Gültan Kışanak: Şimdi cesur olma zamanı

Cezaevinde rehin tutulan Kürt siyasetçi Gültan Kışanak, "Türkiye toplumuna sesleniyorum; bugün susarsak, yarın konuşacak zemin olmayacak, cesur olma zamanı" dedi.

18’i tutsak 108 kişi hakkında açılan Kobanê Davası'nın duruşması, Sincan Cezaevi Kampüsü’ndeki salonunda rehin tutulan Kürt Siyasetçi Gültan Kışanak’ın savunmasıyla sürdü.

Sincan Cezaevi'nde bulunan tutsaklar, Sebahat Tuncel, Nazmi Gür ve Bülent Parmaksız duruşma salonunda bulunurken, siyasetçilerin bir kısmı ise Ses Görüntü ve Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlandı. Edirne Cezaevi’nde bulunan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, duruşmaya Ses Görüntü ve Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlanırken, Kandıra Cezaevi’nde bulunan Gültan Kışanak da SEGBiS ile bağlandı. Duruşmayı, Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatları ve çok sayıda kişi izledi.

Duruşma, Kışanak’ın savunması ile başladı. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi'nin (DEM Parti) önemli bir demokrasi gereğini yerine getirerek ön seçimi girdiğini belirterek sözlerine başlayan Gültan Kışanak, yerel seçimlerin kumpas davalarının açığa çıkma seçimleri olacağını ve halkın görevini yerine getireceğini kaydetti.

Gültan Kışanak, halkın Kobanê Kumpas Davası’nı kabul etmediğini ve sonradan yapılan tüm seçimlerde iradesini ortaya koyduğunu belirtti.

Gültan Kışanak dava kapsamında yargılananlara yöneltilen suçlamalara değinerek, “Bu dava siyasi bir davadır, bu davada bana ve diğer arkadaşlarımıza suçlama konusu olarak yöneltilen tüm iddialar siyasi faaliyetler, basın açıklaması, miting konuşmaları, demeçlerdir. Kamuoyu bunu açık bilsin, kendi siyasi düşüncelerimiz ve siyasi faaliyetlerimiz dışında suçlama konusu yoktur" dedi.

'SİZ KİMSİNİZ, HADDİNİZİ BİLİN!'

Türk yargısının darbecilerin mirasına sahip çıktığını vurgulayan Gültan Kışanak, şunları da söyledi:

"7 yılı aşkın bir zamandır siyasi kumpaslarla cezaevlerinde tutuluyoruz, peki dışarıda ne oldu?  Ekonomi çöktü, savaş, çatışma var, ülkenin komşuları ile ilgisi kalmadı, anayasa çöktü. Şu anda Yargıtay’ın Can Atalay üzerinden Anayasa Mahkemesi ile yürüttüğü kavga ülkede, anayasal hukuk sistemine son verme girişimleri noktasına geldi. AYM’de bizimle ilgili bekleyen kararlar var ama siyasi baskılardan kaynaklı kararlar verilmiyor.

Anayasal rejim çökmüş durumda. Artık bizim AYM’ye ihtiyacımız var mı, yok mu? Bunun son noktası, bizim anayasaya ihtiyacımız var mı, yok mu? tartışmasına geldi.

Türkiye’de demokratik toplum düzeni diye bir şey kalmadı. Darbe girişimi bahane edilerek, STK’ler kapatıldı, grevleri yasaklandı. Bir basın açıklaması yapılamıyor, Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin binası önünde bile basın açıklaması yaptırılmıyor.

Bu ülkede parayı, sermayeyi erkekler kontrol ediyor. Kadın hukuksuzluğa uğradığında ne yapacak? Örgütlenecekler, dernek kuracaklar, konuşacaklar, sokağa çıkacaklar, şiddete dur diyecekler. Bunu deme hakları yoksa, demokrasi yok demek. Kayyumların yaptığı ilk iş kadın kurumlarını kapatmak oldu. TRT 6’de kadınlara dönük programda kadınlara yemek yaptırıyorlar. Kadınlar zaten bunu evde yapıyor, bu mu kadınların geliştirilmesi?

