Helin Ümit: Türk ordusu gerillanın vuruş gücü karşısında tutunamıyor

PKK Merkez Komitesi üyesi Helin Ümit, savaşın geldiği aşamada Türk ordusunun gerillanın vuruş gücü karşısında tutunamadığını ifade ederek, HPG’nin daha önce yaptığı “geri çekilin yoksa imha olacaksınız” uyarısının gereklerini yerine getirdiğini ifade etti

Medya Haber Televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan PKK Merkez Komitesi üyesi Helin Ümit, HPG güçlerinin Türk ordusuna karşı gerçekleştirdiği devrimci operasyonları değerlendirerek “Savaşın geldiği aşamada gerillanın vuruş gücü karşısında tutunamıyorlar. Mevcut durumda gerillamız, Halk Savunma Güçlerimiz, Medya Savunma Alanlarında yaptığı uyarının gereklerini yapıyor. “Gideceksiniz” dedi. “Gitmezseniz imha olacaksınız, uyarıyorum” dedi. Bunun gereklerini yapıyor. Bunun karşısında tutunamayan bir Türk ordu gerçekliği vardır” dedi.

Türk devletinin uluslararası alanda sıkıştığını ve iç siyasette de bir tıkanmayı yaşadığı ifade eden Helin Ümit, devrimci operasyonu gerçekleştiren gerillaları selamladı.

PKK Merkez Komitesi üyesi Helin Ümit’in değerlendirmeleri şu şekilde:

“Ben öncelikle tarihi İmralı direnişini bir kez daha selamlıyorum. Yeni bir yıla girdik, yeni bir yıla da Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen, onun etrafında Kürt sorununun çözümünü isteyen görkemli bir kampanyayla giriş yapmış olduk. Bu anlamıyla şunu söyleyebilirim 2024 yılının bu ilk ayında, yani işte sizin de ifade ettiğiniz gibi hem Kürdistan'da, Türkiye'de hem dünyanın çeşitli yerlerinde Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için gelişen etkinlikler, faaliyetler, açıklamalar aslında İmralı soykırım sistemini işlemez kılmıştır.

İmralı soykırım rejimi yani oldukça zorlanarak yürütülüyor. Herkes, başta Kürt halkı, Kürt kadınları, Kürt gençleri bunun farkına varmalı. 8-9 yıldır Önder Apo üzerinde giderek ağırlaştıran tecrit ve soykırım sisteminin amacı neydi? Kürt toplumunda, bölge halklarında, insanlıkta umutsuzluğu derinleştirmekti. Yani Önder Apo ile ilgili tek bir cümlenin kurulmamasını istediler. Hedef buydu aslında. Yani öyle bir sistem kuracaklar ki Önder Apo'nun sesi dışarıya ulaşamayacaktır. Böyle bir kör kuyu sisteminde Önder Apo unutulacaktı. Fakat işte geride bıraktığımız yıllar, hem de 2024 yılına girerken ortaya çıktı ki, tam tersine hem başta Kürt halkı olmak üzere bölge halkları, Türkiye halkının onurlu insanları, vicdanlı sesleri, Önder Apo etrafında daha fazla kenetlendi ve Türkiye'nin hem demokratikleşmesini hem de Türkiye'deki temel özgürlük sorunlarının İmralı soykırım rejiminin yıkılmasından geçtiğini görerek harekete geçti. Bu çok önemli.

ABDULLAH ÖCALAN’A ÖZGÜRLÜK HAMLESİ SÜRMELİ

Sadece Önder Apo ile ilgili değil, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, AKP-MHP rejimine muhalefetin ağır suç teşkil ettiği bir ortamda Önder Apo'ya özgürlük ya da Önder Apo'nun devreye gireceği bir demokratik çözüm sürecinin peşine düşmüş olmak, Türkiye aydını açısından gerçekten bir onur kaynağıdır. O anlamıyla Ocak ayı içerisinde, yani 2024 ayının ilk günlerinde kampanyaya giriş güçlü yapılmıştı. Bunu sürdürmek lazım. Bu konuda daha fazla derinleşmek lazım.

Önder Apo’nun özgürlüğünü talep eden 564 aydın şahsında Türkiye toplumu gittikçe daha fazla demokratik ulus çözümüne yaklaşıyor. Türkiye'de devletçi faşist bir uluslaşmanın ya da savaş ulusuna dayalı uluslaşmadan çıkarak aslında bunun çare olmadığını, bunun varolan tüm imkanların bir kliğin eline, bir kesimin eline geçmesi anlamına geldiğini görerek demokratikleşmenin peşine düşüyor. Önder Apo'nun bugün fiziki özgürlüğünü istemek, İmralı soykırım rejiminin ortadan kalkmasını istemek demek, Türkiye'nin demokratikleşmesini istemek demek oluyor.

