DEM Parti Parti Meclisi (PM) Üyesi Ünal Yusufoğlu, yerel seçim sürecine ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
AKP-MHP iktidarının, kayyum siyaseti ile halkla Kürt hareketinin bağını koparmayı hedeflediğini ancak başaramadığını vurgulayan Yusufoğlu, "Kurdistan’da normal olan hiçbir şey yoktur" dedi.
Sistem partilerinin hepsinin Kürt'e karşı birleştiğine dikkat çeken Yusufoğlu, hileler ve sandık güvenliğine karşı bilgiler verdi, çağrılarda bulundu.
İstanbul’un aynı zamanda bir Kürt kenti olduğunu söyleyen Yusufoğlu, Kürt halkının hassasiyet ve taleplerini esas almayan hiçbir parti ile işbirliği yapmayacaklarını söyledi, "Savaşa, tecride karşı söz söyleyemeyenler için neyin fedakârlığını yapacağız" dedi. Yusufoğlu, "Bize oy verenler seçmenimiz değil yoldaşımızdır" diye belirtti.
Kurdistan ve Türkiye’de yerel seçim atmosferi hakim. Parti olarak ön seçimleri de tamamladınız. Hem seçim atmosferi hem de ön seçimlerle ilgili gözlemleriniz nedir
Seçim atmosferi Türkiye’de, Kurdistan’da çok fazlasıyla gündemde. Ama Kürtler açısından seçimden daha acil ve dolayısıyla mutlaka gündemleştirilmesi ve çözüm bulunması gereken önceliklerimiz var. Mutlak tecrit bunların başında geliyor. Buna bağlı olarak sürdürülen siyasi soykırım operasyonları, İmralı sisteminden başlayarak tüm toplumu tecrit altına alma ve korku iklimini hakim kılma sistemi söz konusu. Tecride karşı uzun süredir başta Kürtler olmak üzere bütün Kürt dostları, gerçekten insan hakları ve demokrasiden nasiplenen ve bu konuda bir şekilde tecridin toplum içinde nasıl bir felakete yol açtığını gören herkesin sesini çıkardığı süreci yaşıyoruz. DEM Parti olarak Kürt siyasi yapılar, kurumlarıyla beraber Büyük Özgürlük Yürüyüşü’nü başlattık. Bu noktada Qers ve Wan’da başlayan Özgürlük Yürüyüşü dalga dalga Kurdistan’ın bütün kent ve kasabalarına doğru yol alıyor. Çok ciddi manada toplumda karşılık buluyor. Tecride karşı mücadeleyi kurumlardan çıkarıp toplumsal bir mücadele hattına dönüştürme açısından Büyük Özgürlük Yürüyüşü çok kıymetlidir. Evet, seçim çalışmasını ve diğer birçok örgütlenmeyi yürütürken, demokratik eylem-etkinlikleri örgütlerken de faşizme karşı direnişi ve bu direnişi toplumsallaştırırken tecridi Kurdistan’daki savaştan bağımsız ele almamak ve bunlardan soyutlayarak gündem oluşturmamak gerekir. Dolayısıyla seçim çalışmaları, aday belirleme süreci ve kampanyaların ana eksenine tecridi koymamız lazım. Bunu başarırsak Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kırılmasına ve dolayısıyla Türkiye’de demokrasi mücadelesinin nefes almasına, yerleşmesine katkı sunacağız ve Kürt halkının özgürlük, demokrasi mücadelesinin de yolunu açmış olacağız. Faşizmi böyle geriletebiliriz ve belki de Türkiye’deki en demokratik seçim sürecini yürütmüş olacağız. Bunlar olmadığı sürece faşizmin toplumu bu kadar cendereye aldığı süreçte demokratik seçim de mümkün değil. Türkiye’nin seçimleri de demokrasi mücadelesi de faşizme karşı direniş hattının örgütlenmesi ve Kürt sorununun çözüm mücadelesi de tecritten bağımsız ele alınamaz.
