Cengiz Çiçek: Mücadele devam ediyor

HDP İstanbul Milletvekili ve HDK Eş Genel Sözcüsü Cengiz Çiçek, seçim başarısızlığının demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yenilgisi olmadığını vurgulayarak, mücadelenin devam ettiğini ifade etti.

HDP ve Yeşil Sol Parti’nin ardından Emek ve Özgürlük İttifakı bir araya gelerek hem seçimleri değerlendirdi hem de yeni döneme ilişkin politikalarına dair sonuç bildirgesi yayınladı. İki açıklamada da ortak madde eleştiri ve özeleştirinin işletilecek olmasıydı.

Hem HDP’nin hem de toplumsal muhalefetin bir süredir içinde olduğu bu yeni yapılanma sürecini Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili ve aynı zamanda HDK Eş Genel Sözcüsü Cengiz Çiçek ANF’ye değerlendirdi. Çiçek, hem ittifak tartışmaları, hem yeni yapılanma hem de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 31 Mart Yerel Seçimleri döneminde yolladığı mektubun bugünkü önemine değindi.

HDP ve Yeşil Sol Parti seçim sonrasında bir sonuç bildirgesi yayınladı ve bir değerlendirme sürecine girileceğini deklere etti. Öncelikle bu süreç nasıl işleyecek?

İçine girdiğimiz tartışma sürecini, HDK ve HDP'nin kuruluşundan bugüne yaşanan pratik deneyiminin toplam bir değerlendirmesi olarak görmek ve buna göre yoğunlaşmak, buna göre tartışmak gerekli. Bu tarihsel deneyimden geleceğe dönük tarihsel sonuçlar çıkarmak ve yeni dönem politik hamlemizin gerektirdiği tartışmalar silsilesi olarak görmek de önemli. Aslında her fırsatta dile getiriyoruz: Evet, bir seçim sonucu var, seçim sonuçları itibarıyla hedeflerimizin gerisinde kaldık. Bu yönüyle de seçim bağlamında bir başarısızlık söz konusu. Ancak kesinlikle bu durumu mücadelemizin bir yenilgisi olarak görmemek gerekiyor. Şunu unutmadan tartışmak ve hareket etmek zorundayız; gerek HDK-HDP’nin kendisi gerekse içinde yer alan bileşen örgütler, ittifak kurduğu güçler ve bir bütün olarak bu yapılara gönül vermiş milyonlar, tarihsel olarak devrimci demokratik bir mücadele sürecinin içinde bulundular, bunun ağır bedellerini ödediler. Yani demokratik siyasetin seçimler bağlamında başarısızlığı söz konusudur; ancak demokratik siyaseti sarıp sarmalayan ve ona can suyu olan devrimci hareketlerin yenilmediği, yenilmeyeceği de unutulmamalıdır.

Fikriyatımız ve mücadelemiz sağlam toplumsal bir zemine dayandığı kadar tarihsel ve güncel olarak da devrimci hareket dinamiklerine dayanıyor. Sistemin ve özellikle iktidar bloğunun üstümüze bu kadar ideolojik ve zor aygıtlarını boca etmesi de bu nedenledir. Dolayısıyla onurlu ve tarihsel bir mücadele ve direniş geleneğinin içerisinde önemli bir yere tekabül ettiğimizi de görmemiz, hatırlamamız gerekiyor. Yani özetle biz, bize aşkınız. Bunu ıskaladığımız andan itibaren bizi biz yapan devrimci dinamikleri, ideolojik zeminleri gözetmeyen, duyumsamayan her yaklaşım, HDK-HDP’yi kendinden menkul yapılar gibi ele almamızı doğurur ki sistemin bizi getirmek istediği nokta da burasıdır. Yeni dönemi ele alırken tüm tartışmalarımızı ve yol arayışlarımızı “kendi hakikat zeminimize ne kadar yakınlaşacağız, onunla nasıl buluşacağız?” sorularıyla birlikte ele almalıyız. O yüzden evet, bir başarısızlık var, bir seçim başarısızlığı var. Ancak her türlü hile, kara propaganda ve özel savaş politikalarıyla yürütülen ve meşru olmayan bir seçim süreci de yaşadığımızı unutmayalım. O nedenle seçim başarısızlığının demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yenilgisi olmadığı ve bu toprakların en meşru gücü olduğumuz da unutulmamalı. Ayrıca ortaya çıkan sonuçları kararlı, yaratıcı ve cesaretle ele alıp tartışırsak, çok ciddi sonuçlar elde edeceğimizi de düşünmekteyim. Dolayısıyla HDK-HDP-Yeşil Sol Parti ve bileşen-ittifak tartışmalarını, kendisini tarihsel ve güncel olarak belirleyen sosyalist, devrimci hareketlerin, toplumsal mücadelelerin içinde bulundukları nesnel durumla birlikte ele alarak yürütmek önemli.