HAMLEYİ TÜRKİYE VE KURDİSTAN KADAR ULUSLARARASI ALANDA YOĞUNLAŞTIRMAK ÖNEMLİ

Her ne kadar AKP-MHP'nin özel savaş baronları, özel savaş merkezleri, medya araçları, demokratik uluslaşmayı Türkiye gündeminden, Türkiye toplumunun gündeminden çıkarmak isteseler de Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü peşinde koşan her adım aslında bizi demokratik uluslaşma, ortak yaşama, ortak vatana, demokratik vatana daha yakın kılıyor. Yani o anlamıyla 2024 yılına yani bu kampanya ile birlikte, kampanya ile ilgili atılan adımlarla birlikte güçlü bir giriş yapılmıştır. Benzer bir şey, yani küresel çapta da söylenebilir. Mesela biz şunu hep değerlendirdik, komplo uluslararası bir komplodur. Kürt sorunu evet bir Türkiye sorunudur. Türkiye egemen sınıfının çıkarları doğrultusunda yaratılmıştır. Ama uluslararası bir sorundur. Uluslararası komplo temelinde bu İmralı sistemi ayakta tutuluyor. Türk devletinin kendi başına İmralı sistemini ayakta tutma gücü hiçbir zaman olmadı. Yani ne kurma gücü vardı, ne ayakta tutma gücü vardı. Bunun için de Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü yerelde olduğu kadar, yani Türkiye'de, Kürdistan'da yoğunlaştırmak kadar uluslararası alanda evrensel çapta yoğunlaştırmak çok önemlidir.

HERKESİ HAMLE ETRAFINDA KENETLENMEYE ÇAĞIRIYORUM

Nasıl ki bu tür sorunlar tarihte, uluslararası alanda çözüme ulaşmışsa, Kürt sorunu da sonuçta bir dünya sorunudur, dünya halklarının sorunudur, dünya insanlığının sorunudur. Zaten kampanyayı başlatanlar dostlarımız oldu. Şimdi bunu büyütmek için yeni kararlar alıyorlar. Mesela Önder Apo için ne diyorlar? Kartpostal gönderme yani mektup gönderme. Bu da mesela önemli. Sadece Kürt halkından değil, Kürt halkının dostlarından, çeşitli aydınlardan, entelektüellerden, duyarlı insanlıktan bunu talep etmek, Önder Apo ile bağlantı içerisinde kalmalarını sağlamak, sahiplenir hale getirmek gerekiyor. Çünkü Önder Apo her zaman dediğimiz gibi bir halktır. Önder Apo bir birey değildir. Kürt halkının varlık ve özgürlük savaşımını yürüttüğü için, Kürt halkını talepli kıldığı için, Kürt halkını var kıldığı için başına bu kadar dolap getirilmiştir. İmralı soykırım sistemi Kürt halkının başına örülen bir sistem sistemdir. O anlamda tüm Kürt dostlarını, Kürt halkının dostlarını, duyarlı insanlığı yeniden Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü kampanyası etrafında daha fazla çalışmaya çağırıyorum.

Türkiye’de aydınların girişimleri önemli. Türkiye halkına daha fazla ulaşmak lazım. Kürt halkı, Kürt gençleri, Kürt kadınları bunu bir görev bilmeli. Bugün Kürtler başta Türkiye metropolleri olmak üzere dünyanın her yerinde yaşıyorlar. Kürtlerin kendilerini bir yerlere ulaştırma sorunu olmamalı. Eğer bu yapılmıyorsa demek ki bir yurtseverlik görevi yapılmıyor, yerine getirilmiyor demektir. Türkiye toplumuna Önder Apo'yu, Önder Apo'nun paradigmasını, düşünce sistematiğini anlatma, yine Kürdistan'da yaşananları anlatma, Kürdistan'daki soykırımcılığı anlatma bir görevdir. Her Kürt yurtseveri hiçbir şey yapamıyorsa bile bunu anlatabilmeli, bıkmadan usanmadan. Böyle olursa Türkiye toplumu daha duyarlı hale gelebilir ve biz bunu Türkiye toplumu ile çözeriz.

KADINLAR KATLİAMCILARI YARGILIYOR

Başta büyük kadın önderimiz Sakine Cansız olmak üzere, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez, Evîn Goyî, Abdurrahman Kızıl ve Mîr Perver’i saygıyla anıyorum. Komplonun bir ayağı olarak devam ediyor bu tür saldırılar, suikastlar. Şunu biz hiç unutmuyoruz. Heval Sakine katledildiği zaman aslında sözde İmralı'da görüşmeler vardı. AKP, Kürt halkını aldatmaya, kandırmaya dayalı olarak bir süreç yürütüyordu. Bir savaş süreci yürütüyordu aslında ve Sakine’ye saldırı bunu açığa çıkardı aslında. Önderliğimiz şunu söyledi, dedi ki “ha Sakine’yi vurmuşlar, ha beni vurmuşlar” dedi. Heval Sara hareketimiz açısından çok özel bir isimdir. Hareketimizin ilk kadın önderlerinden, kurucu kadrolarından, Önderliğimizin ilk yol arkadaşlarındandır. Zindanlarda kadın direnişinin mimarıdır. Özgür kadın doğru duruşunun yaratıcısıdır. Biz hepimiz direnmeyi heval Sara’dan öğrendik. İlk o açtı yolları. Tam anlamıyla şöyle söyleyebilirim. Tabii ki bizim için çok ağır bir kayıptı ve biz on bir yıldır Heval Sara'nın hesabını soruyoruz. Bu yıl da bir yargılama oldu. Kadınlar başta Fransa devleti olmak üzere Türk devletinin saldırganlığını, faşizmini, Kürt düşmanlığını, kadın düşmanlığını yargılandılar. Bunu görmek lazım. Bizim açımızdan aslında net olmayan bir durum yoktur yani. Yani failler bellidir. Fransa devletinin tutum almasını istiyoruz biz. Fransa'da bir Kürt dostluğu vardır Yani Daniella Mitterand’dan başlayarak vardır, tarihte vardır, bunu biliyoruz. Bir Kürt dostluğu vardır yani Fransa'da. Fakat aynı dostluğu. Kürt halkının en onurlu evlatları katledilirken bir tutum olarak Fransa yeterince gösteremedş. Mesela dosyaya gizlilik koydu ve istihbarat oyunlarının bir parçası haline geldi. Biz bunları biliyoruz, açığa çıkaracak bir durum yok. Fakat suçluya suçunu itiraf ettirmek de bir duruştur. Yani şu anda kadınlar, Kürt kadınları başta olmak üzere direnen kadınlar suçluların suçunu itiraf etmesini istiyor, ceza almasını istiyor. Yani 11 yılda en yüksek tonda dile gelen bu oldu. Kurdistanlı devrimcilerin böyle katledilmesini, başta Fransa olmak üzere Avrupa sindirecek mi? Böyle bir Avrupa nasıl insan haklarından, demokrasiden, insanlığa lider olduğundan, öncü olduğundan bahsedecek. En ağır sınavını Avrupa Kürt kadınları karşısında veriyor. O anlamıyla, on birinci yılda biz hesap sormaya devam ettik. Daha da hesabını soracağız. Yani bu böyle kalmayacak. Kurdistan'daki dava, özgürlük davası, istihbarat oyunlarıyla ortadan kaldırılamaz. Ayak oyunlarıyla ortadan kaldırılamaz. Bu hakikat öyle bir noktaya varmış ki sadece Kürt toplumunu değil Avrupa'daki duyarlı insanlığı kendi etrafında toparlamış. Bu insanlık geleceğini orada görüyor, özeleştirisini böyle veriyor.