Ön seçimler Kurdistan’da bir heyecan yarattı. Uzun bir süre Kurdistan’da kaldım. Zaten çok ciddi hazırlığı vardı arkadaşların. Açıkçası gittiğimde gördüm ki düşündüğüm ve beklediğimden çok ilgi, heyecan ve sahiplenme vardı. Yoldaşlık temelinde bir yarışın olması bakımından da önemli bir süreçti. Bu tamamlandı. Bunun sonucunda delegasyonun teveccühü sonucunda eşbaşkan adaylarımız belirlendi. Merkezi Seçim Komisyonumuz, İl Seçim Komisyonlarımız ve en yüksek oyu alan arkadaşlarla yapılan müzakerelerle son şekli verildi ve tamamlandı. Halen eksik olan, eğilim yoklamasında netleştirilmesi gereken hem meclis üyesi adayları hem de il eşbaşkan adaylarımız var. Bunları da önümüzdeki hafta tamamlayıp listelerin son şeklini vereceğiz.
Bütün bunlar yapılırken ciddi bir tecrübe edindik. Demokrasi, özgürlük mücadelemizde, kendi birikim ve tecrübe hazinemizde önemli bir süreç olarak yürüttük. Birçok şeyi yaptıkça öğrendik, tecrübe kazandık ve eksiklerimizi de gördük. Genel seçim sonrası partinin halkla buluşması, yönünü yeniden halka çevirmesi, halkı esas olarak bu mücadelenin öznesi ve sahibi olarak kabul etmesi bakımından önemli kararlar aldık. Zamanın yetmediğini ve tasarruflu kullanmadığımızı da gördük. Delegasyon listelerinde kimi ilçe ve illerde eksik kaldığımızı gördük. Sonradan tamamlamaya çalışsak da eksiklerimiz oldu. Kazanımlarımızın yanında eksiklerimiz olarak bunları da not ettik. Amed’de ve ilçelerinde ondan fazla salonu gezdim. En zayıf geçen yer yine binlerce insanın olduğu yerdi. Gerçekten o sahiplenme coşkusu bambaşka duygu, heyecan ve hüzünlere sebep oldu. Herkesi mutlu etmek tabii zor ama en önemlisi şuydu. Bunun yoldaşlık yarışı olduğunu, daha fazla halka layık olmanın rekabeti olduğunu gördük. Kayyum siyasetini, işgalini ve iktidarın Kurdistan’da yerel yönetimleri tahakküm altına almasını bu coşkuyla bertaraf edeceğiz. Bu coşku devam ettiği sürece ve biz de bu coşkuyu doğru yönlendirdiğimiz sürece kayyum siyasetini ve olası saldırıları bertaraf edebileceğimizi söyleyebiliriz.
‘KAYYUMLA HALK İLE HAREKETİN BAĞI KOPARILMAK İSTENDİ AMA BAŞARAMADILAR’
Kayyumlara değinmişken; Kurdistan’da bu gasplarla hedeflenen neydi, nasıl bir tahribata yol açıldı ve kayyum örneği halkın seçimlerle ilgili hevesini kırdı mı?
Kayyumların Kurdistan’da yarattığı tahribat çok. Amed’den Serhat’a, Botan’a, her yerde bu işgalin, talanın, rantçı siyasetin izlerini en derinden halkımız görüyor. Buna karşı direnişin ve dolayısıyla sahiplenmenin, yeniden yerel yönetimleri halkın belediyeci anlayışına uygun örgütlemenin de aciliyeti ve önemi görülüyor. Halk seçtiği ve dolayısıyla kendisini gördüğü bu yönetimlerin ne kadar kıymetli ve ne derece Kürt halkı için önem arz ettiğini kayyum siyasetinin tahribatıyla daha çok fark etti. Bundan sonra belediyeleri yeniden kazanmak, orada yeniden halkçı bir iktidarı inşa etmek açısından da ciddi manada bir örgütlenme, sahiplenme ve kolektif emek söz konusu.
Kurdistan’ın bütün kentlerinde kayyumun oraya yerleşen kültür ve isimleri, bir caddenin, parkın adının Kürt değerleriyle özdeşleşen isimlerini değiştirme söz konusu. Yerine Kürt tarihinde katliam yapan ve ciddi baskılarla özdeşleşen şahısların isimleri verildi. Bir yerde Devlet Bahçeli’nin adı verildi ve bu Kürt halkına hakaretti. Kürtlerin sinir uçlarına dokunmak, Kürtlerin gözünün içine bakılarak küfretmek, intikam almak isteyen faaliyetler var. Kürt dili, kültürü, tarihi ve bunları ifade edenlerin isimleri, dönemlerin isimleri, hepsi bir şekilde yok edildi ve Kürtlere tarihte zulmeden, sadece Kürtlere de değil Türkiye’deki tüm ezilenlere karşı suç işleyenlerin isimleri oralara verilerek bambaşka bir asimilasyon, hafıza yaratılmak istendi. Yerel yönetimlere yapılan saldırı bir asimilasyon siyasetinin zorla, şiddetle yeniden inşa edilmek istenmesiydi.
