Merkez Bankası'nın faiz artışı, beklenenin altında gelip piyasalarda hoşnutsuzluk yaratırken HDP’li Rıdvan Turan, faiz artışının resesyon ve işsizlik sorununa yol açacağına işaret ederek, buna kurtarıcı misyonu yüklemenin yanlış olduğunu söylüyor.
Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı olarak atanmasının ardından ekonomide özellikle Ortodoks politikalara dönüleceği sinyali verildi. Bu sinyal elbette piyasalar için faiz artırımı anlamına geliyordu. Uluslararası para kuruluşlarının yüzde 40 varan faiz artırımı beklentisi ise 22 Haziran’da Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası(TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) açıklaması ile birlikte büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Merkez Bankası yeni başkan Hafize Gaye Erkan yönetimdeki ilk politika faizi artışını, 27 ay sonra 650 baz puan olarak gerçekleştirdi ve faiz yüzde 15’e çıktı.
Şimşek ise ardından açıklamalarda bulundu ve faiz artışını istikrarlı büyüme ve istihdamla birlikte düşünmek gerektiğini söyledi. Zira yüksek faiz artışının ekonomide durgunluğa (resesyon) neden olduğu ve istihdamın da azalacağı tehlikesi birçok ekonomist tarafından zaten dile getiriliyordu. AKP’nin ise seçimi işsizlik oranının düşük olmasından kazandığı yorumları yapılırken, aslında Mehmet Şimşek tam da seçim öncesi büyük riskler almadıklarına işaret etti.
Piyasaları memnun etmeyen bu faiz artışının geniş emekçi kitleleri ve Türkiye halkları açısından ne anlam ifade ettiğini HDP Ekonomi ve Tarım Politikalarından Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Rıdvan Turan’a sorduk.
DURGUNLUK VE İŞSİZLİĞE YOL AÇAR
HDP’li Turan, meseleye iki türlü yaklaşmak gerektiğini söyledi:
* Faiz artışı bir enstrüman olarak kullanılır ama faiz artışının ekonomiyi durgunluğa sürükleyeceği, büyümeyi azaltacağı, dolayısıyla istihdamı azaltacağı bilinen şeyler. Her koşulda faiz artışına bir tür kurtarıcı olarak bakmak doğru değil. Burada iktidarın planı, özellikle vurguladığı şey aslında bir imaj değişikliğiydi. Hem Merkez Bankası'nın hem Hazine ve Maliye Bakanlığının değiştirilmesiyle birlikte dünyaya makul olarak görülen, Ortodoks ekonomi politikalarına dönme potansiyelini içlerinde barındıran kişilerin bu makamlara getirilmesiyle esasen Türkiye ekonomisinin dışarıdan sıcak parayla fonlanmasını sağlanacaktı. Tabii sadece bu isimler geldiği için dışarıda dolanan para Türkiye'ye gelmez. Onları çekmek için de faiz artışı bir enstrüman olarak kullanılıyordu. Faizin artmasıyla birlikte sıcak para Türkiye'ye gelecek, doğrudan yatırım olarak ekonomiye bir tür aşı vazifesi görecekti. Bunun için de 25 puana çıkan bir faizin ancak böyle bir süreci tetikleyeceği iktisatçılar tarafından söylene geldi. Görülen o ki; açıklanan rakam, yabancı kaynak girişini cezbedecek bir miktar değil.
* İkincisi; böyle bir faiz oranı piyasaları tatmin etmiyor. Enflasyon üzerinde azaltıcı bir etkiye sahip olması mümkün değil. Yani harcamaları kısarak faizin artması, hanelerin harcamalarını kısmalarına sebep olan ve dolayısıyla da talep çekişli bir enflasyonun azalmasına sebep olacak bir faktör olarak iktisatta gösterilir. Bunu sağlaması ön görülüyordu. E bu da sağlanmayacak. Kur da artmaya devam edecek, zaten ediyor.