Bu anlamıyla 6 Ocak'ta gerçekten kadınlar başta olmak üzere görkemli bir eylem açığa çıktı. 9 Ocak'ta sadece Fransa'da, Paris'te değil, dünyanın çeşitli yerlerinde, Kürdistan'da protesto eylemleri etkili bir şekilde gelişti. Fakat şunu söyleyebilirim onların anısına, 21'inci yüzyılı, kadın devrimi yüzyılı yapacak olan, bu çizgiyi açığa çıkaran başta Sakine arkadaş olmak üzere, evin arkadaş olmak üzere, Fidan arkadaş olmak üzere onların anılarına kadın mücadelesini daha üst seviyeye çıkararak cevap vermemiz gerektiğini ifade edebilirim.

İŞGALCİLER KURDİSTAN’DA TUTUNAMAZ

Esas Türkiye gündemini belirleyen savaş oluyor. Bu sadece bugünün gündemi değil. Yaklaşık 10 yıldır biz çok yoğun bir savaşın içerisindeyiz. 2009'dan beri de aslında işgal saldırıları Medya Savunma Alanlarına yoğunlaştırılarak gerillanın tasfiyesi temelinde yürütülmesi istendi. Yaklaşık bir yıldır biz bunun böyle olmadığını, gerillanın Kurdistan'dan sökülemeyeceğini, bunun mümkün olmadığını, bunun sosyolojik olmadığını, bunun bilimsel olmadığını döne döne anlatıyoruz. Halk Savunma Merkezimiz de yani komutanlarımız da bu konuda gerçekten çok çarpıcı uyarılarda bulundular. Gelmeyin dediler. Defalarca bunu söylediler zaten. Bu tabi kaba bir meydan okuma değil. Bir demogoji değil, bir söylem değil. Kurdistan burası. Kurdistan topraklarını sen işgale geliyorsun. Kolay mı işgal etmek? Sen işgalci güçsün bu topraklarda. Gerilla bu toprakların çocuğudur. Karış karış biliyor, kendi vatan savunmasını yapıyor. Senin ne hakkın var bu coğrafyaya böyle üs kurmaya, kendi mekanın yapmaya? Hangi gerekçeyle olursa olsun… Sen nasıl tutunabilirsin? Böyle bir savaşı nasıl yürütebilirsiniz? Sosyolojik olarak mümkün değil.

