Bozarslan: Erdoğan rejimi tecridi bir intikam aracına dönüştürdü

Prof. Hamit Bozarslan, “Erdoğan rejimi tecridi bir intikam aracına dönüştürdü. Öcalan üzerindeki bu ağır hukuksuzluğun nedeni bu intikam hırsıdır” dedi.

Erdoğan rejimi yönetimindeki Türk devletinin Kürt halkına karşı imha, inkâr ve siyasi soykırım savaşı Rojava ve Başur başta olmak üzere Kürdistan’ın bütün parçalarında devam ettiriliyor. Erdoğan rejimi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde de yaklaşık 3 yıldan beridir ağır bir tecrit uyguluyor.

Erdoğan rejiminin Kürt savaşını nasıl okumak gerekir? Özellikle son 10 yıldır krizlerle yönetilen ve toplumsal bir çöküşte olan Türk toplumu için çıkış yolu ne? Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ne anlama geliyor? Son yüzyıldır ağır savaşlara ve siyasi baskılara maruz kalan Kürtler açısından durum ne? Tüm soruların cevabını Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu (EHESS) Profesörlerinden Tarihçi, sosyolog ve siyasetçi bilimci Hamit Bozarslan ile konuştuk.

‘ERDOĞAN İTTİHAT VE TERAKKİ MİRASININ BİR DEVAMCISI’

İsrail-Filistin meselesini, Erdoğan ve Türkiye’nin bu savaştaki rolünü konuştuk. Bu savaşın çok uzağında olmayan belki de aynı ağırlıkta Türkiye’nin son yüzyıldır, son 20 yılı ise Erdoğan rejimi tarafından Kürt halkına karşı devam eden ağır bir savaşı var. Erdoğan rejiminin Rojava ve Güney Kurdistan başta olmak üzere Kürt halkına karşı savaştaki ısrarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan, İttihat ve Terakki’den gelen bir mirasın devamcısı. Türk milletini hâkim millet olarak değerlendiren, Türk milletinin tarihsel bir misyona sahip olduğunu ve aynı zamanda bu milletinin her zaman bir tehdit altında olduğunu düşünen birisi. İttihat-Terakki ve Kemalizm ideolojisi bugün aslında İslamcılık adı altında devam etmekte ve ettirilmekte.

Bu ideolojinin dışında, 2015’ten sonra Türkiye’de yeni bir iktidar bloğu oluştu. Bu iktidar bloğunun temelinde MHP var. MHP, İttihat ve Terakki geleneğin daha radikalleştirilmiş bir devamı. Bu iktidar bloğunun oluşması Kürtleri ister istemez temel hedef olarak göstermekte ve Ortadoğu’da temel hedef haline getirmektedir.

Belki sadece söz konusu olan Kürtler değil, aynı zamanda Karabağ meselesini görmekteyiz. Türkiye’nin tarihsel düşmanları var. Bu düşmanlar; iç düşmanlar, bu düşmanlar etnik düşmanlar, bu düşmanlar Türklüğün hakimiyetini sorgulayan, Türklüğün hakimiyetini reddeden, Türkiye’nin eşitlik temelinde yeniden kurulmasını öneren gruplar. Bu nedenle Erdoğan’ın bu savaşa devam etmesi bana çok şaşırtıcı gelmiyor çünkü Erdoğan böyle tarihsel bir mirasın devamcısı.

‘TÜRKİYE’Yİ VE TÜRKLÜĞÜ ÖZGÜRLEŞTİRECEK OLAN KÜRTLERDİR’

Kürtlere karşı savaş derinleştikçe, Türkiye ve Türkiye halklarının da karşı karşıya kaldığı krizler derinleşiyor. Daha önce, Türkiye’yi özgürleştirecek olan Kürt halkının mücadelesidir demiştiniz. Bu kadar derin sorunlarla karşı karşıya kalan, Kürt halkına karşı belki de sadece savaşı hak gören bir yapıyı özgürleştirecek gerçekten de Kürtler mi? Hala aynı fikirde misiniz

Evet, hala aynı fikirdeyim. Türkiye’yi ve Türklüğü özgürleştirecek olan Kürtlerdir. Fakat, Türk toplumunun buna hazır olması gerekir. İsrail ve İsrail toplumunu özgürleştirebilecek olan halk ve gruplar Filistinlilerdir. Aynı şekilde Türkiye’yi özgürleştirebilecek olanlarda Kürtlerdir. Fakat bunun için İsrail toplumunun ve hem de Türk toplumunun buna hazır olması gerekiyor.

Türk toplumu kendisini hâkim toplum, hâkim sınıf, hâkim millet olarak görmekten vazgeçmeli ve kendisinden olmayanın varlığının meşruiyetini kabul etmesi gerekiyor. Bunun olabilmesi için, Türkiye’de ve Türkler arasında demokratik bir hareketin olması gerekiyor. Böylesi bir hareket şimdilik yok.

