Binlerce çocuk hapishanede yaşamaya mahkum ediliyor

Türk devletinin 2021 verilerine göre, hapishanelerde anneleriyle beraber kalan 0-6 yaş arası çocuk sayısı 345. STÖ’lerin raporlarına göre ise, sadece 2015-2018 tarihleri arasında cezaevlerinde anneleriyle kalan çocuk sayısı 2 bin 466 olarak açıklandı.

Türkiye, özellikle AKP iktidarı sürecinde neredeyse her ile hapishane yaptı. AKP iktidarıyla artan suç oranları ve iktidarın kendine muhalif gördüğü herkesi hapishaneye göndermesi ile artan hapishanelerde sadece yetişkinler değil, çocuklar da kalmaya başladı. Özellikle kendine muhalif olarak gördüğü kişilere uyguladığı düşman hukuku ile adından söz ettiren iktidar, hamile ya da yeni doğum yapmış binlerce anneyi çocuklarıyla birlikte hapishanelere gönderdi. 

Türkiye, özellikle 0-6 yaş arası çocukların hapishanelere gönderilmesi ile tarafı olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin, “çocuğun yüksek yararının gözetilmesi ilkesini”, “anneleriyle hapishanede kalan çocukların temel yaşam hakkı ilkesini”, “çocuğun ve annenin sağlık hizmetlerine erişim hakkı ilkesini”, “eğitim hakkı ilkesini”, “insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye tabi tutulmama hakkı ilkesini”, “oyun oynama ve kültürel etkinliklere katılma hakkı ilkesini”, “çocuğun bilgi ve belge edinme hakkı ilkesini” ihlal ediyor.

ÇOCUKLAR SAĞLIKLI BÜYÜMÜYOR

Bunun dışında, yine Türk devletinin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. Maddesi ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 23. Maddesi ile koruma altına alınan aile hayatına saygı duyulması ve ailenin korunması hakkı, Türk devleti tarafından ihlal ediliyor. 

Anneleriyle hapishanelere giren çocukların yaşadıkları ise, çocuğun gelişimi üzerinden çok fazla sıkıntıyı da beraberinde getiriyor. Yaşam Hakları Derneği’nin yayınladığı rapora göre, hapishanelerde kalan çocukların en çok yaşadıkları sıkıntılar şöyle: Yeterli besin yok, eğitim yok, aile içi eğitim yok, süt yetersiz, yetişkinlerin yanında kaldıkları için yaşanan hak ihlali ve işkencelere tanıklık ediyorlar. Mahremiyet yok, sağlık hizmetlerine erişim çok sınırlı, görüşlerde çocukların aranması psikolojik olarak gelişimlerini engelliyor, oyuncak verilmiyor, çocuk bezi verilmiyor ya da az veriliyor.

BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 20 Kasım 1989’da benimsendiğini  ve dünya üzerinde bir ülke dışında Türkiye’nin de içinde olduğu 196 ülkenin bu sözleşmeye taraf olduğunu belirten Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi Çocuk Komisyonu üyesi Avukat Yasemin Soydan, Türkiye’nin sözleşmeyi ihlal ettiğini, buna yönelik itirazların da dikkate alınmadığını söyledi.

Çok sayıda çocuğun hapishanede olduğuna dikkat çeken Yasemin Soydan, şöyle konuştu: “Bu da uluslararası düzenlemeler içinde çocuğun yararının bütün düzenlemelerden üstün tutulduğunu göstermektedir. Çocukların bu sözleşme kapsamında korunması ve yararlarının üstün tutulması sözleşmenin temel amaçlarından biridir. Ancak maalesef hem kamuoyu içerisinde bu sözleşmenin önemi bilinmediği hem de çocuk hakları alanında kamuoyu ve savunma sistemi çok zayıf olduğu için sözleşmenin önemi kavranmıyor. Dolayısıyla bu sözleşme kapsamında hak talebi ve ısrar çok az olmaktadır. Bu da sözleşmeye taraf olan Türkiye'nin çocuklara dair bu önemli sözleşmeyi dikkate almamasına ve çok fazla ihlal etmesine neden oluyor.

