Önder Apo’nun 27 Şubat’ta PKK’ye yaptığı silah bırakma çağrısı üzerine PKK çağrıya uyacaklarını açıkladı. Hala diplomatik bazı görüşmelerin devam ettiği bu sürecin Türkiye demokrasi ve emek cephesi açısından nasıl bir tablo ortaya çıkardığını, sosyalistlerin ve demokrasi güçlerinin bu çerçevede ne yapmaları gerektiğini Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Seyit Aslan değerlendirdi. Aslan, bu sürecin iktidar tarafından özellikle Orta Doğu’da yaşanacak gelişmeler ışığında yapıldığını kaydederken “Dünya tarihi, barışın da demokrasinin de bir mücadele ile kazanılabildiğini ve kazanıldıktan sonra da yine mücadele ile korunabildiğini gösteriyor” diyor.
KÜRT HALKININ TALEPLERİNİ GÖRMEMEK EGEMEN SINIF POLİTİKASIDIR
EMEP Genel Başkanı Aslan iktidarın her ne kadar kendi hedefleri olduğunu söylese de Kürt meselesinin ağırlığının görmezden gelinmesinin yanlış olduğunu ifade ediyor: “İktidar, kendisi açısından bu süreci, Ortadoğu’daki hızlı gelişmelerin Türkiye açısından doğabilecek olumsuz sonuçlara karşı hem sınır ötesinde ön alma hem de ülke içinde ‘iç cepheyi’ güçlendirme amacıyla gerekçelendirdi. Bunu hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birçok farklı açıklamasında hem de ortağı ve 1 Ekim’den itibaren gelişen sürecin etkin ismi rolüyle öne çıkmaya özen gösteren MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin tutum ve ifadelerinde, hem de Erdoğan’ın danışmanlarının yazılarında gördük.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve ona yakın isimlerin, bu süreci Erdoğan’ın iktidar ömrünü uzatma politikasının bir parçası olarak değerlendirmek istediği yadsınamaz bir gerçektir. Ancak tüm süreci sadece böyle bir amaçla açıklayanların, Kürt meselesinin toplam ağırlığını ve süreci etkileyen farklı dinamikleri anlamak ve açıklamaktan uzak olduğu da açıktır. Egemen güçler ve farklı egemen sınıf aktörleri bu süreci kuşkusuz kendi dönemsel hedefleri ile devletin ‘ali menfaatleri’ etrafında değerlendirmeyi önceleyecektir. Karşısındakinin taleplerinin olabilecek en geri noktadan muhatap almak da egemen sınıf politikası ve klasik devlet yaklaşımının bildik refleksi oluyor.
Ancak tüm bunlar süreci belli yönlerini tarif ediyor. Meseleyi sadece egemen güçlerin plan ve hedefleriyle açıklamak, Kürt meselesini, uzun yıllardır verdiği mücadeleyle görünür kılanların, masaya koymayı başaranların etkisini görmemek olur.
BU SÜREÇ BARIŞI ÖZLEYENLER İÇİN MÜCADELE MESELESİDİR
Abdullah Öcalan’ın açıklamasını değerlendiren Seyit Aslan ayrıca iktidarın atması gereken adımlara da değiniyor: “Öcalan’ın yaptığı açıklamada ‘kültüralist’ talepler konusunda dahi, önceki döneme göre bir adım geriye çekildiğini ve ‘demokratik uzlaşma’ çerçevesi içindeki mücadelenin daim olacağına vurgu yaptığını görüyoruz. Yapılan açıklamalar, bu sürecin görünür hale geldiği 1 Ekim’den yaklaşık bir yıl kadar öncesine dayandığına işaret ediyor. Bu da İmralı’da Öcalan ile devletin aktörlerinin metne yansımayan müzakerelerinin de söz konusu olmuş olabileceğine işaret ediyor. Bu sürecin nereye varacağı konusunda bugünden net ifadeler kullanmak, meselenin tarihsel özellikleri bakımından da doğru olmaz. Ancak bu sürecin nereye varacağının aynı zamanda demokratik halk güçleri açısından, bu ülkede Kürt halkının taleplerinin karşılık bulduğu, barışı özleyenler açısından bir mücadele meselesi olduğunu da özellikle belirtmeliyiz.
Öte yandan tüm bu çerçevede atılması gereken adımlar var. Öncelikle cezaevlerinde olan siyasetçilerin, gazetecilerin, belediye başkanlarının, hak savunucularının, son olarak HDK soruşturması kapsamında tutuklanmış olanların serbest bırakılması, kayyımların durdurulması ve görevden alınarak yerlerine kayyım atanan bütün belediye eş başkanlarının görevlerine dönmelerinin sağlanması, yani gasp edilen haklarının iadesi, anadilinde eğitim hakkının önündeki engellerin kaldırılması… Haksız hukuksuz bir biçimde üniversitelerinden atılmış olan barış akademisyenlerinin tüm haklarının iade edilerek görevlerine dönmelerinin sağlanması. Bu hukuksuzluğun yaşamına son vermeye giden sonuçlar doğurmuş olduğu da unutulmasın.
Elbette, Kürt meselesinin demokratik ve halkçı çözümü açısından, sorunun eşit yurttaşlık temelinde çözülebilmesi bakımından atılması gereken adımlar var. Ama bu saydıklarımız en azından başlangıç açısından atılan ilk adımlar olabilir.”
EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ BARIŞTAN YANA TARAF OLMALI
Aslan emek ve demokrasi güçlerinin barış için kaçınılmaz olarak taraf olması gerektiğini de belirtiyor: “Dünya tarihi, barışın da demokrasinin de bir mücadele ile kazanılabildiğini ve kazanıldıktan sonra da yine mücadele ile korunabildiğini gösteriyor. Yani sadece kazanmak da yetmiyor, kazanılmış bir barıştan geriye düşmemek için de bir mücadele gerekiyor. Emperyalist ve kapitalist devletlerin silah tekelleriyle iç içe geçmiş olduğunu, derin bir çıkar ortaklığı içinde bulunduğunu biliyoruz. Tüm bunlar emek ve demokrasi güçlerinin, barışın tarafı olarak mücadele etmesinin kaçınılmazlığını gösteriyor.
İçinden geçilen süreci coşkulu biçimde destek verenler olduğu gibi, farklı düzeylerde eleştirel yaklaşanların olması da politikanın doğal sonucudur. Ancak, tarih önünde kendisini barış konusunda sorumlu sayanların sadece eleştirmekle yetinemeyeceği açıktır.”