Depremin yaraları sarılmadı, vaatler tutulmadı
Bakurê Kurdistan ve Türkiye’nin 11 ilini vuran Bazarcix ve Elbistan merkezli depremlerin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen yaralar sarılmadığı gibi vaatler de tutulmadı.
Bakurê Kurdistan ve Türkiye’nin 11 ilini vuran Bazarcix ve Elbistan merkezli depremlerin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen yaralar sarılmadığı gibi vaatler de tutulmadı.
Depremlere karşı hiçbir tedbir almayan hükümet, deprem sonrası da hızlı, etkili ve yeterli müdahalede bulunmayarak felakete dönüşmesine neden oldu. Aradan geçen bir yıllık zamana rağmen gerekli adımları atmakta yetersiz kaldı, üstelik hem deprem sonrası yapılaşmayı ekonomik ve siyasi ranta çevirdi hem de genel seçimlerinden ardından önümüzdeki yerel seçimler için şantaj yapıyor.
Mereş’in Bazarcix (Pazarcık) ilçesinde 7.8 ve Elbistan ilçesinde 7.6 büyüklüğündeki depremlerin üzerinden bir yıl geçti. Etkilenen kentlerden Hatay, Mereş, Semsûr, Meletî, Kilis, Osmaniye, Adana, Dîlok, Amed ve Riha’da resmi rakamlara göre 55 binden fazla insan hayatını kaybetti, ancak gerçek kaybın çok daha fazla olduğu biliniyor. Milyonlarca insan yaşadığı kentlerden göç etmek zorunda kaldı. Deprem sonrası geride kalan yurttaşlar ise yaşam mücadelesi veriyor.
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre; Hatay’da 23 bin 883, Mereş’te 7 bin 295, Semsûr'da 5 bin 826, Meletî'de 4 bin 19, Dîlok'ta 3 bin 805 olmak üzere toplamda 36 bin 932 bina tamamen yıkıldı. 311 bin bina ise kullanılamaz hale geldi.
VERİLEN VE TUTULMAYAN SÖZLER
İktidar tarafından depremler sonrası depremzede halka çok sayıda söz verildi. Bu sözlerin hiçbiri tutulmadı. İktidar, bir yıl içerisinde 319 bin konut yapılacağını vaat etti. Sadece Hatay’da depremin birinci yılında 200 bin kişi konteyner kentlerde, 5 bin kişi ise çadırlarda kalmaya devam ediyor. Depremin birinci yılında söz verilen konutlardan teslim edilenlerin sayısı 20 bini geçmedi.
Deprem bölgesine yönelik verilen sözlerden biri ise, yaşamın yeniden kurulacağı, esnafa, yurttaşlara belli bir miktarda yardım yapılacağıydı. Daha sonrasında hibe olarak açıklanan sözler faizsiz ve geç ödemeli kredilere döndü. 750 bin TL hibe, 750 bin TL ise kredi olarak verileceği açıklanan yardımda ise, devlet kredi borcunu ödeyemeyenlere ev ve iş yerlerine el koyma şartı getirdi.
Deprem sonrası en çok dikkat çekilen konu olan sağlıkta ise, devlet neredeyse hiçbir sözünü yerine getirmedi. Birçok bölgede dağıtılan konteyner yerleşim yerlerinde tuvaletin olmaması, temiz suyun getirilmesine dönük hiçbir çalışmanın yapılmaması, özellikle uyuz gibi bulaşıcı hastalıkların artmasına, en basit hastalıkların dahi ölümcül sonuçlarının olmasına yol açtı.
Bunların yanında deprem bölgesine yönelik çıkartılan rezerv yasası ile evi sağlam olan yurttaşların evinin bile yasa gereği yıkılabileceği ortaya çıktı. Bu yasa ile yurttaşların evsiz kalması ve yıkılan evin yerine yeniden yapılacak evi ise borçlanıp alması, depremde ekonomik olarak çöküntü giren yurttaşların evsiz kalma riskini de beraberinde getirdi.
KAYIP OLANLAR VE KAYBEDİLEN ÇOCUKLAR
Deprem Mağdurları ve Kayıp Yakınlarıyla Dayanışma Derneği (DEMAK) verilerine göre; depremin etkili olduğu 11 ilde 36’sı çocuk olmak üzere 147 kişi hala kayıp. Bu sayı, DEMAK’ın tespit edebildiği, ancak gerçek sayının daha fazla olduğu belirtiliyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından bugüne kadar tam bir sayı verilmiş değil. Bazı çocukların kaçırılıp satıldığı, bazılarının ise tarikatlara ‘emanet’ edildiği gündeme geldi.