Nasıl?

Yani HDP'yi ve son seçim bağlamında Yeşil Sol Parti'yi kalp metaforuna benzetiyorum çoğu zaman. Partiyi ideolojik, politik ve toplumsal organlardan oluşan bir bedenin kalbi olarak görebiliriz. Sağlıklı çalışan organlar kalbi de sağlıklı tutar. Ya da kalbe hayat veren ana damarlar ve kılcal damarlar olarak da görebiliriz parti dışındaki ideolojik, politik, toplumsal kurum ve örgütlenmeleri. O nedenle bütün tartışmaları partiye içermek, örgütlü mücadele tahayyülümüze de aykırı. Partiyle sınırlı bir tartışma bizi yanlış sonuçlara götürebilir. Toplumsal mücadele alanında olan kurumları, bireyleri, demokratik kitle örgütlerini, yöre derneklerini, halklar ve inançlar çalışmalarını; ekoloji, emek, kadın, gençlik hareketlerini; bir bütün olarak partiye can veren bütün oluşumları, kurumları, mücadele dinamiklerini HDP'yle birlikte bu yeni dönemde tartışmamız gerekiyor.

İktidar, yanılmıyorsam 2016’da yüzlerce kurumu kapattı. Bunların içinde toplumsal muhalefetin dernekleri, basın yayın kuruluşları da vardı. Aynı bugün Hüda Par örneğinde olduğu gibi bir devlet aklıyla yürütüldü bu işler. Siyasi partinin toplum içindeki kılcal damarlarını kesmesi anlamına da geliyordu bu. Sıkça tekrarladığımız gibi bu darbeleri sadece totaliter, baskıcı olduğu için değil alternatif toplumsal inşayı ve onun üzerinden kurulacak devrimci demokratik hegemonyayı geriletmek için yaptı, yapıyor. Kendine bağlı tarikatlar, cemaatler, vakıflar eliyle de kendi siyasi, ideolojik ve kültürel toplumsallığını inşa ediyor. Seçim süreçlerini de inşa ettiği bu toplumsal örgütlenme ağlarıyla daha sonuç alıcı bir şekilde yürütüyor. Devletin olanaklarının büyük bir bölümünü buralara harcaması sadece gericilik olarak tanınmamalı ve bu alana sıkıştırılmamalı. Karşı alternatif kültürel, ideolojik, politik, toplumsal örgütlenmeleri bu bağlamda yeni dönemde nasıl kuracağımız, işleteceğimiz, güncelleyeceğimiz de gündemlerimizden birisi olacaktır. Dolayısıyla kriz içinde olan, güçten düşen toplumsal alan örgütlenmeleri rolünü yeterince oynayamıyor. Halkların Demokratik Kongresi'ni de bu işin içine hatta tam merkezine katarak söylüyorum. Kendimizi de buradan kritik etmemiz gerekiyor. Sonuç itibarıyla bir partinin toplumsal örgütlenme kanalları açık, canlı ve işler olmadığı sürece kriz içerisine girmesi de çok normal.

