Bozarslan: Bu savaşın kazananı yok

Ortadoğu üzerine yaptığı çalışmalarıyla bilinen Hamit Bozarslan, “Hamas ve Filistin büyük kaybetti ama bu savaşın kazananı da yok” dedi.

Hamas’ın 7 Ekim’de El Aksa Tufanı adı altında yaptığı saldırılarının ardından başlayan ‘İsrail-Filistin’ savaşı, 119. gününde devam ediyor. İsrail saldırılarından kaynaklı hayatını kaybedenlerin sayısı 27 bini geçerken, Birleşmiş Milletler (BM) yetkilileri de sık sık yaptıkları açıklamalarda Gazze’nin yerle bir edildiğine ve bir insanlık krizi yaşandığına dikkat çekiyor. Bu savaşın insani boyutu gün geçtikçe ağırlaşırken, siyasi etkileri de hem bölgede hem de uluslararası alanda önemli bir gündem olmaya devam ediyor.
7 Ekim’den bugüne neler yaşandı? Bu savaşın kazananı ve kaybedeni kim veya kimler oldu? Önümüzdeki günlerde bölgede bizi neler bekliyor? Bu soruların cevabını Ortadoğu ve Ortadoğu’da şiddet sosyolojisi denildiğinde akademik alanda akla ilk gelen isimlerden Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu (EHESS) Profesörü Hamit Bozarslan ile konuştuk.

 Filistin-İsrail sorunu üzerine de derinlikli çalışmaları olan Tarihçi, Sosyolog ve Siyaset Bilimci Hamit Bozarslan ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümü şu şekilde:

 
'MEDENİYETSİZLEŞTİRME SAVAŞLARI'


7 Ekim’de Hamas’ın El Aksa Tufan’ı adı altında başlattığı saldırıların ardından başlayan ve 100 günü aşkın bir süredir devam eden İsrail’in Gazze’ye dönük saldırılarını savaş konsepti açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyden önce yaşanan bu savaş, önceki savaşlara göre çok farklı. Son 10 yıla baktığımızda hem Suriye’de olsun hem Türkiye’nin Rojava’ya dönük saldırılarında olsun, hem Ukrayna savaşında olsun hem de Karabağ savaşında olsun, yeni bir tür savaş türünün başladığını görmekteyiz.
Bu savaşları, medeniyetsizleştirme savaşları olarak değerlendiriyorum. Söz konusu olan sadece bir grubun yok edilmesi, sadece bir mekânın ele geçirilmesi, hatta bir etnik temizliğin yapılması değil. Karşısındaki gücün veya grubun tümüyle imhasını ve bu grupların kilometre taşlarını yok edilmesini hedefleyen bir savaşla karşı karşıyayız.

Gazze’de yaşanan bu tür bir savaş. Bu tür savaşların giderek genişleyebileceğini düşünmekteyiz. Bu oldukça ürpertici bir durum.
Yaşananların başında her şeyden önce Hamas’ın saldırıları geliyordu. Bu saldırıların etik bir boyutu var.  Etik açıdan, bin 200 kişinin öldürülmesi hiçbir şekilde savunulamaz.

Fakat, 7 Ekim saldırılarında aynı zamanda bir rasyonalite meselesi de var. Hamas bu kararı neden aldı? Hatta bu kararı Hamas mı aldı? Yoksa Hamas’ın bir bölümü mü aldı? Bu karar alınırken, İsrail’in verebileceği cevaplar hesaba alındı mı, alınmadı mı? Bu karar alınırken İran ve İran yanlısı grupların cevaplarının son derece alt perdeden kalabileceği düşünüldü mü? Bütün bu sorulara bugüne kadar cevap verebilmek mümkün değil. Bu açıdan İsrail’in saldırılarını kınayıp mahkûm ederken, 7 Ekim saldırılarını da değerlendirmek ve muhakkak kınamak gerekir.

