Kürt gazetecilerin davası: Yargılanmak istenen mesleğimiz ve Kürt halkı

Tutsak Kürt gazetecilerin duruşmasında AKP-MHP iktidarının yargı aracılığıyla gazeteciliği ve Kürt halkını hedef aldığına dikkat çekildi. Duruşma yarın sürecek.

Amed merkezli yürütülen soruşturma kapsamında 8 Haziran 2022’de gözaltına alınan ve 16 Haziran’da tutuklanan Kürt gazetecilerin ilk duruşması görüldü. Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmada söz alan tutsak Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Serdar Altan, Kürtçe savunma yaptı. "13 aydır tutuklu bulunmaktayız ama neden tutuklu olduğumuzu bilmiyoruz" diyen Altan, haklarındaki iddiaların mevcut siyasi atmosferden bağımsız olmadığını söyledi.

'KÜRT GAZETECİLERİN SESİ KISILMAK İSTENİYOR'

Yargılanmalarının Kürt sorunundan bağımsız olmadığının altını çizen Altan, “Kürt sorunu nasıl çözülmüyorsa Kürt gazetecilerinin de sesi öyle kısılmak isteniyor. Madem gazeteciler yargılanıyor bizim de gazeteciliği savunmamız gerekiyor. Basın üzerindeki sansür ve baskı tarihten bugüne devam ediyor. İddianamedeki suçlamaların hepsi kamuoyu tarafından biliniyor. İddianamede gazetecilik yargılanıyor” dedi.

Osmanlı döneminden bu yana gazeteciler ve gazeteciliğe dönük baskı, sansür ve katliamlara dair örnekler veren Altan, Kürt basını üzerindeki baskıların daha katmerli yaşandığını vurguladı. Altan, kimi dönemlerde bazı demokratik adımların atıldığına işaret ederek, “Cumhuriyet döneminde tek parti dönemi vardı ve basın da tek renkti. Bu dönemde basının tekleştirilmesi yetmiyor basının devleti savunması, onlardan taraf olması isteniyor" diye konuştu.

Altan, 12 Eylül Darbesi döneminde yaşananlara da değindi.

Haklarındaki davayı "gazeteciliği tasfiye etme ve etkisizleştirme davası" olarak nitelendiren Altan, "Kürtlerin kabul edilmediği bir ülkede Kürt gazeteciler de kabul edilmemektedir" dedi. Altan, 1990’lı yıllarda Kürt gazetecilere dönük saldırılara işaret ederek, Kürt basınının Özgür Gündem ile yoluna devam ettiğini söyledi.  Bu dönemde çeşitli kararnameler ve yasalarla Kürt basınının ortadan kaldırılması için adımlar atıldığını ifade eden Altan, “1992 yılına gelindiğinde ise Kürt basını için yeni bir başlangıç olan Özgür Gündem gazetesi yayın hayatına başladı. Gazete yayına başladığı ilk haftada Hafız Akdemir katledildi. Ardından gazete 2 yılda 8 muhabir ve 19 dağıtımcısı katledildi. Toplam 580 sayının 486’sı hakkında dava açıldı. 147 çalışanına ceza verildi. Gazete kapatıldı. Onun yerine 1994’te kurulan Özgür Ülke gazetesi ise bombalandı" diye konuştu.

'ÖZGÜR BASIN HER ŞEYE RAĞMEN AYAKTA KALDI'

Özgür Basın üzerindeki baskılar kapsamında AKP dönemine özel bir sayfa ayırmak gerektiğini vurgulayan Altan, AKP’nin ilk süreçte ana akım medyayla mücadele ettiğini, ikinci aşamada yandaş basını yarattığını, üçüncü aşamada ise tüm muhalif basını ortadan kaldırmak için hareket ettiğini ifade etti. 2018 yılında Doğan Medya’yı da eline geçiren AKP’nin basını susturduğuna değinen Altan, "2016’da ilan edilen OHAL ile birlikte 178 radyo, televizyon, gazete kapatıldı. Tüm basın tasfiye edildi. Bu dönemden sonra basın tamamen yandaş oldu. Olmayanlar ise bertaraf edildi. Bugün ise artık tek renk, tek ses basın var” dedi.

