Her şeyden kısıyoruz ama diğer ay yine zamlanıyor

Halk ne fırını kullanıyor evinde ne de eskisi gibi alışveriş yapıyor. Tüm bu tasarruf önlemlerine rağmen ise bir sonraki ay hatta bir sonraki hafta temel kullanımın hepsi zamlanıyor.

Ekonomik krizle birlikte artan geçim sıkıntısı hemen hemen her haneyi vuruyor. İstanbul Kâğıthane’ye bağlı Nurtepe'de konuk olduğumuz Seyfi ve Zöhre Çelik çiftinin evi de bunlardan yalnızca bir tanesi.

Çelik çifti, emekli iki işçi. Biri üniversitede okuyan, diğeri ise yine üniversite sınavına hazırlanan iki kızları var.

Çiftin emekli maaşı ise yeni belirlenen asgari ücretin de altında. Tıpkı onlar gibi olan milyonlarca emekli gibi. O yüzden Seyfi Çelik emekli olsa da inşaatlarda çalışmaya devam ediyor.

Zöhre Çelik ise son iki yılıdır evde. Artık gücü olmadığı için çalışmadığını söylüyor ama bir yandan da artan hayat pahalılığı karşısında, sürekli düşünmek, bir şeylerden feragat etmek zorunda kaldığını anlatıyor.

BU YAŞTA PARA HESABI YAPIYORUM

Hayat pahalılığını ilk olarak üniversiteye hazırlanan kızları Deniz, kendi hayatı içinde nasıl olduğunu anlatıyor.

 Daha önce aldığı harçlıkla birçok şey yapabildiğinden sınava hazırlık testi için aldığı kitapların pahalılığına birçok şey sıralıyor bir çırpıda: “Geçen sene 50 lira olan test kitabı, bu sene 70 lira. Sınavda ortalama bir derece yapmak istiyorsan en az 50 kitabı bitirmen lazım. Eskiden kırtasiyelerden kitapların fotokopilerini çıkartıyorduk. Artık kAğıt fiyatlarından dolayı yine aynı mantığa geliyor.

Ben liseye ilk başladığımda haftalık 30 lira alıyordum. Lisedeyken o 30 lira çok rahat yetiyor zaten. Ben Emirgan’da okudum, çay 1 liraydı o da sahil kenarı yerlerde. Yanına bir simit, bir çatal alsam zaten 2 buçuk lira yapıyordu. Hatta her hafta böyle kenara para bile koyuyordum. Arkadaşlarla sosyal aktiviteler yapıyordum ya da en azından 50 lirayla mesela dışarı çıktığımız zaman çok zengin hissediyordum kendimi. 3-5 arkadaş toplanıp eğer hepimizde 50 lira varsa, o gün sinemaya giderdik. Sinema o zaman 10 liraydı. Yemek yerdik iyi yerlerden birinde. Ama şimdi o zaman yediğimiz 7 buçuk liralık yemek 23 lira oldu. Hadi ucuz diye tavuk, pilav, ayran yiyelim desek artık o bile lüks. Haftalık 100 lira harçlık alıyorsun, gidip iki gün yemek yesem paranın yarısı bitiyor. Kalan 50 lirayla ne yapabilirsin ki? 1 tane bisküvi 5 lira zaten kantinde. Bu fiyatlar hiç normal değil. Ben bu yaşta nasıl para artırsam diye kara kara düşünür hale geldim.”

DENGELEMEYE ÇALIŞIYORUM

Zöhre Çelik ise evin alışverişinden her şeyine finansmanı olduğunu söylüyor. Artan fiyatlar karşısında ne yaptığını sorduğumuzda ise “Dengelemeye çalışıyorum” diyor: “Alışverişe giderken en uygun market neresi diye araştırıyorum. Kendi ihtiyaçlarımız da var ama hep ikinci plana bırakıyoruz anne baba olarak. Misal bu hafta pazara harcadığım para 250 lira. Aldığım şeyler o kadar basit ki 2 tane erkek çorabına 30 lira verdim, bir kilo ceviz, yarım kilo beyaz peynir. Geri kalan da 4 çeşit sebze ve bunlar 250 lira tuttu. Geçen hafta 10 liraya aldığım kıvırcık, bu hafta 13 lira. Aynı boyuttaki sebzeye bir haftada 3 lira birden zam gelmiş. Roka, maydanozun tanesi 5 lira. Bir de Ankara’da okuyan bir kız var. Onun da masrafları ve ihtiyaçları var. Ama kendimi şöyle şanslı hissediyorum. Ailem, eşim, çocuklarım beni zorlamıyor, anlıyorlar. Çünkü bu şartlarda ancak bu ihtiyaçlara yettirebiliyorum parayı. Örneğin fırın çok az kullanıyorum mutfakta. Normalde tek ampul ışık yakıyoruz, tavandaki avizeyi açmıyoruz. Buna benzer çok şey yapmaya çalışıyorum. Kızım bile çoğu kez ‘anne telefonu dershanede şarj ediyorum’ ben diyor. Ama ben kıstıkça diğer ay faturaya yeni zamlar geliyor, kısmamız da işe yaramıyor ki! Her şeyden kısıyoruz ama diğer ay yine zamlanıyor. Ne zaman çözülecek diye bekliyorum. Nasıl çözülecek onu da bilemiyorum.”