TÜRK DEVLETİ KAYIPLARINI GİZLİYOR

İnsan ölümleri üzerinden tartışma yürütmek zor bir şey. Biz yayınları izliyoruz. Bir iktidar var, kendi iktidarını sürdürmek için yoksulun, emekçinin çoluğunu çocuğunu açlıkla terbiye ediyor, ondan sonra da sözleşmeli asker yapıp gönderiyor. Gördük, çadırlarda yaşıyor aileleri. Bunlar böyle teslim alınmış. Gerçekten yazıktır, haksız bir savaşın içerisine itilmiş gerçekten bu gençler, bu insanlar. Bu askerler niye savaşa sürdüklerini farkındalar mı? Yüzde seksen farkında değiller. Burası Kurdistan. Ve sen Kurdistan'da Kürt coğrafyasını işgal için Türkiye'deki toplumu konsolide ediyorsun. Türkiye toplumuna savaşın yüzde 1’i bile yansımıyor. Gerçekten yansımıyor. Çıkarları gereği yansıtıyorlar. Şu anda da ben kendi kendime soruyorum gerçekten Türk devleti niye bu kayıplarını veriyor ki? Bu devrimci operasyonun sonuçları çok daha fazladır. Onlar 9 veriyorlar, siz eğer onlar 9 diyorsa üzerine bir 10 ekleyin. Savaşın içinde olan güç olarak bunu biliyoruz. Gözümüzün önünde diyelim eğer 10 tane asker ölüyorsa onun karşılığı birdir. Bir asker veriyor. Ama rakamlar üzerinden de çok konuşmak istemiyorum. Fakat şunu anlatmak istiyorum. Bir gizleme mekanizması var Türk devletinin, AKP'nin, MHP'nin. Şimdi niye gizlediler, Ne yapmak istiyorlar mesela? Amaç ne? Türk devleti o kadar çok sıkışmış ki… Savaşı sürdürmekte zorlanıyorlar. Uluslararası alandan destek istiyorlar. Bakın bu operasyon başladı. Operasyon başladıktan sonra o özel savaş medyası daha çok ne üzerine tartışıyor? Diyorlar ki bunu kendileri yapmış olamazlar. Bu sisli havada gerilla hareket de eder eylem de yapar. Biz 40 yıldır savaş yürütüyoruz. 40 yıldır her mevsimde eylem yapmış bir hareketiz. Her koşulda eylem çıkaran hareketiz ve 40 yıldır bunlar diyorlar ki biz bugün bitirdik, bugün bitireceğiz. Savaşın geldiği aşama belli. Toplu kayıp veriyor Türk devleti, Türk ordusu. Bunu şimdi nereye bağlıyorlar? Bunlar kendileri yapmış olamaz, uluslararası güçler, Amerika bunlara silah veriyor, yok şunu veriyor, yok bunu veriyor. Ancak böyle eylem yapabiliyorlar diyorlar. 40 yıldır biz bu coğrafyada her türlü askeri eylemi gerçekleştirmiş bir gerilla hareketiz. Bu coğrafyayı avucumuzun içi gibi biliyoruz. Değil sisli havada yani her türlü havada gerillanın hareket imkanı vardır. Gerilla mücadelesinin özü bu. Şimdi sen gelmişsin milletin memleketine işgal etmişsin. Bilmediğin bir coğrafyadasın. Sonra diyorlar Amerikan aklı, silahı vs.

Aslında bu ne demek biliyor musunuz? Yani şunu demek istiyorlar. Kürtlerin bir kendi aklı olamaz, Kürtlerin kendi iradesi olamaz, Kürtlerin kendi savaş iradesi olamaz. Ancak başkaları tarafından yönlendirilebilir. Şimdi böyle olunca da Amerika'ya yalvarırlar. Diyorlar ki gel bizi kurtar. Gel bize destek ol. Bizim işte teknik altyapımız zayıftır. Bize teknik altyapı ver. 24 saat toplumu kandırmak için yok yerli ve milli teçhizatı nasıl yarattıklarını anlatacaklar ama en küçük bir eylem karşısında da gerillanın teknik donanımının ne kadar üstün olduğunu anlatacaklar. Bundan daha büyük bir çaresizlik var mı?

GERİLLA KARŞISINDA TUTUNAMIYORLAR

Savaşın geldiği aşamada gerillanın vuruş gücü karşısında tutunamıyorlar. Mevcut durumda gerillamız, Halk Savunma Güçlerimiz, Medya Savunma Alanlarında yaptığı uyarının gereklerini yapıyor. “Gideceksiniz” dedi. “Gitmezseniz imha olacaksınız, uyarıyorum” dedi. Bunun gereklerini yapıyor. Bunun karşısında tutunamayan bir Türk ordu gerçekliği vardır. Birinci boyutu budur.

İkinci boyutu uluslararası alanda sıkışan bir Türk devlet gerçekliği vardır. Savaşı sürdürmek için daha fazla güç istiyor, daha fazla destek istiyor. Üçüncü boyut olarak da iç siyaset malzemesi yapıyor. Savaşı bu şekilde gündemde tutunca Türkiye’deki ekonomik sorunların karşısında diyor ki “Savaş var. Savaş olduğu için böyle.” Hep dikkat çekiyoruz ya, merminin fiyatını vurguluyordu Erdoğan. Siz mermi kaç paradır biliyor musunuz? Yani bununla aslında Türkiye toplumunu da kendi cephesinde ya Türkiye toplumu ses çıkaramaz hale geliyor.

Türk devleti çok haksız bir savaş yürüyor, soykırım savaşı yürüyor. Kürtler varlık ve özgürlük savaşımı veriyor, Kürtler kendi toprağını savunuyor. Bu nedenle de yani Türk ordusu yenilmeye mahkumdur. Nasıl ki Vietnam'da Amerikan ordusu yenilmiş ise, yani tarihte ulusal kurtuluş hareketleri karşısında sömürgeci ordular yenilmiş ise, Türk ordusu da hakikat olarak yenilmeye mahkumdur. Bunun görülmesi lazım. Türkiye toplumunun bunu anlaması lazım. Artık uyanması lazım. Bu savaş yüzünden Türkiye bir çeteler imparatorluğu haline geldi. Her türlü çete çeteyi bulabilirsiniz. Ffenomen çeteleri var, uyuşturucu çeteleri var. İş alanında çöreklenen mafyatik çeteler var. İçişleri Bakanlığı o yüzden her gün operasyon yapıyor, Kafes operasyonu yapıyor, Mercimek operasyonu yapıyor, uyuşturucu operasyonu yapıyor. Bunlar bir günde mi oldu.

