Emperyalist destekli Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ve Türkiye’deki iktidarın güdümündeki Suriye Milli Ordusu (SMO) cihatçı selefi çetelerinin Suriye’de başlattığı işgal saldırısını Esad rejimini devirmesiyle meşrulaştırmaya çalışmasının yankıları sürüyor. Başta Alevi ve Hıristiyan halklarının can güvenliği olmak üzere, Rojava’da çoğulcu, demokratik ve eşitlikçi bir özerk yönetim kuran Kürtlerin statüsü de tehlikeye girdi. Özellikle Ortadoğu’da Kürt düşmanlığı üzerinden politika kuran Türkiye’deki iktidarın güdümündeki paramiliter cihatçı çetelerin Rojava’yi tehdit edip saldırı sinyalleri vermesi, her hak arayışları boğulmaya çalışılan Kürt halkında büyük bir tepki ve tedirginliğe neden oldu. Suriye’deki son gelişmeleri ANF’ye değerlendiren tarihçi ve yazar Erdoğan Aydın, bugün kazanan Türkiye veya onun desteklediği HTŞ gibi gözükse de esas kazananın İsrail’in ve ABD’nin bölgeye dayatmaya çalıştığı statüko olduğunu vurguladı ve Ortadoğu’nun medeniyetten daha da uzaklaşmış bir duruma geldiğini kaydetti.
‘BÜYÜK OLASILIKLA ABD VE RUSYA ANLAŞTI!’
Erdoğan Aydın, 2011 yılından beri direnen Suriye rejiminin 11 günde bu kadar çabuk, radikal ve onur kırıcı bir şekilde çözülmüş olmasının arka planında uluslararası bir uzlaşmalar süreci olabileceğine işaret etti. Arka planda ABD ile Rusya arasında bir anlaşma olabileceğini dile getiren Aydın, şu tespitlerde bulundu: “ABD büyük bir olasılıkla Ukrayna bağlamında Rusya ile anlaşmış. Rusya'nın bu saldırı karşısında Suriye rejime kalkan olmaktan vazgeçmesi konusunda mutabakat almış gibi gözüküyor. Çünkü bugüne kadar kendi askerleri de dahil Suriye rejimini ayakta tutmak için harcadığı malzeme ve insan kayıpları dikkate alınacak olunursa, birdenbire böylesi radikal bir çizgi değişiminin arka planında Rusya’yı tatmin eden bir uluslararası mutabakatın olması gerek. Rusya zaten yeterince yıpranmış olan pozisyonundan çıkmak üzere Suriye rejimini yalnız bıraktı. Diğer bir mesele İran. İran, 7 Ekim’den bu yana İsrail'in yayılmasından ve özellikle de Hizbullah'a yönelik başarılı ataklarından sonra artık Suriye'yi savunmak, korumak konusundaki eski özgüvenini kaybetti.
‘SURİYE REJİMİ KENDİ MÜTTEFİKLERİ TARAFINDAN DA FEDA EDİLDİ’
Bu nedenle de İran da Suriye rejiminin arkasından çekildi. Bir müddet önce Hizbullah da İsrail saldırısı nedeniyle milislerini çekmişti ve dolayısıyla Suriye rejimi adeta kendi müttefikleri tarafından da feda edildi. Karşısındaki güçlere karşı kendi milli güçleriyle direnebilecek güçten de yoksun kalmış olan rejimin hızla çözülmesi sürecini yaşadık. Gerek Suriye ordusu rejimi korumak konusunda gerekli direnci Halep'ten başlayarak göstermedi, gerekse rejimin Suriye halkını seferber etme gücünün veya iradesinin olmadığını gördük. Nitekim rejimin başındaki Esad da ülkesini, onurunu, başşehrini savunmak yerine tek bir kurşun sıkmadan başkenti teslim ederek kaçtı. Bu yaşananlar da savaş sahasının dışındaki bir anlaşmanın, bir mutabakatın ipuçlarını veriyor.”
‘HTŞ’YE YOL VERİLDİ!’
