Karayılan: Kurdistan’daki katliamlarda Lozan imzacılarının sorumluluğu var

Kurdistan’ın dört parçaya bölünmesi ve 100 yıldır yaşanan soykırım saldırılarına Lozan Antlaşması'nın yol açtığını hatırlatan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, “Bu anlaşma, bir katildir. Tabii ki bunu imzalayan herkesin sorumluluğu vardır” dedi.

Karayılan, “Ve onlar Lozan’ın yüzüncü yılına kadar Başûrê Kurdistan’ın büyük bir kısmını işgal etmeyi, Rojava Kurdistanı’nı işgal edip ortadan kaldırmayı planlıyorlardı. Erdoğan’ın BM toplantısında gösterdiği haritayı biliyorsunuz! Efrîn’den Diyana’ya kadar onun 30 km derinlik olarak söz ettiği ama esasında Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmayı amaçladıkları bir planları vardı. Ve son 8 yıldır bunun için çok çabaladılar. Eğer başarabilselerdi, bugün yeni bir antlaşma yapmanın tartışmalarını yürüteceklerdi” dedi. Murat Karayılan, bu antlaşmaya yol açan ve onaylayan İngiltere ile Fransa’nın, Cezayirlilerden özür dilediği gibi Kürtlerden de özür dilemesi gerektiğini söyledi.

Bütün Kürt güçlerine ulusal çizgide birleşme çağrısında bulunan Karayılan, 100. yıl dolayısıyla Lozan’da gerçekleştirilecek konferans için de, “Bu katliamcı anlaşmanın yüzüncü yılında Kürt halkı olarak bizlerin de ulusal tutumumuzu ortaya koymamız, bunu kabul etmediğimizi herkese göstermemiz, halk olarak bu topraklarda olduğumuzu ve bu topraklarda özgürce yaşama hakkımız olduğunu, hiç kimsenin bu topraklarda hak talebi ve soykırım yürütme hakkının olmadığını herkese duyurmamız gerekiyor” dedi.

Türk devletinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a Kürt halkının ulusal hakları ve demokratik ölçüler konusunda geri adım attırmak istediğine de işaret eden Karayılan, "Kürt halkının haklarını, ölçüsünü yumuşatması, duruşunu değiştirmesi için Önderliğimizin yanına heyet üzerine heyet gönderdiler. Önder Apo bunların hepsine karşı 25 yıldır adeta insanüstü bir duruş ve ruhla, büyük bir irade ve sabırla direniyor. Halkımız, toplumumuz, Önder Apo’nun bu hakikatine inananlar, Kürt halkının hakkını savunmak isteyenler, yine Türkiye’nin gerçekten demokratik bir cumhuriyet olmasını isteyenlerin de çok daha gürleşmiş bir mücadeleyi geliştirmeleri gerekmektedir” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan'ın Stêrk TV'de yayınlanan röportajı şöyle:

Kürt Halk Önderi üzerindeki mutlak tecrit devam ediyor; buna dair neler belirtebilirsiniz?

Öncelikle Önder Apo’yu ve düşmanın elinde esir olan tüm yoldaşları saygıyla selamlıyorum. Önder Apo üzerindeki tecrit, yeterli olmasa da belli düzeyde tartışılmaktadır, gündemdedir. Tecrit sadece İmralı’yla sınırlı değildir; bugün tüm Türkiye ve Kurdistan zindanlarına yayılmış, yine tüm Türkiye ve Kurdistan’da tecrit siyaseti hakim olmuş durumdadır. Tecrit siyaseti, köken olarak Türk devletinin Kurdistan’ı soykırımdan geçirme siyasetinden gelmektedir. Yani onlar Kurdistan’da soykırım siyasetini hakim kılmak istiyorlar, bunun savaşını veriyorlar. Bunun merkezinde de İmralı’da yürütülen psikolojik işkence, ağırlaştırılmış tecrit ve izolasyon siyaseti vardır.

ÖNDER APO’YA ULUSAL HAKLAR VE DEMOKRATİK ÖLÇÜLER KONUSUNDA GERİ ADIM ATTIRILMAK İSTENİYOR

Bu durum, bir tek Türk devletinin hesap sorması veya intikamcı yaklaşmasına bağlanamaz ve sadece düşmanlık siyasetiyle izah edilemez. Bunun temelinde Önder Apo’nun ulusal duruşu ve demokratik ölçüleri savunması vardır. Türk devleti Önder Apo’ya Kürt halkının ulusal hakları ve demokratik ölçüler konusunda geri adım attırmak istemektedir. Birçok kez bunun için Önder Apo’nun yanına gittiler. İşte seçim sürecinde, AKP tarafında tutum göstermesi, Kürt halkının hakları ölçüsünü yumuşatması, yine duruşunu değiştirmesi için Önderliğimizin yanına heyet üzerine heyet gönderdiler. Önder Apo bunların hepsine karşı 25 yıldır adeta insanüstü bir duruş ve ruhla, büyük bir irade ve sabırla direniyor. Kuşkusuz bunun temelinde 14 Temmuz ruhu gibi bir tarz vardır. Zaten 14 Temmuz ruhunun, onun ideoloji ve felsefesinin yaratıcısı Önder Apo’dur. Önder Apo, sözü ve yaptıkları birbirini tamamlayan bir kişidir. Zaten onun bu tarzı bütün PKK’nin bir tarzı haline gelmiştir. Yani ne söylemişse onu yapmaktadır. Önder Apo, Kürt halkının ulusal hakları, kimlik hakkı, dil hakkı, kendini yönetme hakkı ile Demokratik Türkiye ölçülerinde tutum sahibidir ve bunda ısrar etmektedir. Onlar da bunun için bu biçimde ağırlaştırılmış bir tecridi yürütmektedirler, psikolojik saldırılarını çeşitli yöntemlerle devam ettirmektedirler. Onların amacı, Önderliğimize geri adım attırmaktır. Mesela Önder Apo’yu önceden Kürt halkının lideri olarak kabul ettiler ve bunun için 3 yıl kendisiyle görüşmeler yaptılar. Demek ki devlet Önder Apo’nun etkisini görmüş ve bunu tespit etmiştir. Aslında Kürt halkı üzerindeki etkisini de tespit etmiş ve Kürt Halk Önderi olarak da kabul etmiştir. Kimi yetkilileri bunu basın önünde de dile getirmiştir. Yine görüşmeler sürecinde zaten birçok kez bunu ifade etmişlerdir. Yani Önder Apo’nun Kurdistan’da Kürt Halk Önderi olduğunu zamanında kabul etmişlerdir. Ama onlar soykırım siyasetinde ısrar ettikleri için Önder Apo da onlara karşı Kürt halkının varlık siyaseti, Kürt halkının hakları, Kürt halkının kendi yönetme hakkı ve demokratik ölçülerde ısrar etmektedir. Bu çerçevede orada adeta bir savaş vardır. Bu 25 yıldır devam etmektedir. Belki görüşme süreçleri, vb. ara dönemler olmuş olabilir ama esas olarak o dönemlerde de çeşitli yöntemlerle devam etmekteydi.