'HAMAS FİLİSTİN HALKININ MÜCADELESİNE BÜYÜK BİR DARBE VURDU'

Daha önce Hamas’ın Filistin davasına büyük bir darbe vurduğunu söylemiştiniz. Savaşın geldiği aşamaya baktığınızda hâlâ aynı fikirde misiniz?
Evet, aynı fikirdeyim. Şu an Gazze’de yaşanan acılar çok büyük acılar. Bunun yarattığı bir tepki var. Fakat bu tepkilerin son derece sınırlı olduğunu görmekteyiz. Avrupa’da yaşanan, özellikle İngiltere’de yaşanan tepkiler her hafta yapılan bir yürüyüşün ötesine gitmemekte. Devletlerin politikasında bir değişikliğe yol açmamakta. Filistin sorunu acil olarak uluslararası gündeme girmemekte.
Gazze’de yaşanan acılar da giderek kanıksanmakta ve sıradan acılar olarak değerlendirilmekte. Yani şu anda gazetelerin ilk sayfalarında yer alan acılar değil, bu acılar.

Ve Ortadoğu’ya baktığımızda, buradaki tepkiler de son derece sınırlı. Türkiye’yi ele alırsak, Erdoğan’ın son derece sert demeçleri var. Bu sert demeçlerin siyasi sonuçları da olabiliyor. Ama buna rağmen Türkiye-İsrail arasındaki ticari ilişkilerde aynı zamanda büyük bir gelişme var.
İran’ı ele alırsak, İran’ın tepkileri şu ana kadar, saldırıları sembolik olarak kınamaktan ve Hizbullah’ı ve Hutileri desteklemekten öteye gitmedi. Yarın başka bir cevap verilir mi, onu bilemiyorum. Fakat şu ana kadar verilen bu tepkiler, Filistin sorununu uluslararası bir sorun olarak yeniden gündeme getirmeyi hedeflemedi.
Kahire’den Riyad’a kadar Arap aleminde büyük bir sessizliğin yaşandığını görmekteyiz. Kamuoyu olarak tepki var ama bu tepkiler sokağa yansımamakta.
7 Ekim öncesine göre, Filistin sorunu çok daha göz ardı edilen bir soruna dönüşmüş durumda. Aktörü bulunmadığı için hesaba katılır bir sorun olmaktan çıkar hale geldi. Bu anlamda Hamas’ın Filistin davasına ağır bir darbe vurduğu yönündeki düşüncemi hâlâ koruyorum.

'TÜRKİYE VE ERDOĞAN’DA NARSİSTLİK BİR DÜŞÜNCE MEVCUT'

Siz de belirtiniz, daha önce İsrail’in saldırılarına dönük Batı’nın sessizliği eleştirilirken, artık gelinen aşamada Arap ülkelerinin, İran’ın ve Türkiye’nin de bu savaşa dönük çok ciddi bir tepkisinin olmadığı ortaya çıktı. Hatta Türkiye’nin İsrail ile ticari ilişkileri devam etmekte. Bu ülkelerin yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sessizliğin altında yatan en önemli nedenler birisi, hiç kimsenin İsrail ile çok ciddi bir gerilim istememesi. İran, gerilim çok üst bir noktaya varırsa bunun sonuçlarının öngörülemeyen bir senaryoya yol açacağının farkında.
Bu senaryonun ne olacağı çok kestirilemiyor. Lübnan’a ağır bir saldırı gerçekleşebilir. Zaten İsrail yetkilileri bunu dile getirdiler. ‘Hizbullah bu şekilde devam ederse, Gazze’de yaptığımızı Beyrut’ta da yaparız’ mesajını verdiler. Burada 2006’ya bir referans göndermek gerekir. 2006 İsrail-Hizbullah savaşında, aslında İsrail yenildi. Ama Lübnan’ın verdiği kayıplar çok ağır kayıplardı. Lübnan, aynı bedeli bugün yeniden ödemek istememekte.

Yemen’deki Huti iktidarı, gasp edilmiş bir iktidar, belli bir kırmızı çizgilerin olduğunu bilmekte. Bu kırmızı çizgilerin aşılması durumunda ABD’nin, İngiltere’nin ve kısman belki de Fransa’nın vereceği cevabın çok ağır olacağının farkındalar.

