Lozan’da azınlıklara tanınan haklar Kürtlere tanınmadı

Lozan Antlaşması, Kürtlerin açlık grevleriyle devletten adeta canlarıyla kopartarak 2013'te kanunla garanti altına aldığı anadilde savunma hakkını tanıyan bir metindir. Türk devleti, sadece azınlıklar için geçerli olduğunu savundu.

Anadilde savunma hakkını 39. maddesinde tanıyan Lozan Antlaşması, basın yayının ana dilde serbestisini, ana dilde ibadet, toplumsal ve ticari ilişkiler geliştirme hakkını da içeriyordu ama bunların hiçbiri Kürtler için kabul edilmedi. 

"Madde 39/4: Herhangi bir Türk yurttaşının gerek özel ya da ticaret ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır.

39/5: Resmi dilin varlığı kuşkusuz olmakla birlikte, Türkçeden başka dil ile konuşan Türk yurttaşlarına yargıçlar önünde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar gösterilecektir."

Bu madde, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'nda yer alıyor.

Kurdistan'ın parçalanmasını uluslararası düzeyde meşrulaştırması açısından Kürtler için bir dönüm noktası niteliği taşıyan Lozan, pek çok açıdan derinlikli incelemeye tabi tutulabilecek bir metne sahip. Lozan Antlaşması, Kürtlerin açlık grevleri ile devletten adeta canlarıyla kopartarak 2013'te kanunla garanti altına aldığı anadilde savunma hakkını 39. madde ile hak olarak tanımış bir metindir. Sadece anadilde savunma hakkı değil, basın yayının anadilde serbestisini de tanıyan madde, anadilde ibadet, toplumsal ve ticari ilişkiler geliştirme hakkını da içermektedir.

TÜRKÇE BİLMEYENDEN HAYIR GELMEZ

Cumhuriyet tarihinde Kürtçe savunma yapıldığı bilinen ilk davalardan biri Şêx Saîd direnişi davasıdır. Davanın belgeleri, tüm çabalara rağmen hala tam anlamıyla ortaya çıkarılamadı. Devlet görevlilerinin hatıraları vicdanlarının el verdiği kadar, kısmi olarak yayınlanan mahkeme zabıtları da devletin görünmesini istediği kısımlar kadardır. Yargılananlara hükümet tarafından avukat hakkı tanınmadığı biliniyor ancak kimi kaynaklarda Şark İstiklal Mahkemesi'ndeki davada yargılanan bazı kişilerin savunmalarını Kürtçe ve Arapça olarak tercüman eşliğinde yaptığı geçiyor. Aynı heyetten oluşan Diyarbakır'daki Şark İstiklâl Mahkemesi, bir yıl sonra 1926'da sokağa çıkma yasağına uymadığı gerekçesiyle tutuklanan bir Kürt gencin yargılaması esnasında sorulara cevap vermediği için önce tavrını "siyasi" olarak ele aldı, sonrasında gencin Türkçe bilmediği anlaşılsa da idamına karar verdi. Olay, Diyarbakır Şark İstiklâl Mahkemesi Başsavcısı Ahmet Süreyya Örgeevren'in anılarında “Bir gün mahkemeye kara yağız, yiğit bir Kürt genci getirdiler. Hakimler sorguya çekti. Türkçe bilmediği anlaşılınca, hakimler danıştılar ve delikanlının idamına karar verdiler…” diye geçer. Örgeevren, mahkeme başkanı Mazhar Müfit Kansu'nun, "Türkçe bilmeyenden memlekete hayır gelmez" dediğini aktarır.

Şark İstiklal Mahkemesi, 1925-1927 yılları arasında toplam 5 bin 55 kişiyi yargıladı; 956 dosya kapsamında temyiz hakkı olmayan 798 karar verdi, 2 bin 663 kişi beraat etti, 435 kişi idam edildi ve yüzlerce kişi de sürüldü. Bu yargılamaların kaçında anadil yüzünden ifade alınamadı, kaçında mübaşir ve tercümanlar vasıtası ile ifadeler alınabildi, bilinmiyor. Bir istatistiki bilgi elde etmek zor. Tutarlı bir tavrın olmadığı ve kanun hükümlerinin uygulanmadığı, Ahmet Süreyya Örgeevren gibi devlet görevlilerinin anılarında sıkça karşımıza çıkıyor. Türkçe bilmediği için savunması alınamadığı halde hakkında ceza verilen birçok insanın olduğu bilgisini bu anılarda görmek mümkün.

Kürtçeye dair dönemsel, şahsi ve keyfi uygulamaları görmek mümkündür, ancak Kürt siyasallaşmasının artmasıyla birlikte Kürtçeye karşı git gide faşizan bir tutumun alındığı görülüyor. 