Utanmasalar diyecekler ki bu çeteleri de PKK yarattı. Bu çeteleri AKP'nin kendisi yaratıyor. Çünkü yürüttüğü savaş haksız ve kirli bir savaş olduğu için kirli yöntemlere dayanmak zorunda. Yalana dayanmak zorunda. Gaspa dayanmak zorunda. Kandırmaya dayanmak zorunda. Ortada gün gibi, güneş gibi bir halk var. Kürt halkı var. Savaşı şöyle yürütme böyle yürütme yerine şunu tartışması lazım artık Türkiye siyasetinin: Türkiye toplumunun, savaşın nedeni nedir? Savaş niye var? Yani bu savaşın bir nedeni var. Bu savaşın temel nedeni de Kürt halkının varlığının inkar edilmesi, özgürlüklerinin bırakılmaması. Halen Kürt halkı kendi diliyle eğitim yapamıyor. Ana dili yoktur. 21'inci yüzyılda yaşıyoruz. Gidip Filistin’de, şurada burada, bilmem Afrika’da şunun bunun hakkı üzerinden kendini konumlandıran bir Türk devlet gerçekliği var ama kendi bünyesinde bir halkın adı yok. Yasalarda yeri yok. Bu en büyük savaş nedeni değil mi? Halen yürüyen savaş budur. Kimse bu gerçekliği örtbas edemez. O yüzden de hiç kimse özgürlük savaşımının etkisinden kaçamaz. Ne Kürtler kaçabilir, ne Türkiye toplumu kaçabilir.

PKK’NİN BU SAVAŞI HER TÜRLÜ YÜRÜTME İMKANI VAR

Bu devrimci operasyonu gerçekleştiren arkadaşlarımızı selamlıyorum. Onların bu karda kışta, bu kızılca kıyamette gösterdikleri büyük devrimci iradeyle Türkiye toplumu kendi gerçekliğiyle yüzleşiyor, savaş gerçekliğiyle yüzleşiyor. Acı ama bununla yüzleşmek zorunda. Çünkü karşımızdaki düşman başka dilden anlamıyor. Gelmiş Kurdistan’ı işgal ediyor, Kurdistan'ın her yerine üs kuruyor. Türkiye’nin Bakur Kurdistan’daki varlığı meşru değildir. Sadece Başure Kürdistan'daki varlığından bahsetmiyorum.

Kürt halkının hakları tanınır noktaya kadar mücadele devam edecek. Herkesin bunu bilmesi lazım ve PKK olarak biz halk olarak bizim savaşı her koşulda yürütme imkanımız vardır. Çünkü biz haklıyız. Çünkü bizim haklı bir davamız var. Çünkü biz varlık savaşımı yürütüyoruz. Çünkü biz bir halkın özgürlüğünü istiyoruz. Yani bunun için her zaman bedel verecek gençler çıkacak. Bunun için her zaman mücadeleye katılacak gençler olacak. Başta genç kadınlar olmak üzere. Çünkü başka türlü onurlu yaşamanın imkanı yoktur.

Bu temelde ben şunu söyleyebilirim. Herkesi gelişmeler karşısında daha ciddi olmaya, savaşı doğru değerlendirmeye çağırıyorum. Eğer gerçekten tarihi bir Türk, Kürt barışı yapılacaksa, bunun hakikatler temelinde gerçekleştirilmesine, siyaset mekanizmasının da bu temelde cesur olmaya olmasına ihtiyacı olduğunu söyleyebilirim. Dikkat edin, sağ cenah bir araya geldi. İyi Partisi, AKP'si, MHP'si bir araya geldiler. Bu temelde aslında Türkiye'de faşizmi kurumsallaştırmak istiyorlar. Savaşı da bu temelde kullanmak istiyorlar. Buna karşılık Türkiye'de demokrasi cephesinin, demokrasiyi isteyenlerin, gerçekten halkların birlikte yaşamını bir özlem olarak taşıyanların inisiyatif alması, mücadele etmesi, sorumluluk taşıması gerekiyor.

TOPLUM YERELDEN ÖRGÜTLENMELİ

Türkiye'de muhalefet cephesi geniş bir cepheyi oluşturuyor. Fakat Emek ve Özgürlük Bloğu, özellikle radikal demokrasi cephesi açısından birkaç şey söyleyebilirim. Bence geçen dönem yani genel seçimler açısından ciddi bir yoğunlaşma yaşadı. Aslında muhalefet cephesinin güçlü özeleştiri verildiği toplantılar yapıldı. O anlamıyla ciddi bir toparlanma var muhalefet cephesinde. Ben sorunu biraz şöyle görüyorum. Daha güçlü bir muhalefet söylemi oluşturabilirler. Bu konuda bir ürkeklik var. Bu anlamıyla fırsatları değerlendirmede yetersizlikler gözlemleniyor, onu söyleyebiliriz.