Sonuç olarak yeni dönem tartışmalarını, HDP-Yeşil Sol Parti içi bir demokratik işleyiş tartışmasına daraltırsak hem partilerimize hem de oradaki yönetici arkadaşlarımıza haksızlık etmiş oluruz. Bizim bugün itibariyle en önemli gündemlerimizden birisi, belki de başlıcası topluluklar demokrasisi ve kolektiflerin demokrasisidir. Öz ve yerinden yönetimli taban örgütlenmeleri olmadan ve bu örgütlenmelerin yukarı doğru tazyikini açığa çıkarmadan demokratik kültür inşası da zorlaşacaktır. Bürokratik ve merkeziyetçi anlayışın iktidar olması, kişilerin niyetiyle değil olmayan toplumsal örgütlenmelerle izah edilebilir. Hiçbir yapı, kolektifler, komünler ve meclisler gibi halk örgütlenmelerine dayanmadan kendisini demokratik kılamaz ve iktidarcılığın yabancılaştırıcı, yozlaştırıcı etkisinden kendisini kurtaramaz. Bu tabloda hem birey olarak hem de kurumsal olarak hepimiz kendi sorumluluğunu görmeli, bununla yüzleşmeliyiz. O yüzden sorumluluğu dışında arayan, kendi rol ve misyonunu, pratiğini sorgulamayan, bütün tartışmaları parti organlarına daraltan her yaklaşım, niyetten bağımsız liberal demokrasi savunuculuğu pozisyonuna düşecektir. Yeni dönemi bu tehlikeyi gören, parça-bütün diyalektiğini kuran bir sorumlulukla örmek zorundayız. Dolayısıyla temel hedefimiz olan örgütlü halk gerçeği, sadece devletçi ideolojilere dönük bir mücadele için gerekli değil; aynı zamanda kendi içimizdeki yapısal ve işleyiş sorunlarının çözümünde, doğru anlayışın, çizginin başat kılınmasında başvurulması gereken temel rehberimizdir. O yüzden yeni dönemi, seçim sonuçlarını da içerecek biçimde “nereden başlamalı?”, “ne yapmalı?”, “nasıl yapmalı?” sorularına son derece açık, net ve pratik cevaplar üreterek örmek zorundayız.

Özellikle seçim dönemi ittifak tartışması, TİP’in ayrı listede seçime girmesi, tabanda tepkilere yol açtı. Belki bu tepkilerin en ayyuka çıktığı alanlardan bir tanesi sanal medya mecralarıydı ve yine HDP'ye ilişkin istifa çağrıları da yapıldı. Liste ve vekil sayısı tartışmasını bir yana koyarsak, bu tartışmaların iki tabanda bir duygusal kopuşa neden olduğu yorumları yapılıyor. Yakın zamanda Emek ve Özgürlük İttifak’ı da bir sonuç bildirgesi yayınladı ve ortak mücadele vurgusu vardı burada da. Ama bu bahsettiğimiz tartışmalardan sonra özellikle tabandaki bu tepkileri, tabanla birlikte nasıl tartışacaksınız?

Bugüne kadar HDP’de ifadesini bulan ittifak politikası, toplumun ve toplumsal muhalefetin ortak kazanımlarını önceleyerek başarıya ulaştı. Bu yan yana geliş biçimi hem HDP'nin hem bileşenlerin hem de ittifak partilerinin örgütsel karşılıklarının üstünde toplumsal teveccüh gördü. Ortaya çıkan sinerjiyi böyle değerlendirmek ve ulaşmamız gereken yeni toplumsal potansiyellerinin buradan somutlaştığını görmek zorundayız. Son seçimi ayrı tutarak, önceki iki seçimde gerçekten HDP bu yeteneğiyle farklı toplumsal kesimlere güven ve umut verdi. Düne kadar parçalı, ayrıksı duran yapıların ortak fikriyat ve ortak hedefler etrafında yan yana gelişi, toplumda çok ciddi bir kabul gördü. Politikada bu tılsımı, sihri kabul etmek, gözetmek gerek. Kuruluşundan bugüne ilk defa bu seçimde ittifak zemini, iç tartışmalara boğulan bir görüntü verdi. Bu da sadece temas kurulması gereken toplumsal potansiyellerde değil kendi kitlesinde de bir güvensizlik havası oluşturdu. Öncelikle seçim dönemindeki taktiksel hatalar, parçalı duruşlar ve toplumun güvenini zayıflatan tablonun muhasebesi yapılmalı. Bugünde sonra da tüm söylemlerine rağmen bir mücadele ittifakı görünümünden seçim ittifakının bile gerisine düşen durumun muhasebesi yapılarak, gerçek bir toplumsal mücadele ittifakı; bu ittifakın ilişki biçimi, örgütlenme modeli, eylemsel hattı ve hedefleri konusunda yeni güncellemelere ihtiyaç var.

