Stêrk Tv’de yayınlanan özel programa katılan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, seçim sonuçlarını, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi ve Türk devletinin saldırılarına karşı devam eden gerilla direnişini değerlendirdi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin sona ermesi ve fiziki özgürlüğünün sağlanması için mücadelenin daha da yükseltilmesi gerektiğini kaydeden Bayık, tecridin hukukla hiçbir alakası olmadığını ve tamamen siyasi olduğunu belirterek, mutlak tecride karşı herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğini ifade etti.
Şubat ayında Mereş merkezli yaşanan depremin ardından ateşkes ilan ettiklerini ve bu ateşkesin seçim sürecinde de devam ettiğini hatırlatan Bayık, Türk devletinin ateşkesi fırsat bilerek gerillaya dönük saldırılarını arttırdığını vurguladı. Türk devletinin hem Medya Savunma Alanları’nda, hem Başûr’da, hem Rojava’da hem de Bakur’da her yere saldırmasının ardından bir anlamı kalmadığı için ateşkes kararını sonlandırdıklarının altını çizen Bayık, Türk devletinin Rojava’ya saldırarak savaşı daha da büyütmeyi amaçladığını belirtti. Rojava halkının olası bir savaşa karşı hazırlıklı olması gerektiğini sözlerine ekleyen Bayık, DAİŞ çetelerine karşı savaşan ve büyük bedeller ödeyen Rojava’ya sahip çıkma çağrısında bulundu.
30 Haziran 1996 yılında Dersim’de fedai eylem yapan PKK’nin öncü kadrolarından şehit Zîlan’ı (Zeynep Kınacı) anan Bayık, “Bugün Medya Savunma Alanlarında, Zap, Metina, Avaşin’de Zîlan çizgisi, Zîlan ruhu daha derin bir şekilde yaşatılıyor. Düşman PKK’yi tasfiye edemiyor, Kürt halkını soykırımdan geçiremiyorlarsa sebebi Zîlan’ın yarattığı direniş ruhudur” dedi.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın Stêrk Tv’de yayınlanan röportajı şöyle:
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit hala devam ediyor. Avukatları ve ailesi ile hiçbir şekilde görüştürülmeyen Abdullah Öcalan’a yeni ‘cezalar’ veriliyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İşgalci Türk devleti kurulduğu andan itibaren halklara karşı katliamlar yapmaya başladı. Birçok halk soykırımdan geçirildi. Bu halklardan biri de Kürt halkıydı. Kürt halkına büyük acılar çektirdiler. Kürtler de Türk devletinin bu saldırılarına karşı baş kaldırdı. Kahramanca direnişler sergiledi, kendilerini savundular. İşgalci Türk devleti soykırım siyasetini hala devam ettirmek istiyor. Eğer geçmişte halklara yönelik katliam politikalarını iyi anlamazsak, şu an Rêber Apo’ya dönük yaklaşımlarını da anlayamayız. Eğer Rêber Apo’ya karşı böyle bir siyaset yürütülüyorsa aslında bu siyaset Kürtlere, halklara, insanlığa karşı yürütülüyor. Çünkü Rêber Apo bir halkın lideridir. Bu yüzden Türk devletinin zihniyetini iyi anlamak lazım. Bir devlet soykırımı esas alıyorsa o devlet hiçbir zaman hukuk, adalet, uluslararası kanunları hesaplamıyordur. Bugün baktığımızda Rêber Apo’ya, Kürt halkına karşı yürütülen siyasetin ne kendi hukuklarında ne de uluslararası hukukta olduğunu görürüz.
Yürüttükleri tek kanun Kürtleri ortadan kaldırmak. Bütün kurumlarını bunun için kullanıyor. Rêber Apo’ya karşı yürütülen siyaset Kürt halkına, insanlık değerlerine karşı yürütülüyor. Rêber Apo insanlık değerlerini savunuyor. Bu yüzden Rêber Apo’ya yönelik tecrit soykırım siyasetinin tamamlanması demektir. Tecridin hukukla hiçbir alakası yok tamamen siyasidir. Mücadele yükseldiği zaman tecridi biraz gevşettiklerini görüyoruz, fakat mücadele zayıf kaldığında mutlak tecridi tekrar devreye koyuyorlar. Bu yüzden mutlak tecride karşı herkes üzerine düşen görevi iyi anlamalıdır, soykırıma karşı çıkmalıdır. O zaman Türk devleti soykırım siyasetinde geri adım atar. Bu da halkımıza, dostlarımıza, devrimcilere, sosyalistlere düşen sorumluluklardır. Bu yüzden kimsenin rahat yaşamaması lazım. Kendini yurtsever, sosyalist, demokrat, aydın olarak tanımlayanlar mutlak tecride karşı durmalıdır, Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadeleyi yükseltmelidir.