TÜM KÜRTLER TECRİDE KARŞI MÜCADELEDE KENDİNİ SORUMLU GÖRMELİ

Burada anlaşılması gereken şey şudur: Önder Apo orada sadece PKK’lilerin değil tüm Kürtlerin haklarını savunmaktadır. Kürt varlığını, Kürtlerin kimlik hakkını savunmaktadır. Demokratik ölçüleri savunmaktadır. O zaman tüm Kürtler de bugün Önder Apo’nun İmralı’da temsil ettiği mücadeleye sahip çıkmalı, destek olmalıdır. Önder Apo’nun özgürlüğü ve tecride karşı mücadele için tüm Kürtler kendisini sorumlu görmeli. Bu ahlaki, insani ve ulusal bir görevdir. Yani eğer birisi halk için o kadar fedakarlık yapıyorsa ve eğer ben de bu halkın bir üyesiysem ve ben de bu hakları savunuyorsam, o zaman ben de onunla olmalıyım. Belki birçok konuda görüşler aynı olmayabilir -ki bunu farklı partilerde yer alan insanlarımız için belirtiyorum- ama görüşü ne olursa olsun, her Kürt tecride karşı çıkmalı ve özgürlük için mücadele çalışmalarına katılmalıdır.

Yine kim ki Türkiye’de demokrasi istiyorsa, tecride ve bu psikolojik işkenceye karşı çıkmalıdır. Yani İmralı sistemine karşı çıkmalıdır. Buna karşı çıkmayan bir kişi Türkiye’de doğru temelde bir demokrasi mücadelesini de yürütemeyeceği gibi, Türkiye’ye demokrasi de getiremez. O zaman Türkiyeli tüm aydınlar, demokratlar, Türkiye’de demokrasinin gelişmesini isteyen gerçek muhalefet, öncelikle tecride karşı çıkmalıdır. Çünkü tecrit tüm hukuk ölçülerinin çiğnenmesidir, adaletsizliktir, kanundan çıkmaktır. Bu, göz önünde olan bir şeydir.

ÖNDER APO ULUS DEVLETE KARŞI DEMOKRATİK ULUSU TEMSİL EDİYOR

Şimdiye kadar mevcut iktidar ne yapıyor? Türkiye’de ‘tecrit var’ diyen herkesi yakalayıp hapse atıyor -ki bunu yakın zamanda da gördük-. Yani kimsenin bunun üzerinde konuşmasını bile istemiyor. Bir hukuksuzluk yürütüyor ama kimsenin bunun üzerine tartışmasını bile istemiyor. Ancak bunlar Önder Apo’nun fikir ve düşüncelerinin Türkiye sınırlarını çok aştığını bilmiyorlar. Yani Önder Apo, geliştirdiği paradigmasıyla, geliştirdiği demokratik ulus formülüyle, bugün bölge halkları açısından çözümü geliştirmektedir. Arap, Asuri-Süryani, Ermeni, Türk, Acem, Kürt ve tüm halklar açısından sorunların çözümünü ortaya koyuyor. Dolayısıyla Önderliğimiz sadece Kürt halkının önderi değildir. Ulus devlet siyasetine karşı demokratik ulusu geliştiriyor, onu temsil ediyor. Yine Önder Apo Demokratik Modernite Paradigması’nın kuramcısıdır ve yaratısıdır. Demokratik Modernite Paradigması’na inanan herkes, Önder Apo’yu öncüsü olan bir filozof gibi, kendisini de Önder Apo’nun bir öğrencisi olarak görüyor. Bunu birçok uluslararası toplantıda birçok aydın ve akademisyen kendisi dile getirmiştir. Yani Önder Apo bugün Kurdistan ve Türkiye sınırlarını çok çok aşmıştır. Bu bir gerçekliktir. Ancak kim ki bundan bahsederse ve ‘bir filozof gibi’ derse, onu tutukluyorlar. Gerçek budur. O kadar düşünce geliştirmiş, o kadar kitap yazmış, tüm dünya için bir ışık olacak bir alternatif paradigmayı ortaya koymuştur. Bunun üstünü örtemezler. Nasıl ki güneş balçıkla sıvanamazsa, bunlar da Önder Apo hakikatinin saçtığı ışığın üzerini örtemezler. Bu artık bir gerçekliktir.