İMAJ ÇALIŞMASINDAN İBARETMİŞ
Turan, Türkiye'nin ciddi bir döviz krizi riskine işaret ederek, şöyle devam etti: “Belli ki seçtikleri yöntem, faizi böyle tedrici olarak artırmak biçiminde devam edecek. Tabii biz burada her şeyin bir imaj çalışmasından ibaret olduğunu, Saray vesayetinin hala Merkez Bankası üzerinde bir biçimiyle sürdüğünü gördük. Dolayısıyla bu insanlar kendi başlarına bütün yatırımcıyı çekecek olan insanlar değil, ancak buna uygun enstrümanları geliştirebilirlerse, ona uygun para politikalarıyla bu mümkün olabilirdi. Bir anlamda dağın fare doğurduğunu söylemek mümkün olabilir. Bu arada ‘nas’ da karambole gitti. Cumhurbaşkanı'nın faiz konusundaki en büyük başvuru kaynağıydı biliyorsunuz. Enflasyonun ve kurun yükselmeye devam etmesi, bize özellikle maliyeti enflasyonu ya da maliyet yönlü olarak enflasyonun yükselmeye devam edeceğini gösteriyor.”
ÇOK DAHA SIKINTILI GÜNLER
HDP’li Turan, 11 bin 402 liralık asgari ücret açıklanır açıklanmaz da, enflasyonun düzenli yüksek olduğu bir yerde bunun tekrar açlık sınırının altına ineceğini söylediklerini hatırlatarak, şöyle konuştu: “13 bin 360 liralık bir açlık sınırı ölçümlemesi vardı. İki aya varmadan bu faiz düzeyi ve kur artış ivmesiyle 11 bin 402 lira reel olarak 13 bin 360 liranın alım gücünün daha da altına inecek. Bu ekonomi politikalarının emeğiyle geçinenler başta olmak üzere geniş kesimlere, var olan durumu sürdürebilme imkanı dahi tanımıyor. Standardın devamını dahi tanımıyor. Çok daha sıkıntılı günler ücretlileri, işçi ve o pozisyonda çalışan insanları bekliyor.”
DAHA FAZLA BORÇLANMA, DAHA FAZLA VERGİ
Olanlara şaşırmadıklarını belirten Turan, Türkiye ekonomisinin ikiz açıklarla malul bir ekonomi olduğunu hatırlatarak, şunları paylaştı: “Bir tarafta cari açığın, bir tarafta devasa boyutlara ulaşmış bir bütçe açığının olması, tabloyu ortaya koyuyor. Bu tür şeyler üst üste eklendiğinde zaten bu kaynakların devşirilmesinin alt sınıflar ve yoksullar üzerinde büyük bir tahribat yaratacağı aşikar. Nasıl değiştirilecekler? Ya daha fazla borçlanacaklar ve bu borcun finansmanı da en fazla ücretliler tarafından sağlanacak, yani tüm toplum borçlanacak ya da maliye politikalarına başvuracaklar ve vergileri, KDV, ÖTV'yi arttıracaklar. Böylece bu vergi biçimiyle yoksullar daha fazla vergilendirilmiş olacak.
DENGEYİ DEĞİŞTİRMEK GEREKİYOR
Burjuvazinin elindeki zar her attıklarında düşeş gelirken, emekçilerin elindeki zar da sürekli hep yek geliyor. Dolayısıyla bu dengeyi temelli değiştirmek gerekli. Yani ekonomide demokrasiyi de bu sebeple savunuyoruz. Bu dengeyi değiştirmek ve bir asgari ücret tartışması yapmaksızın insanların gerçekten mücadeleyle hak ettiklerini almasını sağlamak lazım. İnsani ve demokratik bir rejim kurmak gerekir. Bu da tabii ki barış politikalarının, demokrasinin olmasıyla söz konusu olacak bir şeydir.”