Bu yüzden dört parça Kurdistan ve yurt dışında olan tüm Kürtler, sosyalistler, demokratlar, Kürt halkının dostları Rêber Apo için büyük bir mücadele yürütmelidir. Bunun için geç kalınmamalı. Çünkü Türk devleti soykırım siyaseti yürütüyor. Rêber Apo şahsında Kürtleri ve PKK’yi soykırımdan geçirmek istiyor. Türk devleti mutlak tecridi hemen kaldırmalı, Rêber Apo’nun avukatları, ailesi ziyaretine gidebilmelidir. Rêber Apo’nun bir tutsak olarak hakları var, bu hakları kabul etmeliler. Yine siyasetçilere, insan hakları için mücadele edenlere de bir çağrım var; Rêber Apo’yu görmek için müracaat etmeleri gerekir.
Önce deprem, ardından da seçimlerden dolayı ateşkes ilan ettiniz. Fakat Türk devleti ateşkese rağmen saldırılarını sürdürdü. Siz de geçtiğimiz haftalarda ateşkesi sonlandırdığınızı açıkladınız. Bu kararın ardından gerillanın etkili eylemleri oldu. Savaş şu an ne durumda?
Ateşkes ilan etmemizin sebebi vardı. Kurdistan bölgesinde çok büyük bir deprem yaşandı. Binlerce insanımız yaşamını yitirdi, yaralandı. Çok büyük acılar yaşandı. Bizler de üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirdik. Halkımızın acısını hafifletmek istedik. Bir diğer sebebi ise demokratik siyaset için güçlü bir zemin geliştirmekti. Çünkü savaş sürdüğü taktirde ister istemez demokratik siyaset fazla mücadele edemiyor. Çünkü Türkiye’de faşist-soykırımcı bir hükümet var. Her şeye müdahale ediyor. İki insanın yan yana gelmesine müsaade etmiyor. Bizim verdiğimiz karar insanı ve ahlaki bir karardı. Bu yüzden o dönem böyle bir karar aldık. Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da seçim vardı. Halklar arasında AKP-MHP’nin seçim sürecinde provokasyonlar yapacağı konuşuluyordu. Çünkü daha önce de böyle büyük provokasyonlar geliştirmişlerdi. Halk arasında böyle bir korku vardı. Bunu da göz önünde bulundurduk. Provokasyonların önünü almak için ateşkes kararını uzattık.
Ateşkes kararımıza rağmen Türk devleti savaş politikalarında bir değişiklik yapmadı. Zaten Türk devleti PKK ve Kürt halkını tasfiye etmeyi hedefliyor. Bu yüzden aldığımız kararın nedenini hesaplayamadı. Sanki gerilla zayıflamış da böyle bir karar alınmış. Ateşkes kararını gerillaya büyük darbeler vurarak tasfiye etme fırsatı olarak gördü. Bu yüzden saldırılarını daha da arttırdı. Hem Medya Savunma Alanları’nda, hem Başûr’da, hem Rojava’da hem de Bakur’da her yerde saldırılarını arttırdı. Bombardıman yaptı, kimyasal silah kullandı. Elindeki bütün imkanları kullandılar. Tutuklama, öldürme, zindanlarda ağır cezalar vermek gibi birçok adım attılar. Bu adımları attıktan sonra aldığımız ateşkes kararının bir anlamı kalmadı. Bizler de resmi olarak ateşkesi sonlandırdık. Türk devleti hiçbir zaman gerillanın eylem gücünü anlamadı. Hala da anlamış değil. Tekniği var, bazı güçler de onlara yardım ediyor, böylelikle gerillaya rahat bir şekilde darbe vuracaklarını zannettiler. Fakat bu onlar için gaflettir. Ateşkesi sonlandırmamızın hemen ardından gerillanın birçok etkili ve güçlü eylemleri gelişti.
Türk devleti bu eylemler sonucunda Xakurkê, Metîna başta olmak üzere birçok alanda ağır darbeler yedi. Bu vesileyle Xakurkê savaşında şehit düşen heval Asya, Azad ve Koçer’i saygı ile anıyorum. Bu arkadaşlarımızdan biri Almandı, biri Kürt, biri de Türk'tü. Yani halkları temsil ediyorlardı. Bu da hareketimizin gerçekliğini gösteriyor. Bu hareket sadece bir Kürt hareketi değil, halkların, özgürlük ve demokrasi hareketidir. Savaş daha da büyüyecektir. Çünkü tekrar bir savaş hükümeti kuruldu. Zaten Erdoğan açık bir şekilde askeri ve diplomasi savaşını daha güçlü yürüteceğiz, dedi. Bu temelde kabine kuruldu. Pratikte de bunu gerçekleştiriyorlar. Gün geçtikçe saldırılarını daha da arttırıyorlar. Bu saldırılara karşı direnişimiz de büyüyor. Halkımızın da, demokrat, sosyalist dostlarımızın da bu gerçeği iyi görmesi gerekir. Türk devleti saldırılarını daha da arttırdığında, savaş büyüdüğünde kimsenin bu duruma sessiz ve seyirci kalmaması lazım. Nerede olurlarsa olsunlar Kürt halkı için, demokrasi ve özgürlük mücadelesi için üzerine düşen görevi yerine getirmeliler.