Bir parlamenter siyaset var Türkiye'de. Seçimler oluyor, adaylar belirleniyor, seçime giriliyor, parlamentoya giriliyor, halkın vekili olarak, temsilcisi olarak. Fakat bizim demokrasi anlayışımız sadece Türkiye Büyük Millet Meclisindeki temsille ilgili değil. Önemli olan toplumun örgütlenmesi, toplumun yerellerde meclisler temelinde örgütlenerek irade haline getirilmesi. Evet faşizm koşullarında bu biraz zor. Faşizm bırakmıyor, saldırıyor. Dünya çapında baktığımızda demokrasi güçleri ya da dünyadaki siyasal hareketlerde yerele dayalı örgütlenme çok daha fazladır. Mesela Avrupa'da, Amerika'da hem federal meclisler, mesela yerel meclisler buna dayalı. Toplumun söz hakkına sahip olmasına daha fazla önem veriliyor aslında. Söz konusu Ortadoğu olunca katı diktatörlükler, merkeziyetçilik bunlar öne çıkıyor. Biz bu demokrasi kültürünü yaratmada zorlanıyoruz. Demokrasi sadece bir seçimden seçime pratik geçen bir olay değil. Demokrasi bir kültürdür. Demokrasi aslında toplumun kendi kendini yönetme biçimi.

Kurdistan'da demokratik siyaset alanının oluşturulması için deneyimler oldu. Kürt siyasetinin oluşumundan başlayarak en son HDP deneyimine kadar önemli bir tecrüne oluştu ama demokratik siyaset kültürünü oluşturmak gerekiyor. Bu konuda yetersizlikler var. Aslında demokrasi güçlerinin böyle bir niyeti var. Merkeziyetçi değiller, gerçekten toplumun güç olmasını istiyorlar. Fakat demokrasi kültürünü oluşturmak, buna dayalı meclisleri oluşturmak, kurumları oluşturmak, yapıları oluşturmak daha zor. Daha fazla emek istiyor. Bunun için de daha fazla çalışma istiyor. Böyle saldırılar olunca, olunca çabuk pes etme oluyor. Bunun düzeltilmesi lazım.

DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ OLUŞTURULMALI

İkincisi Türkiye'deki değişim süreci devam ediyor. İnsan öyle söyleyebilir. O anlamı ile dikkat çektiğiniz yerel seçimler süreci en az genel seçimler kadar önemli. Hatta şöyle söyleyebilirim bizim gibi yani demokratik siyaseti, demokrasi kültürünü oluşturmayı hedefleyen güçler açısından yerel demokrasiyi oluşturmak, yerel iradeyi açığa çıkarmak çok daha fazla önemli. Çünkü yerelde ne kadar toplum örgütlü hale gelirse tavanda da tabanda da o kadar demokrasi kültürü yansımasını bulabilir. Bunun için biz bu seçimlere ayrı önem veriyoruz. Hareket olarak da önem veriyoruz. Kürt toplumunun da bu öneme göre hareket edeceğini ben düşünüyorum. Neden? Çünkü Kürt halkının varlık ve özgürlük kavgası devam ediyor. Kürtler soykırım altındadır. O anlamıyla yerelde yani Kürdistan'da Kürt halkının kendi özgürlük iradesini açığa çıkarması, kendi belediyelerine sahip çıkması, geneline sahip çıkması, o anlamıyla kendi kendini yönetmede ısrarcı olması önemli. Sömürgeciliğe yer vermemeli. Yabancı yönetim yer almamalı. Bunu bir ilkesel tutum haline Kürt toplumu getirebilmeli. Ama bunun dışında da Türkiye'ye bizim demokratik özerklik projemizi taşımamız lazım. Demokratik özerklik sadece Kurdistan için bir proje değil. Günümüz dünyasında merkezi yönetimler aslında işlevselliği olmayan yönetimler. Mesela bu kadar nüfusun arttığı bir İstanbul'u Ankara'dan yönetmek mümkün olabilir mi? İstanbul'un kendisi kendi başına bir eyalet olmalı mesela. Karadeniz, mesela Orta Karadeniz, Batı Karadeniz, Doğu Karadeniz kendi özgürlükleri içerisinde yani yönetilen bir alan haline gelebilmeleri. Bunu daha fazla anlatabilmeliyiz.

YEREL OTORİTELER GELİŞMELİ

Gelecek bizce bununla şekillenecek. Demokrasi kültürü ancak bu şekilde oturabilir yerelde. Yerel otoritenin şekillenmesi ve güç kazanmasıyla demokrasi gerçekleşebilir. Onun dışındaki tüm yönetim biçimleri aslında merkeziyetçi yönetim biçimleri hep daha faşizme daha yatkın olacak, daha iktidarcı olacak, toplumu nefessiz bırakacak. Toplumun çıkarlarını değil, bir avuç bir kesimin çıkarlarını savunacak. İşte günümüz Türkiye'si böyle diyor. Ortadoğu'da başka böyle devletler de var. Ama ne kadar bu parçalanırsa ne kadar yerel otoriteler açığa çıkarsa o kadar etkili olur. Tarihte de bunun örnekleri olmuş. Mesela aslında koskoca Osmanlı İmparatorluğu bile böyle yönetmemiş kendisini. Merkezi bir imparatorluk değildir. Eyaletlere dayalıdır. Mesela Osmanlı İmparatorluğu'nun kendisini yönetme biçiminde beylikler çok fazla inisiyatife sahiptir. Merkezi hükümetle yerel beylikler arasında çok ciddi bir denge oluşmuştur. Bu aslında işte çokça bahsedilen Osmanlı İmparatorluğu nasıl uzun süre bu kadar Ortadoğu coğrafyasında etkili oldu sorusunun cevabı yönetim biçiminde gizli. Ama dikkat edin, ulus devlet modeli, teklik, tek tipçilik, merkeziyetçilik aslında bölge halklarına sadece Kürtlere değil, Türkmenlere de deli gömleği giydiriyor, kendi özgürlüklerini kaybettiriyor. Lazlar, Gürcüler, Terekeme nerede? Merkeziyetçilik bölgede yaşayan etnik ve inanç gruplarının boğulmasına neden oluyor. Bu nedenle yani bu seçimlerde çok daha fazla çeşitlilik üzerinde durmak lazım. Zenginlik üzerinde durmak lazım. Bunun zemini Anadolu ve Kürdistan coğrafyasında var. Emek ve Özgürlük Bloğu, kent uzlaşısı dedi, kent ittifakı dedi. Ekolojik kentlere dayalı olarak hem kentleri küçülten hem kentlerde zenginliğe dayalı var olan inanç ve etnik gruplara dayalı ittifakları oluşturmak gerekir. Yani böyle olursa, işte faşizmin zehirlediği o ayrımcılık, tek tipçilik, şovenizme karşı politika üretilebilir.