Aydın, bu sürecin bu noktaya varmasında 7 Ekim sonrası İsrail'in topyekun saldırarak askeri ve teknolojik açıdan sergilediği performansla bölgedeki güçlerin tümünü geri adım atmaya, kaygı duymaya yönelten koşulların da çok önemli bir rolü olduğunu belirtti. Bunun yanı sıra Şam'ı ele geçiren örgütün HTŞ olmasının, ABD ile HTŞ arasında bir mutabakata varıldığının da ipuçlarını verdiğine dikkat çeken Aydın, “HTŞ'nin başta ABD olmak üzere bütün küresel güçlerin listesinde terörist bir örgüt olarak geçtiğini anımsayacak olursak bu yol verme hali ABD ile HTŞ arasında bir mutabakat, bir ön ilişki olduğunu bize gösteriyor” dedi.
‘HTŞ VE SMO’NUN ARKASINDA DOĞRUDAN TÜRKİYE VAR!’
Bu işgal saldırısının bu kadar organize bir biçimde yapılmasının arkasında Türkiye’nin büyük bir rolü olduğuna işaret eden Aydın, İdlib alanında sıkışmış, kuşatılmış bir örgütlenmenin, bir anda Halep'i ele geçirip, askeri performansını artırarak ilerleyebilmesinin arkasında doğrudan doğruya Türkiye’nin olduğunu vurguladı. Aydın, nitekim dünyaya açılan tek sınırının Hatay sınırı olduğu dikkate alınacak olunursa, Türkiye’den başka herhangi bir ülkenin bu örgütün silahlandırılması ve atılım yapabilmesini sağlayacak pozisyon elde edebilmesinin imkansız olduğunu belirtti. Aydın, “Türkiye’nin daha önceden iktidarı HTŞ ile, SMO adı verilen kukla örgütlenmeyle paylaşmaya zorlayan sözde anlaşma girişimlerine Esad itiraz edince, deyim uygunsa İdlib'den başlayan saldırının da meşruiyet alanını üretmiş oldu. Keza Türkiye’nin Rojava'nın yıkılmasına yönelik bir uzlaşı arayışının Esad tarafından reddedilmiş olması da bu süreci daha da kesinleştirdi ve sadece Türkiye'nin desteğiyle, silahlandırmasıyla, yönlendirmesiyle, hava gözlem araçlarıyla teşvik edilmiş, desteklenmiş bir saldırı karşısındayız. Dolayısıyla Türkiye doğrudan dolayı işin içinde ama bu HTŞ Türkiye'nin kuklası olacak anlamına gelmiyor. Türkiye'nin orada tek kuklası var, o da SMO. Ama HTŞ önümüzdeki günlerde daha net göreceğimiz gibi büyük bir olasılıkla dünyanın güç odaklarıyla uzlaşma yoluna başvuran, bunu önceleyen, dolayısıyla Türkiye ile de arasına belli bir mesafe koymaya çalışan bir yerde durmaya çalışacaktır” diye konuştu.
‘KAZANAN HTŞ VE TÜRKİYE GİBİ GÖZÜKSE DE KAZANAN İSRAİL OLDU’
HTŞ’nin Suriye’yi işgal etmesiyle Türkiye’nin güneyinde bir Afganistan kurulduğuna işaret eden Aydın, bu gelişmeyle dünyadaki tüm cihadist güçlerin ciddi bir moral elde ettiğini ve Ortadoğu’nun bugün sadece laikliğe değil, demokrasiye de çok daha uzak bir yerde durduğunu kaydetti. Bu büyük musibetten bir hayır da çıkabileceğini ifade eden Aydın, örneğin Suriye'nin yeniden düzenlenmesinde Kürtlerin de, Alevilerin de, Hıristiyanların da, Dürzilerin de nefes alabileceği bir statüko kurulabileceğini söyledi. Aydın, ancak şu andaki esas ihtimalin, siyasal İslamcı bir rejimin Rojava hariç kurumsallaşması ve giderek Suriye'nin birikimlerinin de bu rejim tarafından yağmalanıp, imkanlarının küresel cihatçı güçler tarafından kullanılabilmesi risklerini barındırdığına dikkat çekti. Bu açıdan bir medeniyet kaybından söz etmek gerektiğini ifade eden Aydın, bunun sadece Suriye özelinde değil, genel olarak dünyada küreselleşme ile birlikte başlayan gerileme, hak ve özgürlüklerden geriye düşme halinin Suriye ile devam etmesi durumu olduğunu