Latin Amerikalı Devrimci Lider Ernesto Che Guevra’nın yakın mücadele arkadaşı ve Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkan Yardımcısı İsviçreli Sosyolog Jean Ziegler, Medya Haber Televizyonu’nda yayınlanan Avrupa Gündemi Programından Serkan Demirel’in sorularını yanıtladı.
Siz yıllardır kapitalizme ve onun çarkını döndüren büyük endüstri kuruluşlarına karşı mücadele ediyorsunuz. Yine dünyada yaşanan açlığa dikkat çekiyorsunuz. Bugün hala dünyamızı kapitalizmin yönetmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Size Dünya Bankasının geçen yılki rakamlarını vereceğim. Geçen yıl ticaret, finans ve sanayi gibi tüm faaliyet sektörlerinde dünyanın en büyük 500 kıtalararası şirketi, bir yıl boyunca dünyada üretilen tüm zenginliği temsil eden Gayri Safi Dünya Hasılasının yüzde 52,8’ini kontrol etti. Çok uluslu bu 500 şirket, Papa’nın ya da bir kralın gücünü aşan eşi benzeri görülmemiş bir güç biriktirmişler. Bu küreselleşmiş oligarşiler dünyanın mali sermayesini ellerinde tutmakta ve her türlü devlet parlamento ya da sendikayı kontrol etmenin ötesinde dünyayı yönetmektedirler. Pek çok şeyi yapabilecek güce sahipler.
‘BU EVRENDE HER 5 SANİYEDE BİR ÇOCUK AÇLIKTAN ÖLÜYOR’
Tekelleşmiş kapitalizmin üretim açısından son derece yaratıcı ve dinamik olduğu doğrudur. Ancak, işleyişi tek bir ilke tarafından yönlendirilir: Kârın maksimizasyonu. Çok küçük bir oligarşinin muazzam bir güce sahip olduğu bu yamyam dünya düzeninin bugün de var olduğunu bilmemiz gerekir. Dünyadaki sekiz milyarderin serveti, insanlığın yarısının sahip olduğu servetten daha büyüktür.
Bu muazzam ekonomik ve finansal güç, çok sayıda insan için korkunç bir sefalete ve açlığa yol açmaktadır. Bunların yönettiği bu gezegende her beş saniyede bir, on yaşın altındaki bir çocuk açlıktan ölmektedir. Bu evrende açlıktan ölen bir çocuk, katledilmiş demektir.
‘KAPİTALİST SİSTEM ALAŞAĞI EDİLMELİ’
Peki neden bu korkunç sistemi değiştirmeye gücümüz yetmiyor?
Çünkü küreselleşmiş mali sermayenin sahibi olan ve dünyayı yöneten oligarşi, gıda hakkı, insan hakları ve uluslararası hukuk gibi normatif ilkelere göre hareket etmemektedir. Bunun yerine, mümkün olan en kısa sürede karı maksimize etmek gibi tek bir ilkeye göre hareket etmektedir. Bu kapitalist sistem alaşağı edilmeli, küresel düzeyde farkındalık artırılmalı ve bu gezegende çoğunlukta olan açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara bir yaşam şansı vermeliyiz. Bunu yapabiliriz.
‘KÜRTLERİN ÖZGÜR KURDİSTAN’A SAHİP OLACAĞINDAN EMİNİM’
Kürt sorununu ve Ortadoğu’yu da yakından takip ettiğinizi biliyoruz. Kürt halkının tarihine ve mücadelesine baktığınızda kazanabileceklerine inanıyor musunuz?
Biz 2023 yılında konuşuyoruz, yani Kürt halkına ihanet edilen Palais de Rumin’de imzalanan Lozan Antlaşması’ndan 100 yıl sonra. Milletler Cemiyeti’ni entelektüel ve siyasi olarak yöneten ABD Başkanı Woodrow Wilson, her ulusa bir devlet, özerklik ve kendi kaderini tayin hakkı verme ilkesine sahipti. Böylece 1920 Sevr Antlaşması’nda Kürt halkına ulusal statü ve özerklik verildi. Ancak 1920 ile 1923 yılları arasında Fransa ve İngiltere, Sevr kararlarına ihanet ederek Kürtleri, aniden kendi kaderlerini tayin etme hakkı ve ulus olma haklarından mahrum bıraktı. Bölgenin en eski halkı olan ve en zengin kültürüne sahip olan Kürt halkı ve Kurdistan, Irak, İran, Suriye ve Türkiye olmak üzere 4 devlet arasında bölündü. Bu durum Kürt halkı için trajedinin başlangıcıydı.
Ben Kürt halkına büyük bir hayranlık duyuyorum. Kürt halkı, Batılıların ihanetine, maruz kaldıkları baskılara, ölümlere, yaralanmalara ve hapislere rağmen bugüne kadar direndi ve kimliklerini, kültürlerini, dillerini ve PKK gibi toplumsal hareketlerini korumayı başardılar.
