Koçyiğit: Tecrit hemen kaldırılmalı

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, "Sayın Abdullah Öcalan, baş müzakereci pozisyonundadır. Kürt sorunun çözülmesi yönünde bir niyetleri varsa tecridin hızla kaldırılması gerekir" dedi.

ÖZGÜRLÜK HAMLESİ

Esenyurt Belediyesi'ne kayyum atanmasının, gasp etmek olduğunu belirten DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, "Hem kenti uzlaşısına ve demokratik ittifaka bir saldırı var hem de Ahmet Özer’in Kürt kimliği üzerinden kriminialize edilerek uyduruk gerekçe ve iddialarla tutuklanıp cezaevine konulması meselesi var" diye konuştu. 

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, ANF'nin sorularını yanıtladı. 

Meclis'te bir kadın milletvekili ve DEM Parti Grup Başkanvekili olarak karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdir? 

Meclis'te en temel sorun aşırı kutuplaşmış bir siyaset, aşırı kutuplaşmış siyasetin yansıması olarak Meclis'in kendisi, çoğu zaman birbirimizi duymamızı engelleyen bir zemin yaratıyor. Çok haklı, çok doğru, çok meşru söz kursanız bile diğer partiler bu meseleyi ideolojik olarak, durdukları yerden çok ayrımcı bir perspektiften baktıkları zaman çarpıtılabiliyor. 

Son günlerde Kuzey ve Doğu Suriye'ye saldırılar, orada sivil yerleşim yerlerinin bombalanması, yaşam alanları ve üretim tesislerinin bombalanması, normalde hakkaniyetli olan herkesin karşı çıkması gerekendir. Söz konusu  Kürtlerin toprakları, yaşadığı mağduriyetler olunca, kulakların tıkalı olduğu, söylediklerimizin dinlenmediği, ön yargı ve klasik devlet refleksi ile meselelere yaklaşıldığını görüyoruz. Bu, bizi en çok zorlayan meseledir.  

İkincisi ise iktidarın, aslında söylediğimiz çok doğru ve haklı olduğumuz bazı sorunlarda, kaba retçi bir yerden yaklaşması. Gerçekten muhalefet ne diyor, DEM Parti ne diyor, bu işi nasıl çözebiliriz gibi bir yaklaşım yerine, çoğu zaman bir saldırı pozisyonu ya da kendini aklama biçiminde yaklaşıyor. Örneğin, Çınar ve Mardin’de bir yangın çıkmıştı. Gece görüşüne sahip bir yangın helikopteri yoktu ve yangın söndürülemedi. Sonuçta 15 insanımız yaşamını yitirdi. Bunu Meclis'te gündeme getirdiğimizde çok farklı argümanlarla meseleyi savsakladıklarını ve çarpıttıklarını görüyoruz. Bu ve bunun gibi gerçekten söylediğimizi, tamamen kendi çıkarları doğrultusunda ele alan, ne dediğimizi dinlemeyen, anlamaya çalışmayan, çoğu zaman eleştirilerimize kulak tıkayan bir anlayış görüyoruz. 

Diğeri de çok erkek egemen, sağcı ve dinci saiklerle hareket edilmesi. Çoğu zaman aslında erkeklerin konuştuğu, erkeklerin tartıştığı, erkeklerin ahkâm kestiği bir aritmetik var. Bunun kendisi, bizim açımızdan rahatsız edici. 

Meclis'te size saldırılar karşısında neler hissediyor, nasıl başa çıkıyorsunuz, bunun demokratik mücadelenize yansımaları nedir?

Partimizin ilkleri, programı ve tüzüğü, bizim için temel rehber. Halkımızın sorunlarını dile getirmek bizim için temel öncelik. Onların sorunlarını Meclis kürsüsünde dile getirmeye çalışıyoruz. Halkın ve hakikatin kursüsü yapmaya çalışıyoruz. En temel yöntemimiz ve motivasyon kaynağımız budur. Ne yazık ki Meclis bu kadar erkek egemen olunca, erkek egemen anlayış kendisini şiddet olarak da dışa vuruyor. 

Doğru söylediğiniz, haklı olduğunuz zaman, karşınızda söyleyecek sözleri olmayan AKP Grubu, çoğu zaman şiddete başvurmayı kendisi için temel bir yöntem olarak belirlemiş. En son 17 Ağustos’taki oturumda yaşadıklarımızı bütün Türkiye kamuoyu takip etti. Bunu bir yöntem olarak benimsemişler. Şiddetten beslenen ve yaygınlaştıran, bunu kendisi için sorun görmeyen bir anlayış var. 