12 EYLÜL DÖNEMİ YARGILAMALARI

12 Eylül sonrasında anadilde savunma talebini mahkeme tutanaklarına geçiren ve konuyu uluslararası arenaya taşıyan isim, Mehdi Zana oldu. Hükümlü olarak tutulduğu sırada bir gazeteciye verdiği röportajda, PKK'yi ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir örgüt olarak tanımladığı için, hakkında "kanunun cürüm saydığı bir fiili övdüğü" suçlamasıyla dava açılan Kürt siyasetçi Mehdi Zana, yargılandığı davanın 25 Ocak 1991 tarihli duruşmasında Kürtçe savunma talebi reddedildi. Mahkeme heyeti, Zana'yı "ifade verme hakkından vazgeçmiş" saydı. Mehdi Zana, yaşadığı hak ihlalini AİHM'e taşıdı. AİHM, Türkiye'yi "Savunma hakkının ihlal edildiği" gerekçesiyle 1997'de mahkum etti.

'KCK ANA DAVASI'NDA SİYASİ DURUŞ

'KCK Ana Davası' adı altında 2010'da yargılanan siyasetçilerin mahkeme başkanının yoklamasına "Ez li vir im" cevabını vermesiyle bu handikap, Türkiye gündemine oturdu. Hapishanelerde bir hamle olarak geliştirilen anadilde ifade verme tutumu, hukukçuların anayasayı tekrar incelemesine ve konunun meclis gündemine taşınmasına vesile oldu. Anayasada Kürtçe savunma yapmanın önünde hiçbir engel yoktu, aksine Kürtçe savunma talebini reddetmek adil yargılama hakkının ihlali anlamına geliyordu. Prof. Baskın Oran, tam da o günlerde Lozan'ın 39. maddesini hatirlattı ve anadilde savunma talebinin reddedilmesinin, sadece Anayasa ve uluslararası hukuk ile değil, Türkiye'nin kurucu antlaşması olan Lozan ile de çeliştiğini, Kürtlerin bu hakka 1923'ten beri uluslararası bir taahhütle sahip olduğunu söyledi.

MAHKEME HEYETLERİ KARŞI DURDU

Tüm bunlara rağmen anadilde savunma talebini terörize eden mahkeme heyetleri, hükümetin tavrını bekleyerek üç yıl boyunca karşılamadı ve alınamayan ifadeler yüzünden mahkemeler kilitlendi. Mahkeme tutanaklarına anadilde savunma talebinin reddine dair hukuk tarihine düşecek onlarca ibretlik ifade geçti. "Bilinmeyen ve Kürtçe olduğu düşünülen bir dil konuştukları için ifadeleri alınamaz", "Sanığın Türkçeyi anladığı ve konuşabildiği anlaşıldığından", "Türkçeyi bilmelerine rağmen resmi dil haricinde savunma yapmak istedikleri, AİHS'nin 17. maddesinde belirtilen hakkın kötüye kullanılması yasağı kapsamındadır", "Meramını anlatacak kadar Türkçe bilmesine rağmen", "Siyasi bir tutumla Kürtçe savunma yapmak istediği için" gibi...

SÜRESİZ DÖNÜŞÜMSÜZ AÇLIK GREVİ

Tarih 12 Eylül 2012'yi gösterdiğinde, PKK ve PAJK'lı 483 tutsak, 58 Türk hapishanesinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesi ve Kürtçenin anadil olarak kamuda kullanılması talepleriyle süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladı. 68 gün süren ve tutsakların gruplar halinde katılarak büyüttüğü eylem, Abdullah Öcalan'ın çağrısıyla sonlandırıldı. Müzakere sürecinin başladığına ve açlık grevi taleplerinin kabul edildiğine dair çıkan haberler sonrasında, 24 Ocak 2013'te 6411 sayılı yasayla "anadilde savunma hakkı" yasalaştı. Bu süreçte tercüman eşliğinde Kürtçe savunma yapan ilk kişi, Amed'de 'KCK ana davası'nda yargılanan Batman eski Belediye Başkanı Necdet Atalay oldu. Kanunun çıktığı günün ertesi olan 25 Ocak 2013'te görülen duruşmada, Atalay savunmasını Kürtçe yaptı ve mikrofonu önceki uygulamanın aksine kapatılmadı. Yasa, resmi gazetede henüz geçmediği için mahkemeye resmi olarak tercüman atanamamıştı ve Atalay'ın ifadesinin tercümesini avukatı Mustafa Yıldız yaptı.

Kanuna göre devlet, "Türkçe bilen ama kendisini daha iyi ifade edebildiği dili konuşmak istediği için Türkçe konuşmayan sanığın" tercüman giderlerini karşılamadı ya da bunu hakimin takdirine bıraktı. Tercümanlara uzun süre avukatlar ulaştı, tercümanlık giderleri yargılanan kişiden talep edildi.