Dahası, Kürtler cihatçı barbarlığa karşı olağanüstü bir savaş yürüttü. Binlerce Kürt, Batı, demokrasi ve bizim için cihatçı barbarlara karşı mücadele ederken şehit düştü.
Kürtlerin sonunda zafer kazanacaklarına ve özgür bir Kurdistan’a sahip olacaklarına eminim. Bu bir kesinliktir.
‘PKK CESUR SAVAŞÇILARDAN OLUŞAN BİR ULUSAL KURTULUŞ HAREKETİDİR’
Siz PKK’yi ve verdiği mücadeleyi nasıl tanımlıyor ve görüyorsunuz?
PKK ulusal bir kurutuluş hareketidir. Tıpkı Nazi işgaline karşı Fransızların direnişi gibi bir ulusal kurtuluş hareketidir. PKK, başta kadınlar olmak üzere olağanüstü cesur savaşçılardan oluşan bir kurtuluş hareketidir. Örneğin, Rojava’da Kürt savaşçılar sayesinde kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu demokratik bir toplum yaratılmıştır. Bu tüm dünya için istisnai ve örnek bir durumdur. Rojava demokratik, özgür ve eşit bir toplumu temsil etmektedir ve dünya için bir modeldir.
Yine Abdullah Öcalan’ın hapsedilmesi ve PKK ile bağının koparılması bir skandaldır. Türkiye’nin Kürt halkına karşı baskıları mutlak bir suçtur. Türkiye sadece kahraman PKK savaşçılarını öldürmekle kalmadı. Kurdistan bölgelerinde yaşayan ve savaşçı olmayan çok sayıda erkek, kadın ve çocuk öldürüldü ve işkenceye maruz bırakıldı. Ve bu durum batınında desteği ile devam etmektedir. Türkiye bir NATO üyesidir.
Batı, Erdoğan’ı Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkını, kültürel kimlik özgürlüğünü ve demokratik haklarını tanımaya zorlamak yerine, ona destek oluyor. Her gelen hükümet Kürtlere karşı daha şiddetli, daha zalimce ve daha aptal politikalar uyguluyor. Ve Batı bu duruma sessiz kalmaya devam ediyor.
‘BATI, TÜRKİYE’NİN KÜRTLERE KARŞI SAVAŞINA ORTAK OLUYOR’
Sizin de dediğiniz gibi, Kürtler aynı zamanda Batı'nın demokrasi değerlerini korumak için de Suriye’de DAİŞ’e karşı bir savaş yürüttü ve DAİŞ’i askeri olarak yenilgiye uğrattı. Ama Batılı güçler, DAİŞ’e karşı verilen savaşın ardından Kürtleri yalnız bıraktı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu durum batının Kürtlere başka bir ihanetidir. Kürtler aynı zamanda Batı’nın özgürlüğü için de cihatçılara karşı inanılmaz bir mücadele verdiler ve bu savaşta hayatlarını kaybettiler. Barbarlığa karşı cesurca savaştılar. Ancak, savaş sonrasında Batı sinik bir şekilde Kürtleri kaderlerine terk etti.
Kürtler bugün hala cihatçıların Batı’ya dönmesini engellemek için onları hapiste tutuyor. Kürtler demokrasiyi ve Batı’yı cihatçılıktan korumak için çok önemli bir rol oynamaya devam ediyor. Buna rağmen, Batı Kürtlere bir kez daha ihanet etti.
Amerikalılar bölgedeki büyük bir gücünü çekti. Batı aynı zamanda Erdoğan’ın özgürleştirilmiş Kürt topraklarına ve Rojava’ya saldırmasına izin vererek dolaylı olarak Kürtlere saldırıyor. Batı Türkiye’nin bölgeye saldırmasına izin verdi. Bu nedenle burada yaptığınız gazetecilik çalışmalarınız Batı’da farkındalık yaratmaya yardımcı olması noktasında çok önemli. Batılılar olarak Kürtler hakkında ne anlamamız gerektiğini, onların bizden ne istediğini anlamamız önemli.
‘KÜRT HALKININ MÜCADELESİ DÜNYANIN TÜM EZİLEN HALKLARI İÇİN BİR ÖRNEKTİR’
Bildiğimiz gibi Türk devleti Güney Kurdistan’da yasaklı kimyasal silahlar kullanıyor. Rojava’da ve diğer bölgelerde sivillere dönük saldırılar gerçekleştiriyor. Tüm bunlara rağmen başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası toplumun sessizliğini nasıl yorumluyorsunuz?
Uluslararası toplumun bu tutumu kabul edilemez. Bu tutum, Türkiye’nin en kanıtlanmış ve açık suçlarını bile örtbas eden ve görmezden gelen Batı’nın sinik politikasının göstergesidir. Kimyasal silah kullanımı ve sivillere dönük saldırılar insanlığa karşı işlenmiş suçlardır. Kürtlere karşı ilk kimyasal silahı Saddam Hüseyin Kuzey Irak’ta kullanmıştı. Daha sonra Suriye’de Beşar Esad kimyasal silah kullandı. Dönemin Başkanı Obama ve Fransa, kırmızı çizgimiz demesine rağmen Esad’ın bu silahları kullanmasına ses çıkarmadı.
