Tarımda da tek adam rejimi

Gıda enflasyonunda dünyada 10’uncu sırada olan Türkiye, tarım politikalarını büyük oranda merkezileştirdi. Planlı tarımın bile tek adam rejimine bağlandığını söyleyen HDP’li Rıdvan Turan, tarım politikalarını eleştirdi.

Türkiye, Dünya Bankası verilerine göre gıda enflasyonunun en yüksek olduğu ülkeler arasında 10’uncu sırada. Son üç yılda ise gıda enflasyonu yüzde 245 artmış durumda. Biraz daha geriden bakarsak DİSK-AR’ın verilerine göre 2005'te yüzde 5,95 olan gıda enflasyonu, 2023'te yüzde 53,92'ye yükseldi. Özellikle Covid-19 salgını ve de Ukrayna Savaşı gibi etkilerden dolayı dünyada yükselen gıda enflasyonu ise son 1 yılda geriledi. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) açıkladığı Küresel Gıda Fiyat Endeksi son bir yılda yüzde 21 düştü.

Peki, bir tarım ülkesi olan Türkiye’de gıda enflasyonu neden bu kadar yüksek? Tarım politikasındaki birçok düzenleme bugün bu enflasyonun nedenlerini açıklıyor. Yakın zamanda gıda güvenliği ve planlı tarım uygulaması buna örnek verilebilecek alanlardan biri. Her ne kadar planlı tarım kabul gören bir sistem olsa da AKP bunu merkezileştirerek üretici, yereller ve paydaşların bu politikalara dahil olmasının önüne geçiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 23 Mart 2023 tarihinde kabul edilen ve 5 Nisan 2023 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 422 Sayılı Kanun’a göre bazı düzenlemeler yapıldı. Planlı tarım için yapılan bu düzenlemelere göre gıda güvencesi ve güvenliğinin temin edilmesi, verimliliğin artırılması, çevrenin korunması ve sürdürülebilirliğin tesis edilmesi için bakanlık tarafından belirlenen ürün veya ürün gruplarının üretimi öncesi izin zorunluluğu getirildi. Bunun yanı sıra üretim planlaması için kurul oluşturulacak. Oluşturulacak kurulun üyeleri ise bürokratlar olacak. Üreticilerin, sendikaların, birliklerin ya da yerellerin ise bir oy hakkı olmayacak.

Türkiye’deki enflasyonu artıran unsurlardan biri olarak da görülen gıda enflasyonunun tarım politikalarıyla olan ilişkisini, AKP’nin çıkardığı son düzenlemenin etkilerini ve yaz ayları olmasına rağmen çarşı pazarda düşmeyen tarım ürünleri fiyatlarını, HDP Ekonomi ve Tarım Politikalarından Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Rıdvan Turan ile ANF için konuştuk.

Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 422 Sayılı Torba Yasa ile 2006 yılında kabul edilen 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 7. Maddesinde önemli bir değişiklik yapıldı. Buna göre, çiftçiler üretim yapmadan önce Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan izin almaları gerekiyor. Yoksa ceza kesilecek. Öncelikle bu planlama ne gibi sonuçlar getirecek?

Biz bu 422 sayılı torba teklife çok sert muhalefet gösterdik. Biz elbette planlı tarıma karşı değiliz ama bu kanunda aslında ormanları ilgilendiren de çok önemli maddeler var ve orman talanının önünü açıyor bu maddeler. Fakat bu 422’nin en çok tartışılan başlıklarından bir tanesi, özellikle planlı tarım adı altında piyasaya sürdükleri yaklaşım ve politikaydı. Bunu şuna dayandırıyorlar; diyorlar ki, gıda arz güvenliğini sağlamamız gerekiyor. Dünyada küresel ısınma vesaire sebebiyle bir gıda krizi söz konusu olabilir. Dolayısıyla Ukrayna savaşı var, jeopolitik riskler söz konusu,.o sebeple biz planlı tarıma geçiyoruz. Yani aslında gıda arz güvenliği diye bir sorunun olduğu kabul edilmiş durumdadır.