Peki, bu muhasebedeki esaslar neler olacak?

Bir kere hepimizin şu gerçeğin hakkını teslim etmesi gerekiyor; HDP kurulduğu günden bugüne yani yüz yıllık devletçi statükonun, tekçi, inkârcı sistemin yok saydığı toplumsal kimliklere gücü ve olanakları doğrultusunda temsiliyet alanında yer açtı. Çünkü bu parti bütün bu farklılıkların ev sahipliğinde kuruldu, yeşertildi, büyüdü. Örneğin Ermenilerin, Alevilerin, Êzidîlerin, Süryanilerin parlamento zemininde temsil edilmesi, sadece bir devrimci romantizm adına yapılmadı. Resmi paradigmayı parçalamak ve bu paradigmanın günümüz itibarıyla dezavantajlı kıldığı bütün kolektif kimlikleri tarihsel hesaplaşma mücadelesinde özne kılan bir perspektifle ele alındı. Temsiliyetler bağlamında bile ortaya çıkan bu yeni fotoğraf, gerçekten önemli bir başarıydı. Bu başarı aynı zamanda HDP’yi bu toprakların en sahici, kapsayıcı ve kurucu partisi de yaptı. Bu başlangıç özel olarak da Kürt halkının özgürlük mücadelesine yeni toplumsal ittifakların kapısını araladı. Ulus devletçi paradigmanın bütün ezilen kimlikleri kendi yalnızlığında suskunluğa gömme ve tecrit etme politikası da böylece zayıflatılmış oluyordu. Bu durum ezilenlere de yeni mücadele alanları sunuyordu. Devletçi aklın korkuyla toplumsal güçlerin coşkuyla karşıladığı yeni bir denge durumu oluştu böylece.  Ancak başlangıç için yeterli olan bu durum, yıllar içerisinde temsiliyetini sağladığı toplumsal farklılıkların birleşik mücadelesine dönüştürülemedikçe bir tekrara da düştü. Bu gelişme olanaklarının bir şekilde yaratılamamış olması, iktidarın darbe politikalarının da etkisiyle gerilemelere neden oldu.

Neden?

Onu da şöyle açayım çok özetle. Bizim şunu tartışmamız gerekiyor artık. Belli toplumsal kimliklerin temsiliyetinin parlamentoda sağlanması başlangıç için kabul edilebilir ama bir üçüncü yol siyaseti olarak devletçi iki egemen bloğun dışında ezilen kimliklerin, sınıfların toplumsal politikasını büyütmek isteyen bir yapı için yetinilebilecek bir şey değil. Ne oldu da aradan geçen yıllar içerisinde yıllarca parlamentoda ve merkezi düzeyde temsiliyet bulan kimlikler, yerelde, sokak mücadelesinde, il ve ilçe örgütlerinde yan yana omuz omuza yeterli düzeyde gelemedi? Bu sadece baskı politikalarının yarattığı tahribatla açıklanamaz. Örgütü işletme biçimiyle de izah edilemez. Yanıt, politikayı hangi öncelikler üzerinden kurduğumuzla, hangi merkezlerin inşasını öncelediğimizle ilgili soruların cevaplarında saklıdır. O nedenle seçim sürecinde olduğu gibi meseleyi sadece temsiliyet verilip verilmemesi alanına sıkıştırırsak, geçen yıllar içerisinde temsili sağlanan toplumsallıkların ne düzeyde politik özne ve iç örgütlülüklerini sağlamlaştırmış kolektifler olduğunu ele almazsak ele ele bir yanlışa doğru koşmuş oluruz.