‘TÜRKİYE TOPLUMU SERSEMLEŞTİRİLDİ’

Son seçimlere baktığımız zaman, muhalefet Kürt meselesini meşru bir mesele olarak görmedi. Tamamen enstrümantal, çıkarcı, fırsatçı bir şekilde Kürtlere yaklaşıldı. Kürt meselesinin meşruiyeti kabul edilmedi. Hatta ve hatta 2023 seçimlerinde demokrasi bile meşru bir mesele olarak görülmedi ve dile getirilmedi. Muhalefetin duruşu ‘bizde sizin kadar milliyetçiyiz, bizde sizin kadar muhafazakârız’ söylemlerinden ibaret oldu. Böyle olunca tabi yeni bir alternatif oluşturabilmeniz mümkün olmuyor.

Türkiye’de Kürt meselesini ve hareketini meşru gören, demokrasiyi bir hedefi olarak önüne koyan bir siyasi hareket oluşabilecek mi, bunu kestirmek zor. Özellikle son 10 yıldır tümüyle krizlerle yönetilen, sersemleştirilen ve ekonomik krizin son derece yoksullaştırdığı bir toplumda böyle bir alternatif oluşabilecek mi, bunu bilemiyorum.

Fakat evet, Kürtlerin de Filistinlilerin de Türkiye’yi ve İsrail’i özgürleştirme potansiyeli var. O zemin var, fakat o zeminin yaratıcı bir zemin olabilmesi için İsrail ve Türkiye’nin yani Türkiye’deki Türklüğün buna hazır olması gerekiyor.

‘TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI BİR BÜTÜN OLARAK İFLAS ETTİ’

Gazze’deki savaşa dönük sessizliği konuştuk. Aynı sessizlik Türk devletinin Rojava’ya dönük ağır saldırıları karşısında da devam ediyor. ABD öncülüğündeki Batı’nın Rojava’da yaşananlar karşısındaki sessizliğini ve Türkiye’ye dönük tutumunu nasıl okumak gerekir?

Evet, burada da büyük bir sessizlik mevcut. Türkiye şu veya bu şekilde korkutuyor. Türkiye uzun zamandan beridir bir şantaj stratejisine sahip. Bu şantaj stratejisine karşılık, Batı’nın veya ABD’nin politikası müzakere edelim, Türkiye’yi yatıştıralım, bu şekilde Türkiye bizim kontrolümüzde kalsın politikasından ibaret.

Ama ABD, Türkiye’ye Rojava konusunda bazı mesajlar gönderiyor Aynı zamanda İran ve Rusya faktörlerini ele almak gerekiyor. İran, Rusya ve Türkiye hem birbirlerinden nefret eden hem de birçok anlamda birbirlerine bağlı ve borçlu olan ülkeler.

Bunlar arasında neredeyse paramiliter güçler ya da karteller arasındaki iş birliği gibi bir iş birliği var. Hem çatışmalı hem de uzlaşmaya varan bir iş birliği. Bu iş birliğinde şu anda görebildiğim kadarıyla, İran ve Rusya’nın, Rojava ile ilgili koyduğu bazı kırmızı çizgiler var. Bunların derdi her hâlükârda Rojava ve Kürtler değil. Türkiye’nin Suriye’deki nüfusunun daha fazla artmasını istemiyorlar. Bu kırmızı çizgiler şu anda kabul edilen kırmızı çizgiler. Bunun dışında dediğim gibi Türkiye dış politikada tamamen bir şantaj siyasetine sahip. 

Türkiye’nin dış politikası tümüyle iflas etti. İsrail ile 2009-2010 krizini, Suudi Arabistan’la, Mısır’la ve ABD ile yaşanan krizleri ele alın, bütün bu krizlerde Türkiye kaybeden taraf oldu.

Fakat İttihat ve Terakki geleneğinden bahsettim; bu gelenek için temel olan iç düşman. Bu geleneğin devamcısı olan Erdoğan rejimi için bugün en büyük iç düşman Kürtler.

‘KÜRTLER ORTADOĞU’DA BÜYÜK BİR FAKTÖR OLMAYA DEVAM EDİYOR’

Tüm ağır saldırılara rağmen ayakta kalan, direnen ve hatta kendi taleplerini ve politikalarını ön planda tutan bir Kürt hareketi de var karşımızda. Kürtlerin bu mücadelesini nasıl değerlendirmek gerekir.

Evet, her halükârda bu mücadele devam edecek. Şu anda Kürtler açısından hem olumlu hem de olumsuz bir yığın gelişme var. Bu olumsuzlukları düşünmek gerekir. Bu olumsuzluklar arasında en büyük mesele, Kürtler arasında bir iç entegrasyon sürecinin, bir ittifakın olmaması.  Sanıyorum bu iç gerginliklerin giderilmesi ve iç entegrasyonun sağlanması son derece önemli.

