'2025 Newroz’u Önder Apo’nun özgürlüğü için yeni bir başlangıç olabilir'

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, 21 Mart’ta Amed’de düzenlenecek Newroz kutlamasına katılım çağrısında bulunarak, “Tarihsel önemdeki 2025 Newroz’u, Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kürt sorununun barışçıl çözümü için bir başlangıç olabilir” dedi.

MURAT KARAYILAN

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Önder Apo’nun 27 Şubat çağrısının ardından yaşanan gelişmeleri Sterk TV’de yayınlanan özel bir programda değerlendirdi. Yaklaşan Newroz’un “Önder Apo’nun Özgürlüğü ve Demokratik Çözüm” perspektifiyle ele alınması gerektiğini belirten Karayılan,  21 Mart’ta Amed’de düzenlenecek Newroz kutlamasına kitlesel katılım çağrısı yaptı. Karayılan açıklamasında “Tarihsel önemdeki 2025 Newrozu, Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kürt sorununun barışçıl çözümü için bir başlangıç olabilir” mesajını verdi.

Önder Apo’nun 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısına dikkat çeken Karayılan, bu sürecin başarıya ulaşması için Önder Apo’nun aktif katılımına olanak tanınması gerektiğini vurguladı. Karayılan, “Kongre toplama, parti feshetme ve silah bırakma gibi tarihi adımlar, ancak Önder Apo’nun özgürce örgütleyip yönlendirebileceği bir süreçle mümkündür. Devletin de buna uygun yasal düzenlemeler yaparak Önder Apo’nun önünü açması gerekir” ifadelerini kullandı.

'SÜRECİ SABOTE EDEN DÜŞMANCA DİL TERK EDİLMELİ'

Türk devletinin üst düzey yetkililerince yapılan “teslimiyet” söylemlerini eleştiren Karayılan, “100 yıllık bir sorundan, 41 yıllık bir savaştan bahsediyoruz. Çözüm için artık düşmanca dil değil, barış dili kullanılmalı. Savaşın kimseye faydası yok. Önder Apo, bütün Türkiye ve Ortadoğu’yu olumlu etkileyecek bir barış ve demokrasi projesi geliştiriyor” dedi.

PKK’nin silahsızlanma çağrısını “yenilgi” olarak tanımlayan devlet kanadına tepki gösteren Karayılan, PKK’nin ideolojik, siyasi ve askeri olarak en güçlü dönemlerinden birini yaşadığını vurgulayarak “Biz mecbur kaldığımız için değil, Önder Apo’nun on yıldır geliştirmekte olduğu proje ve barış vizyonuna inandığımız için bu süreci destekliyoruz” diye konuştu.

Murat Karayılan ile yapılan röportaj şu şekilde:

Newroz sürecindeyiz. Newroz kutlamaları ‘Özgür Önderlik ve Demokratik Toplum’ şiarı ile coşkuyla gerçekleştiriliyor. Newroz vesilesiyle neler belirtebilirsiniz?

Öncelikle tüm halkımızı saygıyla selamlıyorum ve herkesin Newroz'unu kutluyorum.

Sakine Arat ananın vefat ettiğini duyduk. Üzüntü verici bir durum. Ben kendim de Sakine anayı yakından tanıyordum. Örnek bir anneydi. Bütün yaşamını emek ve cefa ile geçirdi. Son anına kadar da mücadele etmekten vazgeçmedi. Emek, irade ve ısrar noktasında örnek bir biçimde yaşadı. Sakine ana hepimizin annesidir. Vefatından ötürü üzüntü duyduk. Bütün aile çevresi, barış anneleri ve Amed halkına başsağlığı diliyorum. Evet ömrünü tamamladı fakat bizim için bir kayıptır. Üzerimize düşen görev, onun iyi birer evladı olmak ve onun gibi emekçi ve cefakar bir anaya layık olmaktır. Bunun sözünü veriyoruz.

Newroz, Kürdistan ve bölge halklarının tarihinde özel bir yere sahiptir. Önder Apo bundan 52 yıl önce bir Newroz günü tarihi çıkışını gerçekleştirdi. O zamandan bu yana Newroz her zaman yeni çıkışların, eylemlerin, direnişin günü oldu; ateşlerin göğe yükseldiği bir gün oldu -ki daha önce yasaklardan dolayı tepelerde ateş yakmak dahi bir eylem biçimiydi.- O günlerden bu güne Newroz da karakter değiştirdi; halkımız Newroz ateşi, direniş ve özgürlük ateşi etrafında gittikçe daha coşkulu kutlama yaptı ve bu günü karşıladı. Bu yolda çok şehit verildi. Başta Cizîra Botan ve Nusaybin olmak üzere tüm Kürdistan’da, Newroz şehitlerle yerini buldu ve bu biçimde kabul ettirildi. Bu temelde bütün Newroz şehitlerini saygıyla anıyorum. Öncelikle, Önder Apo’nun Newrozunu kutluyor, selam, saygı ve bağlılığımı sunuyorum. Aynı zamanda şehit annelerimizin ve tüm şehit ailelerimizin Newrozunu kutluyorum. Dört parçadaki tüm halkımızın ve Newroz’a inanan tüm bölge halklarının yine Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın, bütün yoldaşların Newrozunu kutluyorum. Yeni Newroz yılında herkese yürekten başarılar diliyorum. Çağdaş Kawa Mazlum Doğan ve Zekiye Alkan şahsında tüm devrim şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum, onlara verdiğimiz sözü yineliyorum. Anıları özgür ve demokratik Kürdistan mücadelesinde yaşatılacaktır.