Bunun bir başka örneği daha var; belediyecilik Kürt demokratik siyaseti açısından halkla siyasi partiler, halkla öncüler arasında en güçlü bağı oluşturuyor. Toplum çaresiz değildi, toplumun kendi kendini yönetmesi söz konusuydu. Kolektif bir akılla kendisini yönetme kültürünü ortadan kaldırma hedeflendi. Belediyelerin işgali toplumla hareketin arasındaki bağı koparmak içindi. Şiddet, siyasi soykırım operasyonları, belediye eşbaşkanlarının tutuklanması, tüm çalışanlarının KHK’lerle uzaklaştırılması bu amacı güdüyordu. Bu siyasi bir yönelimdi, uzunca bir süredir "çözüm süreci"nin bitmesiyle birlikte başlayan çok yönlü şiddet içerikli saldırılarla, diz çöktürme planının da tamamlanması hamlesiydi. Halkı ve siyasal yapıyı birbirinden kopararak, arasındaki iletişim ağlarını, kurumlarını, yönetimlerini tasfiye etme amacıydı. İlk kayyum siyasetinde de sonrasında da böyleydi. Onların ifade ettiği şekliyle şunu söylemek lazım. Önce beslenme kaynaklarını bitirmek, yönetimler tasfiye edilmek, kitleyi öncüsüz bırakmak ve korku iklimine teslim etmek amaçlandı. Ama bu başarılamadı. Ön seçimlerde de halkın sahiplenmesiyle, aday adaylarının başvurularıyla, coşku ve heyecanla gördük. Başta "nasılsa kayyum gelecek, çok şey değişmeyecek" algısı vardı ama bu coşku ve sahiplenme de kaygıları, kafalardaki soru işaretlerini giderdi.
‘KURDISTAN’DA NORMAL OLAN HİÇBİR ŞEY YOKTUR!’
AKP-MHP-HÜDA-PAR ittifakı, Kurdistan’da, özellikle az farkla kaybettiği yerlerde ‘seçmen kaydırma’ya başvuruyor, ‘hayali seçmen’ yaratıyor. Bununla ilgili itirazlarınız da reddediliyor. Bu hilelerle ilgili son durum nedir? Nasıl önüne geçmeyi planlıyorsunuz?
Kurdistan’da normal olan hiçbir şey yoktur! Seçim ve dolayısıyla bu manadaki yarış esas olarak şöyledir. AKP-MHP ve onlarla birlikte hareket eden bütün inkârcı, imhacı, asimilasyoncu yapılar -buna HÜDA-PAR dahil- için esas olarak Kürtlerin kendini yönetme isteğinin önüne geçmede her yol mübahtır ve bu konuda kullanılacak bütün gayriahlaki yollar onlar için meşrudur. Bunu örneğin AKP yapıyorsa onun hasmı olan ama netice itibarıyla Kürt'ün inkârı üzerinden siyaset yapan İyi Parti de alkışlar, Zafer Partisi de burada buluşur. Mesele burada Kürtlerin kazanım edip etmemesi meselesidir. Kürtler kazanacaksa, Kürtler belediyeyi kazanacaksa, yerel yönetimini inşa edecekse, kendi iradesi için söz sahibi olacaksa, bu, hepsi için bir tufandır. Kürtler kazanmasın diye bu partiler birbirlerine akşama kadar küfretse de günün sonunda Kürtlere karşı birleşiyor ve bütün yolsuzluklarının üstünü örtüyorlar. Türkiye’de siyaset yapmada, söz söylemede Kürt Özgürlük Hareketi ve dolayısıyla demokrasi mücadelesi en önemli kriterdir. Kürt'e saldırmak, inkâr etmek onlar için siyaseten güç olmaktır. Kürt'ün kazanımlarına düşmanca tavır göstermek, inkârcı, tekçi siyasette varlıklarını sürdürmeleridir. Birleşme gerekçeleri de ayrışma gerekçeleri de budur! Kürt'e selam veren herkes de düşmanlaşır ve yok edilmek istenir.