Arada çıkan muhalif seslerin de susturulduğuna dikkat çeken Altan, Gazeteci Merdan Yanardağ'ın tutuklanmasını hatırlattı. Özgür Basın'ın tüm saldırılara karşı her zaman ayakta kaldığını kaydeden Altan, “Bu da çalışanları sayesinde. Özgür Basın, barışın ve demokrasinin teminatıdır” dedi. Özgür Basın olmaması halinde zorbalık, doğa tahribatı, kadın ve çocuklara tecavüz edenlerin sayısının artacağını söyleyen Altan, “Gazetecilikten taviz vermedik. Havuza dahil olmadık. Çalışan emekçilerden yana olduk. Doğanın rengi, ezilenlerin sesi olduk. Bu böyle kolay gerçekleşmiyor. Bedel ödedik ve hala ödüyoruz” ifadelerini kullandı.
“Bize yapılan operasyon sıradan değil, özel bir operasyondu” diyen Altan, şöyle devam etti: “Özel bir savcı görevlendirildi. 8 gün gözaltında kaldık. Dosyada gizlilik kararı verildi.   Bir ay boyunca kurumlarımızda karakol kuruldu, malzemelerimize el konuldu. Gazetecilik malzemeleri suç olarak sergilendi, bu bir utançtı. Diyarbakır emniyeti bizimle bu kadar uğraşacağına çetelere, tecavüzcülerle uğraşsaydı ortada ne suç ne suçlu kalırdı. İddianamelerde yer alan iddialar insan aklıyla adeta dalga geçiyor. Madem iddianameyi hazırlamak için 10 ay beklendi bari kayda değer bir şeyler konulsaydı. Yasadışı ithamlar var iddianamede, onlara yanıt vermeyeceğiz. İddianamede gizli tanıkların ifadesi yer alıyor. Biz gözaltına alındığımızda 6 ay sonra gizli tanıklar ifade vermiş. Delil bulamayınca gizli tanıkları iddianameye dahil etmişler."

İddianamede suçlananın kendileri mi yoksa yayın kuruluşları mı olduğunun belirsiz olduğunu söyleyen Altan, yaptıkları programların "gizli" gibi iddianamede yer aldığını dile getirdi. Altan, yine notları ve evindeki baskında bulunan arşiv görüntülerinin de suç olarak yansıtıldığını söyledi. Sanal medya paylaşımlarının da dosyaya mükerrer bir şekilde konulduğunu belirten Altan, “Bu operasyonun temel amacı çalışmalarımızı durdurmak, bizleri sahadan uzaklaştırmaktır. Biz suçlu değil, davacıyız. Hesap verme durumunda değil, hesap sorma durumundayız. Bu hesabı kim verecek? 13 aydır tutukluyuz, özgürlüğümüzün kısıtlamasının hesabını kim verecek? Bu nedenle hesap veren değil, hesap soranız. Biz adaleti savunuyoruz, barış ve demokratik bir yaşam istiyoruz. İfade ve düşünce özgürlüğü istiyoruz. Tutukluların özgürlüğünüz istiyoruz. Biz kötü bir şey yapmadık, biz gazeteci duruşu sergiliyoruz" dedi.

'AMACIMIZ HAKİKATİ ORTAYA ÇIKARMAK'

Duruşma, tutsak Gazeteci Ömer Çelik’in savunmasıyla sürdü.

Kürtçe savunma yapan Çelik, basın ve ifade özgürlüğü için dayanışmanın önemine dikkat çekti ve duruşmaya gelenlere teşekkür etti. Gazetecilik faaliyetlerinin suç gösterildiği ve bunun için yargılandığının altını çizen Çelik, “Burada gazetecilik yargılanıyor” dedi.

Demokrasinin ilerleyebilmesi için yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığının vazgeçilmez ilke olduğuna dikkat çeken Çelik, “Demokratik ülke olmak çok kültürlü ve dilli olmayı gerektirir. Yurttaşların özgürlüklerini savunmak için en büyük sorumluluk gazetecilere düşüyor. Bu nedenle gazeteciliği yargı, yasama, yürütmeden sonra dördüncü güç diyebiliriz” şeklinde konuştu.