ÇOK DAHA GÜRLEŞMİŞ BİR MÜCADELEYİ GELİŞTİRMELİYİZ

Peki burada nerede eksiklik vardır? Eksiklik bizim kendimizdedir. Halkımız, toplumumuz, Önder Apo’nun bu hakikatine inananlar, Kürt halkının hakkını savunmak isteyenler, yine Türkiye’nin gerçekten demokratik bir cumhuriyet olmasını isteyenlerin çok daha gürleşmiş bir mücadeleyi geliştirmeleri gerekmektedir. Yani çok daha kitlesel bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Şu anlaşılmıştır: Elbette ki gerillanın direnişi birçok şeyin önüne geçmiş, düşmanın birçok planını yenmiştir. Yine Kürt siyasetinin belli düzeyde bir duruşu vardır. Zindanlardaki direnişin ve halkımızın belli bir duruşu vardır. Bunlar az şeyler değildir. Ama bunlar yeterli olmamaktadır. Yeterli olabilmesi için kitlesel olarak devreye girilmesi gerekmektedir. Yani toplum devreye girmeli. Yine serhildan dalgası örgütlenmeli.

Bilindiği gibi ’89-’90 sürecinde de koşullar çok zordu ve o zaman da büyük bir zulüm vardı. Sadece değerli devrimci Vedat Aydın’ın cenaze merasiminde 22 kişi Amed sokaklarında şehit edildi, yüzlerce kişi yaralandı ve tutuklandı. Yani o yıllarda o kadar zulüm vardı ama yine de o dönemde gelişen serhildanlar Türk devlet sisteminde gedikler oluşturdu ve demokratik siyaset ile Kürt halkının varlığına zemin açtı. Bu biçimde diriliş devrimi yaşandı. Bugün de böyle bir şey gereklidir. Yani bugün de artık serhildan dalgası gelişmelidir. Tüm Kürt gençleri, Kürt kadınları, Kurdistanlı emekçiler, Türkiyeli devrimci demokratlar, bölge halkları artık bunun üzerinde durmalıdır. Yani tecride ve adaletsizliğe karşı Önder Apo’nun özgürlüğünü daha kitlesel haykırmalı, daha gür bir mücadeleyi geliştirmeliyiz.

ROJAVA DEVRİMİ GENİŞLEYEN BİR DEVRİM HALİNE GELDİ

Rojava Devriminin 11’inci yıl dönümündeyiz. Bu devrimin anlamı, önemi ve bölgede yarattığı etkiler üzerine neler dersiniz?

Öncelikle tüm Rojava ile Kuzey Doğu Suriye Devrim şehitlerini, değerli komutanlarımız Xebat Dêrîk, Fazil Botan, Şîlan Kobanê, Gelhat Gabar, Arîn Mîrkan, Karker Êrîş ve Avesta Xabûr yoldaşlar şahsında saygıyla anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Kahraman şehitlerimize verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyorum. Yine 20 Temmuz, Suruç şahadetlerinin yıl dönümüdür. 2015 yılında sosyalist-demokrat-devrimci gençler Rojava Devrimi’ni karşılamak amacıyla Kobanê’ye doğru gideceklerken MİT ve DAİŞ tarafından gerçekleştirilen bir saldırıya uğradılar ve 33 devrimci bu saldırıda şehit düştü. O kahramanları da saygıyla anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Şehitlerimize verdiğimiz sözü bu değerli enternasyonal yoldaşlarımız için de yineliyorum.

Rojava Devrimi’nin birçok anlamı vardır. Başlangıçta Kurdistani bir devrim olarak gelişti ama sonrasında kendi sınırlarını aşarak önce tüm Rojava Kurdistanı’nın ardından da tüm Kuzey ve Doğu Suriye’nin bir devrimi haline geldi. Arap halkını, Asuri-Süryani halkını ve Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan tüm kesimleri kapsayarak genişleyen bir devrim haline geldi. Tabi tüm Suriye için de bir örnek oldu. Yani tüm Suriye’de demokratik bir devrimin gelişmesini önüne hedef olarak koydu, perspektifi netleştirdi. Bu açılardan gerçekten önemli bir rol oynadı.

ROJAVA DEVRİMİ KENDİNİ GÜÇLENDİRMEYİ BAŞARMIŞTIR

Aynı zamanda hem saldırılarla karşı karşıya geldi; bir yandan savaştı, diğer yandan da kendini korudu ve yapılandırdı. Yani Rojava Kurdistanı ve Kuzey ve Doğu Suriye Devrimi, başta El Nusra, sonrasında da tüm dünyanın başına bela olan DAİŞ’in yenilgisi devrimi haline geldi. Bu temelde bir halkların kardeşliği ve demokrasinin yaratıldığı sistem haline geldi. Açık ki, Rojava Devrimi’nin temsil ettiği değerlere karşıt olanlar çoktur. Bu nedenle saldıranlar da çok oldu. Bilindiği gibi özellikle de sömürgeci-soykırımcı Türk devleti tarafından saldırılar geliştirildi. Devrim bir yandan o saldırılara karşı direndi, bir yandan demokratik ulus siyasetini devreye koyma çabalarını geliştirdi.

En önemlisi de bir kadın devrimi haline geldi. Bu devrim kadın öncülüğünde gerçekleşti. Kürt ve Arap kadınlarının savaş meydanında ve siyaset alanında nasıl irade haline geldiğini tüm dünyaya gösterdiler. Yani bu biçimde bir kadın devrimi oldu, Kürt halk devrimi oldu, halkların devrimi oldu, demokrasi devrimi oldu. Rojava Devrimi, Ortadoğu’nun karanlığına ışık saçtı. Ve halen de kendisinden beklentiler vardır. Düşmanları olmasına, yine kuşatmada olmasına ve saldırı altında olmasına rağmen önü de açıktır. Çünkü halkların iradesine ve kendi öz gücüne dayanmaktadır. Bu temelde küresel güçler ve çeşitli güçlerle ilişkisi vardır; bu temelde kendini var ediyor. Belki de hiç kimse bu devrimin bu kadar dayanabileceğini, kendini koruyabileceğini ve gittikçe kendisini güçlendirebileceğini düşünmüyordu. Fakat bunu başardılar. Gerçekten bu bir emektir, bir cesarettir. Biz bu temelde tüm Rojava ve Kuzey ve Doğu halklarımızı saygıyla selamlıyoruz. Onları takdir ediyoruz. Ne kadar saldırılarla karşı karşıya kalırlarsa kalsınlar kazanacaklarına inanıyoruz. Çünkü onların yolu doğru yoldur.