Aynı zamanda Ramazan Bayramı da yaklaşıyor; şimdiden tüm halkımızın ve İslam aleminin Ramazan Bayramı’nı da kutluyorum.

Biz bu kutsal günleri önemli bir dönemde karşılıyoruz. Özellikle 2025 Newrozu sıradan bir Newroz değildir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, 2025 Newrozu'nu çok önemli tarihsel bir süreçte karşılıyor. Halkımız bu Newroz’u, ‘Önderliğe Özgürlük ve Demokratik Toplum’ şiarı ile kutluyor. Bu çok yerinde bir belirleme. Bu Newroz Önderliğe özgürlük ve çözüm Newrozu olabilir. Keza Önderliğin özgürlüğü aynı zamanda Kürt halkının özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü anlamına gelmektedir. 2025 Newrozu’nun Önderliğin ve Kürt halkının özgürlüğünün gerçekleştiği yıl olması için bizlerin de tüm gücümüzle çabalamamız gerekmektedir.

Newroz bir başlangıç olabilir. Zaten mücadele tarihimizde her Newroz yeni bir çıkışın başlangıcı olmuştur. Bu Newroz da özgürlük ve çözüm hamlesinin başlangıcı olabilir. Newroz’un bu şekilde karşılanması gerekir. Zaten halkımız Önderliğe özgürlük Newrozu olarak karşılıyor; bu doğru bir tutumdur fakat daha kapsamlı bir biçimde ele alınması gerekir. Önderliğin özgürlüğü Kürt halkının özgürlüğü ve çözüm demektir. Aynı zamanda Kürt ve Türk halklarının barışıdır. Kendisiyle birlikte yalnızca Kürt halkını değil, Türk halkını da değiştirecek, bölge halkında büyük değişimleri gerçekleştirecek. Bu nedenle bütün Kürdistanlı yurtseverlerin, barış isteyen ve demokrat olan tüm Türkiyeli kesimlerin, emekçilerin, sol-sosyalist çevrelerin bu dönemde Önderliğin özgürlüğü için harekete geçmesi gerekmektedir. Bu temelde bilhassa herkes Newroza katılmalı. İster Kürdistan’da ve bölgede olsun; isterse de Avrupa ve yurt dışında, başta yurtsever Kürdistan halkı olmak üzere barış ve özgürlük isteyen herkes 2025 Newrozuna daha güçlü katılmalı. Newroz alanları doldurularak Önder Apo’nun ve Kürt halkının özgürlüğü çağrıları yapılmalı. Newrozlarda sadece "Bijî Serok Apo" ve "Önderliğe özgürlük" sloganları atılmalı, bu sloganlar kitlesel ve güçlü bir şekilde haykırılmalı. Demokrasi, özgürlük ve eşitlik isteyen herkes Kürt halkının bu talebi etrafında toplanmalı.

Bu açıdan özellikle de Amed Newrozu çok önemlidir. Hem Amed’in merkez olma özelliği söz konusudur, hem de tam 21 Mart günü orada Newroz kutlanacak. Bu yüzden Amed Newrozuna katılım 2013 yılından daha büyük olmalı. O zaman 2 milyona yakın kişi katılmıştı. Şimdi daha kitlesel ve büyük olmalı. Amed etrafındaki halkımız, yani Urfa, Bingöl, Batman ve Mardin’de yaşayan halkımız iki Newroz’a katılmalı. Hem kendi kentlerinde hem de Amed’deki Newroz’a katılmalılar. Halkımız böylece sürece ağırlığını koymalı ve çağrı yapmalı. Barış, çözüm, özgürlük ve demokrasi talebi o alanda büyük bir kitleyle dile getirilmeli. Bütün dünya bu büyük özgürlük ve demokrasi şölenini izlemeli. Newroz bu biçimde karşılanmalı.

27 Şubat’ta Önderlikten tüm dünyanın gözünün üstünde olduğu bir çağrı geldi. Hareketiniz bir manifesto olarak tanımladığı bu çağrıyı onayladı ve ateşkes ilan etti. Fakat devlet tarafından bir adım atılmadı. Siz 4 Şubat’taki programımızda ‘Önder Apo özgür olmalı, ben kendim gerillaya silah bırakma çağrısı yapamam’ demiştiniz. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Şimdi de aynı şeyi söylüyorum. Bugüne kadar birçok arkadaşımız programlara katıldılar. Son olarak Eşbaşkanlığımız da katıldı ve aynı şeyi söylediler.

