Leyla Güven: İhtiyacımız olan şey, serhildan ruhunu canlandırmaktır

Kürt Halk Önderi Öcalan’a yönelik tecridin sona ermesi için değil fiziki özgürlüğünün sağlanması gerektiğini belirten tutsak siyasetçi Leyla Güven, “İhtiyacımız olan şey 90'lı yıllardan 2000'li yıllara uzanan serhildanlar ruhunu canlandırmaktır” dedi.

Ankara Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutsak olan DTK Eş Başkanı Leyla Güven, Radyo Dengê Gel’in sorularını yanıtladı.

2018 yılında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sona ermesi için açlık grevine giren Güven, “Ben greve başlayacağımı kimse ile paylaşmadım. Çünkü bir engel olsun istemiyordum. Bu nedenle mahkeme heyetinin yüzüne söylemek beni daha da moralli kıldı. Amacım mücadelenin her alanında direnen genç hevallerimizin yükünü paylaşmaktı. Tecrit için verilen bedellerin bir parçası olmak istedim. Ancak böyle olmadı. Tek başıma çıktığım yolda binlerce arkadaşımın katılımı ile tek başıma kalmamış, birinci hedefimde başarıya ulaşmamıştım.

Artık grevde olan her bir arkadaşın sorumluluğu benim omuzlarımda idi. Yüreğim avucumda yola devam ediyordum. İkinci büyük yıkılışı da heval Zülküflerin, Aytenlerin başlattığı fedai eylemler sürecinde yaşadım. Gençlerin yükünü paylaşmak için çıktığım yolda bambaşka bir durum yaşanıyordu. Her bir tecrit şehidi, yüreğimin bir parçasını alıp götürüyordu” dedi.

DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nden mektup yoluyla verdiği röportajda şu değerlendirmelerde bulundu:

2018 yılında açlık grevinize ilişkin bugün baktığımızda, amaç ve hedefiniz için neler söyleyebilirsiniz?

Ortadoğu gibi bir coğrafyada yaşıyorsanız güçlü bir öngörüye ve iyi bir tarih bilgisine sahip olmak zorundasınız. Aksi halde emperyal güçler binlerce kilometre öteden gelip sizin ülkenizin sınırlarını çizebilir, sizi kendi ülkenizde mülteci konumuna getirebilir. Son yüzyıla bakıldığında Kürt ve Filistin halkının yaşadıkları biraz da budur. Kürt halkı yıllarca varlığını ispat etmek zorunda kaldı. Hala da ulus olmaktan doğan statü talebi için mücadele edilmektedir. Kuşkusuz her dönem kendi konjonktürü içinde ele alınır. Son yüzyıla bakıldığında halkına Önderlik etmek için birçok Kürt şahsiyetin ortaya çıktığını görebiliyoruz. Bu Önderler cesaret ve kahramanlıklarıyla tarihe mal olmuşlardır. Son 50 yılda Kürt Özgürlük Hareketine bakıldığında ise, uluslararası egemen güçlerin kodlarını çözen, onların esasında neyi hedeflediklerini bilen, bu doğrultuda kendi halkını aydınlatan, iç birliği olmayanların asla muvaffak olamayacaklarını bilen, Kürt sorununun lokal, bölgesel, parça bazında değil, ulusal bilinç ve ulusal birlik ile çözülebileceğini öngören Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan olmuştur.

KEMALLERİN DİRENİŞ MEKANINDA ANLAMLI BİR EYLEMİN KIVILCIMI OLMAK İSTEDİM

Adeta üzerine ölü toprağı serpilen Kürt halkının büyük uyanışını sağlayan bölgesel faktörlerden kişilik çözümlemelerine kadar her konuda ciddi bir jeopolitik ve jeostratejik okuma yapabilen, liderlik vasıflarını en iyi şekilde yerine getirebilen kişi, Önderliğimizdir. Bu nedenle Uluslararası Komployu doğru anlamak son derece önemlidir. Her ne kadar Kürt halkı ve Önderliğimiz bu komployu boşa çıkarmış olsa da sonuçta esaret koşulları devam ediyor. Kürt sorununun evrensel arenaya taşındığı, demokratik legal zeminde daha etkin bir mücadelenin yürütülmesi gerektiği bir dönemde ben de DTK Eşbaşkanı olarak bir şeyler yapmaya çalışıyordum. Ancak darbe bahanesi ile AKP, Kurdistan'da bir devlet terörü estiriyordu. Önderliğimizin 24 yıllık esaret sürecinde 22 yılı AKP döneminde yaşanmıştır. Erdoğan gibi kaprisli, pragmatist, riyakar, rövanşist, genel toplumda faşist bir despottan demokratik bir yaklaşım beklemiyorduk. Ancak bütün mahsuplara tanınan anayasal hakların dahi Önderliğimize tanınmaması çok özel bir durumdur. Önceki yıllarda ara sıra kısıtlanan hak gaspları artık tam bir mutlak tecride dönüşmüş durumdaydı.