Gazetecilerin alternatif çözüm için arayış görevinin olduğunu belirten Çelik, “Bu rolün yerine gelmesi için demokrasinin uygulanması gerekiyor” dedi. Kendini demokratik olarak gösteren iktidarın demokratik olmadığını ifade eden Çelik, “Bunun öyle olmadığı toplumsal, siyasal alana bakıldığında görülüyor. Buna itiraz eden insanlar susturulmaya çalışılıyor. Amaç susturularak faşizan durumu kabullenmektir. Hakikati böyle saklamaya çalışıyorlar. Bizim amacımız da hakikati ortaya koymaktır. Onlar bunu gizlemeye çalışıyorlar. Demokratik olduğunu iddia ederek, bu uygulamalarla kendini boşa çıkarıyor. Bu hegemonik savaşta da gazeteciyi hakikati gizleyerek kendine malzeme olarak kullanıyor” ifadelerini kullandı.

20 yıldır iktidarda olan AKP’nin yasama, yargı ve yürütmeyi elinde bulundurarak, kendi amaçları doğrultusunda kullandığını söyleyen Çelik, “Onlara göre ‘her zaman onlar haklıdır.’ Diğerleri ‘yerli ve milli’ değildir. Diğerleri ‘teröristtir.’ Bu gerçeği dile getiren öğrenci, siyasetçi, akademisyen herkes terörist. Yerli ve milli olanlar dışındaki liste bu nedenle artmaktadır. Ve hepsi de terörist olarak yargılanmaktadır. Bu iktidarın belirlediği kırmızı çizgiler var. Bunu aşanlar yargılanıyor. Bu sınırlardan biri de Kürt sorunudur” dedi.

'NE YAPTIĞIMIZIN FARKINDAYIZ, DOĞRUYU YAPIYORUZ'

Cumhuriyetin kurulmasından önce de Kürt halkının yok sayıldığını, görmezden gelindiğini belirten Çelik, şunları söyledi: “Kürt sorununu gündeme getirenler bu nedenle ‘terörist’ ilan ediliyor. Mevcut sistem dışında farklı beyanlarda bulunanlar birçok konuda olduğu gibi konuları ifade etme biçiminde onlardan farklı olanlar terörist olarak nitelendiriliyor. Bu sisteme boyun eğmeyen gazeteciler olarak onurumuzu koruyoruz.

Bizim yaptığımız gazetecilik faaliyeti doğrudur. Ne yaptığımızı biliyoruz.”
Gözaltına alındıklarında ne ile yargılandıklarını bilmedikleri halde ana akım medyanın aleyhlerinde beyanlarla algı yarattığına da dikkat çeken Çelik, “Bu algı niçin yargılandığımızı açığa çıkarıyor” dedi.  

“Gazeteci olarak tüm programlarımda soruları kendim hazırladım, konuları ben belirledim, iddia edilen müdahaleler talimat olsaydı kabullenmezdim” diyen Çelik, bir yılda yaptığı 52 programdan 6’sının seçilerek, kriminalize edildiğini belirtti. Çelik, “HDP’li Ömer Öcalan ile tecridi konuşmamız suç gösterilmiş. Sorduğumuz sorular talimat olarak yazılmış. Her program öncesi ve sonrası talimat aldığım belirtiliyor. Ben 15 yıldır gazeteciyim, kimseden talimat almadım. Kürt sorununa ilişkin konuşmayalım mı" diye belirtti.

İddianamede yer alan suçlamalara ilişkin konuşan Çelik, Sur’da ve Kobanê’de çektiği fotoğraflar ve yaptığı telefon arama sayısının suç olarak gösterildiğini söyledi. İddianamede yasaklı 4 kitaptan bahsedildiğini ve isminin yer almadığını belirten Çelik, bunların iddianameyi şişirmek için eklendiğini belirtti. Çelik, “İddianameye baktığımızda suç yok. Bu gazeteciliğin yargılandığı davadır” diye konuştu.

'KÜRT KİMLİĞİ YARGILANMAK İSTENİYOR'

Mesleki faaliyetleri nedeniyle "örgüt üyesi olmakla" suçlanan tutuklu gazetecilerden Zeynel Abidin Bulut da savunmasını Kürtçe yaptı. Bulut, "Bugün burada Kürt kimliğimizin yargılandığını biliyoruz. Tüm baskılara rağmen Kürt halkının gözü ve sesi olmaya devam ediyoruz. Kürtlerin başına gelen şeyler sıradan şeyler değildir. Bu zulümlerin hepsi devletin arşivlerinde vardır ve bu hakikat gizlenemez. Biz de bu halkın başına gelen felaketleri ilettiğimiz için yargılanıyoruz” dedi.