Aslında ondan öncesi de var; 3 Haziran’da Hakkari’de kayyum atandıktan sonra kürsü işgalimiz var. Bu demokratik iç tüzükten kaynaklı bir hakkımızdı. En nihayetinde bir belediyemiz gasp edilmişti. Biz orada bulunan milletvekilleri olarak, tabii ki buna tepki göstereceğiz. O gün yaptığımız eylem, linçle karşılık buldu. 15 milletvekili arkadaş, yaklaşık 150 milletvekilinin saldırısına uğradık. Buna karşı yapacağımız bir şey de yoktur. Biz durduğumuz yeri biliyoruz. Bizden doğru bir şiddet zaten olmaz ve bunu tasvip de etmeyiz ama en nihayetinde bize yönelik bir şiddet açığa çıktığında meşru savunmamızı yaparız. Kendimizi koruruz, bu konuda da hiçbir sorunumuz yok. 

Bu meselenin şöyle bir yanı var; buradaki şiddet topluma da yansıyor. Topluma yönelik şiddet algısı, şiddetin meşrulaşması gibi süreci de açığa çıkarıyor. Buna karşı dikkatli olmak lazım. İktidar, sadece Meclis'te değil, toplumun her yerinde şiddet uyguluyor. Yürümek isteyen kadının karşısında polisi dikiyor ve şiddet uyguluyor, hakkını arayan işçiyi de darp ediyor. Her yerde bu şiddet politikalarının karşısında durmak, tutum almak ve en nihayetinde mahkum etmek gerekir. 

Meclis'te diğer partilerle diyalogu nasıl yönetiyorsunuz?

Meclis'in genel işleyişi içerisinde bir diyalog zemini var. Grup Başkanvekilleri, nöbetçi olan Meclis Başkanvekilinin başkanlığında danışma kurulu toplantıları yapılıyor. Orada gelen yasa ve müzakereler yürütülüyor. Çoğu zaman bu müzakereler tek taraflı oluyor. AKP’nin getirdiği yasayı geçirme dayatmasına dönüyor. Bu anlamıyla muhalefet zaman zaman yasanın içeriğine göre ortak tutum alıyor. 

Kürt sorunu bağlamında bizim dışımızdaki siyasetin negatif katkı sunduğu, çözümüne katkı sunmadığı, derinleşmesine katkı sunduğu, çoğu zaman sorunu görmezden geldiği ya da üzerine söz kurmaktan imtina ettiği de maalesef bir gerçektir. Bu konuda yapıcı bir Meclis'i şu ana kadar göremedik. 

Yeni bir dönem tarifi yapılıyor, yeni tartışmalar var. Bu tartışmalar içerisinde kısmen daha pozitif yaklaşımlar olduğunu görüyoruz. Bu durum, memnuniyet verici, biz bunun daha ileri ve pozitif boyutlara ulaşmasını umut ediyoruz. 

Meclis'teki mücadele önemli, ancak asıl belirleyici olanın sokak olduğunu belirlememiz gerekiyor. Toplumsal bir mücadele, gerçekten sokaklarda haksızlığı, hukuksuzluğa karşı bir mücadele dinamiği yoksa istediğiniz kadar Meclis'te söz kurun, çok hükmü olmuyor. Biz her zaman sokaktaki mücadeleden, direnişten, itirazdan beslenen bir partiyiz ve geleneğiz. Aynı zamanda o dinamiğin bir parçasıyız. 

Son zamanlarda Kürt diline ve kültürüne yönelik baskılarla birlikte Meclis kayıtlarında Kürtçenin ‘bilinmeyen bir dil’ olarak geçmesi, Kürt bir kadın ve siyasetçi olarak sizin için ne anlama geliyor? 

Kürt kültürüne, Kürt diline, Kürt varlığına ve kimliğine yönelik her türlü ret ve inkar politikasını kabul etmiyoruz. Yıllarca Kürt olduğumuzu, bir halk olduğumuzu, dilimiz, kültürümüz ve tarihimiz olduğunu anlatmaya çalıştık. Bu şimdi kabul gördü. Bunu inceltilmiş yöntemlerle devam ettiren bir ret ve inkar söz konusu. Bir taraftan aslında fiziksel bir yok etme politikası, diğer taraftan da inceltilmiş kültürel soykırım hali var. Halayımızı yasaklayarak, türkülerimize saldırarak, festivallerimizi yasaklayarak yapıyor. Meclis'te konuşma yaptığımız da 'bilinmeyen bir dil' denilip mikrofonlarımızı kapatarak yapıyor. Şiirimizden, romanımızdan, edebiyatımızdan, bizi biz yapan, bizim tarihimizden yani binlerce yıllık yaşamımızdan süzülüp gelen her şeye aslında savaş açılmış. Her şeyimize saldırıların olduğu bir zeminde yaşıyoruz. 

Belediyelerimizi gasp ettiler, kayyum atadılar. Kürt şahsiyetlerin heykellerini kaldırdılar. Ehmedê Xanî kütüphanesini kapattılar. Kürt tarihini yok etmeye yönelik uygulamalar var. 

Bu uygulamalar bir Kürt olarak bizi incitiyor ve kırıyor. Ben Kürt'üm. Dilim ve kimliğim var. Binlerce yıldır bu topraklarda yaşıyoruz. Biz bir yerlerden gelmedik. Bu toprakların asli unsurlarıyız. Burada eşit ve özgür yaşamak istiyoruz. 21. yüzyılda hala dilimizi kabul etmeyen bir sistemin içinde mücadele etmeyi gerçekten anlamak mümkün değil. Bu kadar dilimizden, kültürümüzden korkan bir anlayışı da anlamak mümkün değil. 