AKP bunun tehlikeli bir oyun olduğunun farkındaydı. Ama bir yandan da halkımızın Önderliğine olan bağlılığını test ediyordu. Ben de bu tecrit işkencesini kabul etmiyor, bu konuda sürekli basın yayın kuruluşlarına açıklamalar yapıyordum. Ama yetmediğinin farkındaydım. 2017 yılında 50 Kürt siyasetçi olarak Amed’de açlık grevine başladık. Bu grevin kişiselleşeceğini anlayan AKP, 8. günün de Önderliğimizi ailesi ile görüştürdü. Daha sonra da tecrit kaldığı yerden devam etti. Ben 2018 yılında Efrîn'in işgaline karşı yaptığım konuşmalardan dolayı tutuklandım. Ağzını açan her kesimin tutuklandığı, büyük bir sessizliğin yaşandığı bu atmosferde bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyordum. Tam da heval Sakinelerin, Kemallerin, Mazlumların kaldığı direniş mekanında anlamlı bir eylemin kıvılcımı olmak istedim. Bu aynı zamanda milyonların ilk çığlığıydı. Bir halkın Önderliğinin susturulamayacağını herkese duyurmak istedim.

Yıllardır İmralı’da devam eden tecridi önleyememenin mahcubiyeti ile 7 Kasım’da açlık grevi kervanımız yola çıktı. Bugün baktığımda, keşke diyorum o süreçte tecridin kalkması değil, Önderliğin özgürlüğünü hedefleseydik. Hem 50 Kürt siyasetçi olarak hem de binlerce tutsakla yürüttüğümüz eylemlerin özgürlük için olması çok daha anlamlı olurdu diye düşünüyorum. Büyük bir kararlılıkla, emekle, bedelle sonuçlanan o sürecin fedaileri sayesinde Önderliğimizden haber almış olmak elbette önemli ancak milyonların idaresini temsil eden bir insanın hala tutsak olması da kabul edilebilir bir durum değildir.

ÖNGÖREMEDİĞİM HER GELİŞME BANA BÜYÜK DERSLER ÖĞRETTİ

Açlık greviniz 200. güne doğru giderken yazdığınız iki mektupta ölüme yaklaşıyorum demiştiniz. Neden? İçinizi ne acıttı da bunu yazdınız?

Ben başlayacağım eylemi kimse ile paylaşmadım. Çünkü bir engel olsun istemiyordum. Bu nedenle mahkeme heyetinin yüzüne söylemek beni daha da moralli kıldı. Amacım, mücadelenin her alanında direnen genç hevallerimizin yükünü paylaşmaktı. Tecrit için verilen bedellerin bir parçası olmak istedim. Ancak böyle olmadı. Tek başıma çıktığım yolda binlerce arkadaşımın katılımı ile tek başıma kalmamış, birinci hedefimde başarıya ulaşmamıştım. Artık grevde olan her bir arkadaşın sorumluluğu benim omuzlarımda idi. Aman onlara bir şey olmasın diyordum. Yüreğim avucumda yola devam ediyordum. İkinci büyük yıkılışı da heval Zülküflerin, Aytenlerin başlattığı fedai eylemler sürecinde yaşadım. Gençlerin yükünü paylaşmak için çıktığım yolda bambaşka bir durum yaşanıyordu. Her bir tecrit şehidi, benim yüreğimin bir parçasını alıp götürüyordu. Bu da benim gücümü tüketiyor, mecalsiz bırakıyordu.

Hep soruyordum neden ben değil de onlar diye. Bu şehadetler karşısında benim artık yaşamaya dair hiçbir istediğim kalmamıştı. Heval Zülküf, Ayten, Zehra, Mahsum, Sıraç, Medya, Yonca ve Avrupa’dan iki arkadaşımızın Önderlikleri için canlarını ortaya koyması hangi cümlelerle ifade edilir, bilemiyorum. Nefes aldığım her an onları saygıyla, minnetle anacağım. Ben artık tecrit şehitlerinin amaçladıkları Özgür Önderlik için daha çok mücadele etmeliydim. Bu çok zor bir durumdu ama onlara yakışır bir duruş sergilemek zorundaydım. Dolayısıyla o dönüm noktasında yazdığım bütün açıklama, çağrı, mesajlar vb. yanan yüreğimden kopan duygulardı. Eylem sırasında öngöremediğim her bir gelişme bana büyük dersler öğretti. İnsanın amaçları uğruna ölüme yaklaşırken dahi ne kadar moralli olabildiğini gördüm. İçimi acıtan şey, arkadaşlarımın yerine ölmemek ve hepsinin acısını derinden yaşamaktı.