İran açısından söz konusu olan ise Ortadoğu’da kendi hegemonyasını kurmak. Bu hegemonyayı; meşru, inkâr edilemez ve reddedilemez bir hegemonya olarak ABD ve Avrupa’ya kabul ettirmek istiyor. İran’ın son dönemlerde Güney Kurdistan’a yaptığı saldırıları da bu perspektiften yola çıkarak okuyabiliriz.
Türkiye’ye gelince, Türkiye kendi rolünü çok büyük bir şekilde abartmakta. Türkiye’de ve Erdoğan'da narsistik bir düşünce var.  Türkiye’nin İslam aleminin lideri olduğu düşüncesi. Kesinlikle böyle bir durum söz konusu değil. Türkiye’nin kalkıp Ortadoğu’da taşları yerinden oynatabilmesi çok zor. Türkiye’nin kalkıp Gazze’ye askeri bir şekilde müdahale edebilmesi ya da İsrail ile ilişkilerini tümüyle koparma noktasına getirebilmesi son derece zor.

İsrail bu savaşın bu kadar süreceğini veya bu kadar ağır olacağı tahmin ediyor muydu veya gelinen aşamada İsrail bu savaşın bir kazananı mı? 
İsrail bu savaşın kazanan tarafı değil. Bu savaşlar sadece askeri savaşlar değil, aynı zamanda anlamlar ve vicdanlar savaşıdır. İsrail anlamlar düzeyinde bu savaşı kaybetti çünkü bu savaşı neden yaptığını açıklayabilmekte zorluk çekiyor. 7 Ekim saldırısını herkes kınadı. Fakat 7 Ekim’den sonra başlatılan saldırılarla Gazze yok edilmiş durumda. Tam bir medeniyetsizleştirme süreci yaşanıyor. İsrail’in bu savaşı rasyonel bir şekilde açıklayabilmesi artık mümkün değil.
Bu savaşın bir de vicdanlar boyutu var. Gazze’de nüfusun yüzde biri ölmüş durumda. Söz konusu sadece bu ölümler değil, aynı zamanda hayatta kalanların durumu ortada. Dolayısıyla, İsrail vicdan düzeyinde çok büyük bir kayıp yaşıyor. Aynı zamanda anlamlar düzeyinde de büyük bir kayıp yaşıyor çünkü İsrail’de ciddi bir siyasi kriz var.

 İsrail demokrasisinden bahsediliyor ama bu demokrasi gerçek anlamda bir demokrasi değil ve hiçbir zaman öyle olmadı. Bu demokrasiyi büyük bir ölçüde etno (hâkim milletin) demokrasisi olarak değerlendirebiliriz. Bu demokrasinin 7 Ekim’den çok önce de ciddi bir kriz içerisinde olduğunu görmekteyiz. Avrupa’da yasaklanacak düzeyde ırkçı bir söylem tutacak siyasi partilerin iktidarda olması, bu demokrasinin ne kadar hasta bir demokrasi olduğunu göstermekte. Ve sanıyorum bu demokrasi krizi ağırlaşacak.

Bu kriz İsrail’in Filistin meselesinde yeni bir açılıma gireceği anlamı taşımamakta. Fakat, savaş bittikten sonra İsrail’in kendi iç krizini yaşamaması söz konusu olamaz. Bu anlamda bu savaşın kazananı yok.

Evet, Filistin kesinlikle kaybetti, Hamas çok büyük ölçüde kaybetti. İran’ın kazandığını kesinlikle düşünmüyorum çünkü sadece şiddet kullanarak hegemonya kurabilmek mümkün değil. İran’ın kalkıp Arap alemini kazanabilmesi, Arap aleminde bir güven oluşturabilmesi mümkün değil.

Türkiye’nin kazanabildiğini düşünmüyorum ama İsrail de kazanmadı. Savaşın kaybedenleri var ama kazananları yok. Belki tek kazanan savaşla ve 7 Ekim’le hiçbir ilişkisi olmayan; Rusya çünkü 100 gündür Ukrayna meselesi gündemin ilk sıralarında yer almamakta.

