil. İşkence yasağı başta olmak üzere, temel hak ve özgürlükler tarihten günümüze birtakım güvencelere bağlanmıştır. Yasal ve anayasal düzenlemeler ile uluslararası sözleşmeler bu hak gruplarını koruma altına almış ve devletlerin yönetiminde yer alan iktidarlar da tüm bu hukuk düzenine uyacağını taahhüt etmişlerdir. Yargı, yürütme ve yasama organları bir bütün olarak hukuk düzenine uymakla yükümlüdür ve Meclis de bunların başında geliyor. Bu yüzden, her şeyden önce hukukun gereğinin 10 yıldır neden yapılmadığı izah edilmelidir.

AİHM'in bu konuda almış olduğu bir karar var. İhlallerin sona ermesi için bazı maddelerin değişmesi gerekiyor. Bize o maddelerden söz edebilir misiniz?

AİHM, Sayın Öcalan’ın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ömür boyu sürdürülmesini öngören düzenlemeyi işkence yasağına aykırı buldu ve 2014 yılında Öcalan No 2 kararında AİHS madde 3’ün ihlal edildiğine hükmetti. Aynı nitelikte Vinter/Birleşik Krallık kararı (2013), Kaytan/Türkiye kararı (2015), Gurban/Türkiye kararı (2016) ve Boltan/Türkiye (2019) kararı da var. İhlal sürdükçe kararların devam ettiği ve edeceği görülüyor. Çünkü bu sistemsel ve yapısal bir sorun olarak karşımızda duruyor. TCK Madde 47, İnfaz Yasası’nın 25, 107/16, 3713 sayılı yasanın 17/4 Maddeleri bu yapısal sorunu içeren maddeler olarak kaldırılmalı veya değiştirilmelidir.

‘YASAL HAKLAR SİYASİ BİR ŞARTA BAĞLANAMAZ’

Türkiye, AİHS’e bağlı bir ülke olarak 46’ncı Maddeye göre bu kararların gereğini yerine getirmekle mükelleftir. Anayasa madde 90’ a göre de AİHS’e uymak zorunda. Öcalan, Gurban, Kaytan ve Boltan kararlarının gereğinin yerine getirilmesini izlemekle yetkili Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 2021 ve 2024 yıllarında Türkiye’ye derhal gerekli yasal düzenlemelerin yapılması çağrısında bulundu. Bu yüzden, AİHM kararına uygun yasal düzenlemelerin getirilmesinin herhangi bir siyasi şarta bağlanması Anayasa ve uluslararası hukuka, özelde ise AİHM mekanizmasına uygun değil. Böyle bir şart, işkence yasağı ile AİHM kararının mantığı ve gerekçesiyle de uyumlu değildir. Mevcut koşulların sürdürülmesi, işkence ve eziyetin artmasına yol açmaktadır.

İmralı ile ilgili yeni yasal düzenlemeler bekliyor musunuz?

AİHM kararıyla uyumlu bir yasal düzenlemenin getirilmesi, meselenin usul boyutudur ve bunun kayıtsız şartsız derhal sağlanması gerekiyor. Özgürlük ancak o şekilde daha hukuki zeminde ihtimal dahilinde olabilir. Tabii, söz konusu yasal düzenlemelerin içeriğinin ne olacağı, nasıl olması gerektiği de çok önemli. Umut hakkının özgürlük bağlamında hukuki ve demokratik tartışmalara konu edilmesi ise meselenin esasını oluşturur. Bu tartışmaları, söz konusu yasal düzenlemelerin hemen akabinde veya zaman kaybetmeden paralelinde yürütmek daha güvenilir, inandırıcı, sağlıklı ve öngörülebilir olacaktır. Başka bir ifadeyle, işin esas,ı Sayın Öcalan’ın yaklaşık 26 yıldır hapsediliyor olması; bu süre zarfında ve öncesinden başlamak üzere Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülmesi için istikrarlı çaba, girişim ve çağrılarda bulunmuş olması; kabul edildiği üzere barış ve demokratik çözüm rolüne sahip olması; demokratik anlayış ve düzenin yerleşmesi için çabalamış olmasıdır. Demokratik bir düzen için umut hakkı-özgürlük hakkı, bu gereklilikler ve ihtiyaçlar üzerinden tartışılmalı ve daha fazla zaman kaybetmeden adım atılmalıdır.

Bahçeli, konuşmasında tecrit ifadesini kullanarak, resmi anlamda ilk kez tecrit kabul edilmiş oldu. Oysa Kürtler 25 yıldır İmralı'da tecrit var demesine rağmen buna şiddetle karşı çıkılıyordu. Resmi olarak ifade edilen ‘tecrit var’ açıklamasının ardından hem iç, hem de dış hukukta tecrit konusu bir başka boyut kazandı. Siz durumu nasıl yorumluyorsunuz?

İmralı'daki tecrit ve haber alamama hali, biz hukukçular nezdinde hem içerde hem de Avrupa başta olmak üzere dünyada sürekli olarak dillendirilmiş ve karşı çıkılmış koşullardı. Kürt halkı, dostları ve demokratik kamuoyu her türlü baskıya rağmen milyonlara ulaşacak şekilde tecride karşı koyuş ortaya koydu. Türkiye'de ve Avrupa'da çok sayıda merci ve makam sorumlu tutuldu, hukuka uygun adımlar atmaları istendi. Demokratik kamuoyundan beklenti içerisinde olundu.