kaydetti. Bugün kazanan Türkiye veya onun desteklediği HTŞ gibi gözükse de esas kazananın İsrail’in ve ABD’nin bölgeye dayatmaya çalıştığı statüko olduğunun her gün biraz daha net olarak görüleceğini kaydeden Aydın, “Kuşkusuz Esad rejimi diktatör bir rejimdi ve bilinenin aksine kendisi bir Alevi olmasına rağmen Alevi ütopyasıyla yakınlığı olmayan ve Suriye’deki dengelerde diktatör bir iktidar sürdüren bir pozisyondaydı. Evet, Esad döneminde Aleviler güvencedeydi, kimse onlara saldıramazdı ama bu iktidarın Alevi olduğu yanılgısı tamamen siyasal İslamcıların yaygınlaştırdığı bir iddiadır. Nitekim Esad rejiminden en çok nemalanan aslında Sünni burjuvalardır. Ama Suriye’deki Esad rejiminin İsrail karşısında bir direnç hattı oluşturmasının ortadan kalkması, önümüzdeki dönemde artık Filistin, Hizbullah, Irak'taki Şii tahkimat ve arkasından da İran için çok daha geri bir duruma düşülmesi anlamına gelmektedir. Ve burada kazanan İsrail'dir. Nitekim İsrail şimdiden kendisine karşı bir direnç oluşturulması ihtimalini de Suriye'nin mevcut hava kuvvetleri, deniz kuvvetleri gibi kritik mevzilerini bombalayarak ve Şam'a biraz daha yaklaşıp, biraz daha hakim bir pozisyon elde ederek zaten pekiştirmektedir” dedi.
‘FİLİSTİN DÜNE GÖRE BİLE NEFES ALAMAZ HALE GELECEK!’
Önümüzdeki günlerde başta Türkiye'deki İslamcılar olmak üzere herkesin, Filistin’in artık düne göre bile nefes alamaz hale geldiğini göreceklerini belirten Aydın, söyle konuştu: “Türkiye’nin İslamcıları Suriye'de Sünni İslamcılık adına bir zafer kazanıldığı imajı vermeye çalışıyor; oysa gerçek zafer, Filistin halkı aleyhine, Ortadoğu’daki laik direnç hatları aleyhine İsrail'in zaferidir. Türkiye'deki iktidar da şu anda toplumsal hegemonyasını güçlendirmiş vaziyette olsa da, bir müddet sonra gerçekler ortaya çıktığında bambaşka bir tabloyla hem Türkiye'de hem bölgede karşılaşacağımızı göreceğiz. Ortadoğu’nun statükocu Sünni İslamcıları ile İsrail arasında aslında zannedilenin aksine radikal bir çelişki yok. Dönem dönem birbirleriyle karşılaşsalar, sözel ve pratik kavgalar etseler de aslında aralarında stratejik bir uyum bulunmaktadır. Birincisi İsrail, bölgedeki stratejik alanını görece genişletmektedir. İkincisi, bölgede kendisine gerçek anlamda düşman bir güç bırakmama konusunda ABD ve NATO'nun işbirliğiyle yoğun bir çaba sergilemektedir. Bu düşmanlar da iddiaların aksine bölgenin Sünni İslamcıları ve Sünni devletleri değil, daha çok Esad ve İran gibi Şii yönetimlerdir.“
‘ALEVİLER GÜVENLİKLERİNİ TÜMÜYLE KAYBETMİŞ OLDU’
Suriye’de en çok da Aleviler açısından çok riskli bir dönem olacağının belirten Aydın, Alevilerin Esad rejiminin doğrudan bir parçası olarak görüldüğünü ve kendilerini savunabilecek pozisyona sahip olmadıklarını söyledi. Alevilerin, siyasal İslamcı bir hegemonya koşullarında güvenliklerini tümüyle kaybetmiş olduklarına dikkat çeken Aydın, “Eğer uluslararası dengeler sayesinde Suriye'de demokratik bir anayasa oluşturulabilirse, ki bu şu anda küçük bir ihtimaldir, ancak o zaman Alevilerin görece bir güvencesinden söz edilebilir ama iktidar siyasal İslamcıların elinde olduğu müddetçe anayasa demokratik olsa bile yine de gerçek anlamda bir güvencede olmaları ihtimali çok küçük görülmektedir” diye konuştu.
‘TÜM GÜÇLERİN KAÇTIĞI YERDE IŞİD’İ DURDURAN KÜRTLER KOLAY LOKMA OLMAYACAK!’