Birkaç açıdan bu kanunu ele almak gerekir. Öncelikle bu gıda arz tehlikesi nedir ya da güvenliği üzerinden nasıl planlama yapıyorlar? Temel olarak sorulması gereken soru şu: Niye bir arz güvenliği problemi var? Türkiye'de ürettiğimiz yetmiyor mu? Demek ki yetmiyor. Peki, bu yetmeme halini yalnızca üreticileri zapturapt altına alıp bürokratik bir biçimde Ankara'dan planlayarak çözmek mümkün mü? Elbette mümkün değil. AKP yıllardan beri sürdürdüğü neoliberal tarım politikalarının yaratmış olduğu riskleri ve olası kriz ihtimalini bir kez daha kendisinin dışındaki faktörlere ihale ediyor. Yani sorumlusu kendi değilmiş gibi. Çiftçilerin ne ekeceğine, nasıl ekeceğine kendileri yani bürokratlar karar verdiğinde arz güvenliği söz konusu olmayacak. Bir defa bu tarımın niye bu noktaya geldiğini, Türkiye'nin niye bir ithalatçı haline dönüştüğünü, yerli tohumlar başta olmak üzere buğdaydan arpasına, samanından bakliyatına kadar neden ithal ettiğimizi izah etmek lazım. Bu izah yapılmadan çiftçinin tercihleri sebebiyle bir arz güvenliği sorunuyla karşı karşıyayız diye bir tespitte bulunmak, tam anlamıyla AKP bürokrasisinin, AKP aklının yapabileceği şeydi.

Peki, dediniz ki biz planlı tarıma karşı değiliz. Biraz daha açmak gerekirse burada karşı çıktığınız nokta nedir?

Biz sosyalistler planlamadan yanayızdır. Ama planlamanın böyle merkeziyetçi ve bürokratik bir biçimde yapılması doğru değildir. Yani her şeyi iyisini biz biliriz diyen iktidar, bir kez daha tarımda da nerede neyin ekileceği, nasıl ekileceğini, kimin ne ekeceğine biz karar veririz demiş oluyor. Planlama olmazsa olmazdır ama planlamanın esas özelliği, o üretimi yapanlarla birlikte planlamaktır. Yani yerellerle, yerel yönetimlerle, belediyelerle kendi içerisinde özerklik içeren bir perspektiften olmasıdır. Çünkü her bir yerelin tarımsal ürün deseni farklı, su rejimi farklı. Dolayısıyla bunu ancak yerel ve kooperatiflerle beraber planlamak doğru olurdu. Merkez burada herkes için kolaylaştırıcı olmalıydı. Şimdi mebzul miktarda bürokrat Ankara'da oturacak, bunlara karar verecek. Bu bir defa inanılmaz bir bürokrasi.

İkincisi; bu bürokrasi tamamen merkezi. Yani siyaseti nasıl sürdürüyorsa bu zevat tarımı da aynı biçimde sürdürüyor. Bu uygulanabilir değil.

Üçüncüsü; AKP iktidarı sayesinde çiftçi zaten böyle borsada hisse senedi alır gibi ürün üretiyor.

Nasıl?

Yani oranın ekolojik özelliklerine, su varlığına ve iklimsel özelliklerine bakmadan nereden, ne kadar kar ederim diye bakıyor. Çiftçiyi bu noktaya getiren şey, iktidarın uyguladığı politikadır. E şimdi iktidar diyor ki, buna da ben karar vereceğim. Ama bu çiftçiyi tatmin etmeyecek. Çünkü çiftçi, eğilimini AKP'nin yaratmış olduğu iklim sebebiyle sürekli daha fazla para kazanayım üzerinden şekillendirecek. Bu da gayrimeşruya kaçışlara sebep olacak. Yakalayınca da bunun cezasını uygulayacaklar.