Şimdi kendileriyle barış yapmaya çalıştığımız kişilerin, yani devletin bizi doğru anlaması gerekiyor. Önder Apo’nun tarihi çağrısıyla gündeme koyduğu şey sıradan değil, çok büyük bir şeydir. 52 yıldır bir mücadele, 41 yıldır bir savaş sürdürülüyor. İdeolojik duruşu olan kararlı kadrolar yer alıyor bu harekette. Kongre toplama, Parti’yi feshetme ve silah bırakma kararı almak sıradan bir durum değildir. Bundan ötürü ancak bu partinin kurucusu ve tüm arkadaşların esas aldığı Önder Apo bu süreci sonuca götürebilir. Önderliğimiz bunu aktif bir şekilde hareket ederek ve örgütleyerek sağlıklı bir şekilde başarıya taşırabilir. Hiçbir grubun dışarıda kalmaması, herkesin ikna olması için böyle olmasını belirtiyoruz. Bazıları bunları şart olarak yorumluyor ve ‘şart kabul etmiyoruz’ diyor ancak bu, tekerin dönmesi için bir ihtiyaçtır. Önder Apo’nun bu sürece aktif olarak katılmasının imkanları olmalı. Yani özgür olmalı, özgür hareket etmeli.

Alanda olmayan, yurt dışındaki ya da zindandaki bazı arkadaşlarımız, açıklamalarında Önderliğin teknik yoluyla mesaj gönderebileceğini belirtiyorlar. Ancak bu, bir mesajla bitecek bir iş değildir. Mesela kongre olursa, Önder Apo, bütün aşamalarından ve alınan kararlardan haberdar olmalı ve cevap vermeli. Evet, belki kongre alanına gelemez ve dışarıdan katılır; bu anlamda teknik de bir rol oynayabilir ama yanına heyet gidip gelmeli, heyetlere perspektif verip göndermeli, ikna olmayan kişilerle ayrıca konuşabilmeli. Herkes bilmeli ki, mevcut durumda ikna olmayan arkadaşlarımız, savaşçılarımız ve komutanlarımız vardır. Dışarıdan böyle konuşan arkadaşlar bildikleri kadarıyla değerlendiriyorlar fakat biz buradayız ve daha iyi biliyoruz. Bu hususta bazı konuların buradaki arkadaşlara bırakılması daha iyi olur.

Şimdi bu aşamanın başarıya ulaşması yolunda mesela bazı devlet yetkilileri de ‘mutlaka yapılmalı, gerçekleşmeli ve yerine getirilmeli’ diyorlar ya; doğrudur, bunlar yerine getirilmeli ama yerine getirilmesi için de koşullar yaratılmalı. Devlet Bahçeli bir çağrı yaparak bu sürecin önünü açtı. O çağrıda ne demişti? “Öcalan silah bırakılması ve feshedilmesi için çağrıda bulunsun; gelsin DEM grubunda Meclis'te konuşsun;  böylece sonuna kadar umut hakkı tanınsın” demişti. Peki şimdi çağrı yapıldı ve devlet cenahından yetkili kişiler bu çağrıyı beğendiklerini, yerinde bulduklarını ve memnuniyet verici olduğunu belirttiler. Yine PKK olarak bizler de olumlu cevap verdik ve bu sürecin yürümesi için ateşkes ilan ettik. Doğrusu önce bunu da olumlu karşıladılar ve Önderliğin çağrısını tamamladığını belirttiler. Belki sonrasında tutumunu değiştirenler oldu ama son tahlilde biz de olumlu yaklaşıyoruz, Önderliğimizin projesine inanıyoruz ve tamamıyla katılacağımızı belirtiyoruz. Bu durumda gerekli yasal düzenlemelere gidilmesi ve Önderliğimizin önünün açılması gerekiyor. Ancak bunu yapmak (yani yasalarda düzeltmeye gitmek) yerine ‘Kongre tarihi ne olacak, nerede toplanılacak’  vb. şeyleri tartışıyorlar. İyi de mevcut durumda alanda savaş var ve bunu hayata geçirmenin imkanı yok ki! Eğer devlet tarafı da gerçekten bu sürecin hayata geçmesini istiyorsa, belirtildiği gibi Kürt ve Türk halkları arasında birlik ve barışın gelişeceği, eşitliğin sağlanacağı, hakların verileceği bir dönem yaşanacaksa, herkesin bu konuda üzerine düşeni yapması gerekiyor.

Bu konuda bir hususu daha belirtmek istiyorum. Mesela mevcut savaşçı ve komuta yapımızın çoğu 1999 ve 2000 yılı ardından saflarımıza katılan arkadaşlarımızdır. Bu yıllardan sonra katılanların hepsi Önderliğin özgürlüğünü sağlamak amacıyla katıldılar. Bu arkadaşların Önderliğin sesini duymayana, Önderliğin özgürlüğünün önünün açıldığını görmeyene kadar kolay kolay ikna olmaları mümkün değil. Bundan ötürü çağrı yapmıyorum, dedim. Çünkü ben arkadaşlarla yaşıyorum, tanıyorum, biliyorum. İkna olmadan gerçekleştirmeyecekleri bir şey için neden çağrı yapayım! Elbette çağrı yapmam; çünkü yerini bulmaz. Bunun için çaba gösterilmesi gerekiyor. Bir de savaştayız. Savaşta olan bir güce nasıl böyle bir şey söylenir?

Dolayısıyla devlet içerisindeki aklıselim kesimler de bütün bu durumları göz önüne almalı ve sürecin işlemesi için ihtiyaç duyulan, gerekli şeyleri yerine getirmeliler. Süreç ancak öyle ilerleyebilir.

Bu süreçte Türk devletinin kimi yetkililerinin dili değişmedi. Zehir saçan, keskin bir dilleri var. En son Savunma Bakanı Yaşar Güler konuştu ve 'kayıtsız şartsız silahlarını teslim etmeliler' dedi. Bu konuda ne dersiniz?