"İçi boş" iddialarla tutuklandıklarını kaydeden Bulut, “Bu faaliyetlerimiz havuz medyasında gerçekleştirilse idi asla yargılanmayacaklardı. Kürt gazeteci olunca durum değişiyor. Bu çifte standardın bir göstergesidir" şeklinde konuştu.

'KÜRT BASINI KARANLIKTA BIRAKMIYOR'

"Bugün Kürt gazeteciliği olmasaydı halkın başına gelen birçok şey karanlıkta bırakılacaktı" diyen Bulut, "Bu durum hem devleti hem iktidarı rahatsız etti. Çünkü gerçek yüzlerini ortaya çıkardı. Ahlak ve etik dışı bir suçlamayla karşı karşıyayız. Biz Kürt halkının ve basın kurumlarının üyeleriyiz, bunu örgüt üyeliğiyle suçlamaya dönüştürmek kabul edilemez” şeklinde konuştu.
Kürt gazeteciler olarak başta asimilasyon politikaları olmak üzere birçok politikayı teşhir etmeye devam edeceklerini belirten Bulut, “10 yıllardır bu faaliyetleri yürütüyoruz. Onlarca arkadaşımız bu uğurda katledildi, tutuklandı, işkenceye maruz kaldı. Biz de onlardan biriyiz” dedi.

'KURDİSTAN'A KURDİSTAN DENİR...'

İddianamede birçok basın kuruluşunun çalışmasının suç olarak gösterildiğine dikkat çeken Bulut, "Bugün yargılaması gereken bizler değil tecavüzcüler olmalıdır. Kürt gazeteciler bugün olmasaydı gerçekler karanlıkta kalacaktır. Tahir Elçi, Roboskî, Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol gerçekleri bilinmeyecekti. Bu durum hem iktidarı hem devleti rahatsız etmektedir. Bunlar onların gerçek yüzünü ortaya çıkardı” diye belirtti.
Yıllardır gazetecilik yaptıklarını ve birçok röportaj yaptığını belirten Bulut, “Yüzlerce hak ihlali haberi yapmışım. Baktığınızda iddianamedeki tüm faaliyetler gazetecilik faaliyetleridir. Sunuculuk yaptığım birkaç program suç ilan etmiş. Kurdistan, Sayın Öcalan, tecrit demem suçlama olmuş. Rojava ve Başur’da söylediğim savaş söylemleri suç ilan edilmiş. Misal Başur’a (Federe Kurdistan Bölgesi) gidip savaş yapılırsa bunun adı işgaldir. İşgal değilse ne denir? Kurdistan demek suç olmuş. Ermeni ve Azeri halkının yaşadığı yere ne denir? Ermenistan ve Azerbaycan. Kürtlerin yaşadığı yere ise Kurdistan denir” dedi.

ecritten bahsetmesinin de suçlama konusu yapıldığını belirten Bulut, “Bir kişi tutukluysa, ailesi ve avukatlarıyla görüşmesi yoksa bu tecrittir. Bunun da halk üzerindeki etkisi büyüktür. Bu sorunların sebebi tecritten bağımsız değildir. Bugün Kürt halkı üzerinde baskıları görüyorsak, Kürt gazeteciler olarak bunu doğru yorumlamak zorundayız. Talimatla program yapmayız" şeklinde konuştu.  

Gerçekleri gizleyenin iktidar ve yandaşları olduğunu söyleyen Bulut, “Bu suçu biz işlemiyoruz iktidar ve onun yandaşları işliyor. Görülüyor ki iddia makamı gazetecilik faaliyetlerini bilmiyor. Savunmasını yapmayacağımız hiçbir çalışmamız yoktur. Tüm çalışmalarımızı sahipleniyoruz. Bu nedenle iddianamede suç gösterilen hiçbir şeyi kabul etmiyoruz. AYM’de güvenceye alınan şeyler nasıl suç olur? Biz burada suçlu durumda değiliz. Bu davanın davacısıyız" diye kaydetti.