Ateşkes açıklamanızda seçimden sonra Türk devletinin özellikle Rojava’ya yönelik saldırılarını arttırdığını belirttiniz. Son olarak Qamişlo Kantonu Eşbaşkanı Yusra Derwêş, Eşbaşkan Yardımcısı Leyman Şiwêş ve Meclis Üyesi Firat Tûma Türk devletinin saldırıları sonucu katledildi. Bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bilindiği gibi Astana’da Rusya, Suriye ve İran’ın da katıldığı bir toplantı yapıldı. Astana toplantısı daha önce de birçok kez yapıldı. Fakat hiçbir soruna çözüm bulunmadı. Ne Suriye’de ne de Ortadoğu’da halkların yaşadığı sorunlar çözüldü. Hatta var olan sorunları daha da büyüttüler. Belli ki bu toplantılarda Kürt meselesi üzerinde de duruyorlar. Fakat kabul etme, siyasi, demokratik bir şekilde sorunu çözme değil, daha çok Kürtleri nasıl etkisiz kılarız, nasıl ortadan kaldırırız temelinde bir yaklaşım sergiliyorlar. Her toplantı sonrası hem Suriye hem de Ortadoğu’da tansiyon daha da yükseliyor. Sorunlar daha da büyüyor. Türk devleti Suriye’nin birçok alanını işgal etmiş durumda. Hatta işgal ettiği alanları ilhak da etmiş. Çünkü işgal ettiği alanlarda bütün kurumlarını açmışlar. Serêkaniyê, Girê Spî, Efrîn, buralardan Kürtleri çıkarıp Türk devletine bağlı çeteleri yerleştiriyorlar. Yani orada demografiyi değiştiriyorlar. Çünkü Türk devleti Kürt soykırımını esas alıyor ve bu temelde saldırılarını sürdürüyor. Kürtlerin elinde kalan bütün bölgeleri istiyorum diyor. Bu yüzden herkesin gözü önünde saldırılarda bulunuyor.
Kürt ve Kurdistan’ı ortadan kaldırmayı hedefleyen Türk devleti sadece kendi gücüyle yapmıyor bunu. Bir tarafta Astana’da toplantıya katılanlar destek veriyor, diğer taraftan NATO ses çıkarmıyor. Türk devleti de bunlardan cesaret alarak rahat bir şekilde savaş siyasetini sürdürüyor. Suriye topraklarını işgal eden Türk devleti ile yanlış hesaplar yapmamalıdır. Eğer böyle bir şey yaparsa asıl büyük darbeyi kendileri yer. Astana’ya katılan güçler Suriye’ye Kürtleri ortadan kaldırması için destek vereceklerini söylüyor, Suriye’nin bunu kabul etmemesi lazım. Bu bir tuzak çünkü. Buna karşı Kürt, Arap, Süryani halkıyla birlik olmalıdır. Kürt sorununu da çözmeyi esas almalıdır. Kürtlere müzakere kurmalı. İşgalci Türk devletine karşı mücadele etmeli, işgal edilen alanlardan Türk devletini çıkarmalı. Bu şekilde Suriye’ye hizmet etmiş olur. Eğer Suriye halkıyla savaşırsa asıl büyük zararı o zaman alır. Bu yüzden inanıyorum ki Suriye bu gerçeği anlayacaktır.
Astana görüşmeleri yapıldığında Mesrur Barzani de Türkiye’ye gitti, Erdoğan ile, Fidan ile, Yaşar Güler ile görüşmeler yaptı. Daha sonra Yaşar Güler bir açıklama yaptı; Mesrur Barzani ile görüşmelerimiz iyi geçti, bunun olumlu sonuçları olacaktır, dedi. Mesrur Barzani’nin görüşmelerinin ardından Qamişlo’ya saldırı oldu ve Qamişlo Kantonu Eşbaşkanı Yusra Derwêş, Eşbaşkan Yardımcısı Leyman Şiwêş ve Meclis Üyesi Firat Tûma şehit düştü. Mesrur Barzani tabii ki Türkiye’ye gidebilir, görüşmeler de yapabilir. Biz buna karşı değiliz. Fakat Ankara’ya gittiği zaman, ya da daha oradayken Kürtlere saldırı yapılıyorsa, yine döndükten sonra Kürtlere saldırılıyorsa bunun bir manası var.