Kürtler açısından da zor bir dönemece girildiğini belirten Aydın, özellikle HTŞ'yi destekleyen, koruyan, silahlandıran Türkiye’deki iktidarın Kürtlerin hiçbir yerde statü elde etmemesi üzerine bir siyaset izlediğini hatırlattı. Ancak Kürtlerin, Aleviler veya diğer kimlikler kadar da güvencesiz olmadığını vurgulayan Aydın, Kürtlerin Rojava’da kurduğu statükoyu kırmak için hem Türkiye hem HTŞ hem SMO’nun saldıracaklarını ama en azından Suriye'nin Alevileri gibi silahsız, örgütsüz bir halkla karşılaşmayacaklarını dile getirerek, “Bu güç, dün dünyanın bütün resmi ordularının önünden kaçtığı, Musul'u bıraktığı, Rakka'yı bıraktığı IŞİD’i durduran güçtür. Dolayısıyla HTŞ'nin saldırısı karşısında da kendini koruyacaktır” vurgusunda bulundu.
Kürtlerin kendi kendilerini koruyabilecek donanıma, iradeye, örgütlülüğe sahip olduklarını belirten Aydın, “Kürtler hiç kimse için kolay lokma olmayacak. PYD'nin bütün dünyada çok ciddi bir dostlar havuzu var. Çünkü bütün dünyanın sokaklarından bakıldığında, Ortadoğu siyasal İslamcılığın veyahut da kendi dışında kalanları imha etmeye çalışan milliyetçiliklerin arazisidir. Bu arazide biricik demokratik, biricik kadın-erkek eşitlikçisi bölge, Kürt bölgesidir ve dolayısıyla dünyanın bütün sokaklarında bugün Kürtlerin kurduğu statükonun yaşamasından yana milyonlarca insan bulunmaktadır” diye konuştu.
‘KİMSE ROJAVA’YI FEDA ETMEYE YAKLAŞMAYACAK!’
Uluslararası güç odaklarının da kendi halkları nezdindeki meşruiyet ve bölgenin güç dengelerinin tek yanlı olmasını istememek açısından kolay kolay Rojava’yı feda etmeye yaklaşmayacağını dile getiren Aydın, HTŞ'nin Suriye'nin yeniden yapılandırılması ve kendi iktidarının tanınması karşılığında PYD'yi hazmetmek zorunda kalacağını, PYD'nin birleşik bir Suriye'de ama özel bir bölge olarak varlığını sürdürebileceği bir statüye razı olmak zorunda kalacağını söyledi. Türkiye'nin de aynı şekilde PYD’nin bir statüye kavuşmasına razı olmak zorunda kalacağını belirten Aydın, şunları kaydetti: “Bunlar, Rojava'daki mevcut yapının kendi kendini koruma kararlılığının sonucu olarak kabul edilmek zorunda kalacaktır. Büyük bir olasılıkla sonuç statükonun kabulü olacaktır.
‘SURİYE’NİN AFGANİSTAN OLMASINI ENGELLEYECEK TEK GÜÇ KÜRTLERDİR!’
Kürtler kendi bölgelerinde nasıl çoğulcu, eşit bir yaşam tarzı inşa edip, bir anayasal taahhüdü savunmuşlarsa, Şam'la birlikte eğer bir uzlaşı gerçekleşecekse, bütün Suriye'ye, bütün kimliklerin haklarıyla var olabileceği bir Suriye demokratik anayasasını dayatacaklardır. Bu durum Filistin'de soykırım yapan, Lübnan'da soykırım yapan İsrail'in de işine gelecektir, ABD'nin de işine gelecektir, Avrupa'nın da işine gelecektir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemdeki tek seçenek Kürtlerin ezilmesi, Alevilerin ortadan kaldırılması ve Suriye'nin bir Afganistan olması seçeneği değildir. Bu olasılık ciddidir ama bu olasılığı değiştirecek diğer seçeneğin de güçlü dayanakları var. O da Kürtlerdir. Oranın Afganistan olmasını engelleyecek güç onlardır. Dolayısıyla ister ulusalcı bir yerden, ister siyasal İslamcı bir yerden, bugün Suriye'de asıl sorun Kürtlerin tanınması sorunudur. HTŞ'nin Kürtleri ve dolayısıyla demokratik bir Suriye'yi kabul etmek zorunda kalacağı bir seçenek de vardır.”