ÖNCEKİ HATALARA DÜŞMEMELİYİZ

Şimdi neler yapılmalı?

Uluslararası Komplonun devamı olan tecrit işkencesi, 2018 yılında verdiğimiz ağır bedellere rağmen bütün cezaevlerine yayılarak devam ediyor. Kürt'ün ölüsüne, dirisine, yaşlısına, gencine düşman olan bu sistemin deşifrasyonunu güncelleyerek yapmak önemlidir. Bu tecrit politikalarını sadece AKP' den ibaret görmek de eksik olacaktır. Madem sorun bu kadar kapsamlı, o zaman bizim de bu konudaki her pratiğimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Neleri doğru ele almıyoruz? Nerede eksik yapıyoruz? Sanırım İmralı adasında başlayan ve bütün zindanlara yayılan bu tecridin yaşamın her alanına yayılacağına inanmadık. Kürt Halk Önderliğine yaklaşımın, esasında bütün Kürt halkına yaklaşım olduğunu yeterince bilince çıkaramadık. Oysa Önderlik birçok defa, "Ben burada kendimi koruyorum, siz esas kendi durumunuza dikkat edin" demişti. Doğrudur, öngöremediğimiz o kadar çok şey yaşandı ki, bu kadarını da yapamazlar dediğimiz birçok şey oldu ve olmaya da devam ediyor. Dolayısıyla daha önceki hatalara düşmeden tecridin son bulmasını değil, Önderliğin özgürlüğünü hedeflemeliyiz.  

RADİKAL ÇIKIŞLARA İHTİYACIMIZ VAR

Kendimizi doğru planlayıp somut ve gerçekçi taleplerle yola çıkmalıyız. Bu anlamda dışarıda başlayan "Önderliğe Özgürlük Kurdistan'a statü" hamlesi çok önemli bir başlangıçtır diye düşünüyorum. Ancak bu hamlenin gelip zindanlarda somutlaşması da eksik kalacaktır. Hepimizin deneyimleyerek öğrendiği üzere toplumsal boyut olmadan başarı şansı da olmuyor. Bu konuda radikal çıkışlara ihtiyacımız olduğu aşikardır. Örneğin Merdan Yanardağ tutuklandığında binlerce Kürt "ben de tecrit var diyorum" deyip savcılara dilekçe ile başvurabilirdi. Kürt sorununu gündemde tutacak ve çözüme katkı sunacak sivil itaatsizlik eylemlerine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda bütün alanlarda elimizde çok büyük avantajlar olduğunu düşünüyorum. Örneğin sürgüne gitmek zorunda kalan halkımızın kafile kafile sınırlara gelip, "Ya Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözün ya da bizi de tutuklayın" deseler ne olur? On binlerce Kürt ile dolan zindanlar çözümü dayatmaz mı?

BULUNDUĞUN YERİ DİRENİŞ ALANINA DÖNÜŞTÜRECEK OLAN SENSİN

Ayrıca cezaevleri, amaç ve hedefinde net isen o kadar da kötü değildir. Sonuçta bulunduğun yeri direniş alanına dönüştürecek olan sensin. Zindan tarihimiz bize bunu kanıtlamıştır. Yeter ki bizler nereden ve hangi imkanlarla bugünlere geldiğimizi unutmayalım. Şehit hevallerimiz Sara, Kemal, Hayri, Fikri, Sema, Mazlum, Zülküf, Aytenler direnişi birbirlerine devredip bu aşamaya gelmemizi sağladılar. Önderliğimiz ve yanındaki üç arkadaşımız 24 yıldır ağır bir tecride rağmen direniyorlar. O halde bizim ihtiyacımız olan şey, 90'lı yıllardan 2000'li yıllara uzanan serhildanlar ruhunu yeniden canlandırmaktır. Elbette şartlar, koşullar aynı değildir. Ama imkansız da değildir. Yeter ki bizim kıblemiz halkımız olsun. Bu mücadele için canını, malını, varını, yoğunu feda eden bu halk bundan sonra da elinden geleni yapacaktır. Halkımızla iletişimimiz sanal değil fiziki dokunuşla olursa başarı kaçınılmaz olacaktır. Mücadelemiz her zamankinden çok daha yakındır başarıya. Açıktır ki, bu süreç vasat, sıradan, etkisiz, gelişi güzel duruşları kabul etmiyor. O halde bizler elimizden gelenin fazlasını yapalım. Herkes bulunduğu yerin duvarına büyük harflerle yazsın, "İmralı’da tecrit var. Cezaevlerinde açlık grevi" var. O zaman her bir saniyenin bile çok büyük önemi olduğunu unutmayacaktır.

Ben radyomuzun değerli emekçilerini özlemle, sevgiyle kucaklıyorum. Herkese selam ve sevgilerimi iletiyorum. Önderliğin özgür olduğu bir ortamda buluşmak dileğiyle, sevgiler.