LOZAN KÜRT HALKINI, KURDİSTAN’I İNKAR EDEN BİR ANLAŞMADIR

Kurdistan’ı dört parçaya bölen Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yılındayız. Bu antlaşmanın Kürtlere etkisi hakkında neler söylersiniz? Yine yüzüncü yılı vesilesiyle Lozan’da yapılacak olan önemli bir konferans var. Bu konferans hakkında neler belirtirsiniz?

Şüphesiz Lozan Antlaşması, sadece Kurdistan’ı dört parçaya bölen bir anlaşma değildir. Lozan Antlaşması, Kurdistan’ı ve Kürt halkını inkar eden bir anlaşmadır. Bu temelde Kurdistan üzerindeki soykırımın temelini yaratmıştır. Yani sadece, “Kurdistan’ı 4 parçaya bölen antlaşma” denilirse, bu tek başına yeterli olmaz. Esas olarak Kurdistan’da yürütülen jenositte karar kılınan antlaşmadır. O zamana kadar, yeni bir Türkiye yaratma iddiasında olan Kemalist hareketin öncüleri ne diyorlardı: “Biz ve Kürtler birlikte kurucuyuz. Biz Misak-ı Milli sınırları içerisinde bir ülke kurmak istiyoruz. Birlikteyiz ve Kürtler de bizim içimizde özerk olacaklar.” Mustafa Kemal kendisi de böyle söyledi, birçok kayıtlarda bu yönlü şeyler söylediler. Hatta 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1921’de bu yönlü almış olduğu kararlar vardı. Yani Kürt özerkliği Türkiye yönetimi tarafından kabul edilmişti. Bunu Meclis kabul etmişti. Ama ne zaman ki bu anlaşma imzalandı, Türkiye de bütün bunları inkar etti.

KURDİSTAN’DA SOYKIRIM VAR

Peki bu anlaşma niye imzalandı? Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletlerin öncülüğünü İngiliz ve Fransızlar yapıyorlardı -ki anlaşma da zaten onların sorumluluğunda yapıldı.- Onlar buralara, yani Ortadoğu’ya gelmişlerdi ve işgalci güçler olarak buralarda bulunuyorlardı. Ve yine o zamanki imkanlara göre Musul, Kerkûk, Rimêlan ve daha farklı kimi yerlerde petrolün ve çeşitli yer altı zenginliklerinin bulunduğu tespit edilmişti. Bunlar da bunun üzerine çeşitli pazarlıklar yaptılar. Zaten bilindiği gibi Lozan tartışmaları uzun sürmüştür. İşte o tartışmalarda Kurdistan üzerine pazarlıklar yaptılar. İngilizler zenginlik kaynağı olan yerlerin çoğunu zaten aldılar, Fransızlar da paylarına küçük bir parçanın düşmesine razı oldular ve bu temelde Kurdistan’ı parçalama, paylaşma ve aynı zamanda inkar etme kararını aldılar. Çünkü şayet inkar etmeseydiler haklarını vermeye mecburdular. Kürt halkı Ortadoğu bölgesinde, Mezopotamya’da en kadim halktır. Kültürel zenginlik sahibidir. İnsanlık devrimine ilk ev sahipliğini yapmış bir halktır. İnsanlık uygarlığına, neolitik devrimine ev sahipliği yapmış bir halktır. Böylesi bir halkın varlığını inkar etmeseler hak vermemezlik edemezler. O durumda ona bir yer açmaları gerekir. Madem ki Ortadoğu’da herkese bir yer açıyorlar, Kürtler için de bu bir hak olmalıydı. Ancak onlar Kürtlerin varlığını inkar ediyorlar.

İşte bu inkar yok etmenin ve jenosidin temeli oluyor. O zamandan şimdiye kadar 100 yıl geçmiş durumda. Kurdistan’da birçok katliam yaşandı. Başta Amed’de, Hani, Palo, Genç’ten başlayarak, sonrasında Başûrê Kurdistan’da Süleymaniye’de ve birçok yörede yürütüldü. Serhat’ta Zîlan Vadisi’nde, Ağrı’da, ardından Dersim’de, sonrasında yine Başûrê Kurdistan’da enfaller, katliamlar, Halepçe… Yine Rojhilat Kurdistanı’nda, Rojava Kurdistanı’nda ve her yerde bunu yürüttüler. Yani Kurdistan soykırım zulmü sistemi altındadır, Kurdistan’da soykırım vardır.

BU ANLAŞMA BİR KATİLDİR

Artık bunun sorumlusunun kim olduğunu belirtmek gerekiyor. Bunun sorumlusu İngiltere ve Fransa yönetimleridir. Kuşkusuz uygulayanlar bu bölge üzerinde hakim sömürgeci olan devletlerdir. Ama buna yol açan ve onaylayan, İngiltere ile Fransa’dır.

Fransa ve İngiltere dünyanın birçok ülkesini işgal etmişti ve birçok kez olumsuz uygulamaları nedeniyle bu ülkelerden özür dilemişlerdi. Mesela en son Fransa Cezayir’den özür diledi. İşte şimdi bunların Kurdistan’dan da özür dilemeleri gerekiyor. Niye şimdiye kadar Kurdistan’dan özür dilemediler? Çünkü hem üstü kapalı bir biçimde bunu yaptılar hem de Kürtler de zaten bunu isteyip dayatacak düzeye gelemediler. Ancak gerçeklik budur. Kurdistan’da bu felaketlerin gelişmesine, Kurdistan’ın oluşmamasına, inkar edilmesine ve soykırım ile katliamların yaşanmasına yol açan şey, bu anlaşmadır. Bu anlaşma, bir katildir. Tabii ki bunu imzalayan herkesin sorumluluğu vardır.