'İSRAİL'İN UCM’DE YARGILANMASI BÜYÜK BİR İMAJ KAYBINA NEDEN OLDU'

İsrail bugün Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) yargılanacak bir konuma geldi. ‘Meşru savunma’ adı altında yürüttüğü bu savaşta bir anlamda Batı’nın da desteğini aldı. Batı’nın bu savaşa sessizliği bu duruma rağmen devam edebilir mi?
En azından Batı’nın desteği şu an hâlâ devam ediyor. Ama bu yargılama İsrail açısından büyük bir imaj kaybına neden oldu. Batı’nın İsrail’i desteklemesinin değişik nedenleri var. İsrail, bir ölçüde Avrupa tarihinin bir parçası. Bu tarih sadece Holokost tarihi değil, Avrupa’da reform, aydınlanma, sosyalizmler ya da milliyetçilik olgusunu düşündüğümüzde, bunları Yahudilik ele alınmadan algılayabilmek ve kavrayabilmek mümkün değil.
Dolayısıyla, İsrail aynı zamanda Avrupa’nın bir parçası. Diğer taraftan Holokost’un getirdiği tarihsel ve vicdani bir yükümlülük var. Bu yüzden, aktüel koşullarda Batı’daki siyasetlerde bir değişiklik olacağını düşünmüyorum.

Belki savaş bittikten sonra, İran’ın önünü kesmek ve kısmen Türkiye’nin itibarını düşürmek için Filistin meselesinin yeniden ele alınabilmesi söz konusu olabilir. Bunun da 2024’te olabileceğini pek tahmin etmiyorum. Bunun nedeni Amerika’da yaşanacak seçim süreci. Bu seçim sürecinde neler yaşanacağını bilemiyoruz. 2025’ten sonra eğer Joe Biden yeniden seçilir ve Avrupa’da çok ciddi krizler yaşanmazsa belki Filistin meselesi yeniden ele alınabilir.

'KONFEDERASYON PROJESİ BİR ÇÖZÜM OLARAK ORTAYA ÇIKABİLİR'

Peki nasıl bir çözüm? Yıllardan beridir iki devletli bir çözümden bahsediliyor. Hâlâ böyle bir çözümden bahsetmek mümkün mü?
İki devletli bir çözüm bence hâlâ mümkün. Fakat bunun için Batı Şeria’daki kolonilerin kaldırılması gerekir. Yani sömürgecilik ve iki devlet projesinin aynı anda gerçekleşmesi mümkün değil. Bu birinci çözüm olarak ortaya çıkıyor.

Bazı İsrail sol militanları bir konfederasyon projesi üzerine çalışıyor. Bu konfederasyon sadece territoriale olmayan, aynı zamanda kimliğe dayalı bir konfederasyon düşüncesi olarak ortaya çıkıyor. Bunun gerçekleşme imkânları var mı bilemiyorum. Ama Konfederasyon projesinin bir çözüm fikri olarak ortaya çıkabileceğini düşünüyorum.

Bazıları ise hem iki devletin hem de konfederasyonun da mümkün olmadığını ve Batı Şeria, Gazze ve İsrail’in tek bir devlet oluşturması fikrini savunuyor. Bu da Güney Afrika’da olduğu gibi eşit vatandaşlık fikrine geçilmesini önermekte. Bunu İsrail’in kabul edebileceğini kesinlikle düşünmüyorum. İsrail’de iktidar krizi derinleşse bile askeri hegemonik bir blok var. Bu blokun hemen çözülebileceğini düşünmüyorum.

'FİLİSTİN DAVASI HAMAS’A VE ŞİDDETE İNDİRGENEMEZ'

İsrail içindeki krizden bahsettiniz ama aynı kriz Filistin toplumu için de geçerli değil mi?
Evet, Filistin toplumu için de bir krizin olduğunu belirtmek gerekir. Filistin yenilen bir halk. Bu yenilginin ağır bir bedeli var. Bu yenilgi on yıllardır tekrarlanan bir yenilgi. Filistin’in yeni alternatifleri oluşturması zorunlu. Filistin davasının Hamas’a indirgenmesi ve şiddetle çözülebilmesi mümkün değil. Bu şiddet senaryolarına 1948’de başvuruldu. O dönem biz her hâlükârda Arap devletleri olarak İsrail ordusunu ezeriz düşüncesi hakimdi ama tam tersi oldu.
1967’de Nasır, Arap ordularının İsrail’i yenilgiye uğratacağını düşünüyordu. Sonuç tam tersi oldu. 1970 kara Eylül’de Hafız El Esad’ın gelip Filistinlilere yardım edeceği düşünüldü, bu yardım gelmedi.

