Bayramın ilk gününde erkenden uyandınız. Yeni elbiselerinizi giyinip, misk-i amber süründünüz. Çocuklar ellerinizi öptü, siz de başlarını okşayarak onlara şeker ikram edip, ceplerini harçlıkla doldurdunuz. Dargınlar bir araya geldi, küsler barıştı. Sokaklardaki çocukların bayram coşkusu sizi de sevindirdi. Mutlu oldunuz. Dini vecibelerini yerine getirmek isteyenler camilere koştu, kimisi mezarlıklara gitti, yar ve yarenlerin ruhuna Fatiha okundu. Toprağa teslim edilenleri unutmamış olmanın huzuru yaşandı, kimisi bir mezar taşıyla dertleşti, derdinden kurtuldu bayram sabahında.
Peki herkes bayrama böyle mi uyandı?
Keşke demek geliyor insanın içinden. Keşke bayramlar herkes için böyle başlasa ama maalesef...
Bayramların Kurdistan’da artık çocuk tadında yaşanamayacağının en çok anlaşıldığı yıl, Önder Apo’nun uluslararası komployla esaret altına alındığı 1999 yılıydı. O yıl Kürt anaları evlerine şeker almadı, bayram sabahı güzel giyinip, misk-i amber sürmedi. İlk kez o sene analar tülbentlerindeki boncukları söktü. Ve dediler ki; "Heta Serokê me di zindanêde be xwe xemilandin ji me re heram e!’’. Yani; ‘’Önderliğimiz esaret altında olduğu müddetçe bize süslenmek haramdır’,’ Kürt anaları bu kararla artık süslenmeyeceklerini, artık yasa bürüneceklerini, artık bayramları eskisi gibi karşılamayacaklarını haykırdılar.
Sahi bayramlar ne için vardı?
Sadece küskünler barışsın diye miydi yoksa daha büyük bir anlamı olan paylaşım kültürünün günümüzde sembolik hale indirgenmiş eski bir ana-kadın tanrıça kültürünün temsili miydi?
İkinci seçenek hakikate daha yakın geliyor. Bayramlarda bolca yemekler pişirilir, açlar doyurulur, fakir çocuklara yeni elbiseler, ayakkabılar hediye edilir.
Bayramlar analarla özdeşleşmiştir. Bakmayın şimdi erkeklerin bol bol el öptürdüğüne. Bayramlar aslında anaların toplumsallaştırma hamlelerinden başka bir şey değildir. O yüzden analar, bu toplumsal paylaşım temsilini en hakiki biçimde yapan Önder Apo’nun esaretinde tepkilerini, bu günü protesto ederek ortaya koydular. Kendilerinden çalınan o günü, kendilerine yeniden hediye eden Önder Apo’nun esaretini kabullenmediler. Yıllarca siyah giyindiler, yıllarca bayramları kutlamaz oldular. Bunun tarihsel-toplumsal çok derin, çok gizil anlamları olduğu açıktır. Fakat şimdilik konumuz bu değil.
Sonrasında analar içlerindeki buruk acıya rağmen sırf dağlardaki çocuklarının hatırı için bayramları yeniden kutlamaya başladılar. Bayramları yeniden sahiplendiler gözleri kapıda, kulakları telefonda. ‘Belki kapıdan görünür’ deyip yine en güzel elbiselerini kuşandılar, sırf dağdaki çocuklarının hatırına.
Bazı analar evlatlarının şehadet haberini duydu. Yürek paresi, can parçası evlatlarını toprağa teslim ettiler. Başlarına bir taş koyup gerilladaki adlarını yazdılar üstüne. Her gün olmasa da her bayram gelip o taşa sarılabilmek yetti pek çok Kürt anasına.
Ve yine bir bayram sabahıdır.
Beyaz tülbentlerini başlarına sarıp şehitliğin yolunu tuttu Kürt anaları. Bazıları için evlatlarının bir parça kemiği, bazıları için kefiyesi, gerillada taktığı saati bile yeterdi. Şehit gerilla anaları koşa koşa gitti o mezarlıklara. Kimisinin evladı kimsesizler mezarlığına gömülmüştür, kimisininki bodrumlarda yakılmış, bir parçası bile kalmamıştır. Ama olsun. Her şehit onun da evladıdır, o tüm şehitlerin anasıdır. Ayrım gözetmez. Gider ve yüz sürer Kurdistan şehitlerinin toprağına, kokusunu içine çeker, evlat hasretini giderir.
Fakat bunu bile çok görenler vardır Türkiye’de. Bir ananın gidip şehit olmuş evladının toprağına yüz sürmesini bile çok görenler vardır. Toprağın bağrına düşmüş bir bedeni ananın ruhunu yaralayarak tekrar öldürmeye çalışanlar vardır Türkiye’de. Türkiye, meydanlarda Kuran sallandırıp oy isteyenlerin ülkesidir. Türkiye öylelerinin ülkesidir ki; parkları yıkıp yerine cami dikerler, Amed’e gelip Kurşunlu camisini topa tutarlar. Ayasofya’yı ibadete açarlar, Ulu Cami’nin önünde kıyama duranların üstüne tazyikli su sıkarlar. Böyle iki yüzlülerin ülkesidir işte Türkiye. Ölüye bile saygısı olmayan, gerilla cenazesini yerlerde sürükleyen, kimsesizler mezarına gömen, bununla da rahat etmeyip defalarca kez aynı mezarı kazıp cesedi oradan çıkaran vicdansızların yaşadığı bir ülkedir. Din, iman edebiyatı yapıp bir şehit gerilla anasına, babasına kutularda evladını kargolayan ahlaktan yoksun insanların ülkesidir. Dindar nesil yetiştirmek iddiasında olan din tüccarlarının ülkesidir Türkiye. Ve bu dindar neslin Kürt’ün ölüsüne bile tahammülü yoktur. Dağını taşını bombalar, çocuklarını katleder, mezar taşını parçalar, anasının ciğerini yakar. Ne yapsa Kürtler’e içi rahat etmez, ahlaksızlıkta sınır tanımaz. Ayak bastığı yerin Türkiye değil Kurdistan olduğunu unutur, kendisine bir işgalci, sömürgeci olduğunu hatırlatanı sokak ortasında öldürür. Kürt’e yaşamın haram edildiği bir yerdir Türkiye. Ne ayıp vardır, ne vicdan, ne ahlak kalmıştır, ne din ne de iman... Ama tüm bunları da din adına yapanların memleketidir Türkiye. İşte bir şeyden değil ama sırf bir şehit anasına bunu yaptıkları için en büyük felaketleri yaşayacakların ülkesidir Türkiye. Göğe yükselen o anaların nidaları er ya da geç taş olup başlarına yağacak, onların da bağrını yakacaktır.
Eşyanın doğasında vardır; kötülük, kötülük yapana bir gün muhakkak döner. "Eden bulur", eski bir söylemdir ama edenin bulmadığı da henüz görülmemiştir. O anların yeri göğü inleten intizarları muhakkak yerini bulacaktır. Ve o yerde yatan şehitler ne yapsalar da asla unutulmayacaktır. Bir bayram sabahı anaları gidip başlarındaki taşları bulamasa da yüreklerdeki yerleri baki kalacaktır.