Çoğunlukla Hindistan'ın Kerala eyaletinde konuşulan Malayalam dilinde yazılan Zîn romanı, Kerala’dan Amed’in yıkık sokaklarına uzanan bir yolculuğun hikayesidir. Aynı zamanda gazeteciliğin soğuk gerçeklerinden edebiyatın dönüştürücü gücüne açılan bir pencere... Ve en önemlisi, sınırların, politikaların ve nefretin ötesinde bir insanlık arayışı. Romanın yazarı Haritha Savithri, Kürt meselesiyle tanışmasını, Barcelona’daki bir gösteride duyduğu çığlıkları ve Amed’de tanık olduğu yıkımı samimi bir dille anlatıyor. İngilizceye de çevrilen Zîn romanı üzerine gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi, edebiyatın bir köprü olabileceğine ve toplumsal değişime ilham verebileceğine tanıklık ediyor. Haritha Savithri ile Kerala hükümetinin “Yılın En İyi Romanı Akademi Ödülü” verdiği Zîn romanını ve hikayesini konuştuk.
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Yazarlık yolculuğunuz nasıl başladı?
Hindistan’daki süreli yayınlar için makaleler yazan serbest bir gazeteciydim. Barcelona Üniversitesi'nde araştırma yaparken Kürt meselesi dikkatimi çekti. Hindistan’daki ataerkil toplumlarla ilgili okumalar yaparken Kürt toplumuna yöneldim ve karşılaştıkları insan hakları ihlalleri beni derinden etkiledi.
Türkiye'nin Efrîn’e saldırı düzenlediği dönemde, Barcelona’da insan hakları örgütlerinin düzenlediği bir gösteriye katıldım. Orada tanıştığım Kürt bir kadın, bana 2015-16 yıllarında Türkiye’de Kürtlerin maruz kaldığı baskı ve şiddeti anlattı. Avrupa’da yaşayan biri olarak bile bu konuda ne kadar az bilgi sahibi olduğumu fark etmek beni şok etti. Bu, hükümetler tarafından işlenen adaletsizliğin nasıl gizlenebildiğinin somut bir örneğiydi. Keşmir’deki olaylarla benzerlikler de dikkatimi çekti ve bu konuda yazmam gerektiğini hissettim. Ancak sadece internetteki bilgilere güvenmek istemedim. Diyarbakır’a giderek bir ay boyunca köyleri ziyaret ettim, ailelerle kaldım, mağdurlarla konuştum. Karşılaştığım zulüm karşısında şok oldum. Döndüğümde Kürtlerin yaşadığı insan hakları ihlalleri ve Hindistan’daki benzer durumlar üzerine birkaç siyasi makale yazdım. Ancak bu yazıların geniş kitlelere ulaşacağından emin olamadım. Bu nedenle, Türk hükümetinin 2015-16’da Kürt bölgelerine düzenlediği askeri operasyonları konu alan belgesel-kurgu türünde bir roman yazmaya karar verdim. Böylece Zîn ortaya çıktı ve ben de bir romancı oldum.
Eserlerinizde toplumsal meseleleri ve insan haklarını sıklıkla ele alıyorsunuz. Sizi bu konulara yönlendiren özel bir sebep var mı?
Aileme karşı sorumluluklarımı yerine getirdim, ancak insanlığa karşı hala bir görevim var. Bazen kendimi güçsüz hissetsem de, kalan gücümle dostlarıma destek olmaya çalışıyorum. Tüm insanların eşit haklara sahip olduğuna inanıyorum. Politikacılar tarafından çizilen sınırlar bizi bölmemeli ve düşmanlaştırmamalı. Hiç kimse doğduğu yer, ten rengi veya maddi durumu nedeniyle diğerlerinden üstün değildir. Ezilenlere yardım etmeyi bir görev olarak görüyorum.
Romanın başkahramanı Seetha'nın hikayesi ile Kürt meselesi arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Hindistan ve Türkiye'nin siyasi ve sosyal yapıları arasında birçok benzerlik var. Her iki ülkede de sağ siyaset güçlenirken, dini kullanarak iktidarı ele geçirmeye ve toplumu bölmeye çalışan politikacılar benzer stratejiler izliyor. Hindistan'da Hindu aşırılık yanlıları, mitoloji ve destanları kullanarak toplumu, özellikle de kadınları kontrol altında tutmak için eski gelenekleri canlandırmaya çalışıyor.
Hint bir kadın olarak, ülkemdeki bu durumu Kürtlerin hikayesiyle birlikte anlatma ihtiyacı hissettim. Hindu ailelerinde kız çocukları genellikle mitolojik karakter Seetha’nın itaatkarlığı ve fedakarlığı örnek alınarak yetiştirilir. Ancak anneler, Seetha’nın sabrının tükendiği vakit bir isyancıya dönüştüğünü anlatmazlar. Romanımda Seetha, acılarının ardından kendi gücünü keşfediyor ve kadın olarak varlığını ortaya koyuyor. Ataerkil toplumlar, bu tür güçlü kadınlarla yüzleşmek zorunda kalacaktır. Kürt kadın örgütü YPJ bunun en güçlü örneklerinden biridir.
Zîn politik bir roman ve günümüz dünyasında hassas bir konuya değiniyor. Böyle bir hikayeyi yazmak sizin için zorlayıcı oldu mu?
Diyarbakır’a gidene kadar savaşın, şiddetin ve yıkımın etkilerini hiç yakından görmemiştim. İlk günlerde Sur’da bir otelde kaldım. Otelin en üst katından yıkılmış şehri görebiliyordum. Devasa demir çitlerle çevrili harabeler, kurşun delikleriyle dolu duvarlar, şüpheyle bakan askerler ve yolların kenarında sığınacak yer arayan Suriyeli aileler... Bunların hepsi benim için yeniydi.