En fazla bizi cezaevine koyarsınız ama sözümüz sokaklarda olmaya devam edecek. Kadınları kutluyorum, bu rejime karşı seslerini kısmadılar, bizler de kısmadık, cezaevindeyiz diye susmayacağız.

Partimizin bütün faaliyetleri suç, ‘terör faaliyetleri’ diyorlar. Sen kimsin bunu yazıyorsun? Haddini bileceksin. Demokratik siyasete yapılan bu darbenin geldiği son nokta, toplumu biat ettirmeye zorlamak, örgütlenme mekanizmalarını dağıtmak, ifade özgürlüğünü yerle bir etmek, basın özgürlüğüne el fatiha. Televizyonlardaki haberlerin vahameti ortada. Bir gazeteci, konuğu komutan bile olsa ona ‘Sayın komutan’ der ‘komutanım’ demez. Haberci kılığına girenler dışarıda, gerçeği söyleyenler içeride. Buna da demokrasi denilecek. Bu demokrasi değildir, biz bu ülkede demokrasiyi yeniden inşa edeceğiz, örgütleneceğiz, kadın meclislerimizi, platformlarımızı kuracağız. Bir araya geleceğiz, yürüyeceğiz, korkmayacağız, bir korku imparatorluğu yarattılar ama bu korkunun üstesinden geleceğiz, yıkıp atacağız.

'BUGÜN SUSARSAK BİR DAHA KONUŞAMAYIZ!'

Bizim düşünce ve ifade özgürlüğümüzü elimizden alamazsınız, bunu suç gibi gösteremezsiniz. İktidar gibi düşünmediğimiz için bizi yargılayamazsınız. Bu korku imparatorluğuna teslim olmayacağız. Bunu yenmenin tek yolu; cesur olmak ve bu despotluğa karşı çıkmak. Karşı çıkmayan toplumlarda ne oluyor? Almanya'da Hitler öncesinde önemli bir hukuk tartışması başlıyor. Şimil, Hitler'e yakın ve diyor ki; ‘Seçimde en fazla oy alan kimse, onun söylediği yasadır. Şu anda Türkiye’de kurulmak istenilen rejim bu. Keser’de diyor ki; Çoğunluk öyle diyebilir ama halka da kulak vermek gerekiyor.' Anayasal rejim tartışması budur. Sonunda Keser’in yanında yüksek sesle itiraz edilmediği için Şimil’in dediği oluyor ve Hitler Almanya’nın başına bela oluyor. Türkiye’de yürütülen Anayasa ve AYM arasındaki durum tam da budur. Türkiye toplumuna sesleniyorum; bugün susarsak, yarın konuşacak bir zemin olmayacak. Bu kumpas davalarına susarsak, diğer kumpaslara ses çıkaramayacağız. Şimdi cesur olma zamanı, özgürlüklere sahip çıkma zamanı. Yarın çok geç olabilir, ne yapacaksak bugün yapalım. Doğruyu örgütlenmeliyiz, demokratik haklarımızı yeniden kazanmalıyız.

'KÜRT VE KURDİSTAN GERÇEKLİĞİNİ REDDEDEMEZSİNİZ'