TÜRKİYE’NİN AMACI MİSAK-I MİLLİ SINIRLARINA ULAŞMAK

Şimdi esasen şöyledir: Türk devleti içerisinde bundan birkaç yıl öncesine kadar da uluslararası yapılan anlaşmaların yüz yılını doldurduktan sonra hükmünün kalmadığı belirtiliyordu. Bu, Lozan Antlaşması’nda böyle bir madde olduğu anlamına gelmiyor. Hayır. Türk devletinin yetkilileri ve uzmanlar bunu böyle yorumluyorlardı. Ve onlar Lozan’ın yüzüncü yılına kadar Başûrê Kurdistan’ın büyük bir kısmını işgal etmeyi, Rojava Kurdistanı’nı işgal edip ortadan kaldırmayı planlıyorlardı. Erdoğan’ın BM toplantısında gösterdiği haritayı biliyorsunuz! Efrîn’den Diyana’ya kadar onun 30 km derinlik olarak söz ettiği ama esasında Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmayı amaçladıkları bir planları vardı. Ve son 8 yıldır bunun için çok çabaladılar. Eğer başarabilselerdi, bugün yeni bir antlaşma yapmanın tartışmalarını yürüteceklerdi.

Tabii ki Türkiye bundan vazgeçmiş değil ama işgal planını hayata geçiremedi, çünkü Zap’ta tıkandı. Bu üç yıldır Zap’ı işgal edemiyorlar ve şu an orada savaş yaşanmaktadır. Bu Kürt halk tarihinde ilk kez yaşanan bir şeydir. 3 yıldır aynı cephede bu devlete karşı savaş yürütülmektedir. Onlar burada tıkandılar. Bundan dolayı şu an gündeme koymuyorlar ama projelerini devam ettirerek geliştirmeyi de istiyorlar.

Yani esas olarak Türk devleti Kurdistan’a dönük soykırımcı politikalarıyla Misak-ı Milli sınırlarını işgal etme projesini sonuca götürmek istiyor. Bunun için çabalıyor; bunun için bütün Kürt halkına karşıtlık yapıyor, bunun için şimdi siyaset yürütüyor. Şimdi de NATO yoluyla bunu hayata geçirmek istiyor. Bu böyledir.

HERKES ULUSAL ÇİZGİDE BİRLEŞMELİ

Lozan’ın yüzüncü yılında hem de Lozan şehrinde bir konferansın yapılması, doğrusu çok anlamlı ve önemlidir. Konferansa katılan herkesi selamlıyorum. Bunun, ulusal birliğin temeli olmasını umut ediyorum. Zaten bu konferans ulusal düzeyde bir konferanstır. Belki kimileri katılmayabilirler. Ancak katılmayanlar da eğer ulusal bir güç olmak istiyorlarsa ileride onlar da katılmalıdırlar. Özcesi bu konferans ulusal bir düzeyde gerçekleşmektedir; çok değerli ve çok kutsaldır. Herkesi bu konferansa katılmaya çağırıyorum.

Doğrusu bu katliamcı anlaşmanın yüzüncü yılında Kürt halkı olarak bizlerin de ulusal tutumumuzu ortaya koymamız, bunu kabul etmediğimizi herkese göstermemiz, halk olarak bu topraklarda olduğumuzu ve bu topraklarda özgürce yaşama hakkımız olduğunu, hiç kimsenin bu topraklarda hak talebi ve soykırım yürütme hakkının olmadığını herkese duyurmamız gerekiyor. Bakın, bugün tarihi fırsatlar vardır. Önceden de bu tür fırsatlar oluştu ama o fırsatlar kullanılmadı. Mesela 1830’dan 1850’ye kadar çok büyük imkanlar vardı. O zaman Osmanlı Devleti ve bölgedeki devletler çok zayıf düşmüştü. Bunun karşısında Mîr Mihemed Paşa Rewanduzî ve Botan Mîri Bedîrxan Beg ise çok güçlüydüler. Esasen her ikisi anlaşsaydı, devlet olabilir ve belki de Kürt halkının kaderini değiştirebilirlerdi. Ama ne yaptılar? Her biri ‘ben’ dedi. Mîr Mihemed Rewanduzî Şengal’e Êzidîlere saldırdı, Kürtler hakkında ferman ilan etti. Sonrasında Botan’a saldırdılar. Aralarında savaş yaşandı. Sonrasında ne oldu? Her ikisi de yenildi. Şimdi de bu tekrar edilmemeli. Tabii bunun ardından da birçok kere imkanlar oluştu. 1920’lerde de yaşandı, birçok kere de yaşandı. Ancak şu an da imkan vardır ve hiç kimsenin bu imkanları örgütsel veya ailesel çıkarları karşısında yok etme hakkı yoktur. Hiç kimse böyle yapmamalı, herkes ulusal çizgide birleşmeli. Bu yüzyıl da bu gerçekliği bize farz kılıyor. Ben de bunun için, gerçek ulusal birliğin gerçekleşmesi çağrısında bulunuyorum.

NATO’YA SORU: TÜRK DEVLETİNİN SOYKIRIM POLİTİKALARIYLA BİRLİKTE MİSİNİZ?

 NATO’nun toplantısı oldu. Orada TC’nin Kürt halkına karşı verdiği savaşın daha da destekleneceği anlaşılıyor. Öyle ki bu toplantının hemen ardından Sîda ve Girê FM direniş alanına yönelik taktik nükleer bomba kullanıldı. Bu ne anlama gelmektedir?