Öz örgütlü, öz eylemli ve öz yönetimli kılınan farklılıkların ilişkisi de doğal olarak demokratik, eşit kılınabilir. Bu konu, toplumsal muhalefetin kendi kılcal damarlarını yaratarak, sonuç alıcı etkili üçüncü yol mücadelesi için de kader tayin edicidir. Yeni dönemde elbette ki temsili olarak birçok farklı kimliğe alan açılmalıdır ancak açılan temsili alanlarla yetinen her halin, kolektif kimliğin alanını daralttığını da unutmadan. Toplumsal mücadele kimliğine, ideolojik politik bir mücadele kimliğine dönüşmeyen her temsiliye, kendi elimizle kendi alanımızı daraltmakla sonuçlanacaktır.

İttifak tartışmalarını da bu bağlamda tekrardan ele almalıyız. İttifakların ya da temsiliyetlerin sadece seçim takviminde hararetle gündemleşmesinin kendisi de çok son derece sıkıntılı bir şey. Dolayısıyla seçim sürecindeki başarısızlıkları, seçim dönemleri dışındaki başarısızlığımızla, stratejik konulara olan ilgisizliklerimizle birlikte düşünmeliyiz. Bunu başarabildiğimiz ve yeni pratikleri kovaladığımız ve de bunda ısrar ettiğimiz sürece yeni mücadele dönemi daha doğru bir hatta kavuşacaktır.

Şimdi üçüncü yoldan da bahsettiniz. 31 Mart yerel seçimlerinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın bir mektubu ortaya çıktı ve bu mektup çok tartışıldı. Çünkü o sıra HDP, büyükşehirlerde AKP'nin kaybetmesi üzerine bir taktiği geliştireceğini ifade etti. Abdullah Öcalan ise mektubunda üçüncü yolun önemine dikkat çeken bir uyarıda bulunuyordu. Bugüne geldiğimizde örneğin 28 Mayıs'ın sonrasında özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminde ‘HDP aday çıkarmalıydı, çıkarmamalıydı’ diye bir tartışma çıktı. Hatta birinci turda ‘Kürtler destek verdi’ diye bunu övenler, ikinci turda ‘keşke açıktan desteklemeseydiniz’ diyen taraf oluverdi. Tam da bu tartışmalar varken Abdullah Öcalan'ın söyledikleri neden önemliydi?