Beni en çok üzen şey, Kürtlerin yalnızlığıdır. Bu durum bir skandaldır. Kürtler bir taraftan hep yalnız bırakılsa da, ihanete uğrasa da, terk edilseler de, diğer taraftan Kürt halkının için de hep müthiş bir direniş, seferberlik ve devrimci bir tutku gücü var. Tekrar ediyorum, Kürt halkının mücadelesi, tüm insanlık ve dünyanın tüm ezilen hakları için gerçekten bir örnektir.
‘CHE YAŞASAYDI KÜRTLERİN YANINDA SAF TUTARDI’
Yaklaşık iki yıl önce sizinle yaptığım bir söyleşide bana mücadele arkadaşınız Che Guevara için, “Bugün yaşasaydı, Kürtlerin yanında savaşırdı” demiştiniz. Hala aynı mı düşünüyorsunuz?
Kesinlikle! CHE Guevara’nın bugüne kadar somutlaştırdığı şey, halklar arasındaki dayanışmadır, kelimenin tek anlamıyla enternasyonalizmdir. Ve Kürtler bunu bize pratik olarak gösteriyor. Kürtler, bugün CHE’nin enternasyonalist mücadelesinin taşıyıcısı konumundadır.
Ve CHE Guevara bugün yaşasaydı, onun kalbi Kürtlerin yanında atar ve onların yanında saf tutardı. Kürtlerin direnişi en dezavantajlı durumda olanlar için bir esin kaynağı oluşturuyor.
‘ULUSLARARASI TOPLUM AYAĞA KALKARAK ABDULLAH ÖCALAN’IN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ TALEP ETMELİ’
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 24 yıldır rehin ve 27 aydır kendisiyle hiçbir iletişim kurulamıyor. Ailesi ve avukatları ile görüşme hakkı tamamen elinden alınmış durumda. Buna ne dersiniz?
Abdullah Öcalan üzerindeki bu uygulamalar insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur, bu gerçektir. Erdoğan uzun zaman önce Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) önüne çıkarılmalı ve mahkûm edilmeliydi. Abdullah Öcalan, Kürt direnişinin ve Kürt halkının meşru lideridir. Onu hapsetmek, hareket özgürlüğü gibi temel haklardan mahrum bırakmak insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Tüm bunlara son verilmelidir. Uluslararası toplum ayağa kalkmalı ve Abdullah Öcalan’ın özgür bırakılmasını talep etmeli ve sadece PKK’nin değil Kürt halkının da yegâne lideri olarak da meşrutiyetini tanımalıdır.
‘ERDOĞAN REJİMİ BİR TİRANLIK REJİMİDİR’
Erdoğan rejimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdoğan rejimi kesinlikle emperyalist bir rejimdir. Erdoğan rejimi, bütün insan haklarını kısıtlayan, demokrasiden nefret eden ve bir şiddet rejimi olan bir tiranlık rejimidir.
JEAN ZIEGLER KİMDİR?
Jean Ziegler, 1934 yılında Hans Ziegler adıyla dünyaya geldi. Bir siyasetçi, küreselleşme karşıtı ve sosyolog. Dünyadaki beslenme hakkına ilişkin BM nezdinde özel raportörlük yaptı. Özel raportör olarak birçok ülkenin (Nijer, Etiyopya, Hindistan, Bangladeş, Moğolistan, Brezilya, Filistin, Bolivya, Küba, Guatemala vb.) beslenme durumunu inceledi ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na durum üzerine raporlar sundu. Ziegler, 2009 yılından bu yana Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkan Yardımcılığını yapıyor.
İsviçre’nin en önemli entelektüllerinden biri olarak değerlendirilen Ziegler’in kitapları onlarca dile çevrildi. Ancak kitaplarına karşı açılan davalardan dolayı büyük borcu var. İlerleyen yaşına rağmen kendisini halen bir devrimci olarak görüyor.
Riadh Sidaoui’nin 2003’te yazdığı “Jean Ziegler parle aux Arabes” (Jean Ziegler Araplara konuşuyor) isimli kitabında, Ziegler’in Che Guevara ile 1964 yılında Cenevre ziyareti sırasındaki karşılaşması anlatılıyor. Ziegler, bir süre Che’ye Cenevre’de şoförlük yapmış. Che’nin gidişinden bir gün önce cesaretini toplayarak “Komutan, ben de sizinle gelmek istiyorum” demiş. Che, Ziegler’e dönerek Cenevre merkezindeki ışıklı binaları gösterip şöyle demiş: “Canavarın beyni burada. Mücadele etmeniz gereken yer burası.”