Çocuk Hakları Uzmanı Hatice Kapusuz, Afet Çocuk Sivil Koordinasyonu’nun ilk günlerden itibaren tuttuğu verilere göre, 670 çocuk hakkında ya kayıp ilanı verildiği ya da refakatsiz olarak kayıtlara geçtiğini belirtti.
Hatice Kapusuz, “Seçimlerden sonra bakanlık düzenli veri açıklamayı bıraktı. Güncel duruma ilişkin sağlıklı veri bulunmuyor. Kayıp vakaları depremin büyüklüğü kadar; bakanlıklar arası koordinasyon, eş güdüm yokluğunun, acil eylem planlarında çocuk güvenliğinin gözetilmemesinin ve hızlı müdahale edilmemesinin sonucu. Çocuk güvenliğini merkeze almamak yaşamsal sonuçlar doğuruyor. Kamu idaresi ise uzun süredir şeffaf ve yeterli bilgilendirme yapmıyor. Bilgi edinme başvurularına da nitelikli cevap alamıyoruz“ dedi.
Depremin ilk haftası geçtiğinde, depremde kurtulan bazı depremzedelerin ve özellikle çocukların Semsûr'da bulunan Menzil tarikatının örgütlü olduğu Menzil köyüne gittiğine dair fotoğraf ve videolar gazetelerde çıkmıştı.
Deprem bölgesinde halen enkazın kalkmadığı alanların olması ve enkaz kaldırma sırasında bulunan insan parçalarının enkazlarla birlikte atılmasına dair görüntülerin sanal medyaya düşmesi ise, kayıpların bazılarının ölümlerinin dahi kayıt altına alınmadığı iddialarını güçlendirdi.
KAYITSIZ YAŞAYAN SURİYELİLER
Deprem sırasında çocuklar dışında verileri tutulmayan, kayıp olarak dahi lanse edilmeyen bir başka kesim ise, depremin vurduğu illerde kayıtsız olarak yaşayan mülteciler. Kaçak olarak gelen ve resmi herhangi bir kaydı olmayan binlerce mültecinin cenazesinin akıbetine dair hiçbir açıklama yapılmadı.
Sığınmacı Hakları Platformu Sözcüsü Taha Elgazi, depremden bir ay sonra yaptığı açıklamada yaşamlarını yitiren Suriyeli mültecilerin sayısını 6 bin 700 olduğunu belirtmişti. Açıklanan rakamlar Türk devletinde kaydı olan Suriyeli mülteciler olduğunu düşünürken kaçak yaşayan ve kaydı olmayan kaç kişinin olduğuna dair ise bugüne kadar hiçbir veri açıklanmadı. O günlerde sınır kapılarına isimleri olmayan yüzlerce cesedin getirildiği, çetelerin kontrolünde olan bölgeler ile sınır olan yerlere götürüldüğü ise gazetelere yansımıştı.
DEPREM BÖLGESİNDE AYRIMCILIK
Yıkımın yaşandığı en büyük bölgelerin Kürtler, Aleviler ve Arap Alevilerin yaşadığı bölgeler olması, ırkçı ve ayrımcı yaklaşımları da beraberinde getirdi. Özellikle iktidar ve iktidarın desteklediği grup ve tarikatlar tarafından yapılan ayrımcılık dönemin gazetelerine de yansıdı. Deprem bölgesinde yardımın neredeyse hiç gitmediği ya da çok geç gittiği bölgelerin Kürt ve Alevilerin yaşam alanları olması bu ayrımcılığın boyutlarını da gösterdi. Alevi ve Kürtlerin yaşam alanlarına dönük halen tam anlamıyla bir iyileştirmeden bahsedilemiyor. Depremde Kürt ve Aleviler dışında mülteciler de yaşanan ayrımcı ve ırkçı politikalardan nasibi aldı.