SEÇİMLER İÇİN OY KAYDIRMA YAPILIYOR

AKP, AKP mevcut Cumhuriyetin özel savaş partisidir, yani devlet partisidir, devletleşmiştir. Devlet ayrı, AKP ayrı diye düşünmek aslında çok mümkün değil. O anlamıyla devletin tüm imkanlarını AKP MHP'nin hizmetine sunulduğunu biliyoruz. Gelinen aşamada şu da bir gerçek ki aslında Türkiye toplumunda da yani Kurdistan'da zaten AKP'nin artık bir etkinliği yoktur. Dikkat edin. Yani yeniden psikolojik üstünlük sağlamak için neye sarılıyorlar? O Ensarioğullarını falan yeniden konuşturmaya başladılar. Sözde bir süreç üzerine tartışıyorlar. Bunların hepsi aslında kafa karıştırmak, yeniden beklenti yaratmak için. AKP, MHP'nin Kurdistan'da yeniden acaba taban bulabilir mi, bir karşılık bulabilir mi? O yüzden de böyle işbirlikçi kimlikleri, kişilikleri konuşturarak biraz böyle karşılık bulmaya çalışıyorlar. Fakat bunların hiçbirinden sonuç çıkmayacağını gördükleri için oy kaydırma yapıyor. Yani mesela düşünün başında Cumhurbaşkanı'nın olduğu, Erdoğan'ın olduğu bir AKP var. Kurdistan'dan AKP'ye hiç oy çıkmadığını düşünün. Son seçimde biraz öyleydi aslında. Yüzde 70 oranında, 80 oranında. Ama genel seçimlerde de oy çaldılar. Tecavüz edercesine Kürt halkının iradesine, siyasi iradesine dediler ki “bakın biz sizin gözünüzün içine baka baka oyunuzu çalarız, iradenizi gasp ederiz. Genel seçimlerde böyle yaptılar, oyları MHP'ye yazdılar. Çok büyük bir hakarettir. İnsanlar ne diyor? Oyum namusudur diyor. Iradedir diyor. Onun namusuna el atan bir devlet vardır, bir AKP, MHP faşizmi vardır.

Bu yerel seçimlerde de bunu oy kaydırma temelinde yapıyorlar. Yüzlerce, binlerce asker, polis Kürdistan'ın çeşitli yerlerine kaydırıldı. Bunu devletin imkanlarıyla yapıyor. Özel savaş yürütüyor, gaspçıdır, hırsızdır. O yüzden hani bir devrimci olarak kimi kime şikayet edeceksin? Zorlanıyorum açıkçası. Fakat halkımızdan şunu bekliyorum, şunu istiyorum. Hukuki mücadele yürüsün halkımız. Dava açsınlar mesela. Türkiye'de zaten yasa, anayasa işlemiyor, kilitli zeminler ama yine de açsınlar. başta hukukçular olmak üzere, yani hem insan hakları konusunda hem de her konuda dava açmalı Kürt halkı.

Bir şey olmaz dememeli. Kürtlere hep bunu yapmışlar, yine bunu yapacaklar deyip sineye çekmeli, kayda geçilmeli. Halkımız karşı karşıya kaldığı haksızlıkları uluslararası alanda mahkemelere de taşısın, Türkiye içerisindeki yargıya da taşısın. Türkiye yargısını kilitleyin. Bunlar belgelendi. Oldu bitti olmasın yani tarihe dediğiniz gibi not düşsün diyorum. Önümüzdeki yerel seçimlerde de AKP-MHP faşizmi devletin tüm imkanlarını kullanacak. O anlamıyla Kürt halkının iradesini gasp etmeye çalışacak. Ben bunun için herkesi uyanık olmaya, örgütlü olmaya, gerekli tedbirleri almaya çağırıyorum.

ROJAVA’DAKİ SAVAŞ SUÇLARINA KARŞI SURİYE HAREKETE GEÇMELİ

Rojava’da savaş suçu işliyor Türk devleti. Dünyanın gözünün içine baka baka, Kürtlerin gözünün içine baka baka savaş suçu işliyor. Eğer Lahey diye bir yer varsa, burada bir savaş mahkemesi varsa, uluslararası mahkeme varsa harekete geçmeli. İsrail’e karşı Güney Afrika başvuru yaptı. Şu anda İsrail savunma yapıyor.