Kuşkusuz bu da önemli bir konu. Kürt sorunu eski bir sorundur. Osmanlı'dan ele alırsan 219 yıldır çelişki vardır. 1806'da Köysancak’ta Abdullah Babanzade Osmanlı Valisi'ni hançeriyle vurduktan bu yana sorun söz konusu olduğu gibi, özellikle cumhuriyet döneminde Şêx Saîd'in çıkışını başlangıç olarak ele alırsak, tam 100 yıldır Kürt sorunu vardır. Geçen yüz yıl içerisinde o kadar katliam ve ölümler yaşandı. Bizim dönemimiz ise bu yüz yılın yarısından biraz fazlasına tekabül etmektedir ve bu dönemde de ölümler yaşanmıştır.

Devlet tarafından 'terörsüz Türkiye' denilmektedir. Yani onlar şiddeti terör olarak adlandırıyorlar. Kuşkusuz o şiddet terörse veya her neyse tek taraflı değildir. Eğer bizim yaptığımız ‘’terör’’ ise, devlet tarafı bizden çok daha fazla terör uygulamıştır. Kürdistan'da faili devlet olan güçleri olan 17 bin 525 faili meçhul saldırı gerçekleştirilmiştir. Bunların çoğunluğu ölümle sonuçlanmış, bir kısmında ise saldırıya uğrayanlar yaralı veya yara almadan kurtulmayı başarmışlardır. Başka da boşaltılan köyler, katledilen insanlar saymakla bitmez. Şimdi bazıları hassasiyetten söz ediyor; peki Kürt halkının da hassasiyetleri yok mu? Tabii ki vardır.

Kısacası bir savaş yaşanmıştır; kökleri 100 yıl öncesine dayanmaktadır ve biz şimdi bu sorunu çözmek istiyoruz. Yani biz barışmak istiyoruz. Ancak bunun için öncelikle kullanılan dilin düşmanlık değil barış dili olması gerekiyor. Kuşkusuz zihniyetin de düşmanlık değil dostluk zihniyeti olması gerekiyor. Ancak şimdi bakıyoruz; sahip olunan zihniyet de, kullanılan dil de eskisi gibidir. Dillerinde ateş püskürüyor, tam bir düşmanlık yapılıyor.

Bu süreci sabote etmek isteyen birçok kesim vardır. Açık ki devlet tarafında da sabote etmek isteyen kanatlar vardır, Kürt tarafında da vardır. Daha da önemlisi Ortadoğu bölgesinde bu savaşın devam etmesini arzulayan birçok kesim vardır. Çünkü birçok kesim bu savaştan rant elde ediyor. Zaten bunun için Önder Apo, artık ekseni değiştirmek istiyor. Yani savaş isteyenler vardır. İnsan onları anlıyor. Onların dillerinin keskin olması ve ağızlarına ne geliyorsa söylemeleri normaldir. Fakat bakanlık yapan, görev olarak bağlayıcılığı bulunan devlet yetkililerinin aynı dili kullanması ayrı bir konudur. Acaba biz beraber barışı mı kuracağız yoksa birbirimizi mi yok edeceğiz!

Bu savaşta kimse, 'ben yendim, kazandım' diyerek ucuz bir zafer yaratamaz. 41 yıldır savaş söz konusudur ve taraflar birbirlerini yok edememiştir. Ne biz devlet güçlerini Kürdistan'dan çıkartabildik ne de onlar bizi örgüt olarak tasfiye edebildiler ve mevziilerimizi elimizden alabildiler. Yani sonuç patadır ve bunu kabul etmeleri gerekir. Ancak kimi kesimler 'biz kazandık' diyerek rant elde etmeye çalışıyorlar. Mesela adını verdiğiniz Yaşar Güler'in sorumlu olduğu Savunma Bakanlığı'na bakıyorsun; tüm açıklamaları şişirmedir. İşte şimdi Medya Savunma Alanları'na uçak saldırıları oluyor değil mi? O uçaklar bize hiçbir kayıp verdiremiyor. Çünkü biz onlara karşı gerekli tedbirleri almış durumdayız. Fakat onlar sürekli saldırmaya devam ediyorlar. Aynı şekilde top atışları da yapıyorlar. Bunların hepsi devletin kasasından çıkıyor. Devlet, fakirden fukaradan vergi alarak o paraları temin ediyor; bunlar da habire silah kullanarak o paraları harcıyor. Aslında araştırsalar, bu saldırıların hiçbir sonuç alamadığını görürler ama saldırılarına sürekli devam ediyorlar ve sonra bundan da sonuç çıkarmaya çalışıyorlar. Her hafta, ‘bilmem ne kadar öldürdük’ diyorlar. Yani sürekli bir biçimde ölülerin sayısını artırıyorlar ve kendilerini de bununla o kadar başarılı gösteriyorlar. Gerçekte ise öyle bir şey yoktur; böylesi hiçbir kayıp vermemişiz. O öldürdükleri havaya mı uçtu ne oldu, o bilinmiyor. Çünkü yalandır; bu topluma yalan söylüyorlar; üzerine bir de sahte zafer yaratıyorlar ve rant elde ediyorlar. Doğru değildir; ne zafer kazanmışlardır ne de kimseye öyle bir kayıp verdirmişlerdir. Mesele budur. Belki aynı kişi kendi üstlerine de aynı biçimde raporlar veriyordur. İşte cumhurbaşkanına veya diğer bakanlıklara, ‘şu kadar kişiyi öldürdük’, vb. biçimde yalan yanlış bilgiler sunuyordur. Ancak öyle bir durum yoktur. Mesela açıklama yaptılar, ‘Pençe-Kilit bölgesinde kilit kapandı’ dediler. Gerçekte kapatmadılar ama resmi açıklamada öyle dediler.