Sadece sınır kentleri de değil, Qers, Agirî, Colemêrg, Şirnex’te değil, hemen hemen her yerde tek partide buluşurlar. Qers, Îdir, Şirnex’te bunları yaptılar. Bazı ilçelerde de öyledir. Bedlîs, Agirî, Colemêrg hatta Amed’in bazı ilçelerinde de bunlar olur. Amed’in bazı yerlerinde Hizbulkontra-HÜDA-PAR ve AKP’nin buluşması da yine bu sebepledir. Hepsi birleşiyor, yine kaybediyorlar, bu nedenle başka hilelere başvuruyorlar. Askeri personeli il ve ilçelere kaydettirerek hayali seçmen diyebileceğimiz yöntemlere başvuruyorlar. Genel merkez ve ilgili komisyonumuz ciddi araştırma yaptı ve delillerle ortaya koydu, itiraz etti. Tabii reddedildi. Ama ısrarımız devam edecek.
Bunlar bilinen, deşifre edilen hususlar. Bunun dışında başka şeyler de var. Bütün kentlerimizde sandık güvenliği ve seçim sürecinde yaşanacak olası sıkıntılara karşı aldığımız tedbirler de vardır. Halkımız duyarlı, sabırlı, soğukkanlı ve sonuna kadar takipçi olmalı, kazandığımız yerleri sonuna kadar korumalıdır. Kürt kazanmasın diye her yola başvuracaklar. Bölge örgütlerimiz ellerinden geleni yapıyor.
Kurdistan halkının nezdinde Hizbullah ve dolayısıyla HÜDA-PAR’ın tek bir ismi vardır; devlet eliyle gerçekleştirilen katliamların tetikçisidir. Ötesi yoktur. Kürt halkı ve dostları bunun farkındadır. Bir siyasi yapı olarak da tanımlamamak lazım. Sicili kirli, suçları kabarıktır. Bu suçlarından kaynaklı da halkımız onlar için söylenmesi gereken sözü söylemiştir.
Yerel yönetim deneyimleriniz var. Neyi daha iyi yapmak lazım? Öncelikleriniz ne olacak?
Biz gelenek olarak bütün süreçlerimizi tartışan, aynı zamanda eksiklerimizden ders çıkaran ve bunu en açık biçimde halkımızla paylaşan bir yapıyız. Bu açıdan geçmiş yerel yönetim deneyimlerimizde yaşadığımız eksikleri de, yanlışları da, aksamaları da ele aldık. Bizim kolektif yönetim anlayışımıza, ortak akla ve halkın dahil olmasına dönük hususlara ilişkin de yerel yönetim konferanslarımızda ciddi tartışmalar yürüttük.
Eşbaşkanlık ve eşit temsiliyetle ilgili yer yer yaşanan sorunlar eksikliklerimizin başında geliyor. Bu yönüyle eşbaşkanlık anlayışına uygun ortak yönetim, temsiliyet önümüzdeki dönemde en fazla üzerinde duracağımız husustur. Bu, bizim için hayati önemde olduğu kadar kadın öncülüğünün, kadınla birlikte toplumun da özgürleşmesinin en temel kriteridir. Direnen kadının kendi rengini, temsiliyetini en üst düzeyde, yoldaşça, özgürleştirerek katabileceği bir yönetimde sonuna kadar ısrar edeceğiz ve başaracağız. Bu konuda en ufak bir yanlışa izin vermeyeceğiz. Bu bizim için hayati önemde olduğu kadar en çok saldırı aldığımız da husustur. Sistem çok ciddi saldırıyor. Sistemle ilişkili olan yapıların en çok korktuğu ve hedef aldığı bir anlayıştır. Eşbaşkanlığı her yerde ete kemiğe büründüreceğiz.
Yerel yönetim halkla iç içe, halkla temasın en yoğun yaşandığı alan olmalıdır. Bu konuda geçmişte eksiklerimiz oldu. Dönem dönem aksayan yanlarımız oldu. Kolektif anlayışı oturtmalıyız. Biz bir atama yapmıyoruz; halkın tercih ettiği, üzerinde konsensüs sağladığı ve en fazla oy alan arkadaşlarımızla yol yürüyoruz.