‘TÜRKİYE’DEKİ ULUSALCILAR AKILLARINI BAŞLARINA ALSINLAR!’
Türkiye’de Kürtlerin ortadan kaldırılmasına yönelik izlenen siyaset ve dile tepki gösteren Aydın, ulusalcı çevrelerin, Kürtler orada kurumsallaşmasın tezine destek oldukları müddetçe, bütün bir Suriye arenasının Afganistanlaşmasına da destek olacaklarını, dolayısıyla Türkiye'nin de İslamcılaşma sürecini hızlandıracaklarını kaydetti. Laik bir Suriye’yi mümkün kılabilecek tek gücün Kürtler olduğunu hatırlatan Aydın, “Ulusalcı kesimler bence akıllarını başlarına alsınlar ve laik bir Suriye'yi veya en azından ara bir Suriye'yi mümkün kılabilmek için Kürtlerin oradaki varlığının anayasal güvenceye kavuşturulmak zorunda olduğunu görsünler” diye konuştu.
‘KÜRTLERİN DEĞİL, BÖLGEDEKİ TÜM YEREL GÜÇ ODAKLARININ AYIBIDIR!’
Öte yandan Kürtlerin ABD ile hareket etmek zorunda kalmasını eleştirenlere de tepki gösteren Aydın, bunun Kürtlerin değil, bölgedeki tüm yerel güç odaklarının ayıbı olduğunu vurguladı. Aydın, “Bu durum hâlâ Kürt sorununun önemini teslim etmeyen ulusalcı çevrelerin ayıbıdır. Başta Türkiye olmak üzere, Türkiye'nin benzeri bazı iktidarların ısrarla Türk, Arap, Acem milliyetçiliği izleyerek Kürtlere nefes alabilme, var olabilme, haklarını gerçekleştirebilme imkanını vermeme ayıbının sonucudur. Dolayısıyla eğer bugün Kürtlerin kurduğu özerk yönetim ABD ve İsrail aracılığıyla ayakta kalacaksa, bundan dolayı kimsenin Kürtleri eleştirmeye hakkı yoktur. Çünkü Kürtler bu bölgede her zaman en ağır ateş altında, en ağır asimilasyon altında, en ağır baskı altında olmuşlardır. Kaldı ki Kürtler Rojava’da ABD’nin orta vadede hiç hazzetmeyeceği çoğulcu, kadın-erkek eşitliğini ön plana çıkaran, Alevi, Sünni, Ermeni, Dürzilerin güvencede olduğu demokratik bir yapı kurmuştur. ABD yarın öbür gün Türkiye veya HTŞ üzerinden çıkarlarını daha fazla garanti altına alırsa, pekala Kobanê’den vazgeçebilir” dedi.
‘İKTİDAR KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK İSTEMİYOR’
AKP-MHP iktidarının ülke içerisinde barıştan söz edip çağrı yapan, hem de Rojava’daki Kürtlerin statüsünü yok etmeye yönelik izlediği çelişki politikalar hakkında da değerlendirmelerde bulunan Aydın, iktidarın Kürt sorununu çözmek istemediğini vurguladı. İktidarın, Abdullah Öcalan'ı kendi örgütüne, kendi halkına karşı kullanma çabasında olduğunu dile getiren Aydın, “İktidar, Öcalan belki zaaf gösterir, kendi örgütü aleyhine laf kurar stratejisi izliyor. Buna karşı da seni dışarı çıkartırız, rüşveti vermeye çalışıyorlar. Ben doğrusu böyle bir sonuç elde edebileceklerini zannetmiyorum. Aynı politikayı kayyum atayarak sürdürüyorlar ve Kürtlere, bize tabi olursanız biz size bir şeyler veririz ileride dayatması yapıyorlar. Oysa Kürt sorununu çözmek isteyenin, Kürdü gerçekten kardeş kabul edenin yapacağı olmazsa olmaz işler vardır. Birincisi, bu politikaya derhal son vermek. İkincisi, Kürtlerin anadil hakkı, kendi kendilerini yönetme hakkı, Kürdün oyunun Türkün oyuyla eşit olma hakkını tanımak başta olmak üzere, komşu ülkelerdeki Kürtlerin de kurumlaşma hakkını teslim etmek. Şu anda Türkiye'deki iktidar bunu reddeden bir siyaset izliyor” dedi.