Bu toprakların en talihsiz özelliği, dışındakini kendi politik angajmanlarına göre konumlandırması ve nesnel bir yere oturtamamasıdır. Abdullah Öcalan da yıllardır bu karakterdeki çevrelerin saldırılarına, kara propagandasına, manipülasyonlarına muhatap oluyor. Öncelikle bu durumun kendisine karşı ev ödevi niteliğinde zihni, ideolojik ve politik bir mücadele yürütmemiz ve bu ilk halkayı kırmamız gerekiyor. Sayın Abdullah Öcalan 2019 yerel seçimlerinde mektubunu kamuoyuyla paylaşırken de güncel seçim hesaplarının kurbanı edilmeye çalışıldı. Hatta sanki toplumsal muhalefetin iktidar karşısındaki mücadelesini zafiyete uğratıyormuş algısı köpürtüldü. Ama kimsenin nedense aklına bu iktidarın modern tarihin görüp göreceği en sistematik tecrit politikalarının muhatabı olduğu gerçeği gelmedi. Yıllardır tecrit politikalarına ve AKP’nin hegemonya inşasına karşı nasıl direndiği, set çektiği ve geliştirdiği politik formülasyonlarla iktidarı zayıflattığı görülmek, bilinmek istenmedi. İstanbul seçimleri öncesi Abdullah Öcalan’ın mektubuyla ilgili fikrimiz sorulduğunda yine aynı şeyleri söylemiştik. Yine tekrarlıyoruz; mektupta “Çözüm Sürecine ilişkin daha derinleştirilmiş ve netleşmiş bir tutumda” ısrar ve egemen iki bloğun Kürt sorunu etrafındaki kutuplaştırıcı siyasetine dair eleştiriler var. Dolayısıyla Abdullah Öcalan’ın çözüm perspektifi siyasi partileri ve onların ikilemini aşan bir perspektif. O nedenle Kürt meselesinin seçim sürecine daraltılmasını, dar parti çıkarlarının aparatı haline getirilmesini sorunlu buluyoruz, kabul etmiyoruz. Çünkü partiler üstü bir meseleden bahsediyoruz. Ayrıca mektubunda toplumsal sorunların ağırlaşacağı öngörüsüyle üçüncü yolun politik ve toplumsal ev ödevlerinden de bahsetmekteydi. Güncel seçim tartışmalarına angaje ya da payanda olmamak da ancak seçim gündemi dışındaki mücadele ödevlerine dört elle sarılmakla mümkün olacaktır. İşte günlük politikalar ve seçim süreçleri dışında politik belirleyiciliğin yollarını daha güçlü aramazsak o zaman angaje olan bir siyaseti kendi ellerimizle örmüş olacağız. Üçüncü yol, ezilenlerin tarihsel ittifakı olarak ezilenlerin gündemini oluşturarak, zeminini güçlendirerek, sözünü güçlü kurarak, politik programında ısrar ederek kendi hedeflerine yürümeli. Bu başlıkların ısrarlı izini sürme durumunda taktiksel yaklaşımlarının sonuç alıcılığı da daha olasılık dahiline girecektir.

Seçim sürecindeki taktiksel kararlarınız, iki egemen bloktan birine eleştirisizliğini gerektirmiyor, yanlışlarını ifade etmekten imtina anlamına gelmiyor. Sonuçta sistem partilerine yönelik ideolojik, politik konumlanmamız ve ilkelerimiz çok net. Bu üçüncü yolun taktikleri de olmayacak anlamına gelmiyor. Üçüncü yolun en temel stratejik hedefi Kürt halkının statüsü ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesidir. Bu bizim için stratejik bir hedeftir; yani Kürt halkının statü problemi çözülmeden Türkiye demokrasisi hep eksik, zayıf kalacak. Türkiye’deki demokrasi mücadelesi toplumsallaşmadan, güçlenmeden Kürt sorununun demokratik çözümünün zorlaştığı da tarihsel deneyimlerimizle sabit. Bu stratejik hedef bir tarafta dursun.

Önemli bir direniş ve dönüştürücü güç olan mücadelemize yönelik iktidarın tasfiye politikaları ve sistematik darbe yöntemleriyle hep karşı karşıyayız. Kazanımlarımızın ve örgütsel varlığımızın öz savunmasını geliştirerek iktidarın komplolarını boşa çıkarmak da gündemimiz olmalı. O nedenle AKP-MHP iktidarını zayıflatmaya, yıkmaya dönük mücadelemiz anlaşılmalıdır. Unutulmamalı ki bizim tasfiyemiz durumunda Türkiye ve Kurdistan’da direniş odakları da kalmayacaktır. Bu akıl, iktidarı da aşan bir devlet aklı. Bunu zaten Süleyman Soylu'nun kendisi Hüda Par bağlamında itiraf etti. Bir kere bunu herkesin kabul etmesi gerekiyor ve devlet olanaklarını arkasına alarak tarihsel bir tasfiye konseptiyle bizi karşı karşıya bırakan iktidara yönelmemiz kadar normal bir hedef yok. Bu, karşısındaki bir diğer egemen partiye angaje olmak, onun yüz yıllık devletçi siyasetin örülmesindeki payını görmemek, karşısında mücadele etmemek anlamına da gelmiyor. Dolayısıyla taktiksel hamlelerimiz ne olursa olsun, aldığımız günlük kararlar, hedefler ne olursa olsun üçüncü yol siyasetini dört başlıkta hep belirgin kılabilmemiz gerekiyor. Birincisi ideolojik olarak iki egemenlikçi siyasetten farkını, ikincisi, örgütsel netliğini, üçüncüsü politik kuruculuğunu ve son olarak dördüncüsü toplumsal örgütlenmedeki yaratıcılık ve ısrarını ayırt edici olarak ortaya koyabilmemiz gerekiyor. Yani sizin aldığınız taktiksel kararlar eğer sizin üçüncü yol mücadelesinin bu dört başlığını belirsiz kılıyorsa, flulaştırıyorsa, görünmez kılıyorsa burada angaje olma durumu söz konusu olur. Son seçim sürecini belki de bu başlıklar etrafında masaya yatırmalıyız.