 İmralı tecridi dünyada önemli bir düzeyde gündem olmuştu. Bizler de Türkiye’de genel bir tıkanmayla birlikte tecrit sisteminin daha fazla sürdürülemeyeceği tespitinde bulunuyorduk. Söz konusu gelişmelerin bunlardan bağımsız olmadığı ortadadır. Bahçeli tarafından kabullenmiş olması, meselenin sadece daha görünür hale gelmesine yol açtı. Görmeyenler ve konuşmak istemeyenler meseleyi artık tartışmaya başladı. Ancak bugüne kadar uluslararası nitelikte tecridi tespit eden gelişmeler zaten olmuştu. Hatta sadece tespitle sınırlı değil, aynı zamanda değiştirilmesine yönelik gelişmeler bunlar.

Türkiye İmralı'da altına imza attığı uluslararası hukuku çiğniyor mu?

Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), en son yayınlanan raporunda (2020), aile ziyaret yasakları için getirilen disiplin cezalarına dayanak yapılan gerekçelerin aldatıcı ve politik olduğu tespitinde bulunmuştu. Aile ve avukat ziyaretleri ile savunma hakkı için koşulların iyileştirilmesi tavsiyelerinde bulunuyordu. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi (BM İHK), yaptığımız başvuru üzerine 6 Eylül 2022 tarihinde ‘derhal hiçbir sınırlamaya maruz kalmadan avukatları ile görüştürülmelidir’ şeklinde tedbir kararını Türkiye’ye göndermişti. Bu kararı, 19 Ocak 2023 tarihinde yeniden hatırlatmıştı. Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite’nin (BM İKK) 80’inci oturumu kapsamında Temmuz 2024 döneminde, Türk Hükümet yetkililerine tecrit, görüş yasakları, avukatların dosyalara erişememesi, disiplin cezalarının art arda veriliyor olması, bu süreçlerin avukatlardan gizli yürütülmesi, 25 Mart 2021 tarihinden itibaren hiçbir haber alınamıyor olması, ömür boyu hapis cezalarıyla ilgili uluslararası standartlara uygun adım atılmaması gibi birçok önemli konu soru olarak yöneltilmişti. Heyet, elbette ikna edici, yeterli ve hukuki gerekçelere dayalı cevaplar verememiş, İmralı tecridi savunulamamıştı. Ertesi hafta, BM İKK raportörleri geçici gözlem raporunu yayınlamış ve tecrit koşullarının hukuka uygun hale getirilmesi, umut hakkı için yasal değişikliklerin yapılması tavsiyelerinde bulunmuştu. Bu tavsiyelerin Eylül 2025 dönemine kadar yerine gelmesi için de hükümet ile irtibatta olacaklarını hatırlatmak isterim. Bu tür gelişmelere paralel olarak Nobel Edebiyat Ödülü sahiplerinin çağrı ve mektupları gibi birçok gelişme de yaşanmıştı.

Önümüzdeki günlerde bir şeylerin değişeceğini düşünüyor musunuz?

Halihazırda İmralı’da çok boyutlu hukuksuzluğu ortadan kaldıran kalıcı herhangi bir gelişme olmuş değil. Sayın Öcalan ile 43 ay sonra gerçekleşen bir aile ziyareti, tecrit penceresini sadece aralamış oldu. Onun dışında İmralı’da herhangi bir değişiklik söz konusu değil. 5 yılı aşkın bir süredir görüşemediğimiz gibi, avukat yasağı da devam ediyor. Görüşme taleplerimiz halen cevapsız bırakılıyor. Avukatlar olarak, disiplin cezaları ve diğer yasak kararlarına erişimimize izin verilmiyor, halen yasadışı bir şekilde gizli yürütülüyor ve savunma hakkı tanınmıyor. Disiplin cezaları verilmeye devam ediliyor. İmralı’ya 2015 yılında nakledilen Sayın Konar, Sayın Yıldırım ve Sayın Aktaş ile tek bir görüşme yapamamış durumdayız. Aileleri de görüşemiyor. Sayın Aktaş, 30 yılını nisan ayında doldurmasına rağmen serbest bırakılmadı. Onlardan yüz yüze haber alınabilmiş değil. O yüzden, Bahçeli’nin açıklamasının henüz bir şeyi değiştirmediği ortada. Yasal kurallar ve uluslararası hukuk yerine keyfi, siyasi bir sistem var. CPT tavsiyelerine, BM İKK tavsiyelerine uygun adım atılmıyor. CPT’nin Eylül 2022’de İmralı’ya yaptığı son ziyarete dair rapor Türkiye'nin elinde ama halen yayınlanmasına izin verilmiyor. BM İHK’nin avukatlara dair tedbir kararı halen uygulanmayı bekliyor. Anlaşılacağı üzere, İmralı tecrit sistemi olduğu gibi sürdürülürken, iç içe geçtiği Kürt sorunu ile bağlantılı olarak toplumsal, sosyal ve yargısal boyutlarda da bir politika değişikliğini görmüş değiliz.