Dolayısıyla her anlamıyla saldıran bir anlayış var. Buna karşı durmak ve direnmek lazım. Bu dili, kültürü ve tarihi daha çok sahiplenmek lazım. Gündelik yaşam içinde de dili konuşmak lazım. 

Dil ve kültür komisyonlarımız var. Dilin farklı lehçelerine yönelik çalışmalar yapıyor. Metinlerimizi iki dilde Kürtçe ve Türkçe yayınlıyoruz. Toplantılarımızı iki dilde yapıyoruz. Toplantılarımızda artık tercüme yaparak, toplantı dilinin sadece Türkçe olmasının önüne geçiyoruz. Yeter mi yetmez. Çok daha fazlası yapmamız lazım. Bu anlamda Kürt dilinin her yerde, günlük yaşamda daha yaygın kullanılması lazım.  Hepimizin önceliği olmalı ki; dilimiz yaşasın ve gelecek kuşaklarla buluşsun. Kürtçenin eğitim dili olması ve kamusal alanda kullanılması için daha fazla mücadeleyi, hep birlikte sürdürmeliyiz. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile bir aile görüşmesi yapıldı, ancak tecrit  sürüyor. Bu tecridin kaldırılmasının, Kürt sorununun demokratik çözümü ve barışa etkisi nedir? 

Sayın Abdullah Öcalan Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesi konusunda muhataptır. Bu açık ve net. Baş müzakereci pozisyonundadır.  Eğer Kürt sorunun çözülmesi yönünde bir niyetleri varsa Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridin hızla kaldırılması gerekir. Onun güvenlik, özgürlük ve sağlık koşullarının sağlanması gerekiyor. Sayın Öcalan’ın görüş ve düşüncelerinin toplum ile buluşması, Kürt halkı ile buluşması, kamuoyu ile buluşmasının, sorunun çözümü açısından çok pozitif etkilerinin olacağını görmek gerekiyor. En nihayetinde toplum üstündeki etkisi biliniyor. Bu anlamda kamuoyundaki etkisi de biliniyor. Sayın Öcalan herhangi biri değil. Tabii ki bu tecrit altında zaten süreç yürütülemez. Bundan bağımsız olarak da söylüyoruz. 44 aydır ya da 1999’dan beri bir ada hapsinden tutuluyor. Neden tecrit altında tutuluyor, Türkiye kendi hukukunu uygulamıyor, kendi ceza infaz yasasını uygulamıyor,  uluslararası sözleşmeleri uygulamıyor? Bunu sormamız gerekiyor. Bu çözümden bağımsız sorulması gereken bir şey. Ortada büyük bir hukuksuzluk var. Tecrit işkencedir, diyoruz. İşkence, insanlık suçudur, diyoruz. Mütemadiyen bu insanlık suçu işleniyor. Meclis'te defalarca söylemişiz. Ses çıkaran yok. Bir böyle yönü var bu meselenin. Diğer kısmı da tabii ki barış ilişkisidir. Kürt sorununun demokratik çözümü, Ortadoğu barışına sunacağı katkının her birisi çok çok önemlidir. 

Bu tartışmalar yapılırken Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atanması hakkında ne düşünüyorsunuz? 

AKP, 2016’dan beri Türkiye’yi kayyum rejimiyle yönetiyor. Önce bizim belediyelerimize kayyum atandı. Biz o zaman bunun haksızlık, hukuksuzluk, gasptır ve talandır olduğunu söyledi. Kayyum, aslında AKP’nin yönetme biçimidir.  Seçimde yenemediğiniz ve sandıkta çıkamadığınız yerde zorla el koymadır. Amed ve Wan’a kayyum atanması demek aynı zamanda Adana ve Muğla’ya kayyum atanmasının yolunun açılmasıdır. Bir hukuksuzluk, yaşandığı yerle sınırlı kalmaz. Bu Türkiye’nin her yerine yayılır, dedik ama ciddiye almadılar. Son olarak Esenyurt Belediyesi'ne kayyum atadılar. Bu bir gasptır. Özelikle kent uzlaşıyla yani Essenyurt’taki tüm dinamiklerle, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleriyle yapılan bir uzlaşıya saldırı var. Çok açık ve net. AKP, 'yan yana durmayın, ittifak yapmayın. Yana yana durduğunuzda bana kaybettiriyorsunuz' diyor. İttifaka ve uzlaşıya saldırı olduğunun altını çizelim. 

İkincisi Ahmet Özer’in Kürt kimliği üzerinden kriminialize edilmesi meselesi vardır. Kendisi profesördür, dekanlık ve rektörlük yapmış. Tüm bunların önemi kalmıyor; çünkü Kürt kimliği üzerinden hedef alınabiliyor; uyduruk gerekçe ve iddialarla tutuklanıp cezaevine konulabiliyor.