Türkiye’nin savaş bakanı Yaşar Güler de, görüşmelerimiz olumlu geçti, yakında pratikte de belli olacaktır, dedi. Türk devletinin Kürtlere karşı soykırım siyaseti yürüttüğü biliniyor; peki nasıl oluyor da aralarında olumlu görüşmeler yapılıyor ve sonuçları da yakında görülecekmiş. Herkes şunu merak ediyor; Mesrur Barzani ile Türk devleti arasında nasıl görüşmeler yapıldı, ne kararlar alındı? Bunu açıklamalılar. Bir açıklama yapmadıkları taktirde Kürtlerin sorularını göz önünde bulundurmadıkları taktirde herkes demek ki Türk devleti ve Mesrur Barzani arasında PKK’ye, Kürt halkına karşı olumsuz kararlar alınmış diye düşünecektir. Çünkü Türk devleti Kürtlere karşı bir savaş yürütüyor.
HERKES İNSANLIK İÇİN SAVAŞAN ROJAVA’YA SAHİP ÇIKMALIDIR
Eğer Suriye Kürtlerle müzakereyi, sorunu çözmeyi esas almazsa elbette ki Rojava Kürtleri halklarla ittifakını güçlendirecektir. İşgale karşı direnişlerini büyüteceklerdir. Türk devletine boyun eğmeyeceklerdir. Bunun bilinmesi lazım. Fakat bizim istediğimiz Suriye, Kürt halkı ve diğer halkların işgalci Türk devletine karşı durmasıdır. Çünkü Türk devleti savaşın büyümesini, Suriye’deki işgal alanlarının genişlemesini istiyor. Eğer Suriye kendi topraklarının Türk devleti tarafından daha fazla işgal edilmesini istemiyorsa o zaman Kürtlere ilişkilerini geliştirmelidir. Türk devleti bir taraftan saldırılarda bulunuyor, bir taraftan katliamlar yapıyor. Hemen hemen her gün Rojava’da sivil insanları katlediyorlar. Ama bakıyoruz ki herkes sessiz. Sessiz kalmak Türk devletinin Kürtlere yönelik katliamlarını normal görmek demektir. Eğer böyle görmüyorlarsa buna karşı durmalılar. Fakat karşı durmadıklarına göre Türk devletinin katliamlarını olumlu görüyorlar. O zaman bu katliamlarda onların da payı var.
Rojava insanlık değerlerini savunuyor. Bu yüzden kendisine demokratım, sosyalistim, ekolojistim, özgürlükçüyüm, sanatçıyım, aydınım, işgale, ilhaka, faşizme karşıyım, demokrasi ve insanlık değerlerini esas alıyorum diyen herkesin Rojava’ya sahip çıkması lazım. Çünkü Rojava sadece kendisi için değil insanlık için de mücadele ediyor. Bunu pratikte de ispatladı. DAİŞ’e karşı büyük bir mücadele verdi, binlerce şehit, yaralı verdi. İnsanlığı büyük bir beladan kurtardılar. Şimdi Türk devleti DAİŞ’e karşı duran, DAİŞ’i engelleyen, insanlık değerlerini savunan insanları katlediyor. Peki insanlık neden sessiz? Bazı devletler çıkarları gereği susuyorlar fakat aydın, sosyalist, kadın, ekoloji hareketleri, demokrasi ve özgürlük için mücadele edenler neden sessiz? Sessiz kalmamaları lazım. Çünkü o mücadelede saydıklarımdan bazıları da yer aldı, şehit verdi, emekleri de var. Bu yüzden insanlık Türk devletine karşı Rojava’yı savunmalıdır. Özellikle dört parça Kurdistan’da ve yurt dışında bulunan Kürt halkı Rojava’yı savunmalıdır. Bu ulusal bir taleptir.
Türk devleti Rojava’ya yönelik saldırılarını daha da arttırmak istiyor. Hatta yeni yerleri işgal etmeyi hedefliyor. Rojava’ya girmek için de uluslararası alanda şuan bir diplomasi yürütüyor. Bu yüzden halkımız bunu görmeli. İşgale karşı kendilerini savunmak için hazırlıklarını yapmalıdır. Onlardan istenen budur. İşgal saldırıları başladığında topraklarınızı, evlerinizi terk etmeyin, topraklarınızda işgale karşı sonuna kadar durmalısınız. Eğer topraklarınızda durup mücadele ederseniz Türk devleti o zaman büyük darbeler yer ve topraklarını, şehitlerini, köylerini işgal edemez.
Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da önemli bir seçim süreci geride kaldı. Bu seçim de devletin yaptığı baskı, zulüm ve faşizmin oyunlarıyla tarihe geçti. Seçime ilişkin tartışmalar hala devam ediyor. Özellikle HDP’ye yönelik saldırılar artmış durumda. Yine hareketinize yönelik saldırılar da var. Seçim sonrası ortaya çıkan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mayıs ayında yapılan seçim çok önemliydi bu yüzden herkes tartışıyor. Tartışmaların yapılması yanlış değil, gereklidir de ama önemli olan özgürlük ve demokrasi güçlerinin yürüttüğü tartışmaların olumlu gelişmelere ve başarıya dönüşmesidir. Eğer tartışmalar bu şekilde yürütülürse bir anlamı olur. Bilindiği gibi Emek ve Demokrasi İttifakı geliştirildi. Bu ittifakın amacı Türkiye’yi demokratikleştirmek, faşizme karşı Türkiye halklarının birliğini oluşturmak. Türkiye’de böyle bir ittifakın geliştirilmesi yerinde bir karardı. Hatta belki bu ittifakın daha güçlü geliştirilmesi gerekiyordu. Pratikte ittifak anlaşıldığı gibi geliştirilmedi. Bazı eksiklikler yaşandı. Eksiklikler, yanlışlıklar yaşanabilir fakat bunlardan ders çıkarılması gerekir. O zaman eksiklikler, yanlışlıklar ortadan kalkar. Başarılı olmak isteyenlerin bu şekilde yaklaşması lazım.
Bu ittifakta yer alanların halkla ilişkilerini güçlendirmeleri lazım. Çünkü ortaya çıktı ki halkla ilişkilerinde bazı zayıflıklar, eksiklikler var. Eğer halkla ilişki içinde olunmazsa yürütülen siyaset hiçbir zaman sonuç alamaz. Çünkü o ittifak, özgürlük, demokrasi ittifakıdır. Bu yüzden toplumu esas almalıdır. Toplumu örgütlemeli, iradesini ortaya çıkarmalıdır. Toplumla birlikte karar almalılar. O zaman sonuç alırlar. Eğer toplumla bağları zayıf olursa yürütülen siyasetle sonuç alamazlar. Yürüttükleri siyasetin ayakları güçlü olmalıdır. Şu an AKP etrafına inançlı insanları topluyor, bu kesim Türkiye’de güçlü bir kesimdir. Bu yüzden Erdoğan’ın yaptığı suistimale engel olmalılar ki inançlı insanlar üzerinden siyaset yapmasın. Çünkü bu kesim toplumda büyük bir kesimdir. Eğer bunu görmezseniz, buna göre bir siyaset geliştirmezseniz, bu toplumu kucaklamazsanız, aranıza almazsanız Türkiye’de sonuç alamazsınız. Seçimde de bu durum ortaya çıktı.
Bu yüzden Rêber Apo, buna karşı bir siyaset geliştirdi. Yürüttüğü siyaset demokratik İslam siyaseti üzerineydi. Çünkü Türkiye’ye İslam hakim. Ağırlıklı olarak Müslüman halkı var. Farklı inançlardan ve dinlerden insanlar da var fakat ağırlıklı olarak Müslüman bir halk. Bunu görmediğiniz taktirde ne yaparsanız yapın sonuç alamazsınız. Bu yüzden Emek ve Özgürlük İttifakı'nda yer alan herkesin bunu görmesi lazım. Bundan dolayı demokratik İslam siyaseti ile bu halka gitmeli, halkı kucaklamalı, aranıza almalısınız. O zaman bu ittifak Türkiye’de büyük sonuçlar alır. Bu seçimle birlikte demokratik ulus paradigması gerçekliği de ortaya çıktı. Türkiye’deki sorunlar ancak demokratik ulus paradigması ile çözülür. Bu yüzden bunda ısrar etmek, geri adım atmamak lazım. Neden bunu söylüyorum? Çünkü buna yönelik bazı saldırılar var. Bu saldırılar bazıları üzerinde etki de edebilir. Bu saldırıların neden yapıldığını ve hedeflerinin ne olduğunu bilmek gerekir. Buna karşı demokratik ulus paradigmasına daha güçlü bir şekilde sahip çıkılmalıdır.