Öyle görünüyor ki Türk devleti NATO yoluyla ve yardımıyla ikinci Lozan’ı yaratmak istiyor. NATO’da bir yasa var; yeni bir üye alınabilmesi için, üye olan her devletin onay vermesi gerekiyor. Türkiye de bu yasayı bir kart olarak kullanıp şantaj yaptı. Herkes Türkiye’nin, İsveç’in PKK ve Kürtler karşısında tavır almasını istediğini düşünüyor. Fakat öyle değildir. Türkiye ve herkes çok iyi biliyor ki hiçbir PKK kadrosu İsveç’te yoktur. Türkiye’nin esas amacı NATO’daki devletleri kendi soykırımcı çizgisine getirmektir. Türkiye NATO devletlerinden kendi jenosit politikalarına olan desteklerini daha da güçlendirmelerini, yasaklı silahlara ve özellikle taktik nükleer silahlara onay vermelerini istedi. Açıktır ki Türk devleti, kimliğine sahip çıkan bütün Kürtleri terörist olarak görüyor. Yani Türkiye devletinin gözünde sadece PKK’liler değil, boyun eğmeyen ve kimliğine sahip çıkan bütün Kürtler, öldürülmesi gereken teröristlerdir. NATO devletlerinin bu hakikati görmesi gerekiyor.

Bakın, bir yıl önce gazetecilik dışında hiçbir şey yapmayan 15 basın mensubu Amed’de tutuklandı. 13 ay boyunca cezaevinde tuttular, daha sonra mahkemeye çıkardılar ve bu gazeteciler mahkemede mahkemeyi yargıladılar. ‘Bizim hiç kimseyle alakamız yok, biz sadece gazetecilik yapıyoruz’, dediler. Gerçekten de böyledir, ortada bir şey yok. Tahliye etmek zorunda kaldılar. Bu arada ben bu değerli insanları selamlıyorum. Bundan böyle bir örgüte bağlı olsun olmasın her Kürdün böyle kendine ve yaptıklarına sahip çıkması gerekiyor. Bu insanlar da Türk devletinin mahkemesine çıktılar, yaptıklarına sahip çıktılar, mahkemeyi yargıladılar. Kimliklerine ve çalışmalarına sahip çıktılar ve bazıları da savunmalarını Kürtçe yaptılar. Bu çok değerli ve anlamlıdır. Özellikle özgür Kürt basınında yeni bir düzeydir ve bu düzeyi herkesin daha da yükseltmesi gerekmektedir.

Türk devleti ona teslim olmayan ve ajanlık yapmayan her Kürdü terörist olarak nitelendiriyor ve böylece esas olarak Ortadoğu’da Kürtlerin kökünü kazımak istiyor.  Şimdi açık açık ilan ediyor ki Rojava’ya karşıdır. Efrîn, Serêkaniyê ve Til Ebyad’da (Girê Spî) neler yaptı? Serêkaniyê ve Til Ebyad’da bir tane Kürt kalmış mıdır? Efrîn’de de tüm Kürtleri teslim almak, hepsine ‘ben Kürt asıllı Türk’üm’ dedirtmek istiyor. Türkiye devleti Kürt halkı üzerinde soykırım politikası yürütmek istiyor. Zaten şimdi Rojava’da ilan etmiş, buna devam etmek istiyor. ‘Önce Kuzey Suriye’yi çözelim, daha sonra Kuzey Irak’ın üzerinde duracağız’ diyor. Şu an stratejik dağları işgal etmek ve bilindiği gibi Kerkük’ten Türkmenler yoluyla Musul’a kadar örgütlenmeler yapma peşindedir. Yani esas amacı Kürtleri ortadan kaldırmaktır. Çünkü Türk devleti soykırım siyasetini bırakmamış ve Kürt statüsünün, Kürt kimliğinin olmasını kendi bekasına bir tehdit olarak görüyor. Bu iftira değil, hakikattir. Eğer ki bunu bilmeyen Kürtler kalmışsa vay hallerine!

Türk devleti Ortadoğu’da Kürtlere ait hiçbir şey bırakmak istemiyor. Belki resmi yetkilileri bazılarını ajan olarak kullanmak için herkesi karşısına almıyor, sıraya koyuyor. Bu doğrudur, böyle çabaları vardır. Siyasetlerini belirleyen kimi kişiler televizyonlarda açık bir şekilde, “eğer biz Kürt yarasını ortadan kaldırmazsak, tehlikeden kurtulamayız” diyorlar. Bu yüzden işgali tamamlamak ve soykırım siyasetini egemen kılmak istiyorlar.

Şimdi biz NATO devletlerine soruyoruz: Türkiye devletinin soykırım politikalarıyla birlikte misiniz? Eğer birlikte değilseniz Türkiye’nin isteklerini neden meşru gördünüz? Perde arkasında hangi sözleri verdiniz? Bu soruları yanıtlamaları gerekiyor. Geçen yıl İspanya’da ve bu yıl da Litvanya’da yapılan toplantılar şüphe yaratıyor. Perde arkasında ne sözler verildi, açıklamaları gerekiyor. Kürtlerin soykırımı konusunda Türkiye’nin ortağı olacaklar mı? Bu önemlidir.

TÜRK DEVLETİ NATO ENVANTERİNDEKİ TAKTİK NÜKLEER SİLAHLARI KULLANIYOR

Ve buradan NATO üyesi olan devletlerin halklarına, aydınlarına, sanatçılarına ve insanlık vicdanlarına seslenmek istiyorum: Türkiye’nin katliamlarına ortak olmayın, karşı çıkın. Türk devleti Kürtlerin kökünü kazımak istiyor, soykırım yürütmek istiyor, Kürtlere karşı terör uyguluyor. Elinizi Kürtlerin kanına bulamayın, Türk devletiyle ortak olmayın. NATO’ya üye devletlerin halklarına çağrım bu politikaya karşı çıkmalarıdır. Çünkü bu devlet Kürtlerin üzerinde fiziki ve beyaz soykırım yürütmek istiyor. Şu an yürüttüğü çeşitli politikalarla Kürtleri bitirmek istiyor. Kimsenin buna ortak olmaması gerekiyor.