Savcı mütalaada, ‘etnik terör’ diye bir tanım yapmış, ‘etnik terörün iki nedeni vardır’ demiş. Türkiye açısından, bizler açısından, Kürtler açısından bunun doğru olup olmadığına savcı mı karar veriyor?  Savcı, Kürt tarihinin evveliyatının olmadığını, birilerinin bunu bahane ettiğini söylüyor. Bu mütalaayı yazan, bu yargılamayı sürdürenler şunu kabul ediyor; ‘PKK bir neden değil, bir sonuç.’ Kürtlerin bir dili var Kürtçe, coğrafyası var, adı Kurdistan. Kürt ve Kurdistan gerçekliği var. Kürtler, bu toprakların kadim bir halkıdır. Kürtlerin anadilini, kimliğini kullanmadığı bir gerçek. Daha oturduğunuz yerin ilerisinde Meclis'te sabah akşam Kurdistan ve Kürtçe sorunları konuşuluyor.  Geçen gün Diyarbakır Milletvekilimiz Mehmet Kamaç, ‘Ben burada Türkçe konuşuyorum ama annem anlamıyor’ diyor. Bir seçilmiş vekil, Meclis'e gitmiş ama konuştuklarını annesi anlamıyor. Bu sizin için sorun değil mi? Siz kendinizi Kürtlerin yerine koyun, parlamentoya gitmişsiniz ama anneniz, eşiniz, kardeşiniz, köylünüz sizi anlamıyor. Çünkü o dili bilmiyor, bunun adı haksızlık değil mi? O yüzden bunlar sözde nedenler değil, gerçek nedenlerdir. Kürt halkının varlığının olduğu, Kurdistan diye bir coğrafyanın olduğu, Kürtlerin bu coğrafyada yaşadığı kadim bir halk olduğu ve bu ülkedeki sistemin onları yeterince kapsamadığı, anadillerinde hakları olmadığı bir vaka ve hakikattir.

'10 MADDEDE ÇÖZÜM' VURGUSU

Çözemeyeceğimiz hiçbir şey yoktur yeter ki, samimi olalım. 10 maddede Kürt sorununun nasıl çözüleceğini ortaya koyarız ve ortada bir irade var. 2015’te öz yönetim sürecinde hepimiz çaba gösterdik, o sorunu çözmek isteseydiler bu sorun böyle devam etmezdi. Füzeleri olan insanlar yoktu orada, siyaset ağırlığını koysaydı, iktidar bizimle görüşmelere gelseydi bu durumu bitirebilirdik.  Bu kentlerimizin yıkılmasına gerek yoktu. Komutanların darbeci olmaları tesadüf değildir. Bilerek ve isteyerek olayları büyüttüler. Biz iktidarı ve muhalefeti ile sağlam yerde dursaydık ama yapamadık. Hükümetin ‘çözmek istiyorum’ söylemine inandığımız için yargılanıyoruz, milletvekilliğinin dokunulmazlığı Kürt halkını korumuyor, düşünce ve ifade özgürlüğü de bizi korumuyor. Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? ‘Vatandaşı değilsiniz, örgütlenme hakkınız yok, belediye başkanı olma, milletvekili olma hakkınız yok’ deyin.

'KEŞKE DAHA FAZLASINI YAPSAYDIK'

7 yıldır benim önüme mütalaa, iddianame geldiğinde sürekli önüme Suruç Katliamı yürüyüşü geliyor. Hiçbir yere sığdıramıyorum, ne ahlaka, ne imana, ne dine, ne hukuka… Bu kadar büyük katliamdan sonra insanlar çıkar bunu protesto ederler. Eksik protesto etmişiz, keşke daha fazlasını yapsaydık. Gencecik insanlar, Kobanî’deki çocuklara oyuncak götürüyorlar, bu kadar masum bir şey. IŞİD gibi barbar sürüsü gözüne kestirmiş ve gelip katletmiş. Suruç’taki gençler katledildiler, bunun anlamı şudur; 'bu gençler şahsında bütün insanları katlediyorum' demiştir. Bu katliamlar 'Türkiye Cumhuriyeti’ni tehdit ediyorum, ya gelip benimle anlaşırsın ya da insanları öldürürüm’ diyor. Diyarbakır’da böyle bir yürüyüşe ben de katıldığım için 7 yıldır önüme geliyor. Evet katıldım, hücremde o gençleri anıyorum, anılarına saygı duruşunda bulunuyorum, ömrüm yettiğince bu katliamı lanetleyeceğim. Bunu kimse suç diye, dava dosyası diye önüme getiremez.

Deniz'i, Hüseyin'i, Yusuf’u anmamı HDP propagandası yapmışlar, evet, HDP propagandası yapıyorum.

'KORKUTMAYA ÇALIŞANLAR BİLSİN Kİ...'