Bu örneklerden biri de cezaevinde kalmak zorunda bırakılan çocuklar. Aslında hukuk sisteminde bir kişi hakkında tutuklama ve buna benzer tedbirlerin uygulanması için sosyal durumuna bakılması gerekliliği de vardır. Ancak özellikle çocuğuna bakmak zorunda olan anneler hukuksuz olarak yargılanmanın yanında hukuksuz olarak tutuklanıyor, çocuğuna cezaevinde bakmak zorunda kalıyor. Elbette sözleşme gereği Türkiye tüm imkanlarını ve olanakları seferber ederek çocukları cezaevlerinden uzak tutmalıdır, bu son çare dahi olmamalıdır. Ama Türkiye, bırakalım çocukları cezaevinden uzak tutmayı, cezaevinde olanların temel haklarını sağlamaktan dahi uzak bir profil çiziyor. Esasında bakılırsa sözleşme gereği çocuk cezaevinde annesinin yanındayken de bir çocuk olarak ve bu özel durumu dikkate alınarak beslenmeye, ilgi görmeye, oyun alanına sahip olmaya hakkı vardır. Ancak bunun aksine çocuğun beslenme ve barınma düzeni bir yetişkinin düzeni ile aynı şekilde yürütülmekte ve gelişimi sakatlanmaktadır.

Çocuklar, cezaevinde tutuklu ve hükümlülere uygulanan işkenceye, kötü muameleye tanık olarak büyümektedir. Bu ortam içerisinde büyüyen bir çocuğun psikolojisinin normal bir çocuğun psikolojisi ile aynı olmadığı, birçok travmatik olaya maruz kaldığı ve psikolojisinin ağır şekilde etkilendiği açık. Dolayısıyla hayat kalitesi yanında hem fiziksel hem ruhsal bakımdan normal bir çocuk gibi büyümediği, hayata bir adım geriden başladığını görmekteyiz. Çocukların hukuk sistemi içerisinde korunması gerekirken aksine hukuk uygulamalarından çok ağır zarar gördüğü ortadadır. Bu hem BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye hem de temel İnsan Haklarına ve bu konudaki düzenlemelere açıkça aykırı. Yine de Türkiye’de hukuki olarak kayda değer bir ilerleme bulunmamakta, aksine tüm ezilen sınıfları cenderesine alan hukuksuzluk ayrıca kadın ve çocuklar gibi haklarına erişmekte dezavantajlı olan grupları hiçbir şekilde görmemeye devam ediyor.”

NASIL BİR YAPTIRIM OLUYOR BİLMİYORUZ

Türkiye’nin uluslararası sözleşmeleri ihlal etmesine ilişkin bir yaptırım olduğuna dair doyurucu cevaplar alamadıklarını söyleyen Soydan şöyle devam etti: “Hem ulusal hem uluslararası hukukta en önde tutulan ve hakkında tedbir uygulanırken özellikle hassasiyet gösterilmesi gereken grubu oluşturuyor çocuklar, düzenlemelerle koruma altına alınan kesim çocuklar. Bir çocuğun sistem içerisinde yararının en üstün tutulması ve hiçbir istisnaya tabi tutulmadan bu üstün yararına göre hukukun uygulanması da bir zorunluluk. Ancak buna aykırı davranıldığında ne oluyor, nasıl bir yaptırım oluyor şeklinde sorduğumuzda çok da tatmin edici cevaplar alamıyoruz.

Bu konuda BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve Çocuk Koruma Kanunu'nda düzenlemeler yapılmış, yine insan haklarına dair düzenlemeler genel kapsamda çocuğun yararını ve korunması bakımından devleti önemli yükümlülükler altına sokmuştur. Ancak bu yönde hak savunmak hem sonuçsuz kalmakta hem de hukukçular olarak bu konuda yetersiz kalmaktayız. BM Çocuk Hakları Komitesine bir başvuru yaptığımızda bunun sonucunda devletlerle işbirliği temelinde sorunun çözümü için telkinler yapılıyor. Eğer sorun ısrarlı bir şekilde çözülmezse devreye giren şey tahmin ettiğimiz gibi bir bağlayıcılık olmuyor. Yalnızca bu hukuksuzluklar komitenin yıllık raporlarında ilan ediliyor. Bu anlamıyla BM çocuk hakları sözleşmesinin bir bağlayıcı kararı ya da müdahalesi gündeme gelmiyor.

AİHS açısından ise bağlayıcılık bulunmasına rağmen bu yalnızca bireysel bir başvuru ve sonuç temelinde oluyor. AİHM kararları geniş çerçeveli dahi olsa bu Türkiye’de çocuk haklarına dönük yapısal bir kaygıya ulaşamıyor. Bu sorunlar ancak devletlerin insan haklarına samimi ve bütüncül bir şekilde eğilmesi ve hakların kaygısını gütmesi ile aşılabilir. Bulunduğumuz dönemde açıkça AİHM kararları dahi uygulanmazken BM’nin yarı yargısal mekanizmaları ya da AİHM kararların caydırıcı olmasını beklemek gerçekçi olmaz. Gerçekçi olan devleti tüm organlarıyla bir hukuk devleti olmaya çağırmak ve tüm demokratik imkanlarla bunu sağlamaya çalışmaktır.”