Kurdistan coğrafyasında savaşın yarattığı yıkım, ekolojik dengenin yok olması söz konusu. Barajlarla, doğanın tahribatı ve talanıyla, ormanların yakılıp kesilmesiyle ilgili ekolojik dengeyi koruyup kollayan bir yerel yönetim anlayışını hakim kılacağız. Bu tahribatları giderecek bir yönetim anlayışı olacak.
Ranta bulaşmamış, herhangi bir şirketin, grubun ya da aşiretin, şahsın ihtiyaç ve istemlerine göre değil, tam tersine ranta, yandaşa karşı mücadele eden ve belediyenin bütün imkânlarını emekçilerle, bu belediyelerin inşasında emeği geçenlerle en hakkaniyetli paylaşmayı esas alacağız. Kayyumlarla birlikte yaşanan talanın, rantın, yandaşını büyütmenin son bulacağını söylüyoruz. Şöyle formüle ediyoruz; demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü belediye. Herkesin kendini gördüğü -bize oy vermemiş de olabilir-, herkese hitap eden, herkesin belediyesi olmayı arzulayan yerel yönetim kültürünü ortaya çıkaracağız. Tüm seçilenlerimiz bu temel perspektifle o kentin yeniden inşası ve dizaynıyla ilgili çaba sarf edecek. Kayyum talan etmiştir her yeri, belediyeler borç batağındadır. Bunları buradan alıp, halkın hizmetine sokacağız. Kazanımları da birine değil, kolektif olarak çalışanlara mal edeceğiz.
DERSIM’DE SON DURUM
Dersim’de bir süre önce partinizin dışındaki bazı yapılar seçime ilişkin açıklamalarda bulundu ancak sonra yeni gelişmelerin olduğu duyuldu. Dersim’de son durum ne?
Dersim, direniş kalesidir. Kürt'ün hafızasında acıları kadar direnişleriyle de kök salmış bir coğrafya. İsminin bile hâlâ ırkçı, faşistler tarafından ‘yasak’ görüldüğü, adına bile tahammül edilmeyen yer. Acı ezgilerle direniş coşkusunu baş başa yürüten bir yerden bahsediyoruz. Seyîd Rıza ve yoldaşlarının, torunlarının, onlar adına yemin edenlerin ölümüne bağlı olduğu bir coğrafya. Üç kuşağın tutkuyla bağlı olduğu bir kent. Fazlasıyla zorunlu göçün, sürgünlerin, baskıların olduğu, başı dik bir kent. Burada bizim ittifak güçlerimiz var. Bunların da aslında kendilerine göre Dersim için biçtikleri misyonlar var. Haklı da olabilirler. Ama Kürt halkının oradaki önceliği, herkesin söz sahibi olması. Birlikte yönetme, çıkar ve menfaatlerin olmadığı, ranta bulaşmadan, esasen oradaki halkın beklenti ve taleplerini kendi yönetim anlayışının merkezine oturtan bir belediyecilik. Bu konuda başından beri partimiz hassastır.
Orada bütün ittifak güçleriyle kapsamlı tartışmalar yürütüldü ve belli bir aşamaya gelindi. Aslında sorunlar çözüldü ve ortak seçime gitme kararı alındı. Ama sonradan basına da yansıdı; bizim dışımızda dört ittifak gücü, -ki bunlar bizim stratejik ittifak olarak gördüğümüz, sokakta birlikte mücadele yürüttüğümüz dostlarımız- ayrı seçime girme kararı aldılar. Sonrasında genel merkezimizle bu tartışmaları yürüten arkadaşların görüşmeleriyle mesele çözüldü. Dersim’de DEM Parti kendi adayıyla seçime gidecek ve yine bu bahsettiğimiz ittifak güçleri bu sürece aktif dahil olacaklar. En az bizim kadar çalışma yürütecekler. İlçelerde durum biraz farklı. O konuda da hakkaniyete uygun, bu bahsettiğimiz güçlerin de söz kurabileceği, yönetimlerini şekillendirebileceği adil paylaşım oldu.
Dersim’de bu kentin ihtiyaçlarını karşılayan belediyeciliği yeniden güçlendireceğiz. Dersim İl Örgütümüz, yine dostlarımız, Dersim’de olmasa da Dersim için çaba yürüten herkesin de ciddi emeği oldu. Bölünmeye, parçalanmaya ve dolayısıyla sisteme hizmet edebilecek anlayışlara izin vermeyen politik hat belirlendi ve çalışmalara başlandı. Yani DEM Parti’nin adayıyla girilecek ve dostlarımız da destekleyecek.