Mülteciler konusunda çalışmalarıyla tanınan Gazeteci-Yazar Ercüment Akdeniz, mültecilere yönelik ayrımcılığa ilişkin şunları söyledi: “Depremin birinci yılında hala tam olarak kaç mültecinin hayatını kaybettiği, kaçının yer değiştirmek zorunda kaldığı ya da malını mülkünü kaybettiğine dair sağlam veri mevcut değil. Fısıltı gazetesi halinde dolaşan teyitsiz haberler, sivil masum tüm mültecileri düşmanlaştıran bir atmosfer yaratmıştır. Bu durum nefret suçları kapsamındadır. Irkçı hezeyan mülteciyi hedef yaparken, asıl sorumlular işin içinden sıyrılmaktadır. Deprem bölgesinde iş gücü kaybı nedeniyle istihdam alanları ucuz ve güvencesiz mültecilere kaymaktadır. Çalışma saatleri uzarken ücretler düşmektedir. Bu nedenle sendikaların ortak mücadele ve ortak örgütlenme için stratejiler geliştirmesi gerekmektedir. Son olarak deprem daha çok yoksulları ve virane, harabe konut ve mahalleleri vurmaktadır. Kentlerin çürümüş yapılarına doluşan göçmenler kitlesel halde can vermektedir. Bu nedenle dayanıklı yapı stokları kapsamına mülteci toplu konutları da alınmak durumundadır.”
DEPREMİN EKOLOJİK YIKIMI
Depremin bir diğer yıkımı ise, yaşanan çarpık kentleşme ve doğanın talanından dolayı ekolojik yıkım oldu. Deprem sonrası enkazların kaldırılmasında hiçbir önlem alınmaması, binalardan çıkan asbest sorunu ile birlikte hayatta kalanların sağlık sorunları da çoğalmaya başladı. Özellikle yıkımın en çok yaşandığı Hatay’da yıkımlar sırasında asbestin de olduğu toz bulutları günlerce şehri kaplamak zorunda kaldı ve insanlar o tozu soluyarak yaşamak zorunda bırakıldı.
Polen Ekoloji’den Cemil Aksu, deprem fay hatlarının bilindiğini, bilim insanların defalarca uyarılarda bulunduğu ancak ranta dayalı kentleşmeden dolayı bu uyarıların dikkate alınmadığını hatırlattı.
Aksu, şunları ifade etti: “Zaten neredeyse her gün küçük depremlerle sarsılıyoruz. Dolayısıyla ranta dayalı kentleşme gerçeği, felaketin asıl nedeni. Daha kent kurulurken seçilen alanlar, örneğin dere yatakları ya da nehir kenarları, düz tarım alanları oluyor. Diğer taraftan bütün canlılar için temel ihtiyaçlardan biri olan barınma hakkı, emlak piyasası ile şirketler için birer yatırım aracına çevrilince, yani bir meta haline getirildiği zaman en çok kar elde etmek için en az maliyetle üretilmesi gerekir. Bu da daha az mühendislik emeği, malzemenin seçiminde maliyetten kaçma, arsa seçiminde rantı yüksek yerlerin seçimi gibi faktörler belirleyici oluyor. Ayrıca ihtiyaç için değil alıp-satmak ya da kira geliri elde etmek için bina üretimine yapıldığı için fazla bina stoku oluşuyor. Bir binada 150’den fazla sanayi ürünü kullanılıyor ve bütün bunların üretiminde, yani madencilik vb. sektörlerinde de her fazladan üretim ekolojik yıkıma neden oluyor. Binaları yaparken maliyetten kaçan zihniyet, elbette enkaz kaldırırken ve bertaraf ederken de maliyetten kaçacaktır. Depremin hemen akabinde 126 nolu Kararname ile deprem bölgesindeki faaliyetlerde uyulması mecburi olan bütün yasa ve yönetmelikler saf dışı bırakıldı. Ne afet yönetmeliği, ne zeytin koruma yasası, ne toprak koruma kanunu; hiçbirine riayet edilmeden enkaz kaldırmaya başlandı. Kimse asbest maskesi takmadı, enkazdan çıkan toza maruz kalan halka da asbest maskesi dağıtılmadı. Kaldırılan molozlar da en yakın yerlere taşınarak zeytinliklere, tarım alanlarına vb. yığıldı. Burada aylar süren ayrıştırmalar yapılırken de hiçbir tedbir alınmadı. Yani deprem anından sonra enkaz kaldırma da başka enkazlar yarattı.”