GARDİYANLARI KENDİLERİNE ROL MODEL ALIYORLAR

Çocukların cezaevinde sağlıklı büyümediklerini belirten Soydan, konuşmasını şu ifadelerle tamamladı: “Cezaevinde büyümek zorunda kalan bir çocuğun normal bir çocuk gibi sağlıklı büyümesi beklenemez. Çocuk yaşadığı ortam içerisinde işkenceye tanık olurken işkence ve kötü muameleye maruz kalmaktadır. Çocukların sağlıklı bir şekilde gelişmesi ve hayatını bu şekilde oluşturabilmesi için çocukluk çok önemli bir evredir. Öyle ki bir çocuğun yaşadığı travmalar hayatının hiçbir anında unutamadığı, kendisini her çağında rahatsız eden, peşini bırakmayan en büyük ruhsal bunalımları oluyor. Cezaevinde büyümek zorunda kalan çocukların hayatında bu şekilde geri dönülmez tahribatlar oluşuyor. Çocuklar cezaevlerinde her şeye tanık oluyor, işkenceye bile. Bir yetişkinin dahi katlanamadığı bu türlü bir uygulamaya çocukların tanık olması demek çocuğun ruhsal ve psikolojik durumunun istismar edilmesinin açık bir örneği aslında. Cezaevinde büyümek zorunda kalan bir çocuğun normal bir çocuk gibi sağlıklı büyümesi beklenemez.

Çocuk yaşadığı ortam içerisinde işkenceye tanık olurken işkence ve kötü muameleye maruz kalmaktadır aslında. Yine çocuğun rol modelleri gardiyanlar, müdürler olabiliyor. İletişimi gardiyanlar ve mahpuslar arasında geçen ikili as-üst ilişkisi içinde kodluyor. Elbette bunları yaşaması açıkça hukuka aykırı çünkü çocuğun geleceğini ağır surette sakatlıyor. Sözleşme çocuğun şiddetin hiçbir türüne maruz kalmamasını çocuğa bir hak olarak Sözleşmenin 19 maddesinde tanımaktadır. Sözleşme hakkında BM Genel Komitesi'nin yaptığı bir yorumda şöyle demektedir; ‘Çocuklara yönelik hiçbir şiddet haklı görülemez; çocuklara yönelik her tür şiddet önlenebilir.’ Ancak bu konuda Türkiye’de halen kayda değer bir adım ve ilerleme olmadığı çok açık. Bu ilerleme ancak Türkiye’nin dümenini bütünüyle hukuka kaydırmasıyla sağlanabilir.

Çocukların bakımına ve korunmasına yönelik çocuk hakları temelli bir yaklaşım, çocukları salt “mağdur” olarak gören yaklaşımdan, onları hak sahibi bireyler olarak gören, insan olarak onurlarına, fiziksel ve psikolojik dokunulmazlıklarına saygı gösterip bunları geliştiren bir yaklaşıma doğru paradigma değişikliğini gerektirmektedir. Saygınlık kavramı, her çocuğun bir hak sahibi, kendi kişiliği, ayrı ihtiyaçları, çıkarları ve özel hayatı olan, kendine özgü ve değerli bir insan olarak tanınmasını, saygı görmesini ve korunmasını gerektirir. Halbuki hukuk uygulamalarından çocuğun saygın görülmesinden ziyade, travmalar ile büyümesine neden olduğunu görmekteyiz. Uluslararası sözleşmelere taraf devlet Türkiye'nin yükümlülüklerini ağır şekilde ihlal ettiğini görmekteyiz. Ancak bu ihlaller ne kadar çok gündeme taşınsa da hiçbir önlem alınmıyor, çocuklar daha fazla zarar görmeye devam ediyor. Dolayısıyla daha çok gündeme almanın, bu konuda daha çok ses çıkarmanın, çocukların haklarının daha etkili savunulmasının gerektiği açık. Bu konuda ısrarcı olmak gerekir. Bunu talep etmek  özellikle çocuk hakları alanında ses olan sivil toplum kuruluşları ve aktivitelerinin önemli bir gündemi olmalıdır.”