Normalde tarımın üç tane çok önemli ayağı var. Bunlardan bir tanesi, gıda güvenliğidir. Yani zehirsiz sofralardır, deyim yerindeyse kimyasalsız... Bir tanesi gıda güvencesidir, insanlara beslenebilecekleri yeterlilikte ulaşılabilir gıda sunma meselesidir. Üçüncüsü de gıda egemenliği. Bu da yerellerin merkezi otoriteye karşı bir demokrasi talebidir. Çünkü gıda egemenliği denen şey, çiftçinin ne ekeceğine, nasıl ekeceğine, ne biçimde ekeceğine tarım tekellerinin değil bizzat çiftçinin kendisinin karar vermesidir. Bu bir bağımsızlık mücadelesi gibi gelişti, özellikle Latin Amerika yerli hareketlerinde. Çünkü ABD baskısıyla buralarda belirli ürün deseni zorlanıyordu. Bu insanlar da kendi iaşeleri ve günlük hayatlarının sürmesi açısından gıda egemenliğinin olmazsa olmaz bir faktör olduğunu savunageldiler. Ve şu anda bunu dünyaya da kabul ettirdiler. AKP'nin getirdiği bu yaklaşım, aynı zamanda gıda egemenliğini de çiftçinin elinden alıyor. Özellikle diyorlar ki, bu planlı tarımda sözleşmeli tarımı öne çıkaracağız. Sözleşmeli tarım dediğimiz şey, piyasa ilişkileri çerçevesinde çiftçinin hiçbir şeyi belirleyemediği, fiyatı belirleyemediği, hangi girdileri kullanacağını belirleyemediği, fiyat dahil olmak üzere her şeyi sözleşmeli tarımsal ilişki içerisine girdiği şirket tarafından belirlendiği bir süreçtir.

Ama zaten tarımda üreticinin bu büyük şirketlerin insafına bırakılma durumu var, değil mi?

Evet, bu zaten Türkiye'de var da bu planlamayla birlikte tırnak içinde “planlı tarımla” bu şirketlerin ihtiyacı ve yaklaşımı neyse ona göre bir planlama söz konusu olacak. Yani şirket egemenliğine Türkiye tarımını peşkeş çekme araçlarından bir tanesi. Biz demokratik planlamalara, yerelleri dikkate alan planlamadan yanayız. Eğer planlamadan bu sözünü ettiğim faktörleri çıkartırsanız o tek adam rejiminin, tek adam diktasının tarımsal alanındaki devamı olacaktır, ki zaten bunu yapıyorlar. Tarım Ankara'dan planlanıyor sözüm ona ama aslında çok uluslu şirketlerin ihtiyaçları ve yönelimleri doğrultusunda bir planlama bu.

Bu komisyon içerisinde ne yerelden ne de gerçek paydaşlar yok, bürokratlar var. İhtiyaca binaen bazen çağrılabilirmiş diye madde koydular. İhtiyaca binaen ne demek? Bu meselenin en fazla yakıcılığını hisseden kesimler, zaten bu yereldeki insanlar. İhtiyaç olursa görüşleri alınırmış ama oy hakları olmazmış! Yani dostlar alışverişte görsün babında. Ona da komisyonda biz çok itiraz ettik de ondan sonra getirdiler, koydular. Dolayısıyla nereden bakılırsa bakılsın, bir defa Türkiye tarımının temel problemi olan ithalatçı neoliberal, tarım politikalarına laf etmeden bir planlamayı getirmek, tam tersine tarım alanında zaten koşulların son derece olumsuz olduğu göz önünde bulunulursa, arz güvenliğini sağlayacak bir şey olmayacak.

Şu soruları niye sormuyoruz? Türkiye neden çiftçi yaşı 55’e çıkmıştır? Türkiye'de 26 milyon hektardan 23 milyon hektara tarımsal alanlar niye azalmıştır? İki tane Trakya Ovası kadar tarım alanı neden yok edilmiştir? Bir de maliyetler var. "Faiz sebep, enflasyon sonuçtur" politikasının da etkisiyle girdi maliyetleri neden bu kadar yükseltilmiştir, kırsal neden tasfiye edilmiştir? Hala Kürt illerinde yayla ve mera yasağı neden devam etmektedir? Bu savaş politikalarının tarıma verdiği zarar neden görmezden gelinmektedir? Mesela büyükbaş, -küçükbaşta hafif de olsa bir artış var- hayvan sayımız neden azalmaktadır? Bunlara cevap vermeksizin arz güvenliğini sırf çiftçinin tercihleri üzerinden izah etmeye çalışmak, "çiftçi böyle tercih gösterdiği için biz bir arz sıkıntısı yaşıyoruz" demenin mantıkla da, insaniyetle de, vicdanla da bir ilişkisi yoktur doğrusunu isterseniz.