Bu saldırı ve tasfiyeye karşı da kendimizi korumamız gerekli dediniz. Orada şu parantezi de açmak lazım. Soylu'nun farklı yönlerle belirttiği şeylerden biri Hüda Par üzerinden Kurdistan’daki sosyolojik yapının değiştirilmesi. Bir taraftan Hakan Fidanlı dış politikada çok da yeni bir sürece girilmedi. Yine Suriye'ye zaten Hakan Fidan'ın MİT Müsteşarı'yken de devam eden o suikast ve SİHA saldırıları daha da yoğunlaştı. Öte yandan Doğan Erbaş’ın tutuklanma şekli hemen hemen her gün olan operasyonlar ve elbette buna İmralı’da uygulanan mutlak tecrit de eklendiğinde bir yandan HDP bir değerlendirme sürecindeyken diğer yandan bu saldırılara karşı nasıl pozisyon alacak?

Yeniden yapılanma sürecini, tamamen iç tartışmalara gömülen, içine kapanan pozisyonun tehlikelerini gören bir yerden ele alacağız. Hem var olan saldırıları göğüslemek hem de dışarıya açılan bir toplumsal politik hattı izlemek önemli. Üzerimizdeki kuşatmayı yarabileceğimiz iki hat var. Biri Türkiye, diğeriyse Kurdistan hattı. Kurdistan'da özellikle Hüda Par üzerinden geliştirilmek istenen politikaları boşa çıkarmak, dönemin yurtseverliğinin öncelikli görevlerindendir. Kayyum siyaseti karşısında durmayan, Kürt siyasetinin tasfiyesinde iktidarın yanında duranlardan gerçek bir Kürt yurtseverliği beklenmediği gibi bu anlayışın karşısında ancak soluk soluğa bir mücadele verilir. Kürt demokrasi ve özgürlük ittifakının bu anlamda stratejik olarak örgütlenmesi daha büyük önem kazanıyor.

Diğer yandan Türkiye sahasında Kürt Özgürlük Hareketinin sosyalist kimliğine dönük ideolojik bir saldırı var. Çok bilinçli, adım adım örülmek isteniyor bu politika. Evet, Kürt hareketinin ana varlık gerekçesi Kürt halkının özgürlüğüdür. Ancak klasik ulusal hareketlerin kalıbına sığmayan devrimci, sosyalist bir kimliği de var. O nedenle yeni dönemde Türkiyeli devrimci, sosyalist hareketlerle birlikte Emek ve Özgürlük İttifakı çatısı altında hem ideolojik mücadelede derinleşme hem de politik, toplumsal mücadele çeperini büyütme zamanıdır. 

Bu stratejik aklın örücülerinden birisi olan Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak iletişimsizlik politikasının temel mantığı da burada yatıyor. Milli İmralı politikalarının hedefinde de Abdullah Öcalan'ın Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kurdistan’ın statüye kavuşması mücadelesindeki kuramsal, felsefi, ideolojik ve pratik müdahilliği vardır. Dolayısıyla İmralı politikalarına karşı durmak, bu konuda kararlı ve sonuç alıcı mücadele yürütmek demokrat, devrimci, sosyalist, yurtsever hareketlerin kendi öz mücadelesi olarak görülmelidir.