İSTANBUL TARTIŞMASI: KÜRT HALKININ TALEBİ BELİRLEYİCİDİR
İstanbul’da CHP ile müzakere yürüttüğünüz de belirtiliyor. Nasıl tartışmalar yürütüldü ve adayınızla girme kararınız nasıl vuku buldu?
Kurdistan’da bir ön seçim yaptık ve neticelendirdik. Buna paralel olarak Türkiye’de yürüttüğümüz, halkla beraber yürüttüğümüz ciddi tartışmalar oldu. Halkımızın bize dönük bir önceki seçimle ilgili ciddi eleştirileri oldu. Bundan sonraki seçimlerde i birliği ve ittifak meselelerine nasıl yaklaşmamız gerektiğine dair yol gösterdi. Bizim Türkiye’de izlediğimiz hat biraz önce bahsettiğim Kurdistan’daki hattan çok bağımsız değil. Orada kendi adaylarımızla seçime girerken batı illerinde birilerinin adayını destekleme gibi perspektifimiz hiç olmadı. Böyle bir açıklamamız da olmadı. Ama ne hikmetse birileri bizim yerimize söz kurdu. İşte bizim CHP adaylarına destek vereceğimiz söylendi. Yine birileri şunu söylüyor; DEM Parti AKP ile anlaştı. Birincisi; bu her iki yaklaşımın da yanlış olduğunun, aslında Kürt halkına, DEM Parti’ye, bileşenlerine ve geldikleri geleneklerine haksızlık olduğunun altını çizelim. Biz bir siyasi partiyiz ve esas olarak Türkiye’deki tek muhalefet partisiyiz. Bizim derdimiz ne bir partinin temsilcisini iktidara taşımak ne de bir partinin temsilcisini aşağıya çekmektir. Önceliğimiz demokrasi mücadelesinin kazanımlarıdır. Halkların birlikte, özgürce yaşama olanaklarını açığa çıkarmak ve kalıcılaştırmaktır. Dolayısıyla birlikte söz kurma alanlarının yaratılmasıdır.
‘Kent uzlaşısı’ndan söz ettik; birlikte yaşama, karar almadan söz ettik. Kürtlerin, kadınların, gençlerin, ezilenlerin bir araya gelebileceği komisyonlar oluşturduk. İller ve bölgelerdeki bütün komisyonlarda bu çevrelerin en az bizim kadar bu platformlarda söz söylemesi, karara dahil olmasını talep ettik. Ege, Marmara, Çukurova’da bu bahsettiğimiz kesimler söz sahibi oldu. Ama kendisini sistemin partisi, sahibi, kurucusu ve efendisi görenler bu uzlaşıya dahil olmadılar, olamazlar. Aramızda ciddi sınıfsal ve ideolojik farklılıklar vardır, yönetim anlayışı farklılıkları vardır. Buna rağmen herkes bize şunu söyledi; "Siz CHP ile müzakereleri neye istinaden yapıyorsunuz, CHP’nin adayını, Ekrem İmamoğlu’nu destekliyor musunuz, şunu istiyor musunuz, bunu istemiyor musunuz..." Buralarda her şey yanlış tartışılıyor. Biz bir siyasi partiyiz. Başka partiden birinin adaylaştırılmasıyla ilgili söz söylemeyiz, bu hakkımız da değil. Bu, o partinin iç meselesidir. Eğer Kürtlerle yan yana duracaksa, Kürtlere ve onun dostlarının hassasiyetlerine saygılı olacaksa, geleceğe dönük birtakım şeyleri birlikte yapacaksak değerlendirilir. Kürt'e karşı düşman duygusunu besleyen, sola karşı nefretle yaşayan biri aday oluyorsa bu onların sorunudur. Biz "şunu alın, bunu yapın" diyemeyiz. Bizim meselemiz, bir kentin yoksulları, emekçileri, kadınları, gençleri, ezilen bütün halklarını buluşturma ve seçim stratejisini, adaylaşma sürecini yürütme meselesidir. Önemli oranda kitlemiz bunu kabul etti. Örgütlerimiz çok sayıda görüşme yaptı. Tekirdağ, Edirne, Ege, Çukurova, İç Anadolu’ya kadar... Ve sonuçta biz her yerde kendi amblemimiz, adımızla seçime gireceğiz.