Bir söz var; ‘savaşta ilk ölen hakikattir’ diye. Bizler, devrimciler olarak ‘bu yasayı kaldıralım ve biz gerçekleri dile getirelim, gerçekler ölmesin’ diyoruz. Ama savaşın da bu yanı var işte. Mesela ben devletin en üst düzeyinin, devam eden savaş hakkında tam doğru bilgilere sahip olduğunu düşünmüyorum. İşte onların açıklamalarına göre birkaç ay içerisinde bin küsur kayıp vermişiz. Ancak böyle bir şey yok. Tabii bunu söylerken, elbette ki savaş içerisinde verdiğimiz kayıplarımız oluyor ama böyle uçuk rakamlar değil. Bunlar çok fazlaca şişirilmiş rakamlardır. Yani dezenformasyon vardır; psikolojik bir savaş yürütülmektedir ve buna halen devam ediyorlar.  İşte biz yeni bir döneme başlamak istiyoruz. Savaşı durdurmak ve barışın gelişmesini sağlamak istiyoruz. O zaman sizin de kendinizi değiştirmeniz gerekiyor. Ancak bakıyoruz, devam ediyorlar. Dolayısıyla özellikle de devlet cenahından gelen bu türden söylemleri biz kabul etmiyoruz, reddediyoruz; doğru değiller. Bu tür söylemler devam etmeleri halinde sabotör rolü oynamış olurlar. Sürecin önünü açmazlar, tıkatırlar.

İşte o bakan ‘kayıtsız şartsız teslim olsunlar’ demiş. Kim sana teslim olacak? O bahsettiğin insanların hepsi fedaidir; hepsi kutsal amaçlar uğruna devrimci olmuşlar. Kim teslim olur? Acaba bunu diyen, kendisi buna inanıyor mu? Mesela şimdi Metîna, Zap ve daha birçok yerde askerle güçlerimiz arasında 200-300 metre mesafe vardır. O askerlerin eline megafonu vermişler, asker çağrıda bulunuyor; ‘başkanınız açıklama yaptı; siz de gelin bize teslim olun’ diyor. Bu nasıl bir mantıktır, insanın aklı almıyor. Kim gelip sana teslim olacak? Sen 4 yıldan bu yana orada savaşmışsın, o mevziiyi alamamışsın. O mevziide direnen kişi o yüksek moraline rağmen senin ayaklarına gelir mi? Dava uğruna kendini feda eden onurlu insanlar PKK’li olmaktadırlar. PKK’liler onurları için hiç düşünmeden kendilerini feda ederler. Bu kişiler senin çağırmanla gelip sana teslim olurlar mı? Bu tür çağrılarla herhangi bir sonuç alamadıkları gibi Türkiye’ye de hiçbir faydası yoktur ama yine de öyle yapıyorlar. Ancak çözümün gelişmesi için çabalarlarsa, çözümün Türkiye’ye çok faydası olur.

Önder Apo sadece Kürtler için değil, Türk halkı için de bu dönemi geliştiriyor. Türkiye’de değişimi geliştirmek, demokrasiyi kurmak istiyor. Bu biçimde Türkiye’nin önünü açmak için çabalıyor. Türkiye şimdi bir darboğazdan geçiyor değil mi? Bölgedeki mevcut gelişmeler Türkiye’ye dönük tehdit yaratıyor. Bunu hepimiz görüyoruz; dolayısıyla burada bunları uzun uzun anlatmaya gerek yoktur. Fakat biz dönemi doğru okuduğumuzda, Türkiye’nin bir darlık içerisinde olduğunu görüyoruz. İşte Önder Apo, ‘eğer Türkiye bu darboğazı Kürtlerle barış yaparak aşmak isterse biz varız’ dedi. Dolayısıyla eğer istiyorsanız, o zaman sizin de ona göre yaklaşmanız gerekir. Öyle boşu boşuna övünerek, kendine methiyeler dizerek ve sahte zaferler yaratarak olmaz. Herkesin gerçeğe gelmesi gerekir.

Acayip olan diğer bir şey ise, bu kişinin, ‘yapılan çağrıda ateşkes yok; onun için kimse böyle bir şeyi düşünmemeli’ demesidir. İyi de savaş içerisinde ne şekilde süreci yürütebilirsin ki! Dikkat edin; işte tıkanma budur. Yani tıkatıyorlar. Dolayısıyla, sürecin yürümesi için her şeyden önce bu tutumların son bulması gerekir. Çünkü bu tür yaklaşımlar ön açmıyor, tersine tıkatıyor. Özcesi Türk devleti içerisindeki akli selim kişiler bunu görmeli, buna göre ön açan bir hareketi geliştirmelidirler. Yoksa bu bakanın sergilediği yaklaşım ekseninde hiçbir ilerleme sağlanamaz, tersine bu türden, insanın onurunu inciten temelsiz konuşma ve açıklamalar süreci tehlike altına sokuyor. Bunu herkesin bilmesi ve gerçekten süreci ilerletmek istiyorlarsa bu türden şeyleri bırakması gerekir.

