Müftüoğlu: ‘Yoksullaşmaya, sefalete karşı itirazlar yükselecek’

Önce milyonları ilgilendiren asgari ücrete, ardından memur, emekli maaşlarına sefalet zamları yapıldı. Çalışma ekonomisti Özgür Müftüoğlu, yoksullaşmaya karşı itirazların daha da yükseleceğini belirtiyor ve iktidarın da bunun farkında olduğunu vurguluyor.

ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU

Türkiye’deki birçok çalışanı ilgilendiren asgari ücret zammı açıklandı. 1 Ocak 2025’ten itibaren geçerli olacak net asgari ücret 22 bin 104 lira olarak belirlendi. Böylece net asgari ücret, önceki yıla göre yüzde 30 oranında artırıldı.

Yeni yılın başlamasıyla milyonlarca emekli ve memurun maaş zamları da açıklandı. Son olarak, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de imzasıyla, sözleşmeli kamu personeli, memur ve memur emeklilerine yüzde 11,54 oranında zam yapılması kesinleşti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, iktidarın “emekli yılı” ilan ettiği 2025’in ilk 6 ayında en düşük SSK ve Bağ-kur emekli maaşının 14 bin 469 lira olacağını açıkladı. Öte yandan, memur sendikaları KESK, BASK, Birleşik Kamu-İş, HÜR-SEN ve ASİM-SEN’e bağlı binlerce kamu çalışanı, 13 Ocak’ta iş bıraktı.

Milyonlarca çalışana sefalet ücretleri dayatan iktidar, aslında bunun tartışmasını 2025 öncesinde başlatmıştı. Yapılacak zamların “hedeflenen enflasyon” oranında yapılacağını açıklayan ekonomi yönetimi, 2025’te bunu hayata geçirmiş oldu. İktidar, ücret politikasını bu şekilde belirlerken, çalışanları 2025’te nasıl bir tablo bekliyor? Milyonlarca işçi ve memur bu politikalar karşısında ne yapmalı? Akademisyen Özgür Müftüoğlu, bu soruları yanıtladı.

‘GERÇEKLERİ ÇARPITARAK ANLATMAKTAN BAŞKA YOLU YOK’

İktidarın gerçekleri çarpıtarak topluma anlatmaya çalıştığını belirten Müftüoğlu, “Esas olarak, başından beri Türkiye'ye yatırımları çekecek ve sermaye için cazip bir ülke haline getirmeyi hedefleyen politikalar, bu düşük zamları ve yoksullaştırmayı getiriyor zaten.

Haliyle bunun devamını uyguluyorlar, ama burada şöyle bir farklı durum var. İktidar, bu uyguladığı politikayı çarpıtarak ortaya koymaya çalışıyor. Artık topluma anlatabileceği bir şey olmadığı için gerçekleri çarpıtıp bir algı yaratmaya çalışıyor. ‘Sizin karnınız aç değil aslında’ gibi ya da ‘ücret ancak böyle olur’ gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. Bunun için de TÜİK gibi kamu kurumlarını bu amaçla kullanıyor. Yani, enflasyonu gerçek dışı şekilde açıklıyor. Bunun gerçek olmadığını herkes görüyor, ama fiili ve resmi olarak bunu uyguluyor.

Mesela benzer olarak Filistin'e destek mitingi düzenliyor, ama öbür taraftan İsrail'le ticaret yapıyor ya da Suriye'de İsrail ile ortak politikaları uyguluyor gibi. Topluma gerçeği söyleyerek ayakta durabilmesi mümkün değil ya da söyleyecek bir şey bulamıyor. Dolayısıyla da çarpıtarak ve gerçek dışına çıkarak bunun üzerinden yürümeye çalışıyor. Ücret politikası da aynen bu şekilde” diye ifade ediyor.

‘İKTİDAR DA BUNUN FARKINDA’

Özgür Müftüoğlu, iktidarın ücret politikalarının çarpıtma üzerine kurulu olduğunu ifade ederken, öte yandan bunları hayata geçirdiğini de ekliyor. Müftüoğlu, iktidarın hayata geçirmediği şeyin ise hâlâ yasalarda var olan ve emekçilerin lehine olan düzenlemeler olduğunu kaydediyor: “Bu ücret politikalarını uygularken, dediğim gibi hem gerçekleri çarpıtıyor hem de öbür taraftan yasaları da uygulamıyor. Örneğin, hâlihazırda birçok değişim olmasına rağmen sermayeye karşı hâlâ yasalarda emekçileri koruyacak birtakım düzenlemeler var. Ama bu düzenlemeler hayata geçirilmiyor. Tam tersine, aslında hukuk dışına çıkarak ve hukuk dışı bir şekilde bu uygulamaları karşımıza koyuyorlar. Ya da emekçilerin haklarını savunacakları süreçleri gene hukuk dışı bir şekilde engelliyor; grev yasakları vesaire gibi yöntemlerle.