Beşşar Esad rejimi, Suriye rejiminin biraz ülke severliği olsa, kendi ülkesinde dönen yani Suriye sınırlarında dönen oyunlarda Türkiye'nin rolünü görse ve buna karşı bir şey yapmaya kalksa, Suriye mesela Lahey'e gidip dava açabilir. Niye? Çünkü Türkiye bir Suriye sınırlarının ötesine geçmiştir, işgal etmiştir iki. Demografi ile oynamıştır. O coğrafyada bulunan yerli halkı yani Kürt halkını sürmüştür. Yerine DAİŞ çetelerini yerleştirmiştir. Halen Müslüman Kardeşlerin hamiliğini yaparak hem DAİŞ'in hem Hamas'ın yöneticisi olarak rol oynamaktadır. Şimdi bunu biz buradan görüyoruz. Bu dünya siyasetini yürütenler görmüyor mu? Ben bu soruyu herkese soruyorum.

Bu coğrafya sahipsiz değil. Rojava Kurdistan Kürtlere ait. Kürtlerin coğrafyası. Burada bir insanlık suçu yani bir soykırım suçu işleniyor, onu söylemek istiyorum. İnsanları yerinden yurdundan göçettirmek Gazze’de bir insanlık suçu ise Efrîn’den, Serekaniye’den, Gire Spi’den insanları göçettirmek de bir insanlık suçu.

Gazze’deki savaşta gerçekten Türk devleti bir rol oynamak istedi. Planları vardı. Fakat Türk devleti bu savaştan istediği payı alamadı. Arabulucu olmak, muhatap alınmak istedi. Ne İsrail ne Amerika aslında Türk devletini ciddiye almadı. Rezil oldular. Türk devleti İsrail Filistin savaşında kendisini rezil etti, bıraktı. Geriye kalan 20.000 insanın ölümüdür. Bu 20 bin insanın kanında Tayyip Erdoğan'ın da eli vardır. Yani sadece İsrail'in değil sadece Hamas'ın pratiğinin değil, Tayyip Erdoğan'ın eli Filistin halkının kanına bulaşmıştır. Sırf kendi hegemonya çıkarları için bu savaşı tetiklemiştir. Yön vermiştir, içinde yer almak istemiştir enerji hatlarında rol almak için.

İRAN’DAKİ SALDIRININ ARKASINDA TÜRKİYE VAR

İran’daki DAİŞ saldırısı konusunda İranlı yetkililer herhalde araştırma yapıyorlardır. İleride belki daha farklı belgeler açığa çıkabilir. İran istihbaratını küçümsememek lazım. İran Ortadoğu'da duruşu olan bir devlettir. Öyle görmek lazım.

DAİŞ, Erdoğan ortaklığı üzerine aslında çok fazla değerlendirme yapıldı. 2015'ten itibaren DAİŞ'in yetkilileri bile dediler ki biz Şam'a doğru saldırıya geçmişken, planlamamızı öyle yapmışken, bizim yönümüzü Kürde, Kürtlere, Kürdistan'a, Kobani'ye kim verdi diye sordular mesela. Dediler ki bizim yönümüzü buna veren Erdoğan oldu. Yani aslında DAİŞ’in gizli emirlerinden bir tanesi de Erdoğan'dır. Ortadoğu'nun bu kadar altüst edilmesinden en fazla kimin çıkarı oldu diye düşünelim. Kim çıkar sağlamaya çalıştı? Mesela Suriye'nin yıkımından 3 gün önce Esat kardeşim derken 3 gün sonra “zulümle abad olunmaz” diyerek Esad'a karşıtlık yaptı. Irak'ın karışmasından en fazla kim çıkar elde edebilir. Musul, Kerkük, Şengal’deki Kürt varlığını ortadan kaldırılarak aslında DAİŞ'i buralara yönlendiren de yine kim olabilir? Mesela kimin çıkarı var? Yani dikkatli baktığında aslında bunun hepsinin Türkiye'deki bir karargahtan yönlendirildiğini anlayabiliyor.

Şimdi benzer bir durum İran’da yaşanıyor.  İran'daki saldırıyı kim yapmış olabilir? Hangi saiklerle yapmış olabilir? Hangi nedenlerle yapmış olabilir? İran'ın DAİŞ tarafından vurulmasında yine Türkiye'nin çıkarı var. Türkiye bölgede İran'ı kendi yanında istiyor. Bu yüzden de yani saldırıları oraya yönelterek aslında İsrail ve Amerika cephesi karşısında yalnızlığını aşmak istiyor. İran'daki araştırmalar bunu daha fazla açığa çıkaracaktır. Zaten İran tutum aldı. Bir gün sonra Türkiye ziyareti vardı, bu ziyareti durdurdu. Çünkü onlar da biliyorlar ki böyle bir saldırının arkasında Erdoğan, yani Türkiye devleti vardır. Böylelikle aslında, İran'ı daha fazla kendi yanına çekme, Amerikan karşıtlığına çekme, İsrail karşıtlığına çekme, bu temelde de yani bölgede bir cephe oluşturma planı olabilir diye belirtebilirim. Diğer açıklamalar da zaten Selahattin Erdem'in açıklamasında da vardı. Gerçekten çok benziyor yani. Yani patlamanın oluş biçimi de çok benziyor. Yöntem olarak da çok benziyor. İleride daha fazla aydınlatıcı, aydınlatıcı olacağına inanıyorum.”