Bir diğeri ise taktik nükleer silah konusudur. Şimdi biz konuşuyoruz, belki bazıları inanmıyorlardır. Fakat görüntüleri var. Her şey açık görünüyor. Taktik nükleer bombaların olduğu tüpler de var, arkadaşlarımız yakından çekmişler. Taktik nükleer bomba nedir? Taktik nükleer bomba ‘yumuşatılmış uranyumun’ belli düzeyde hafifletilmiş, yani etkisinin biraz azaltılmış halidir. Örneğin 10 kiloluk bir taktik nükleer bomba on tonluk bomba etkisi gösteriyor. Yani her bir kilosunun, bir ton kadar patlayıcı etkisi vardır. Biz biliyoruz ki vaktinde NATO olası durumlarda kullanmak üzere bu bombayı üye olan devletlere dağıtmıştı ve Türkiye’ye de vermişti. Bunu bazı yetkililer de daha önce açıklamışlardı. Bu çeşit bombalar farklı olarak Rusya’da, Pakistan’da, Hindistan’da, Çin’de, yani nükleer silah yapan ülkelerde vardır kuşkusuz. Ama biliyoruz ki NATO envanterinde de vardır. Şimdi de 3 yıldır Türk devleti bize karşı kullanıyor. Önce 2021’de Girê Sor’da, sonra Werxelê’de, ardından 2022 yılı savaş sürecinde ve en son 13 Temmuz 2023’te, yani bundan birkaç gün önce Zap’ta yine kullandı.

Bu silah deprem etkisi yaratıyor. Kullanıldığı yerde dağ sallanıyor ve çevresine zehirli gazlar yayıyor. Yani yasaklı bir silahtır. Acaba Türk devleti bu silahı NATO’nun onayıyla mı kullanıyor yoksa kendi başına mı kullanıyor? Kendi başına kullanması mümkün değildir. Kuşkusuz NATO’nun onayıyla kullanmaktadır. Biz şimdi NATO’ya soruyoruz: Görev süresi yeni uzatılan genel sekreter terörden bahsediyor. Terör ve katliam yürüten Kürtler midir yoksa Türk devleti midir? Elinizi vicdanınıza koyun, hakikatleri doğru dile getirin ve taktik nükleer bombaları onaylamayın. Elinizi Kürt gençlerinin kanına bulamayın. Kurdistan özgürlük gerillaları, Kurdistan’ın öz savunma güçleridir. Elini kimsenin malına ve ülkesine uzatmamıştır. Türk devleti gelip bizim ülkemizi işgal etmiştir. Sizin ülkeniz işgale uğrarsa siz direnmez misiniz? Biz de şu an bunu yapıyoruz. Kendimizi korumak en doğal hakkımızdır. Çağrımız şudur: NATO devletleri Türk devletinin katliamlarına destek olmasın ve taktik nükleer bombaları Türk devletine vermesin. Aynı zamanda çağrımız, insanlık vicdanı taşıyan herkes, demokratik güçler ve insan hakları savunucuları içindir.

AÇLIK GREVİNDEKİ MAZLUM DAĞ VE ABDURRAHMAN ER İÇİN ÇAĞRI

Hewlêr zindanında tutuklu bulunan Mazlum Dağ ve Abdurrahman Er 60 günü aşkın bir zamandır açlık grevindeler. Sağlık durumları artık kritik bir aşamada. Bu konuda neler belirtmek istersiniz?

Belirttiğimiz gibi, 100 yıldır halk olarak üzerimizde katliam ve tutuklama var. Bu devletlerin hepsinin zindanlarında Kürtler kalmış, işkence görmüş ve öldürülmüştür. Bugün de iki parçada, yani hem Başûrê Kurdistan ve hem de Rojavayê Kurdistan’da Kürt iktidarı ve hapishaneleri var. Kürt iktidarının hapishanelerinde zulüm ve işkence olmamalı. Yani katliamcı düşmanlarımızın bize yaptıklarını, biz kendi insanlarımıza ve hatta düşmanlarımıza da yapmamalıyız. Ben bunu Rojava için de Başûr için de söylüyorum.

Şimdi Başûr’daki 2 Kürt genci ne suç işlemiş veya işlememiş o tartışmayı yapmak istemiyorum. Belki o sözü geçen olayda yardımcı olmuş olabilirler. Yapan kişilerin onlar olmadığı zaten biliniyor. Fakat Başûr yönetimi onların yakalanmasını bir başarı gibi gösterdi ve idam kararı verdi. Zaten birinin hiç ilgisi yoktur, diğeri de gençlik heyecanı nedeniyle ilişkilenmiş. Kısacası sonuçta insandırlar ve Kürt’türler ve bu insanlar şimdi üzerlerindeki baskılar nedeniyle 60 gündür açlık grevindedirler. Öyle görünüyor ki bu eylemi de bırakmayacaklar.

Bu gençler eğer şehit düşerlerse bu Kurdistan bölgesi başbakanı ve başkanı için ne anlama gelir? Büyük bir ayıp olmaz mı? “Eğer bir ülkeyi demokrasi, insan hakları ve hukuk konularında tanımak istiyorsan onların hapishanelerine bakmalısın” derler. Kürtlerin hapishanelerinde böyle olmamalı. Hele hele Kürtler birbirlerine böyle yapmamalı. Bu siyasi bir mesele değildir. Bu insani, ahlaki ve vicdani bir meseledir. Kendi kontrolün altında zulüm yüzünden insanların açlık grevine girip şehit düşmesi ne anlama geliyor? Neden şimdiye kadar müdahale etmiyorlar? O gençlerin istekleri büyük şeyler değildir, şimdiye kadar neden üzerinde durulmuyor, anlam veremedim.