TÜRK DEVLETİNİN YANINDA YER ALIP RÊBER APO VE PKK’YE SALDIRAN KÜRTLER VAR
Bu süreçte yaşananlardan kendisini sorumlu görenler var. Bunlar sorumluluklarını yerine de getiriyorlar. Var olan sorunları çözmek istiyorlar, bunun için de çalışıyorlar. Mesela yaptıkları eleştiriler olumlu. Bunlar belki biraz sıkıntılar çekeceklerdir ama inanıyorum ki büyük sonuçlar da alacaklardır. Nasıl ki bazıları sorumlu bir şekilde yaklaşıyor, başarı için tartışmalar geliştiriyorsa, buna karşı bazıları da boş konuşuyor. Çünkü toplumdan kopuklar, topluma karşı bir sorumluluk da duymuyorlar. Faşizmin, soykırımın hizmetindeler. Bu yüzden rahat konuşuyorlar. Konuşmalarında daha çok Rêber Apo’ya, Rêber Apo’nun paradigmasına, PKK’ye saldırılar var. Belki bazıları bunu açıkça belli ediyor ama bazıları da ince bir şekilde yapıyor.
Rêber Apo önderliğinde 50 yıldır amansız bir mücadele yürütülüyor. Bu mücadelede birçok değer, birçok yurtseverlik ölçüleri yaratıldı. Bazıları milliyetçilik adı altında bu değerlere karşı duruyor. Rêber Apo’ya, PKK’ye saldırıyor. Kendilerini de milliyetçi olarak tanımlıyorlar. Bunların milliyetçilikle hiçbir alakası yok. Tamamen kandırmadır. Milliyetçi olan mücadele eder, bedel öder. Ama bunlara baktığımızda ne verdikleri bir mücadele ne de bir bedel var. Türk devletine karşı bir gün bir eylem yapmamışlar, bedel ödememişler. Türk devletinin yanında Rêber Apo’ya, PKK’ye, demokratik siyasete, Rêber Apo’nun geliştirdiği projelere saldırıyorlar. Bunlar nasıl milliyetçiler? Milliyetçi olan Kürt toplumu için kim mücadele ediyorsa onun yanında olur, Kürtleri soykırımdan geçenlerin yanında değil. Görüyoruz ki Rêber Apo ve PKK’ye saldıranlar Türk devletinin yanında yer alıyor. Faşistler, ırkçılar, şovenistler, Erdoğan’ın siyaseti altında bu saldırıları yapıyorlar. Bunlar sadece Türk değil Kürtler de var içlerinde. Bunlar Türk devletinin siyasetini yürütüyorlar.
Nasıl ki Türkiye halkları ve Kürt halkı demokratik ulus paradigmasından büyük bir heyecan ve coşku duyuyor, bu temelde mücadele ediyorsa, bazıları da bundan korkuyor ve buna saldırıyor. Bunu yapanlar da faşistler, şovenistler, ırkçılar, tamamen Türk devletinin siyasetine hizmet ediyorlar. Demokrasi ve özgürlük güçleri bu saldırıların neden yapıldığını iyi anlamalıdır ki Türkiye’nin demokratikleşmesine, Türkiyelileşmeye, sosyalizme sahip çıkabilsinler. Çünkü bunlar Rêber Apo’nun Türkiye’nin demokratikleşme, Türkiyelileşme projesine saldırıyorlar. Bu saldırılarla Emek ve Özgürlük İttifakı'nı ortadan kaldırmak istiyorlar. Bu süreçte Rêber Apo’nun geliştirdiği projeye daha fazla sahip çıkmak gerekir. Daha fazla Türkiye’nin demokratikleşmesini, Türkiyelileşmeyi, halkların birliğini geliştirmeyi esas almak lazım. Eğer Emek ve Özgürlük İttifakı bunları esas alırsa saldırıların hepsi boşa çıkarılacaktır. İttifak daha güçlü bir şekilde büyür.
Erdoğan’ın kurduğu ittifak göz önündedir. Yine Kılıçdaroğlu’nun kurduğu ittifak yıkıldı. Gelişecek olan ittifak Emek ve Özgürlük İttifakı'dır. Bu ittifakta yer alanların sorumlu bir şekilde hareket etmesi lazım. Onlardan istenen budur. Yani hem Kurdistan’da hem de Türkiye’de daha fazla demokratik bir siyaset geliştirmeleri lazım.
KÜRT HALKI ARALARINDAKİ SORUNLARI DİYALOG YOLUYLA ÇÖZMELİDİR
Kurdistan ve Türkiye’de birçok olay yaşanıyor. Özellikle de Kurdistan’da. Mesela bugünlerde Bismîl’de Kürtler birbirlerini öldürdüler. Halkımızın birbirini öldürmemesi lazım. Sorunlarını diyalog yoluyla halletmeleri gerekir. Demokratik siyaset halka sahip çıkmalıdır, halk arasında bu sorunların yaşanmasına engel olmalıdır. Çünkü zaten Türk devleti bu sorunların daha fazla büyümesini, Kürtlerin birbirini öldürmesini istiyor. Bu yüzden demokratik siyasetin burada rolünü oynaması gerekir.
