Gunnarsson: Terör yasası’na karşıyız
İsveç Komünist Partisi Uluslararası Sekreteri Karl Gunnarsson, Türkiye’nin pazarlığı sonrası NATO üyeliğini garantileyen İsveç’in çıkardığı ‘terör yasası’na karşı olduklarını söyledi.
İsveç Komünist Partisi Uluslararası Sekreteri Karl Gunnarsson, Türkiye’nin pazarlığı sonrası NATO üyeliğini garantileyen İsveç’in çıkardığı ‘terör yasası’na karşı olduklarını söyledi.
İsveç Komünist Partisi’nden Karl Gunnarsson, İsveç’te NATO üyeliğine karşı hala bir muhalefet olmasının yanı sıra Erdoğan’ın isteklerinin de genelde bir öfkeye sebep olduğunu belirtti.
Türk iktidarı, son NATO zirvesinde İsveç’in NATO üyeliğini kabul etti. Zirve öncesi Vilnius’ta üçlü bir toplantı yapıldı. Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve İsveç Başbakanı Ulf Kristersson ile görüştü. Erdoğan, İsveç'in NATO'ya katılım protokolünü Türkiye Meclisi'ne götürme sözü verdi. Meclis kapalı olduğu için henüz üyelik burada onaylanmadı ama bu anlaşmanın sonucunda İsveç Başbakanı Ulf Kristersson da Türkiye’nin istediği ‘terör’ dayatmasını kabul eden cümleler kurdu ve vize serbestisi dahil Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecine destek vereceklerini iletti. Özellikle ‘terör yasası’ adı altında İsveç’te çıkarılan kanunun hedefi orada yaşayan Kürtler. İsveç Komünist Partisi (Communist Party of Sweden) Uluslararası Sekreteri Karl Gunnarsson, konuyla ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.
Türkiye, İsveç’in NATO üyeliğine ‘evet’ dedi. NATO zirvesi öncesi İsveç ile yapılan toplantı sonrası Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “İsveç adım attı, ancak terörle mücadelede sağlam tavır sergilemeleri şart” dedi. Türkiye’nin İsveç’i özellikle Kürtlere karşı bu anlamda kullanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdoğan hükümetinin, İsveç'in NATO başvurusuyla ilgili olarak sahip olduğu konumu, mümkün olduğunca fazla kazanım elde etmek için kullanmaya çalıştığını söylemeye gerek yok. Erdoğan yakın zamana kadar İsveç'in NATO'ya katılmasına karşı çıkmış ve başvurunun Türkiye'nin onayını alması için İsveç hükümetinden bir dizi talepte bulunmuştur.
İsveç'te çok sayıda Kürt’ün yaşadığı ve bunların çoğunun Türkiye'deki baskılardan kaçan mülteciler olduğu düşünüldüğünde, Erdoğan hükümetinin muhalefeti bastırma ve cezalandırma kabiliyetini genişletmek için elindeki kozu kullanması sürpriz olmamalı. İsveç hükümetinin Türkiye'nin taleplerini karşılamaya çalışması da şaşırtıcı değil.
Öncelikle, NATO üyeliği İsveç sermayesinin yurt dışındaki çıkarlarını güvence altına almaya yönelik önemli bir adımdır. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin yarattığı şok, İsveç burjuva devletinin uzun süredir devam eden NATO üyeliğine tam anlamıyla adım atması için mükemmel bir fırsat yarattı. Bir önceki hükümete liderlik eden İsveç Sosyal Demokrat Partisi, İsveç'in NATO üyeliğine karşı olduğunu açıklayan bir pozisyondan hızla üyelik başvurusunda bulunmaya geçti. Bunu bir önceki parti kongresinin kararlarına rağmen ve herhangi bir iç demokratik süreç olmaksızın yaptılar.
İsveç hükümeti ve parlamentosunun, Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğine karşı muhalefetini tersine çevirmek için verdiği en büyük tavizlerden biri olarak görülen şey, yakın zamanda kabul edilen ‘terörle mücadele yasası’dır. Her ne kadar bu yasa kısa bir süre önce onaylanmış olsa da onu ortaya çıkaran süreç, İsveç'in üyelik başvurusundan çok daha öncesine dayanmaktadır. Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğine karşı çıkması, İsveç yasama organının zaten çıkarmaya çalışacağı baskıcı yasaları çıkarması için bir fırsat yaratmıştır, ancak şimdi bu yasalar İsveç'in NATO üyeliği için gerekliymiş gibi sunulabilmektedir. Dolayısıyla bu yasalar genel olarak Kürtleri ya da özel olarak PKK'yi hedef almamakta, ancak NATO başvurusu ve Türk hükümetinin buna karşı çıkması bağlamında gerektiğinde Kürtlere karşı kullanılabilmektedir.
Bu çerçevede, İsveç burjuva devletinin demokrasi ve insan haklarına bağlı olduğu iddiası, Ukrayna'daki savaşın örneklediği gibi emperyalist bloklar arasındaki rekabetin keskinleştiği uluslararası sahnede çıkarlarını güvence altına almak için NATO üyeliğini isteyen İsveç burjuvazisinin soğuk ve sert çıkarları karşısında ikinci planda kalmaktadır.