En önemli merkezlerden biri de İstanbul. Evet, önceki seçimde tüm dengeleri değiştirdik ve birçok yerde belediyelerin el değiştirmesine öncülük ettik. Doğru stratejiydi. Belirleyici pozisyonumuzu herkese gösterdik. Bugün ise durum çok farklı. Her dönemin bir mücadele dili, ilişkilenme şekli, stratejisi ve politik hattı vardır. Üçüncü Yol bizim mücadele yolumuzdur. Bu hattan ödün vermeyiz. Geçmişten de ders çıkararak, halkımızın taleplerini önceleyerek bir politik hat benimsedik. İstanbul da dahil olmak üzere batıdaki hemen hemen tüm illerde adayımızı çıkaracağız. İstanbul iktidar, muhalefet partileri için hayati önemde, bunu biliyoruz ama bizim için de öyledir. Burası bir Kürt kentidir aynı zamanda. Burası emekçilerin, yoksulların, kimsesizlerin de kentidir. Emeğin özgürleştiği, kadın mücadelesinin en belirgin haliyle vücut bulduğu, bilimin, teknolojinin, aydınlanmanın, Kürt Özgürlük Mücadelesi'nin en çok görünür olduğu merkezlerden biridir. 'İstanbul bir Kürt kentidir' derken şunu söylüyoruz; Kürt'ün buradaki sayısal durumu, ikincisi köy boşaltmalarla başlayan zorunlu göç, ekonomik sebeplerden ötürü buraya akın edip kendi siyasal yapısı etrafında iradeleşen halktan söz ediyoruz. Bu halkın varlığını ve taleplerini, hassasiyetlerini görmezden gelen, bunları arka bahçesi olarak gören, kandırabileceğini düşünenler çok net bir şekilde kaybetmeye mahkûmdur.
Talep ve beklentileri ortaklaştıran herkese kapımız açıktı. Ama inkârcı siyasetin kurucu kodları sistem partilerinin tümünde etkilidir. Zaten Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin bu kadar sekteye uğramasının sebebi de budur. Faşizmin bu kadar güçlü ve kurumsal bir hale evrilmesinin sebebi de budur. Partilerin basit hesapları, korkuları ve öncelikleriyle bizimki örtüşmüyor. Biz temel ittifaklarımız ve kent uzlaşısında buluştuğumuz herkesle kendi politik hattımıza uygun, Üçüncü Yol'a uygun adaylarımızı belirleyip mücadeleyi sürdüreceğiz.
Evet, birçok kere görüşmeler oldu, tartışmalar yürütüldü, yerellerde de merkezi düzeyde de. Ama netice itibarıyla halkımıza verdiğimiz söz vardı; biz, birilerinin adayı için çalışmayacağız. Kendi kitlemizi birilerinin seçmeni pozisyonuna düşürmeyeceğiz. Bizim kitlemiz bir seçmen kitlesi değildir, bu mücadelenin asli unsurudur, öznesidir; sorgulayan, kader belirleyendir. Bu anlamda bu kitlenin siyasi temsilciliğini yapan biz, halka rağmen karar alamayız. Halkımızın taleplerini esas alarak İstanbul'da da DEM vaktidir, diyoruz.
Ayın 9'undan itibaren diğer adaylarımızı da netleştirip kampanyamızı en güçlü haliyle sürdüreceğiz. Kimin kazanıp kazanmayacağı önemli değil. Bizimle birlikte demokrasi mücadelesinin ne kadar başarılı olup olmaması önemli kriterimizdir. Kürt sorunu, savaş meselesi, tecrit, kadın sorunu, halkların birlikte yaşama meseleleri seçim kampanyamızın ana başlıkları olacaktır. Tecride karşı mücadeleyi güçlü bir şekilde örgütlediğimizde İstanbul, Aydın, Amed, Ankara'da da başarılı olacağız. Bu mücadeleye tek başına bir seçim kampanyası olarak bakmıyoruz; yoğunluğu, canlılığı, katılımı demokrasi mücadelesi için önemli buluyoruz. Seçimle bu sistemin değişmeyeceğini biliyoruz ama demokrasi, özgürlükler açısından önemli bir süreçtir. DEM Parti etrafında kenetlenmeye çağırıyoruz.
Yanıtlarınıza göre CHP, müzakerede halkın beklentilerine dönük demokratik bir tutum sergilemedi. Doğru mu? Ayrıca bu müzakereler için "bitti" diyebilir miyiz?