DEPREMLER FIRSAT OLARAK GÖRÜLDÜ
Şirketler için depremin bir fırsat olarak görüldüğünü, kar hırsı içerisinde olduklarını, depremin ilk günlerinde İstanbul, Ankara gibi yerlerde müteahhit ve mimarlık şirketlerinin ortaklık kurarak planlar yapmaya başladığını anımsatan Aksu, şöyle devam etti: “Saray’da hangi ildeki yeniden inşaatların hangi şirketlere verileceğinin, kentlerin yeni imar planlarının hazırlıkları yapılıyordu. Kentler şirketlere parselleniyordu, planlar açıklanıyordu. Türkiye’de iktidar inşaat şirketleri ile ortak, hemen gerekli yasal düzenlemeleri yaparak, inşaat şirketlerini depremzedelerin üzerine saldı. Şimdi de depremzedelerin ihtiyaçlarına göre değil, rantı yüksek, turizm ve lüks tüketim mekanları yapılması için projeler yapmışlar. Çok önceden bölgedeki ticaret odaları tarafından geliştirilen Hatay’dan Antep’e turizm ve kültür yolu projesi bunlardan biri. İnsanlar kışı korunaksız çadırlarda geçiriyor, geçici barınma imkanları da yok ama bu tür projeler için riskli alan ilan edilip acele kamulaştırmalar yapılıyor. Yani yeni bir inşaat dalgası, yeni betonlaştırmalar ve bu inşaat dalgasının yaratacağı talebi karşılamak için de yeni bir madencilik furyası yaşanacak.”
TOPLU MEZARLAR, SATILAN YARDIMLAR, ÇADIRLAR
Depremin en büyük yıkımının yaşandığı Semsûr, Hatay gibi kentlerde birçok cenaze toplu mezarlar açılarak defnedildi. İnsanların inançlarına göre cenazelerinin defnedilmesine izin verilmedi. Başta AFAD olmak üzere hiçbir yetkili kurum bugüne kadar toplu mezarları kabul etmemiş olsa bile, sanal medyaya yansıyan görüntüler ve haberler toplu mezarları doğruladı.
Depreme gelen yardımlar ise çoğu zaman tarikatlara teslim edildi. Kızılay ise deprem için toplanan yardımları ve çadırları birilerine sattı. Özellikle Sanatçı Haluk Levent’in Kızılay’dan para ile çadır alıp deprem bölgesine göndermesi uzun süre gündem olmuştu.
GEL(E)MEYEN YARDIMLAR VE DAYANIŞMA
Devletin özellikle Sünni bölgelere yardım yapması, Alevilerin yaşadıkları evleri ve sokakları dahi es geçmeleri ve yardımı geciktirmeleri dışında, Alevi kurumlardan, devrimci yapılardan ve HDP’den gelen yardım TIR'ları ise çoğu zaman il sınırlarında günlerce bekletildikten sonra el konularak AFAD’a teslim edildi. İktidar kendi yardım etmediği bölgelere halkın, sivil toplum kuruluşlarının ve HDP’nin de yardım götürmesini engellemeye çalıştı. Hatta özellikle Hatay ve Mereş'te yardım koordinasyon merkezlerine dahi el koymaya varan politikalar izledi. Hatay’da devrimci yapıların bulunduğu Defne Sevgi Park’ından kurumları çıkarttı, Mereş'te HDP’nin yardım koordinasyonuna kayyum atadı.
HDP, depremin ilk gününden itibaren 11 ilin merkezlerinde, ilçelerinde ve köylerinde üyeleri ve yöneticileri ile birlikte halka yardımlar götürmeye, gelen yardımları koordineli bir şekilde dağıtmaya başladı. Aylarca deprem bölgesinde duran ve birçok noktada yetkililerin dahi gelip görüş aldığı HDP, AFAD’ın hiçbir biçimde giremiyoruz dediği köylere dahi ulaşıp, orada bulunan yurttaşlara yardım ulaştırdı. Onların yalnız olmadıklarını gösterdi. HDP’nin yardım TIR'larına, getirdiği ısıtıcılara el koyan devlet, gelen yardımları AFAD’a teslim edip halka ulaştırılmasına izin vermedi.