Bu durum, diğer şeylerin yanı sıra Kürt aktivistlerin Türkiye'ye iade edilmesiyle sonuçlandı ve İsveç Komünist Partisi'nin şiddetle kınadığı üzere, bu aktivistler hapis ve muhtemelen işkence ile karşı karşıya kaldı. İsveç hükümetinin, İsveç tekelci sermayesinin çıkarları söz konusu olduğunda, Kürtlerin çıkarlarını ve İsveç'te yaşayan Kürt aktivistleri hiç tereddüt etmeden nasıl feda ettiği ibret vericidir. Bu aşağılık eylemler, İsveç burjuva devletinin doğasını vurgulamaktadır.
İsveç’in bu tür bir yaptırımı kabul etmesi ülkedeki demokratik kazanımlar için ne anlama gelir?
Dediğim gibi, İsveç'te daha baskıcı yasalara ve yönetime doğru süregelen bir eğilim var ancak bu eğilim İsveç'in NATO üyeliğinden önceye dayanıyor. Artan baskıya yönelik bu eğilim tekelci kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır; kârları artırmak ve rekabetçi kalabilmek için sürekli artan sömürü düzeyiyle birlikte devlet, emekçi halktan gelecek herhangi bir direnişi karşılamaya hazır olmalıdır.
İsveç'in Erdoğan hükümetinin belirlediği şartları kabul etmesi, öncelikle NATO üyeliğinin İsveç tekelci sermayesi için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bu durum, İsveç siyasi sisteminde bir tür değişimin göstergesi olmaktan ziyade burjuva demokrasisinin doğasını ortaya koymaktadır.
İsveç’in NATO üyeliğine katılma kararına siz parti olarak nasıl yaklaşıyorsunuz?
NATO emperyalist bir askeri ittifaktır ve üye ülkelerin sermayelerinin çıkarlarını güvence altına almak için vardır. Bu nedenle NATO'nun çıkarları sadece NATO üyesi ülkelerin halklarının değil, tüm ülkelerin halklarının çıkarlarına doğrudan karşıdır. İsveç'in NATO üyeliği, İsveç halkına güvenlik sağlamaktan ziyade, genel olarak savaş riskini arttıran, özel olarak da İsveçli genç erkek ve kadınların İsveç tekelci sermayesinin çıkarlarını ve karlarını güvence altına almak için ölmeye ve öldürmeye zorlanacağı bir savaş riskini arttıran gelişmedir. İsveç Komünist Partisi, İsveç'in NATO'ya katılmasını kınamakta ve buna karşı çıkmaktadır.
İsveç’te hem Türkiye’nin bu tavrı hem de NATO üyeliğine bakış açısı toplumsal olarak ne durumda? NATO üyeliğine bir karşı çıkış var mı yoksa Ukrayna savaşı sonra bu meşru mu görülüyor?
Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden bu yana yapılan anketler, İsveç'te NATO üyeliğini onaylayanların sayısının karşı çıkanlardan daha fazla olduğunu gösteriyor. Ukrayna'daki emperyalist savaşın yarattığı korku ve büyük ölçüde devlet tarafından yönetilen ya da tekelci sermayeye ait olan İsveç medyasının ezici bir çoğunlukla NATO yanlısı tutumu göz önüne alındığında, bu pek de şaşırtıcı değil. Ancak Erdoğan hükümetinin İsveç'in NATO başvurusunu onaylaması karşılığında öne sürdüğü talepler kamuoyunda öfke yarattı. İsveç hükümeti bazı kesimler tarafından, İsveç'te bir diktatör olarak görülen ve tanımlanan Erdoğan'ın taleplerine boyun eğmeye fazlasıyla istekli görülüyor. Biz komünistler, İsveç hükümetinin (ne şimdiki sağcı hükümetin ne de önceki Sosyal Demokrat hükümetin) karakteri hakkında hiçbir yanılsamaya sahip değiliz. Türkiye taleplerine verdiği tavizleri sıkı bir pazarlık sonucu ortaya çıkan bir durumdan başka bir şey olarak görmüyoruz; İsveçli burjuva politikacılar ilkelerinden vazgeçmekten çok, başından beri gerçek doğalarının ne olduğunu ortaya koyuyorlar.
İsveç'in NATO üyeliğine karşı hala bir muhalefet var, ancak ne yazık ki bu muhalefet zayıf. Bizim duruşumuz, muhalefetin ilkeli olması ve NATO'nun ne olduğunu, emperyalist bir askeri ittifak olduğunu ve NATO'ya katılmanın güvenlik getirmediğini, aksine kendi içinde bir tehlike olduğunu göstermesi gerektiğidir. Bu analizden sapmak, örneğin Erdoğan'ın Türkiye'sinin faşist bir örnek olduğundan hareketle "faşistlerle ittifaka" karşı çıkmak, NATO'nun sadece Türkiye'nin dahil edilmesiyle lekelendiği fikrine yol açmaktadır. Aksi takdirde NATO'nun "demokratik" ülkelerden oluşan bir ittifak olduğu ve hatta belki de Türkiye'deki "doğru" seçim sonuçlarının ya da Türkiye'nin NATO'dan çıkarılmasının NATO'nun hatalarını düzelteceği düşünülebilir. Bu kesinlikle doğru değildir ve diğer NATO üyesi ülkelerin tarihi incelendiğinde bu yanılsamanın ortadan kalkması gerekir.