Türk devletinin kimi yetkilileri, “biz PKK’yi yendik, PKK yenildiği için böylesi bir sürece girdi” diyorlar. Bu konuda ne dersiniz? Gerçekten PKK yenildiği için mi ateşkes ilan etti?

Evet, devlet tarafından kimi kesimler o türden şeyler söylüyorlar ancak bunların temeli yoktur. Bunların temelinde psikolojik savaş vardır. Onlar psikolojik savaşın bir parçası olarak sürekli, ‘vurduk, yendik, yok ettik’ diyorlar ve bunlara halen de devam ediyorlar. Bu dönemi de mecbur kaldığımız için geliştirdiğimizi belirtiyorlar. Halkımız da, kamuoyu da, devletin kendisi de bilmeli ki biz mecbur kalmadık. Tersine biz kendimizi daha farklı bir savaş sürecine hazırlıyorduk. Ancak Önderliğimiz on yıldır bu konu üzerine yoğunlaştığını, bir dönüşüm süreciyle değişimi sağlamak istediğini belirtiyor. Yani böylesi bir projeyi bizim için de tüm bölgenin çıkarları için de geliştirmek istiyor. Bu sürecin çok önemli bir anlamı ve derinliği vardır. Dolayısıyla kimse Önder Apo’nun bu tarihsel çıkışını öyle basit konulara bağlamasın.

Her şeyden önce bilinmesi gerekir ki, PKK ideolojik, siyasi, örgütsel ve toplumsal bir harekettir. PKK yalnızca gerilladan ibaret değildir. PKK’nin belki yüzde 10’u askeri olabilir. Esas yanı toplumsal olandır. Ve şimdi bu dönemde PKK, Kuzey Kürdistan’da da genelde de en güçlü dönemindedir. Bu kesin bir şeydir.

Gerillada da, doğrusu zayıflık yoktur. Bizler tecrübesiz insanlar değiliz. Yıllardır bu işin içindeyiz. Birçok şey daha gerçekleşmeden onun neye evrileceğini biliyoruz. Tabii ki dört dörtlük olduğumuzu belirtmiyoruz; bizlerin de eksikleri vardır ancak bazı şeylerden de neyin ne olacağını anlıyoruz. 2016 yılında NATO Gladiosu’nun silahlı keşif uçağının gerekli yazılımlarını Türk devletine verdiğini, ayrıca bunlar için gerekli hassas parçaların nereden nasıl, temin edileceğini işaret edip kolaylık gösterdiğini, böylece bu savaş tekniğinin (SİHA) Türk ordusunun eline geçmesini sağladığını gördük. Sonrasında Türk devleti denetimindeki firmalarda oradan başlayarak kendini bu alanda geliştirdi. NATO neden böyle yaptı? Bizi zayıflatmak ve savaşın dengesini Türk devletinin tarafına kaydırmak için böyle yaptı. Biz de baktık ve bunun gelişmiş bir suikast silahı olduğunu, bununla bizi zorlayabileceklerini ve bize büyük darbeler vurabileceklerini gördük. Bunun üzerine ne yaptık? Gücümüzü Kuzey’e yönlendirmedik. Kuzey’deki gücümüzü ve eylemlerimizi azalttık. Bu, stratejik olarak yenilmemek, aksine kazanmak için gösterdiğimiz bir taktik yaklaşımdı. Ancak şimdi o aslında başaramamış generaller ve o bakan gibileri, bizim bu taktik yaklaşımımız üzerinden kendilerine bir zafer yaratmak istiyorlar. “Biz PKK’yi Türkiye sınırları içerisinde takatsiz bıraktık” diyorlar. Peki madem siz yendiniz, o zaman neden her gün o kadar yerde sokağa çıkma yasakları koyuyorsunuz ve oralarda operasyon yapıyorsunuz? İşte Botan’da, Amed’de, Dersim’de, Serhat’ta her gün o kadar operasyon vardır. Madem öyle, niye halkın yaylalara çıkmasına izin vermiyorsunuz? Neden o kadar tedbir alıyorsunuz? İşte onlar güçlerimizin her yerde olduğunu ama harekete koymadığımızı, koruduğumuzu biliyorlar. Bir de tabii biz hazırlık yapmak istiyoruz. Biz bu koşullarda gerillanın nasıl kendini koruyabileceği ve nasıl başarılı olabileceği yönünde yoğunlaşmalar içerisindeyiz ve bu çalışmalarımız önemli oranda sonuca ulaşmış durumdadır. Yani biz de boş durmuyoruz. Dolayısıyla bizi yenmeleri gibi bir durum söz konusu değildir.