İlk gününden itibaren deprem bölgesine giden HDP Milletvekili Gülistan Koçyiğit, deprem döneminde yaşanılanları ve ilk günleri şöyle anlattı: “150 bine yakın inanın yaşamına mal olan ve yine birçok insanın engelli olmasına, sakatlanmasına yol açan devasa korkunç bir depremdi. Tabii biz deprem olduğu zaman Gever’deydik, sabah hemen Amed’e geçtik ve oradan ben Malatya/Doğanşehir’e geçtim. Gördüğümüz manzara çok korkunçtu. Çaresiz bekleyen insanlar, ulaşmayan yardımlar... Çok sınırlı bir şekilde kendi imkanlarıyla gelen arama kurtarma ekipleri vardı ama özel olarak da AFAD ekiplerinin süreci iyi yönetmediklerini, ekipmanlarının, sayılarının yetersiz olduğunu ifade edelim. Orada birçok yurttaş ile konuştuğumuzda, gittiğim Malatya için ifade edeyim, ‘Ben AKP’liyim ama benim oğlum burada bağıra bağıra can verdi’ diyen insanlarla karşılaştık. Günler sürdü enkaz altından insanların çıkartılması. Deprem bir öldürdüyse arama kurtarmanın ulaşmaması, AFAD’ın gelmemesi 5 öldürdü.”
İKTİDARIN ENGELLEMELERİNE RAĞMEN ULAŞTIK
Gülistan Koçyiğit, yardımların gelmediğini, insanların kendi imkanlarıyla çadır kurmaya ya da spor salonu gibi yıkılmayan binalara sığınmaya çalıştıklarını belirterek, özellikle Alevi köy ve yerleşim yerlerinin devlet tarafından görmezden gelindiğini belirterek, şunları dile getirdi: “Örneğin ben Doğanşehir’de Ören ve diğer bazı belde ve köylere gittiğimizde özellikle Alevi yerleşim yerlerinin daha fazla ayrımcılığa maruz kaldığını gördük. Depremin ilk gününden itibaren milletvekillerimiz, eşbaşkanlarımız, yöneticilerimiz sahadaydı. Birçok yardımı da organize ettiler. Bu anlamıyla depolar tuttuk, yardımları organize ettik. Bizim dışımızda da yardımların bazıları bizim depolarımıza getirildi ama bu konuda da devlet çok ciddi bir aymazlık içerisindeydi. Orada yardım bekleyen bir ısıtıcısı, bir çadırı olmayan, deprem anında can havliyle dışarı koşan insanlara yardım ulaştırmamızı da engellemeye çalıştılar. Örneğin Malatya’ya gelen bir TIR'ırımızı tutup vermediler. El koydular. Birçok yerde benzeri şeyler oldu. Bu anlamıyla Pazarcık’ta oluşturduğumuz deponun kendisine kaymakamlık el koymuştu. Bütün bunlar aslında toplumun, halkın, demokratik kitle örgütlerin, partimizin dayanışmasını engellemeye dönük bir görüntüydü. Bu hafızalarda kalan en canlı olaylardan birisiydi. Gönüllülerin, demokratik kitle örgütlerinin, partimizin dayanışması olmasaydı çok daha büyük mağduriyet ve sorunlar yaşanacaktı. Deprem zamanında en fazla mağduriyet yaşayan kadınlar için özel TIR'lar çıkarttık. Çocuklar için psiko-sosyal destek sunmaya çalıştık. Depremin üzerinden bir yıl geçti ama sorunlar olduğu gibi duruyor. Bundan sonra da Türkiye’nin deprem gerçeğini gündeme getirmeye, sesi olmaya, onların yaşadıklarını kamuoyuna duyurmaya devam edeceğiz.”
DEPREM BÖLGESİNDE SORUNLAR ÇÖZÜLMEDİ
Depremin üzerinden bir yıl geçti. Verilen sözler tutulmadı. Halk halen konteyner ve çadırlarda yaşama mücadelesi veriyor. Türk Tabipler Birliği (TTB) deprem bölgesiyle ilgili açıklamasında, temiz suyun ulaşmadığını, hijyen sorununun daha da büyüdüğünü, salgın hastalıkların daha da arttığını, çocukların gelişiminin olumsuz etkilendiğini belirtti. TTB, psikolojik destek verilmediğini, doktora ulaşımın zor olduğunu ve çoğu ailenin yaşam mücadelesi verdiklerinden dolayı sağlık sorunlarını ötelediğini vurguladı.
UTANMADAN ŞANTAJ YAPIYOR
Bütün bunlara rağmen Mayıs’taki genel seçimlerde iktidar olmasına rağmen insanların mağduriyetini istismar eden AKP Genel Başkanı ve Türk Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, 3 Şubat günü Hatay’daki miting sırasında şunları söyleyebildi: “Size şu anda bir gerçeği söylüyorum, merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez, Hatay’ın hali ortada.”