‘ANTİ-KÜRT SİYASETİN KAYBEDENİ TÜRKİYE OLACAK!’
Aydın, iktidarın mevcut siyasetini izlemeye devam ettiği sürece Suriye'de de inisiyatif kaybedeceğini ve Türkiye'de demokratikleşme ile birlikte ekonomik sorunların düzelmesinin de imkansızlaşacağını vurguladı. Anti-demokratik bir Türkiye'nin uluslararası planda etkinlik sağlayabilmesinin mümkün olmadığını kaydeden Aydın, “Umarım iktidar izlediği anti-Kürt siyaseti değiştirir ve Türkiye'deki Kürtlerin kendi yöneticilerini seçme hakkını ve kimlik haklarını tanır. Komşudaki Kürtlerin de kurumlaşma hakkını tanıyan bir çizgiye geçer. Aksi takdirde bugünkü politikasında ısrarcı olursa, birkaç yıl sonra Türkiye ekonomisinin hiç düzelmediğini, Türkiye'nin uluslararası saygınlığının hiç gelişmediğini hep birlikte göreceğiz. O zaman da hiçbir sorunu çözememiş ve dolayısıyla da ilk seçimde devrilmesi kaçınılmaz bir iktidar olacaktır karşımızda. Bugün göçmen sorunu vesilesiyle onun sırtını sıvazlayan Avrupa Birliği ve ABD de bir müddet sonra Türkiye'deki mevcut iktidarı taşıma yükünden vazgeçebilir. Tek çözüm vardır. O çözüm de içeride Kürtlerin haklarını tanımaktır” diye konuştu.
‘BUGÜNÜN SURİYE’Sİ BÖLGEDEKİ TÜM İKTİDARLARA BİR ŞANS VERİYOR’
İktidarın açıkça Kürt'ün inkarı üzerine kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nin kodlarını İslamcılık kimliğiyle aynen sürdürmekten yana bir siyaset izlediğini vurgulayan Aydın, Kürtler demokratik bir Türkiye, demokratik, laik ve barışçıl bir Ortadoğu taleplerinde ısrarcı oldukları ve Kürtleri kendilerine asker yapamadıkları için, Kürtleri ezerek, kayyum atayarak, düşmanlaştırarak etkisizleştirmeye çalıştıklarını belirtti. Bu siyasetin ne Türkiye'ye ne Türklere ne Sünnilere ne Türkiye'nin yaygın yoksullarına en küçük anlamda bir çözüm üretebilme şansı olmadığını kaydeden Aydın, Türkiye'nin sorunlarının çözümünün Kürtlerle uzlaşmaktan geçtiğinin altını çizdi. Kürtlerle kim uzlaşırsa ekonomisini düzeltme, dünyayla barışma, rahatlama imkanına kavuşacağını ifade eden Aydın, Kürtleri ezip HTŞ'ye bütün istikbalini bağlayan güçlerin ise ekonomilerini düzeltemeyeceklerini, Suriye'yi kontrol altına alamayacaklarını, dünyada bir saygınlık elde edemeyeceklerini vurguladı. Bu açıdan bugünün Suriye'sinin hem Türkiye'deki iktidara hem bölgedeki tüm iktidarlara bir şans verdiğine işaret eden Aydın, sözlerini şöyle noktaladı: “Bu şans Kürtlerle uzlaşmaktan, Kürtlerin evrensel haklarını tanımaktan geçmektedir. Üstelik Kürtler bağımsız bir Kürdistan talep etmemektedir. Bu da bir şanstır. En azından Kürtler yaşadıkları ülkelerin içinde eşit yurttaşlık hakkını savunmaktadırlar. Yani Suriye'de bir Arap'ın hakkı kadar benim de hakkım olsun, Türkiye'de bir Türk'ün hakkı kadar benim de hakkım olsun, benim seçtiklerim beni yönetsin, benim anadilim yasaklanmasın, sürgüne uğramayayım, yaşadığım bölgelerde yaşamaya devam edeyim, demektedirler. Bu aslında bölgenin tüm barışçıları dolayısıyla da samimi demokratları, ulusalcıları için de bir şanstır. Bu değerlendirilmelidir. Değerlendirilmezse, maalesef Türkiye ve dünya örneklerinin de gösterdiği gibi cehenneme doğru yol alırız. Hiçbirimiz bunu hak etmiyoruz.”