Türk devleti Kurdistan’da yürüttüğü soykırım siyasetinden dolayı her alanda halka saldırıyor. Örneğin tecavüzü geliştiriyor, şehit düşenlerin kemiklerini ailelerine torbada gönderiyor, onlarca çocuğu, kadını, yaşlıyı panzerlerle katlediyor, fuhuşu, eroini, ajanlığı sınırsız bir şekilde geliştiriyor. Kurdistan’ın coğrafyasını talan ediyor, ağaçları kesiyor, baraj yapıyor, maden yapıyor, köyleri yıkıyor. Yani Kurdistan’da yaşama imkanlarını ortadan kaldırıyor. Bu yüzden halkımız bunlara karşı sessiz kalmamalı. Mesela Türk devleti bu saldırıları hangi şehirde yapıyorsa o şehirde halkın buna karşı ayaklanması lazım. Doğru olan budur. Kürtlük de, din de, insanlık da bunu istiyor.
Seçimlerde de ortaya çıktı; Kürt halkı Erdoğan’ı reddetti, kabul etmedi. Sadece Kürt halkı değil Türkiye halkları da ağırlıklı olarak Erdoğan’ı reddetti. Yani o hükümet, o iktidar meşru değil. Kürt halkına aldıkları kararlar meşru değil, bu kararlarda Kürt halkını bir sorumluluğu yok. Yani Türkiye’deki iktidar tamamen faşist, soykırımcı bir iktidardır. Devlet zoruyla iktidara geldi.
30 Haziran 1996 yılında Dersim’de fedai eylem yapan PKK’nin öncü kadrolarından şehit Zîlan’ın şehadetinin 27. yıl dönümü. Bugün de PKK saflarında fedai eylemler yapılıyor. Mücadelede hakim olan bu fedai ruhu nasıl yorumluyorsunuz?
Öncelikle heval Zîlan, Sema ve Gulan şahsında tüm devrim şehitlerini hürmetle anıyor, anıları önünde saygı ile eğiliyorum. Tüm özgürlük savaşçılarını da selamlıyorum. Heval Zîlan, Rêber Apo’ya yönelik saldırıya karşı durdu. Bu karşı duruş sadece bir eylemden ibaret değil, çok büyük anlamlar taşıyor. Heval Zîlan hem gerillaya, hem Kürt halkına, hem de Türk devletine bir mesaj verdi. Türk devletine açık bir şekilde, eğer Önderliğimizi ortadan kaldırmak istiyorsanız, bizi ortadan kaldırıyorsunuz demektir. Bizim de sizi ortadan kaldırma hakkımız var. Bu yüzden hareketimize, halkımıza karşı aldığınız kararları iyi hesaplamanız lazım. Belki geçmişte çok şey yaptınız, hesabı sorulmadı, yine öyle olacak zannettiniz fakat artık bu hareket adaletli bir harekettir. Yapılanların hesabını soracaktır, bunu bilmeniz lazım, dedi.
Heval Zîlan gerillaya da, yürüttüğünüz savaşla tehlikenin önünü alamıyorsunuz, düşman Önderliği imha etmek istiyor. Önderliğin imha edilmesi demek sizin imha edilmeniz demek. Sizin de bu soykırımcı devlete karşı yeni taktiklerle savaşmanız lazım, dedi. Bu taktiği de gösterdi. Yine halka da, bakın siz bıçak altındasınız, ölümü kabul etmemeniz lazım. Ölmek istemiyorsanız soykırımcı düşmana karşı kendinizi örgütlemeli, savunmalı ve mücadele etmelisiniz, dedi. Yani böyle çok önemli mesajlar verdi. Bu yüzden Rêber Apo, "Zîlan komutanımızdır, biz de Zîlan’ın savaşçılarıyız" dedi. Çünkü Zîlan, bir çizgi belirledi. Sadece bir eylem yapmadı, taktik geliştirdi. Bu yüzden yaptığı eylem sıradan bir eylem değildi. Bu yüzden bugün Kurdistan’da binlerce insan Zîlan ismiyle mücadele ediyor. PAJK, KJK, YJA Star hareketi Zîlan ruhuyla, Zîlan çizgisiyle kendini yeniden yaratıyor, gün geçtikçe daha da büyüyor. Dünyada da güçlü bir etki yaratıyor. Partimiz de, halkımız da, militanlarımız da Zîlan’ın ruhuyla mücadele ediyor. PKK kurulduğu ilk günden itibaren fedai bir güçle ortaya çıkmıştı. Bu da Zîlan şahsında, Amed zindanındaki arkadaşlar şahsında ortaya çıktı. Bugün Medya Savunma Alanlarında, Zap, Metîna, Avaşîn’de Zîlan çizgisi, Zîlan ruhu daha derin bir şekilde yaşatılıyor.