Müzakereler, ziyaretler oldu, talepler ifade edildi. Ama seçim konusunda halkımızın talepleri ciddi karşılık bulmadı. Gönül isterdi ki seçimden önce demokrasi mücadelesinde bütün muhalefet partileri birleşseydi. Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda önceden birtakım adımlar atılsaydı, bugün bunlar tartışılmazdı ve yol daha kolay alınırdı. Ama Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri, mesela ana dilinde eğitim gibi meseleler olduğunda, kendilerini bu sistemin asıl sahibi gibi görenler bizimle yan yana gelmeye, fotoğraf vermeye fazlasıyla kaygılı yaklaştılar, ürkek oldular, fazlasıyla resmî tutum belirlediler. Temel hak ve özgürlükler, Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda ortak söz kullanmayan, çaba sahibi olmayan, en sınırlı ölçülerde bile yan yana gelemeyen yapıların birlikte seçim örgütlemesi de çok şeffaf, kalıcı olamazdı. Meseleye seçim endeksli değil, derinlikli bakmak lazım. Neden yan yana gelinemediği, birtakım çalışmalar yürütülemediğini de muhalefete sormak lazım. Yoksa bu böyle devam ederse iktidar partisi için kazanma imkânları daha çoktur. Parçalı muhalefet var, birlikte mücadele edilemiyor. Savaşa, ekonomik krize karşı birlikte mücadele edemezsen seçimde kuracağın ittifakın ömrü ve sonuçları İyi Parti ile CHP'nin ittifak şekline dönüşür. Çıkara, menfaate dayalı bir ilişkiye dönüşür. Biz Üçüncü Yol'un demokrasi mücadelesi bakımından en esaslı, özgürlükçü ve öz güce dayalı mücadele hattı olduğuna inanarak bu süreçleri karşılıyoruz.
"Müzakereler bitti" diyemeyiz ama bundan sonrası için çok ciddi değişiklik olacağını düşünmüyoruz.
Birileri kararımızın AKP'ye yaradığını da söyleyebilir. Bizim önceliğimiz bahsettiğimiz meselelerdir. Vekillerimizin öncülüğünde Özgürlük Yürüyüşümüz var. Karı, kışı göze alıp tecride karşı yürüyen arkadaşlarımız var. Peki, biz CHP'yi iktidara taşıdık, diyelim. CHP, bugüne kadar tecride karşı bir şey söyledi mi? Bir tutsağın, rehinenin en temel hakkı olan ailesi ve avukatlarıyla görüşmesi için bir şey söyledi mi? En temel hak için tek söz söyleyemeyen, yine kayyumlara karşı gereken refleksi gösteremeyen, Rojava'ya saldırılmasına karşı söz söylemeyen CHP için neyin fedakârlığını yapacağız? Türkiye'de emekçiler her gün yoksullukla mücadele ederek, açlıkla mücadele ederek; baskıya, zulme, ölüme, iş güvensizliğine direnerek seslerini yükseltiyor; bunun için de tek bir eylem örgütlemeyen yapıların neyini destekleyeceğiz? Bize bir şey söylemeden dönüp kendilerine bakacaklar.
CHP ile genel merkezimiz yarın da görüşebilir. Biz sekter bir politik hat izlemiyoruz. Adaylarımızı açıklayacağımızı duyurmamıza rağmen CHP Bursa İl Örgütü de adayları ve vekilleri de ziyaret etmek istediler, görüştüler. Müzakereler bitmez. Bizim müzakerelerimiz seçim endeksli de değil. Her muhatapla tartışırız. Ama bizim kitlemiz üzerinden kimsenin söz söylemesine müsaade etmeyiz.
Şunu vurgulayalım; bize oy verenler bizim seçmenimiz değildir, yoldaşımızdır, beslenme kaynaklarımızdır, bizi bugünlere taşıyanlardır. Böylesine bir kitleyi 'seçmen' olarak tanımlamak haksızlıktır. Bu kitlenin duruşuna, direnişine saygısızlıktır.
Üçüncü Yol çizgimizi her yere yansıtacağız. Bizim olmayan bir belediyenin, bizim anlayışımızı yansıtmayan belediyenin kime ait olduğu bizim çok önemli değildir. Halkımıza, emekçilere faydası yoksa önemli değildir.