Bir de artık sofraya gelen lokma çok küçüldü. İktidar şunun da farkında, buna itirazlar yükselecek. Hatta tepkiler yükselmeye başlıyor. 2025’te bu seslerin önemli ölçüde yükseleceğini kendileri de öngörüyor ve bunun önünü almak için de çok sert şekilde müdahalelerde bulunmaya çalışıyorlar. Hem baskı aygıtlarını hem yargıyı hem de kolluk güçlerini kullanarak bir baskı ortamı yaratmaya çalışıyorlar.”

‘HALK, EKMEĞİ VE SUYU MU ALMAYIP BOYKOT EDECEK?’

İktidarın ücret politikalarını hayata geçirmek için birçok baskı mekanizmasını kullanacağını ve zaten kullandığını da söyleyen Özgür Müftüoğlu, var olan sendikal yapıları da pasifize ederek sürece meşruiyet kazandırılmaya çalışıldığına dikkat çekiyor: “Bu düşük ücret ve yoksullaştırma politikasını izlerken, yandaş sendikaları da örneğin, Türk- İş’i pasifize etmek şeklinde ya da Memur- Sen’le memurlar için yapılan sözleşmelerdeki oyunlar gibi, sanki bunlar meşruymuş, sanki bunlar toplu iş sözleşmesinde gerçekleşmiş gibi bir algı yaratılıyor aynı zamanda. Dolayısıyla iktidar, bu yandaş sendikaları da politikalarını meşrulaştıracak bir araç olarak kullanıyor.

Türkiye'nin hak arama yollarının kapalı olması, demokrasinin işlememesi ve otokratik bir rejimin varlığı, aynı zamanda bütün bu olanların zeminini de hazırlıyor. Dolayısıyla AKP hükümeti, sermaye için emeği rahatça sömürebilecekleri olanakları hazırlamış oluyor. Sermaye de tabii bundan çok memnun. Çünkü bir taraftan kârlar inanılmaz yükselirken, öbür tarafta ise gerçekten inanılmaz bir yoksullaşma yaşanıyor.

Cumhurbaşkanı son açıklamalarında halka, ‘yüksek fiyatlı malları, firmaları boykot edin’ dedi. İnsanlar zaten ancak bir tane su alıp çocuklarının beslenme çantasına koyabiliyor ya da belki bir simit veya iki üç dilim ekmek alabiliyor. Bunu mu tüketmeyecekler yani? Su mu tüketmeyecekler? Ekmek mi almayacaklar da boykot edecekler?”

‘ÜRETİMDEN GELEN GÜCÜNÜ KULLANAN KAZANIYOR’

2025’in ilk günlerinde, aylardır direnen Polonez işçileri haklarını kazandı. Bu kazanımların ve artan yoksullaşmanın, 2022’deki gibi bir eylemler zincirini tetikleyip tetiklemeyeceğini sorduğumuz Müftüoğlu, şöyle yanıt veriyor: “2022 gibi bir eylem dalgası elbette gelebilir. Çünkü böylesine inanılmaz bir baskının olduğu, ücretlerin baskılandığı, yoksulluğun ve sömürünün dayatıldığı koşullarda, örneğin Birleşik Metal'in grev yasağına rağmen direnmesi ya da Polonez işçilerinin elde ettiği kazanımlar çok önemli.

Aslında ne yapılması gerektiğinin cevabını da burası veriyor. Üretimden gelen gücü kullandığınız zaman, üretim sürecinin üzerinde direndiğiniz zaman sonuç alabiliyorsunuz. Ama burada özellikle şunu da vurgulamak lazım; bunların bir tanesi metal sektörü, öbürü gıda sektörü ve belli şekilde sanayileşmiş, belli şekilde sanayi organizasyon biçimi var burada. Buralardaki işçilerin üretimden gelen gücü kullanmaları, örgütlü oldukları için de daha mümkün. Ama bugün Türkiye'de emek piyasasında çok büyük bir kısmı zaten ücretlerin en düşük olduğu kısımlar ve örgütlülük yok. Oradaki üretimden gelen gücün kullanılması, yani üretim yapmamak ya da bunu bir tehdit olarak kullanmak bu kadar etkili olmayabilir. Dolayısıyla bunun için de ayrıca bir mücadele gerekli. Önümüzdeki süreçte direnmek, örgütlenmek ve mücadele etme talepleri olacak, ama onları alıp sürükleyecek olan partilerin ve sendikaların bu noktanın üzerinde durmaları gerektiğini de düşünüyorum.”