Bugün zindanlarda, sadece Türkiye’de değil Türkiye dışındaki ülkelerde de Kürt halkı için demokrasi ve özgürlük mücadelesi yürütenlerin hepsi bu ruhla direniyor. Yine halkımız bütün alanlarda, yurt dışında bu ruhla mücadele ediyor. Bu mücadele Zîlan’ın direniş ruhuyla yürütülüyor. PKK’yi tasfiye edemiyor, Kürt halkını soykırımdan geçiremiyorlarsa sebebi, bu direniş ruhudur. Bu ruhta inanç var, fedailik var. Eğer böyle olmasaydı Türk ordusuna karşı bu kadar yıl mücadele yürütemezdik. Çünkü Türk ordusu normal bir ordu değil. NATO’da 2. ordu ve çok güçlü bir ordu. Fakat bu orduya karşı 50 yıldır mücadele yürütüyoruz. Eğer direnişimiz böyle etkili bir şekilde devam ediyorsa, dengeleri bozuyor, dengeleri sağlıyorsa, umut yaratıyorsa, Türkiye’yi çok kötü bir duruma sokmuşsa, bu tamamen direniş ruhundan kaynaklıdır. Eğer direnişi bugüne kadar getirdiysek, birçok değer yarattıysak bu ruh sayesindedir. Bu yüzden hepimizin Zîlan çizgisinde her zaman kendimizi gözden geçirmemiz, geliştirmemiz lazım. Eğer Zîlan ruhu ile kendimizi geliştirdiğimizde o zaman Rêber Apo’ya ve şehitlere layık oluruz. O zaman halkımızın, insanlığın umutlarını yaşatabiliriz. Hareketimiz bu ruh ve bu tarzla bugüne kadar mücadele etti bugünden sonra da mücadele edecektir.
TÜRK DEVLETİ KATLİAMLARDAN, ÖLÜMLERDEN KEYİF ALIYOR
Bilindiği gibi 29 Haziran’da soykırımcı devlet Şêx Saîd için idam kararı verdi. Şêx Saîd ile birlikte 46 yurtsever insanı idam ettiler. Hala da mezar yerleri belli değil. İşgalci Türk devleti Rêber Apo’yu da yargıladı. 29 Haziran’da Rêber Apo için de idam kararı verdi. Yani tarihte nasıl ki Şêx Saîd için idam kararı verdiyse aynı tarihte Rêber Apo için de idam kararı verdi. Bu da Türk devletinin gerçekliğini gösteriyor. Türk devletinin gerçekliğini iyi anlarsa, yine Kürt halkını tarihi gerçekliğini iyi anlarsa yaşananlara anlam verebilir. Rêber Apo’ya yönelik neden böyle vahşi bir işkence yapıldığını o zaman anlayabilir. Türk devleti Kürtlere sadece ölümü reva görüyor.
Bu yüzden her gün şu kadar insan öldürdük diyor. Bundan keyif alıyor. Dünyada kimsenin ölümlerden bu kadar keyif aldığını tahmin etmiyorum. Fakat Türk devleti katliamlardan, ölümlerden, soykırımlardan keyif alıyor. Bu da Türk devletinin gerçekliğini gösteriyor. Bu yüzden Rêber Apo’ya, Kürt halkına yaklaşımları ortadan kaldırmaya dönüktür. Bunun dışında bir şey düşünmüyorlar. Türkiye’nin bütün imkanlarını bu nedenle devreye koymuşlar. Her Kürt'ün, her insanın bunu görmesi lazım. Değerlerine nasıl sahip çıkacak, Türk devletine karşı nasıl duracak her gün bunu düşünmeli. Sorumluluğunu anlamalı ve yerine getirmelidir.
Eğer Rêber Apo’ya, mücadeleye, değerlere, Türk devletine bu şekilde yaklaşırlarsa o zaman eksikliğe düşmezler. Belki bedel öderler, acılar çekerler fakat sonunda kazanacaklardır. Halkımız bugün kimin yurtsever olduğun, kimin yurtsever değerler yarattığını, kimin bedel ödediğini, acılar çektiğini biliyor. Çünkü her gün Kürt halkının özgürlüğü için Rêber Apo, PKK, gerilla amansız bir mücadele yürütüyor. Her gün şehit veriyor. Bu vesileyle özgürlük mücadelesi şehitlerini bir kez daha anıyorum, anıları önünde saygı ile eğiliyorum. Tüm şehit ailelerine de başsağlığı diliyorum. Bütün savaşçılara da mücadelelerinde başarılar diliyorum.