'BU DURUŞMADA ÜLKENİN FOTOĞRAFINI GÖRÜYORUZ'

Mesleki faaliyetleri nedeniyle "Örgüt üyesi olmak”la suçlanan Xwebûn Gazetesi Yazıişleri Müdürü Mehmet Ali Ertaş, savunma yaptı. Kürtçe savunma yapan Ertaş, gazeteciler şahsında özgür basının yargılandığını söyledi. Ertaş, “Kendi duruşmamıza baktığımızda ülkenin fotoğrafını görüyoruz. Demokrasi, hak, hukuk, evrensel anlamda temel hak ve özgürlükler varsa yargılanma olmamalıdır” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB’ye “Kapıları açın” sözlerini hatırlatan Ertaş, kapıların açılması için prosedürlerin olduğunu ve bunun temelinin de özgürlükler olduğunu söyledi. Ertaş, “Bunun başında da basın özgürlüğü gibi konular geliyor. Arkadaşlarımız şahsında şu an evrensel gazetecilik yargılanıyor. Halkın haber alma hakkı yargılanıyor” diye belirtti. 

'KÜRT HALKININ DİLİ HEDEFTE'

Her gazetecinin halkın gerçekliğini söylemesi gerektiğini belirten Ertaş, “Biz gazeteciler olarak adalet, vicdan temelinde gazetecilik faaliyetlerini yürütmekteyiz. Kürt halkının kendisi burada yargılanmaktadır. Kürt halkının parçası olarak kendi dilimizle konuştuğumuz için yargılanıyoruz. Anadilde gazetecilik yapan tek gazete Xwebûn'dur. O yargılanmaktadır. Onun suçlanması, Kürt halkının değerleri, dilinin yargılandığını göstermektedir” şeklinde konuştu.  

Bu yargılama ile evrensel kriterlerdeki gazeteciliğin yapılamayacağının açığa çıktığını belirten Ertaş, “Her bir gazetecinin asli görevi doğru bir şekilde haber alabilmektir. Bugün gazetecilik yapıyoruz. Ekoloji, ekonomi, kültür, siyasi her haberi yapıyoruz. Her konuda halkı bilgilendirmeye çalışıyoruz. Gazetecilik anlamında Hêskif, Sûr gibi yerleri, doğayı korumaya çalışıyoruz. Bir gazetecinin görevi bunlardaki tahribata kamuoyuna duyurmaktır” dedi.

Kürt gazetecilere yönelik baskılara değinen Ertaş, “Bu sansür sadece haberler üzerinde değil, gazeteciler üzerinde de devam etmektedir” diye ekledi.

İddianamede talimat aldıklarının iddiasının gerçeği yansıtmadığını belirten Ertaş, “Sterk TV ve Medya TV’de ele geçirildiği öne sürülen belge kendi içyapılarına ilişkin bir işleyişi anlatıyor. Bizim onunla alakamız yok. Her basın kuruluşunun yayın politikası gereği kendi haber servisleri muhabirler ve çalışanlarıyla ilişkin bilgilendirme yapar. Program akışını belirler. Dolayısıyla kendileri ile alakalı bir durumdur. Bizle alakalı değildir” dedi.

Yaptığı programların suç olarak gösterildiğini belirten Ertaş, şunları belirtti:
"Ben evrensel gazetecilik kriterlerine göre mesleği yapıyorum. Yaptığım programlar kamuoyuna açıktır. Bu da düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır. Anadilde Kürtçe yayın yapan Xwêbun gazetesinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak gözaltına alınarak tutuklanmam Türkiye için bir utançtır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Uluslararası seyahatlere çıktığında koltuğunun altına Kürt gazete alarak Türkiye’de demokrasi olduğunun kanıtı olarak göstermektedir. Ancak biz Kürtçe yayın yapan gazeteden dolayı örgüt üyesi olarak yargılanıyoruz. Bu durum bizde şaşkınlık yaratıyor. Ne diyeceğimizi bilemiyoruz artık. Katledilen arkadaşlarımızın fotoğraflarının iş yerimizde, evimizde bulunulması suçlama konusu yapılmış. Bunları asmak kadar doğal durum olamaz. Basın kartımız dahi suç delili olarak gösteriliyor. Dolayısıyla bu iddianame gazetecilerin ve özgür basının yargılandığı bir iddianamedir. Bu iddianame haber yaymayı engelleme, gazeteciye ve halka sansür uygulama iddianamesidir."

'TARİH BU ADALETSİZLİĞİ YARGILAYACAK'

Duruşma Gazeteci Mehmet Şahin’in savunmasıyla sürdü.