Bu durum hem Rojava hem de Güney Kurdistan için çok önemli. Güney Kurdistan’da Türkiye’nin ve İran’ın manevra sahasına baktığımızda Kürt hareketinin oldukça atıl ve işlevsiz kaldığını görmekteyiz. Güney Kurdistan’da çok daha dinamik bir boyuta geçilmesi gerekir.

Kürtlüğün yeni mücadele dillerini ve yollarını geliştirmesi gerekir. Özellikle, Türkiye’de bu yollar hem siyasi yollar, fakat aynı zamanda kültürel yollar şeklinde olabilir. Kültür siyasetlerinin yeniden düşünülmesi, kültür yoluyla Türklüğe başka mesajların gönderilebilmesi, kültür yoluyla evrenselleşme olgusu önemli. Dolaysıyla, Kürtlüğün kendisini sadece olumlu bir perspektiften yola çıkarak düşünmemesi fakat olumsuzluklarında ele alınması bence zorunlu.

Fakat dediğimiz gibi, 100 yıldır baskı altında olan, son 20 yıldır çok ağır baskılar altında olan bir Kürtlük var. Bu Kürtlük her şeye rağmen ayakta kalabiliyor ve Ortadoğu’da önemli faktörlerden birisi olmaya devam ediyor.

Türk devletinin Kürt halkına karşı savaşının önemli bir ayağı da İmralı’da yürütülüyor. Bildiğiniz gibi daha önce Erdoğan’ın ya da Türk hükümetinin masaya oturup tartıştı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bugün son 3 yıldan beridir ağır bir tecrit altında. Kendisinin bütün hakları elinden alınmış durumda. Türk devletinin bu tutumunu, tecridi nasıl değerlendiriyorsunuz?

İttihatçılıktan bahsettik. İttihatçılık bir ideoloji ve aynı zamanda bir intikam stratejisi ve intikam çerçevesi. Bu intikam olgusu, her şeye rağmen konuştuğunuz birisi olsa bile düşman olarak değerlendirdiğinizin en alta indirgenmesi, en büyük hukuksuzluk içerisinde tecrit edilmesi ya da mahkûm edilmesi olgusundan ibaret.  İttihat ve Terakki bunu yapıyordu, Kemalizm bunu yapıyordu. Bunu öldürerek yapanlarda oldu.

Erdoğan döneminde de siyasi cinayetler işlendi. Fakat Abdullah Öcalan’ı ele alınız, Selahattin Demirtaş’ı ele alınız ya da Osman Kavala’yı ele alınız, bunlar Erdoğan rejiminin ya da rejim içi bazı güçlerin kişisel düşman olarak ilan ettikleri, intikamın hedefi olarak değerlendirdikleri şahsiyetler. Bu yüzden Öcalan başta olmak üzere bunlara karşı büyük bir hukuksuzluk yaşanmakta.

Dolaysıyla iktidar olgusunu sadece rasyonaliteden yola çıkarak okumak değil aynı zamanda bu intikam hissinden yola çıkarak da okumak gerekli. Ve sanıyorum Öcalan meselesinde ikinci bir olgu daha var; Öcalan’ın konuşması Kürtler arasında büyük bir tesir gösterecek. İktidarın, ‘Öcalan ve Kürt hareketi arasında gerginlik var, Öcalan bize yakın, ya da Öcalan bunlara karşı’ gibi arada bir dile getirdiği bazı söylemler var.  Öcalan konuşursa bu söylemlerin tümüyle içi boş söylemler olduğu ortaya çıkacak.

Yine Öcalan’ın Rojava’da Türkiye’ye taviz vermediğini biliyoruz. Bütün bu olgular bu tecritte büyük bir etken.

Ama, başta dediğim gibi Öcalan üzerindeki tecritteki açıklayıcı anahtar intikam ve kin meselesi. Erdoğan kindar ve dindar bir nesil gerektiğini söylemekteydi. Erdoğan’ın söylemlerinde kin olgusu son derece önemli.

Erdoğan son 10 -15 yıldır gülmeyen hatta gülmeyi unutmuş birisi. Söylemlerine baktığınız zaman kabalık ve küfür mevcut. Bu dil aynı zamanda siyasetin tümünü oluşturan bir çerçeve. Bu sadece Erdoğan’da gözükmüyor, Donald Trump’a, Putin’e baktığınızda bunu görüyorsunuz.

Bazı rejimlerin kinin dışında her türlü ifade tarzlarını reddeden rejimlere dönüştüğünü görmekteyiz. Dolaysıyla, iktidarların pek rasyonel olduğunu düşünmeyelim. İktidar aynı zamanda kendi rasyonalitesini imha eden bir mekanizmaya da dönüşebilir. O yüzden ki; demokrasilerde denge ve kontrol mekanizmaları çok önemli. Bu kontrol ve denge balanslarını yok ettiğinizde ister istemez kendinizi de bir otizme mahkûm ediyorsunuz. Bu otizmin bedeli de çok ağır olabiliyor.