Gıda enflasyonu kasım ayından beri zirveye ulaştı. Gıda enflasyonu genel enflasyonu yükselten kalemlerden biri. Öte yandan eskiden iktidar buna sizin de dediğiniz gibi ‘bakın dünyaya da gıda enflasyonu yüksek’ diye cevap veriyordu ama dünyada bir gerileme söz konusu gıda enflasyonunda. Türkiye'de bu kadar yükselmesinin sizin de bahsettiğiniz bu tarım politikalarıyla nasıl bir ilişkisi var?

Evet, bir yandan Ukrayna savaşı, diğer taraftan küresel kuraklık riski ve iklim değişikliği var bu yüzden artıyor diyorlar. Ama bunun böyle olmadığını biliyoruz. Dünyada gıda enflasyonu birkaç çeyrektir düşüyorken Türkiye'de niye artıyor? Tabii bunun cevabının verilmesi lazım. Bir de Türkiye tarımsal olarak önemli bir ülke. Dünyada yeri olan bir ülke ama bu fiyatlar niye artıyor? Bunun cevabını vermek istemiyorlar. Bunu çiftçinin üzerine ihale etmeye çalışıyorlar. Yaz aylarındayız, üretim başladı ama pazara gidiyorsun; en basit ve temel ihtiyaç için 500 liradan aşağı o pazarı terk edemiyorsun. Dolayısıyla şunu görmek gerekir. Bir defa iktidar girdi maliyetlerini sistematik olarak arttırdı. Özellikle kur karşısında Türk lirasının değersizleşmesini sağladığından dolayı. E tarım dediğiniz şeyin çok önemlice bir girdisi ithal kalemlerdir: Mazottur, petroldür, tarım kimyasallarıdır. Ne yazık ki artık tohum da öyle, 2006’da çıkarttıkları tohum yasasıyla, biliyorsunuz ki çiftçinin kendi tohumunu ekmesi yasak artık. Bunun da cezai yaptırımı var. Onlar da ancak akredite, uluslararası şirketler tarafından onaylanmış olmak koşuluyla ekiliyor. E bu da dövize bağlı. Tarımsal mekanizasyonun bir kısmı yine benzer biçimde dövizden etkileniyor. Hayvancılıkta hayvan aşıları, gıdası vs.

Dünyada özellikle son 30-40 yıllık zaman dilimi içerisinde bütün tarım sektörlerini bir merkeze bağlamak, o merkezin yönelimleri doğrultusunda üretimi planlamak gibi bir şey ortaya çıktı. Yani bizim geleneksel üretim biçimlerimiz gerici olarak, yeterli ürün üretmesi mümkün değil diye nitelendirildi. ABD merkezli dünyanın yüzde 50’sinden fazlasını kontrol eden, bu anlamda Bayern, Monsanto gibi firmalar hem tarım kimyasallarında hem de tohumda ve benzeri şeylerde dünyayı kontrol ettiler. Oysa her ülkenin kadim geçmişinden kaynaklı bir üretim anlayışı, planı, programı vardı. Mesela Afrika'daki insanlar kendilerine göre ve kendilerini doyuracak kadar geçimli tarım yapabiliyordu. Beyaz adam gitti, onlara dedi ki; "bu gericiliktir, böyle üretim olur mu? Fosil yakıtların kullanılması, daha fazla kimyasal, daha fazla zehir, daha çok ürün yapılması lazım." Bizim ülkemizde de şu anda bu tarımsal girdilerin, tarımsal üretimin bu kadar hassas olmasının sebeplerinden bir tanesi bu tercihtir. Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının geleneksel kadim tarımsal üretimi yok edildi. Bu bilgi birikimi yok edildi, tasfiye edildi. Ne yazık ki tarımsal girdi sebebiyle bu gıda enflasyonunun azalması falan mümkün değil.

Ben kaç yıldır bağırıyorum; Türkiye bir gıda kıtlığına ve gıda krizine doğru gidiyor. Buna ilişkin önlem almak gerekir diye. Sarf ettiğimiz onca laftan sadece gıda krizi, arz güvencesini öğrenebilmişler. Onu da inzibati yol ve yöntemlerle geliştirebileceklerini zannediyorlar. Hayal görüyorlar. Bağımlılıklar çok artacak, daha pahalı olacak. İnsanlar daha kötü beslenecek. Durum bu.