Kürt dili üzerindeki baskılara kendi hikayesi üzerinden örnek veren Şahin, “36 yıl önce öğrenciyken annemi doktora götürdüm. Annem doktor odasına girdikten bir süre sonra doktor beni çağırdı. Doktor, ‘Annen Türkçe bilmiyor’ dedi, tercümanlık yapmamı istedi. Annem ‘kadın hastalığıdır, sana anlatmaya utanırım’ dedi. Tedavi olmadan köye döndü. Ben bugün annemin hakkını helal etmesi, sütünü helal etmesi için savunmamı Kürtçe yapacağım” dedi.

Kürtçe savunma yapan Şahin, Kurdistan’ın kadim uygarlığın çıktığı bir coğrafya olduğunu belirtti. İlk yazının, şiirin, edebiyatın, tohumun, tarımın burada çıktığını söyleyen Şahin, “Ancak bu coğrafyaya dilsizlik ve sağırlık dayatıldı. Bizim şahsımızda Kürt halkının hak, hukuk ve adalet arayışı yargılanıyor. Tarih de bu adaletsizliği yargılayacak” diye belirtti.

2016 yılına kadar öğretmenlik ve gazetecilik mesleğini sürdürdüğünü, 2016 yılında KHK ile ihraç edildiğini söyleyen Şahin, ihracına herhangi bir nedenin gösterilmediğini ve o süreçten sonra gazeteciliği zorlu şartlarda devam ettirdiğini belirtti. Şahin, “ Şimdi de gazeteciliğe ilişkin yürüttüğüm faaliyet bana suçlama olarak yöneltiliyor. Öyle görülüyor ki iddia makamı Kürt gazeteciliğinin tasfiye edilmesi görevini kendi üzerine almaktadır. Bir iddianame hazırlanmış, minareyi çalan kılıfını da hazırlamış. Bize suç yaratmak, hukuksuzluğa kılıf bulmak zorundaydılar. Bunun içinde iddianame hazırlandı, sonra dava açıldı” şeklinde konuştu.

İddianamedeki suçlamaların kendilerinde şaşkınlık yarattığını belirten Şahin, yasal olan ve vergisini veren Pel yapım içerisindeki çalışmanın suç unsuru olarak gösterildiğini belirtti. Çalışmalarının illegalize edilerek suç, yaratılmaya çalışıldığını ifade eden Şahin, “İddialar farazi, yorum ve kanaate dayandırılıyor. Polis bunu yapsa anlaşılırdı ama bir hukukçunun hukuk dışı delil üretmesi anlaşılamamaktadır” diye konuştu.
Kendisine dönük suçlamaların Kürt sorununun devamı niteliğinde olduğunu belirten Şahin, tarihsel süreç içerisinde gelişen Kürt sorununun evrelerine işaret ederek, 1900’lü yılların başlarında ise Kürtlerin temel haklarına yönelik ciddi saldırıların olduğundan ilk Kürt gazetesinin Kahire’de, sürgünde yayına başladığını hatırlattı.

"Kürtlerin her çabası, arayışları ‘terörize’ edilerek yasaklandı” diyen Şahin, şöyle devam etti: “Kürtlere ait hiçbir şeye tahammül edilmedi. Onun için 1898’de Kahire’de ilk Kürt gazetesi çıktı. Bu baskı günümüze kadar hiç ara verilmeden devam etti. Toplumların gelişmesi, hafıza oluşturulması açısından basın önemli bir güçtür. Bundan dolayı Kürt gazeteciliğine tahammül edilmiyor. Burada yaşamalarına izin verilmiyor. Burada yaşananların uluslararası topluma gösterilmesini istemiyorlar. 13 aydır tutuklu bulunmamızın sebebi de budur. Amaç Kürt basının tasfiyesidir.  Burada suç ve suçlu yaratılmak isteniyor. Bu yüzden hukuktan uzak, ciddiyetsiz bir iddianame ortaya çıkmıştır. Kürt gazeteciyim. Bu coğrafyada yaşıyorum. Benim Kürtlerle ilgili haber yapmam için talimat almama gerek yok. Talimat almayı kabul etmiyorum.”

Mahkeme başkanı, Şahin’in savunmasına yarın devam etmesine karar vererek, duruşmayı erteledi.

Gazetecilerin yargılandığı davanın duruşması, yarın saat 09.00’da Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edecek.