Son TUSAŞ eyleminde değerli fedailer Asya Ali ve Rojger Helîn yoldaşların gösterdikleri performans her şeyi gözler önüne seriyor. Yani ayda bir Ankara’da eylem yapmak şart mı! Yılda bir yetmiyor mu! Hem de örnek bir biçimde, cesaret ve soğukkanlılıkla ve profesyonellikle, bir güç eylem yapabiliyorsa hiç yenilir mi? Herhalde Asya ve Rojger arkadaşlar tek başına değiller. Onların yoldaşları da vardır. Ve biz bunun üzerinde duruyoruz. Tabii ki bu dönemde bu tür konuları çok açmak istemiyoruz ama bu fedailerin yer aldığı, bu kadar tecrübeye sahip bir hareket yenilmez. Her gün bir televizyondan diğerine koşup da laf kalabalığı yapan sahte uzmanların değil de gerçekten uzman olan kişilerin bizim öyle yenilmeyeceğimiz gerçeğini görmüş olmaları gerekiyor.

Başkaca gördüğümüz bir şey ise; bizi tekniğe dayanarak daraltabilecekleri gerçeğiydi. İşte SİHA’ların geliştirilmesi söz konusuydu. Buna karşı biz ne yaptık? Bu SİHA’ları nasıl düşürebileceğimizin arayışına girdik. Sonuç olarak bu kabiliyete ulaştık. Bunu bir müjde olarak da halkımızla paylaştık. Şimdi tek tek marka ve modellerini saymak istemiyorum ama o zamandan bu yana o SİHA’ların çoğu artık alanımızda devrede değiller. Çünkü gelirlerse hemen düşecekler. Zaten şimdi onları dışarıya satıyorlar. Şimdiye kadar 24 SİHA’ları gerillalarımız tarafından düşürülmüştür. Peki madem Sayın Yaşar Güler kameraların karşısına çıkıp her şeyi toplumla doğru paylaşıyorsa niye hiç bunlardan bahsetmiyor. Bunların hepsi milyonlarca dolar harcanarak yapılmış olan, devletin malı olan uçaklar değil mi? Şimdi bu kadarı düşürüldü, hemen hepsinin görüntüsü çekildi ve yayınlandı. Birçoğu düştüğü bölgelerde yöre halkı tarafından da görüntülendi. Peki bunları neden açıklamıyor? Çünkü o, PKK’nin uçak düşürecek düzeye ulaştığını belirtmek, bu konudaki gerçekleri kendi kamuoyunun bilmesini istemiyor. Ancak gerçek budur.

Yine, belki kamuoyu bilmiyor olabilir ama kuşkusuz kendileri biliyor. Elimizde şu an tüm Kuzey Kürdistan’ı hatta Türkiye’nin de yarısını hedef kapsamına alabilecek 800 km uzaklığı vurabilecek teknik vardır. İstersek Türkiye’nin ekonomisini de her şeyini de hedef haline getirebilir, büyük bir kriz yaratabiliriz.

Kısacası biz de bir strateji yürütüyoruz. Bunun bilinmesi gerekir. Öyle her şey psikolojik savaşla yürüterek olmaz. Evet, belki psikolojik savaş onları bugüne kadar getirmiş olabilir ama bundan sonra bunu devam ettiremezler. Çünkü yeni bir döneme girilmiştir ve bu yeni dönemde özel savaş yöntemlerine değil gerçeklere gelmelidirler.

Mesela, Medya Savunma Alanları’nda (Zap’ta) 4 yıldır savaş vardır. NATO onları destekliyor; tüm modern silahları kullanıyorlar. Hatta çeşit çeşit modelde robotları tünellere gönderdiler. Arkadaşlar bunlara el koydular ama nasıl hareket ettiğimiz deşifre olmasın diye basına vermeyi uygun görmedik. Yine uluslararası yasalarca yasaklanmış silahları kullandılar. KDP onlara yardım etti, Irak devleti onlara yardımcı oldu. Ancak şimdiye kadar da Zap’ta kontrolü ele geçirebilmiş değiller. Zap halen de bizim elimizdedir. Evet bir kısmını ele geçirdiler ama hakim alanlar bizim elimizdedir. Mesela halen de Zap Suyu’na yetişebilmiş değiller. Dêrelok’a gelmişler; KDP’nin yardımıyla orada bir askeri nokta kurmuşlar; orada Zap Suyu’na temas etmişler ama başka da hiçbir yerde esas üslenme alanlarımızın olduğu bölgede Zap Suyu’na ulaşamamışlar ve hiçbir Türk askerinin ayağı Zap Suyu’na değmemiştir. Dört yılda ulaşabildikleri nokta budur. Bu, bir ordu için ne anlama gelir? O kadar teknik, o kadar imkan ellerinde olmasına rağmen dört yıldır kontrolü sağlayamamışlar. Ancak buna rağmen yine de ‘yendik’ diyorlar. Nasıl yendin? Burada bir taktik vardır, bir yöntem vardır.

Yani böylesi abartılı, şişirilmiş raporlarla ve propagandalarla hakikate ulaşılamaz. Bizim hakikatimiz başkadır. Belki bunu çok dile getiremiyoruz ve herkese ulaşamıyoruz; bu açıklamalarımız sadece özgür Kürt basınında yayınlanıyor ama her yere ulaşamıyor ve gündem olamıyor olabilir; yine Türkiye kamuoyuna tam olarak ulaşmayabiliyor ama gerçekler bunlardır. Gerçekler ne kadar gizlense de bir gün mutlaka açığa çıkarlar. Kimse gerçeklerin önünü alamaz.