EMEKLİYİM AMA YİNE ÇALIŞMAK ZORUNDAYIM

Seyfi Çelik ise konuşmaya “Bizim maaşımıza yüzde 50 zam geldi” diye başlıyor ve anlatmaya devam ediyor: “Geçen sene ben 1800 lira maaş alıyordum. O dönem sigara 12 liraydı şimdi 25 TL. Ekmek 3 buçuk lira. Bugün ekmek almaya gittim, 2 tane beyaz, 1 tane de tam buğday ekmek aldım. Parayı uzattım ama kafamdaki hesaba göre para üstü bekliyorum. Fırıncı döndü dedi ki ‘Amca eksik verdin.’ Daha ekmek 2 buçuk lira olalı çok geçmeden 3 buçuk lira oldu! 6 ay önce aldığım maaş ile şimdiki arasındaki fiyat dengesi 2 mislini aşmış durumda.

Zaten ülkede tarım bitti, bilinçli olarak bitirdiler. Şimdi Ukrayna’da 3 tane gemi ile ayçiçek yağı geliyor diye bayraklarla karşılama yapılıyor. Dünya ayçiçek yağını bilmezken biz ayçiçek yağı satacak ülke arıyorduk. Ama şimdi üretemiyoruz, çünkü mazot pahalı, ilaç, gübre pahalı. Pahalı olduğu için halk ektiğini biçip karşılığını alamayacağı için tarımından vazgeçti. Ben 4 yıldır emekliyim ama inşaatta çalışıyorum. Hala çalışmak zorundayım. Hem benim hem de eşimin emekli maaşıyla bir kızımızı üniversiteye hazırlıyoruz, diğerini de üniversitede okutuyoruz. Aldığımız maaşlarla geçinmemiz mümkün değil. Çocuklarımız genç insanlar. Artık ilkokul, anasınıfı öğrencisi gibi çocuk değiller. Kişilikleri var, şahsiyetler var, davranışları var, kendi yaşamları, hedefleri var, harcamaları, yemeleri, içmeleri, giymeleri ve tüm bunlara hakları var. O yüzden zorunlu olarak çocuklarımızın ihtiyacını karşılayabilmek için ekstra çalışmak zorundayız. Buna rağmen üniversitedeki kızım dayanışmayla okuyor. Dayısı, amcası, halası herkes ne kadar gönderirse harçlık yolluyor. ”

KÖYDEN BİLE PEYNİR, TAHIL GELMEZ OLDU

Zöhre hanım Sivas Kangallı ve eşi tarımı bitirdiler diye anlatınca o da başka bir yönüyle anlatmak istiyor bunu. Daha önceleri köylerden kendilerine bir sürü erzak geldiğini söylüyor. Ama tarım politikaları birçok şeyi değiştirmiş oralarda da: “Tamam çok sağlıklı beslenmeye gücümüz yetmiyor dedim ya hangi market ucuzsa oraya gidiyorum ama eskiden bizim kendi köyümüzden peyniri, otu, sütü ne varsa gelirdi. Şimdi orada da yok. Köye gidiyorum, tarlaların çoğu bomboş ya da yarısı ekilmiş. Niye diye soruyorum; e masrafı çok insanlar yapamıyor. Babam ekin eker, hem bizi doyurur hem de geri kalanı satardı. Bununla geçim sağlardık. Şimdi sistem o kadar farklı ki köylerde. İsrail’den gelen bir buğday veriyor ziraat ofisi. Öyle bir buğday ki hani biraz artırıp tohumluk da kullanamıyorsun, sadece ekimlik. Ona kullanan ilaç vs. var olan tüm otları öldürüyor. Madımaktır ve daha birçok yöresel ottur yetişmiyor artık. İnan, eskiden buğdayımız, tahılımız, peynirimiz neyimiz varsa gelirdi köyden ama köylü öyle bir hale geldik ki artık onlar da bunları kendilerine ancak satın alabiliyor. Köyü, tarımı bitirdiler, e sıra şimdi şehre geldi. Hiçbir şey alamaz hale geldik.”