Bazı şeylere insan anlam veremiyor. Rojava ile Başûr sınırında alınan tedbirler dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Halbuki her iki taraf da Kürt’tür. Neden böyledir? Hiç mi ulusallık hissi yoktur? Hadi siyasal olarak birbirinize karşısınız, fakat ulusal çıkarlar var, insani şeyler var. Aralarındaki Sêmalka Sınır Kapısı’nın çalışabilmesi için ABD gidip geliyor. Yani onları bir araya getiremiyorlar. Hesekê’den Hewlêr’e gidip gelerek kapının çalışması için aralarını yumuşatmak istiyorlar. Kürt siyaseti için bu bir ayıp değil midir? Bu gerçekten gericiliktir. Dar, aşiretçi bir zihniyettir. Bu dönemde böyle bir anlayış olmaz. Birbirleriyle savaşanların bile çıkarları için oturup anlaşabildikleri şeyler de oluyor. Peki Kürtler niye böyle yapmıyor? Bunun aşılması gerekiyor ve aşılacağını umut ediyoruz. Tüm dünyada güçler, devletler aralarında uzlaşma oluyor da, bizim kendi aramızdaki sorunları çözebilecek bilincimiz yok mu? Demek yok ki, böyle oluyor. Bu da ayıptır tabii ki. Böyle şeylerin ortadan kalkması lazımdır. Bu bütün halkımız için önemlidir. İşte siyaset böyle olursa elbet başkaları da Kurdistan üzerinde böyle hesaplar yaparlar. Bugün Kurdistan üzerinde egemen olan devletler toplanıyorlar ve birçok konuda anlaşabiliyorlar ama Kürtler bunu yapamıyor. Gerçekleşecek olan Lozan Konferansı’yla bu dönemin aşılmasını umuyoruz. Bu yüzden halkımızı konferansın etrafında birleşmeye, ulusal birliğini sağlamaya çağırıyorum. Biz hareket olarak konferanstan çıkacak bütün kararlara bağlı olacağız ve vatansever bütün örgütlerin de mutlaka böyle tutum alması gerekir ki, artık bu parçalığı sona erdirelim.

TÜRKİYE KÜRT İRADESİNİ TANIMAZSA KAYBEDECEK

Son olarak belirtmek istediğiniz şeyler varsa alabilir miyiz?

Türkiye devleti 8 yıldır yeni bir konseptle soykırımı hakim kılmak istiyor. 2023 yılında tamamlamak istiyorlardı, Lozan’ın ve Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümünde egemenliğini ilan etmek istiyordu. Bu çerçevede çetin bir savaş oldu ve devam ediyor. Hem Osmanlı dönemi hem cumhuriyet dönemi dahil tarihimizde ilk defa Kürtler olarak 3 yıl boyunca devamlı olarak aynı mevziide dönemin bütün silahlarına, yasaklı silah ve en son kullandığı taktik nükleer bombalara karşı mevziimizi koruyoruz. Bu bizim için gurur kaynağı olan bir başarıdır. Kürt erkek ve kadınları, kendine “NATO’nun en büyük ikinci ordusuyum” diyen Türk ordusunu 3 yıldır Zap’ta tıkatmıştır. Türk ordusu her türlü silahı kullanmasına rağmen ilerleyememektedir. Bu bugün Kürtlerin her yerde gururla ve inançla hareket etmesi için önemli bir düzeydir.

Türk devletinin bu hakikati görmesi gerekmektedir. Onlar bizi yenemiyorlar. Onlar halk olarak bizi yok edemezler. İrademizi tanımalılar, varlığımızı kabul etmeliler, haklarımızı görmeliler. Eğer bunu yapmazlarsa onlar kaybederler. 50 yıldır PKK mücadele ediyor, 40 yıldır savaş var, fakat 8 yıldır yeni ve kapsamlı bir konseptle dönemin teknolojisiyle savaş sürdürülmektedir. Bu savaşta Türk devleti bütün imkanlarını seferber etti. Türk devleti, Türkiye’nin bütün maddiyatını sarf etti. Bunun için şimdi Türkiye açtır. Türkiye şimdi ekonomik, siyasi, toplumsal ve askeri krizdedir. Erdoğan şimdi Arap devletlerinden para arıyor, dileniyor. Neden? Kürtlere karşı kullanmak için. Yine NATO devletlerini geziyor. Neden? Çünkü Kürtlere karşı destek arıyor. Yani Kürtleri ortadan kaldırmak için herkesle birleşmek istiyor. Fakat artık yapamazlar. Kürtlerde bir irade oluştu, felsefe gelişti. 14 Temmuz direniş ruhu kök saldı. Bu topraklar üzerinde artık Apocu fedai militanlar vardır. Bizim de halk olarak bu topraklar üzerinde özgürce yaşama hakkımız var ve özgür yaşayacağız. Türk devleti için de çağrımız budur: ‘Katliam siyasetinizi artık bırakın. Eğer bırakmazsanız siz kaybedeceksiniz, biz kazanacağız. Başarı bizimdir. Yolumuz doğrudur, davamız haklıdır. Halk olarak böyle yiğitlere sahip oldukça Ortadoğu’da özgürce yaşayacağımız da kesindir. Kimse bunun önünü alamaz.’ Bu temelde bütün Kürt halkına ve Kürt gençlerine demokratik mücadeleye daha fazla katılma çağrısı yapıyorum. Demokratik bir Türkiye isteyen bütün Türk halkını ve herkesi faşist ve katliamcı rejimin yenilmesi ve bölge halklarının özgür-onurlu bir şekilde yaşama yolunda Özgür Kurdistan ve Demokratik Türkiye mücadelesine katılmaya davet ediyorum.