2023’te Arap aleminden ciddi bir destek gelmedi. Şiddetin bir çözüm olmadığı son derece açık bir şekilde ortaya çıkmakta. Ve aynı zamanda şu an mevcut Filistin yönetiminin de bir çözüm olmadığı kabul edilmeli. Mahmut Abbas gibi yaşlı birisinin kalkıp genç nesillere yeni bir ufuk sunabilmesi son derece zor. O zaman yeni alternatiflerin üretilmesi gerekiyor. Kriz sonrasında bu tür tartışmaların olacağı kesin, hatta şimdiden Filistin toplumunda kısmen bu tür tartışmalar başlamış durumda.  

'FİLİSTİN'DE YENİDEN BİR SOL MÜCADELE MÜMKÜN'

Bu alternatifler içerisinde Filistin’de yeniden sol bir mücadelenin gelişme imkânı var mı?
Evet, böyle bir imkân var.  Bu sol mu veya demokratik sekülarist bir hareket mi olur veya Filistin toplumunun çoğulluğunu yansıtan bir koalisyon şeklinde mi olur, onu bilemiyorum.
Bu zemin var çünkü her şeye rağmen 1950’lere uzanan bir tarihsel bir miras var. Bu mirasın nesiller arası aktarımı var. Yine Ortadoğu’daki en entelektüel toplumlarından birisi Filistin toplumu. Kürtler gibi Filistinliler de ulus devletleri aşan bir cemaat olarak ortaya çıkmakta.
Bu zemin yeni bir sol hareketin gelişmesine yeter mi onu bilmiyorum. Fakat dıştan bir desteğin olması gerektiği çok açık. Dünya kamuoyu önünde Filistin davasının yeniden meşrulaştırılması, meşru bir dava olarak görülmesi, çözüm bekleyen bir dava olarak görülmesi gerektiği noktasında desteklenmesi gerekir. Şiddeti ve cihat hareketlerini dışlayan Filistin aktörlerinin desteklenmesi gerekir. Eğer bu destek sağlanabilirse Filistin’de yeni aktörlerin gelişmesi sağlanabilir.

Bu savaşın etkisiyle önümüzdeki günlerde bölgede bizi neler bekliyor? Yaşanan İran-ABD gerilimi var. Bu gerginlik tırmanabilir mi veya yeni gerginliklere şahitlik edecek miyiz?
Bir öngörüde bulunmak çok zor. Şu anda emareler, hiç kimsenin ciddi gerginlikler istemediği yolunda. Ne İran ne de İran yanlısı milis gruplar ne ABD ne de Batı ülkeleri kontrol edilemez bir duruma geçilmesini istemiyor.
Aynı zamanda İsrail’in bu savaşı bu ritimde devam ettirebilmesi çok zor. Dış baskı olduğu için değil, askeri nedenlerle çok zor. Yeniden saldırılacak hedefler yok. Artık, neredeyse Gazze’de yok edilebilecek hedef yok. Yok edilebilecek hedefler yer altı tünelleri, o tünellere girebilmek askerî açıdan tam bir intihar stratejisinden ibaret olur. İsrail toplumunun bu savaşı daha fazla götürebilmesi çok daha fazla zor olabilir. Bunun nedenlerinden birisi savaşta kaybedilenler, şu ana kadar 200'e yakın İsrail askeri öldürüldü. Bu tür askeri kayıpların çok uzun bir süre gizlenemeyeceği açık. İsrail siyasi sınıfının içerisinde bulunduğu kriz ve ekonomik kriz. Bu savaşın ekonomik bir bedeli var. Bu bedel çok büyük olmasa da yatırımlar düzeyinde ağır sonuçlar teşkil edecektir. Dolayısıyla, İsrail’in savaşı bu ritimde götürebilmesi çok zor gözüküyor.
Fakat hesaba katmadığımız, öngöremediğimiz dinamikler olabilir. Lübnan’ın iç krizlerinden dolayı Hizbullah’ın radikalleşmesi, ya da Hutilerin kontrol edilemeyecek saldırılara başvurması yeni dinamikler yaratabilir.

 Yarın: Türkiye’nin Kürt halkına karşı savaşı