Evet, bizler dava kardeşiyiz, bu dava bizim davamız. Bu zihniyetin arkasında da darbeci mantığı, demokrasiyi katletme mantığı var. Diyarbakır cezaevinde o zulmü yaşadım, işkenceyi yaşadım. Bugün beni bu hücrelerle korkutmaya çalışanlar bilsin ki Esat Oktay beni korkutmadı. Bu memleketi o katil sürüsüne bırakmamak için ben sosyalistlerle beraberim.

Erdoğan meydan meydan, çektiğim acılar üzerinden oy devşirmeye çalışıyordu, şimdi de cezalandırılmamı istiyor.

'ZİNDANDA OLMAMIZ ÖNEMLİ DEĞİL, ONURUMUZUN KIYMETİ VAR'

Heyet olarak siz anlayın artık, kimse burada 3 yıldır sözünü sakınmadı, kimse siyasal görüşlerini kıvırıp dönmedi. Herkes dosdoğru bildiğini, siyasetini yaptığını, halka anlattığını burada da söyledi. Biz çünkü halka giderek bunları söyledik, oy istedik ve halk bize temsiliyet görevi verdi. Bize oy veren  halka sırtımızı dönmeyiz, o gün ne söylediysek, bugün de bunları söylüyoruz. Bağımsız Kurdistan deseydik, bugün de bunu söylerdik. Kimse siyasi görüşünden imtina etmez, ayıptır, öbür türlü tarihe karşı rezil oluruz, biz olamayız, biz halka ne söylediysek bugün de onları söyledik. Hücrede miyiz, siyasi rehine miyiz, hiçbir kıymeti yok bunların, benim onurumun kıymeti var.

DTK’de görevim olsaydı bunu savunmaktan gurur duyardım.

'HALK RANTÇILARDAN HESAP SORACAK'

Beni tutuklamasalardı Diyarbakır’da raylı sistem hizmete girecekti. Önümüzde bir seçim daha var, Diyarbakır halkının da Türkiye halklarının da bu rantçılardan hesap soracağına inanıyorum. Halkın iradesini gasp edenlere, halk en büyük cevabı verecektir. Buna yürekten inanıyorum.

DEMOKRATİK ÖZERKLİK

Türkiye’de artık yerel demokrasi diye bir şey yok, ruhuna El Fatiha. Hiçbir dönem yerel yönetimler bu kadar güçsüz bırakılmamıştı. Kredi alma hakkı yok, imar hakkı yok, her şeyi merkezi hükümete bağladılar. Toplu taşımada ücret belirleme yetkisini bile merkezi hükümete bağladılar. Yasal düzenlemede yerel yönetimlerin hiçbir hakkı kalmadı. Biz özerkliği savunurken, sadece Kürtler için, etnik kimlik için değil, Türkiye’nin tamamı için yerel ve yerinden yönetim için bir demokrasi formülü olarak önerdik. Kürt sorununun çözümüne katkı sunacak diye de önerdik. Bu Türkiye’yi güçlendirecek tek siyasi öneridir. Özerkliğin devletin bölünmesiyle zerre kadar alakası yoktur. Özerkliği uygulayan ülkeler var ve bölünmüyorlar. Neden yalan söylüyorsunuz? Biliyoruz sizin derdiniz demokrasi değil, sizin derdiniz tek yönetim. Devleti yıkalım, Kürdistan’ı kuralım diye bir şey yoktur demokratik özerkliğin içinde. Türkiye bazı yerlerde özerkliği destekliyor, oradakiler etnik olarak Türkler diye mi? Türklerin kendilerini yönetime katma hakkı var da Kürtlerin yok mu? Kürde günah, Türke mübah mı? Demokrasi, insan hakları, yönetmek herkesin hakkıdır. Bu evrensel bir haktır, insanlar yüzyıllar boyunca mücadele ederek bu hakkı kazanmıştır. Yalandan, iftiradan bunu suçlama konusu yapamazsınız.

Önerdiğimiz özerklik modeli meşru, demokratik ve tarihseldir."

Duruşma yarın saat 10:00’da Gültan Kışanak’ın beyanlarıyla devam edecek.