Biz Ocak ayında HPG Komuta Konseyi Toplantımızı gerçekleştirdik. Çağrılan tüm arkadaşlar toplantıda hazır bulundular. Bir haftadan fazla süren, zengin ve kapsamlı tartışmaların yapıldığı bir toplantı oldu. Yıllık planlama yapıldı. Ve en önemlisi son dört yıllık tecrübe temelinde savaş doktrinimizde yenilemeye gittik. Üzerinde hareket edeceğimiz, savaşacağımız ve Devrimci Halk Savaşı’nı yürüteceğimiz savaş doktrininin çerçevesi netleştirildi. Hatta kitabı da yazıldı. Yani savaşta birçok yenilik ve değişim gerçekleştirdik. Önceden olmayan birçok şey şimdi vardır. Mesela savaşı artık sadece yer yüzeyinde yürütmeyeceğiz; yer altında da yürüteceğiz. Tünel savaşları da artık bir taktik yöntem olmuştur. Onların elinde teknik vardı; bizim elimizde teknik yoktu. Şimdi tekniği de geliştirdik. Artık hava savaşını da yürütebiliriz. Belki halen de yetersizlikleri vardır ve onlarınkiyle aynı düzeyde değildir ama en azından yanıt verebiliriz. Yani bizim için artık kara savaşının yanı sıra, yer altı ve hava savaşlarını da yürütmek mümkün hale gelmiştir. Ve sadece yakın hedefler değil, uzak hedeflere de hükmedebiliriz. Bu temelde savaş doktrinimizi geliştirdik. Dönemin aklını okumak, zamanı doğru tanımak, bu temelde taktik zenginliği geliştirmek. Daha açık belirtecek olursam; bizler yapay zekayı savaşın hizmetine sunmadığımız sürece çağın teknolojisi karşısında modern gerillayı başarıya ulaştıramayacağımızı gördük. Şimdi biz bu halkayı başarma noktasında bulunuyoruz. Bizler yapay zekayı savaş silahları ve taktiğin hizmetine koymada belli bir düzeyi yakaladık. Aynı zamanda yoğun ideolojik ve askeri eğitimlerle insan kalitesini de yükseltiyoruz; fedai, çalışkan, uzman ve profesyonel insanı yetiştiriyoruz. O zaman biz niye yenilmiş olalım; biz kazanıyoruz. Ve geleceği parlak olan bir güç konumundayız. Biz yeni dönem savaş doktrinimiz ile zafere ulaşacağımıza kesin inanıyoruz. Yıllardır tüm benliğimizle yoğunlaşıyoruz ve gittikçe daha fazla kararlılık kazanan her zaman gurur duyacağımız fedai savaşçı yapımızla kazanmada son derece kararlıyız.  Halkımız da bunu bilmeli.

BİZLER ÖNDER APO'YA BAĞLIYIZ

Gerillanın mevcut durumu bu olmakla birlikte bizler Önder Apo’ya bağlıyız. Biz, Önderliksel bir hareketiz. Bu hareketin fikir ve düşüncesini Önder Apo yaratmıştır; bizler de Önder Apo’ya katılmışız. Şayet Önder Apo, şimdi  on yıl boyunca bir konu üzerine yoğunlaşmışsa biz kesinlikle ona inanıyoruz ve kendisine katılıyoruz. Ancak devlet buna gelmezse ve önünü açmazsa, ‘sizi silahla yok edeceğim’ derse, öyle yağma yok. O zaman biz 41 yıllık tecrübe temelinde taktiğini belirlediğimiz, doktrinimizi netleştirdiğimiz, planlamasını yaptığımız toplantımıza göre yaklaşırız. Bu temelde Kuzey de dahil olmak üzere her yerde güçlü hamleler gelişir.

Özcesi imkanlarımız vardır, seçeneksiz değiliz ve hiçbir şeye mecbur da değiliz. Askeri olarak da siyasi olarak da seçeneklerimiz vardır. Biz de bölgesel düzeyde bir gücüz. İlişkiler yaratabiliriz ama biz özgücümüze dayanarak her türlü saldırı karşısında kendimizi koruyabilir ve gelişme sağlayabiliriz. Bu konuda kendimize, gücümüze ve çizgimize güveniyoruz ama belirttiğim gibi en çok da Önder Apo’ya güveniyoruz. Bizler Önder Apo’nun projesine de hazırız. İşte şimdi onun için çabalıyoruz. Bu noktada Önder Apo’nun da bize pratikte katkı sunması, devletin de bu konuda yolu açması gerekiyor. Madem barış olacaksa, o zaman bazı şeyleri kabul etmeliler, bu biçimde silahlar devreden çıkmalı. Önder Apo’nun deyimiyle mücadele şiddet ve silahtan siyasi ve hukuki zemine çekilir. Tamam; biz buna göre bir dönüşüm sağlayabiliriz ama bunun için karşımızdakilerin de meseleyi doğru ele almaları lazım. Her şeyi şişirerek, kendine göre ayarlayarak, toplumda kendine göre algı oluşturarak ve herkesi kendine göre hareket ettirerek bu olmaz. Kısacası biz açığız. Hem Önder Apo’nun çağrısı temelinde barış ve çözüm sürecine hazırız hem de devlet bunu kabul etmeyip de üzerimize gelirse, bizler savaşa da hazırız. Bunu herkes bilmeli.