Zamanla insanlarla tanıştım. Çocuklarını kaybetmiş anneler, eşlerini bekleyenler, hapisteki sevdiklerinin haberini almaya çalışan aileler... Herkesin anlatacak bir hikayesi vardı. Gözlerindeki acı ve üzüntü karşısında kendimi suçlu ve ayrıcalıklı hissettim. Sık sık başımı öne eğip, onların acıları karşısında ne kadar korunaklı bir hayat yaşadığımı düşündüm. Bu yolculuk bana görevimi hatırlattı. Bir gazeteci olarak başladığım bu yolculuk, beni insanlığın acılarına tanıklık eden biri haline getirdi. Barcelona’ya döndüğümde artık aynı kişi değildim. Önceden haber olarak gördüğüm şeyler artık benim için kişisel bir meseleye dönüştü. O yolculuktan sonra evsizlerin, ezilenlerin hislerini daha derinden hissetmeye başladım. Bu deneyim beni aylarca yazmaktan alıkoydu. Ancak sonunda romanı yazmaya başladığımda karakterler canlandı, her biri içimde yaşadı, sevdi, savaştı ve öldü. Kolay olmadı.
Romanınızda farklı kültürlerin, kimliklerin ve etnik grupların karşılaştığı zorlukları anlatıyorsunuz. Sizce edebiyat, toplumlar arasında bir köprü kurabilir mi?
Edebiyatın insanları birleştirebileceğine inanıyorum. Okuyucuları empati kurmaya, başkalarının sesine kulak vermeye teşvik edebilir. Acıları, sömürüyü ve baskıyı anlamamıza yardımcı olarak dayanışmanın önemini vurgular. Edebiyatın propagandaya alet edilebileceğini inkâr etmiyorum. Ancak yazarlar yeteneklerini hakikati dile getirmek ve topluma fayda sağlamak için kullanırsa, edebiyat insanlığı bir araya getirebilir ve dünyada fark yaratabilir.
Seetha karakteri üzerinden güçlü bir kadın figürü yaratıyorsunuz. Onun hikayesiyle vermek istediğiniz en önemli mesaj nedir?
Seetha aracılığıyla kadınlara içlerindeki gücü hatırlatmak istedim. Ataerkil toplumlar, kadınları ikinci sınıf vatandaş olarak görüp, erkeklerden daha zayıf ve itaatkar olmaları gerektiğini empoze eder. Ancak Kürt kadınları bu önyargıyı yıkmıştır. Hint kadınların da kendi güçlerinin farkına varması gerekiyor.
Zîn yayımlandıktan sonra nasıl tepkiler aldınız? Özellikle Kürt okurlar veya bölgede yaşayan insanlar romandan nasıl etkilendi?
Şimdiye kadar Zîn'i çok az Kürt okuyabildi, çünkü dil hala bir engel. Ancak okuyanlar derinden etkilendi ve içtenlikle minnettarlıklarını dile getirdi. Onlara teşekkür etmelerine gerek olmadığını söyledim. Çünkü bu, dünya kamuoyundan saklanan büyük bir haksızlık. Tek amacım, bu konuya dikkat çekmek ve bunu bir görev olarak görüyorum.
Romanda aşk ve direniş iç içe geçmiş durumda. Seetha ve Devran’ın ilişkisini kurgularken vermek istediğiniz temel mesaj neydi?
Aşkın sınır tanımadığını vurgulamak istedim. Bir kadın ve erkek arasındaki aşkta ya da insanlar arasındaki ilişkilerde sınırlar, hükümetler, yasalar ve ordular nasıl devreye giriyor? Neden sınırlar var, neden insanları yabancılaştırıyoruz? Bu tür ayrımlarla ne kazanıyoruz? Başkalarını dışlayarak elde edilen geçici başarıların anlamı nedir? Eğer bu romandaki ilişkiler, bir okuyucuyu bile bu sorular üzerine düşündürdüyse, bir yazar olarak amacımı gerçekleştirmiş olacağım.
Sizce Zîn yalnızca belirli bir coğrafyaya mı hitap ediyor, yoksa evrensel bir anlatı sunuyor mu?
Azınlıkların acıları her ülkede vardır. Yakından baktığımızda, her yerde farklı derecelerde baskıya maruz kaldıklarını görebiliriz. Fetheden ve fethedilenin hikayesi insanlık tarihi kadar eskidir. Sömürü hep vardı ve yöneticilerin açgözlülüğü dünyada kan dökülmesine neden oldu. Ancak her zaman direnenler oldu. Teslim olmayı reddedenler, kayıplarına rağmen mücadeleyi sürdürdü. Onların ruhu, insanlık var oldukça yaşamaya devam edecek. Bu roman, sadece Kürtlerin değil, dünyanın dört bir yanındaki azınlıkların direnişine bir saygı duruşudur.
Romanınızdaki politik ve toplumsal mesajlar nedeniyle herhangi bir sansür veya baskı ile karşılaştınız mı?
Başlangıçta yazılarım, aşırı sağcı ve aşırı dinci kesimleri rahatsız ettiği için sosyal medyada saldırı ve tehditlerle karşılaştım. Ancak bunun dışında büyük bir sorun yaşamadım. Güney Hindistan’ın Kerala eyaletinde doğup büyüdüm. Burası, dünyada seçimle iktidara gelen ilk komünist hükümetin olduğu, yüzde yüz okuryazarlık oranına sahip bir yer. Her köyde birden fazla kütüphane bulunuyor. Malayalam dilinde yazıyorum ve çeviriler daha sonra yapılıyor.
Kerala halkı, farklı sivil, sosyal ve insani değerlere sahip olduğu için yazılarımı benimsiyor. Okurlarım Kürtlerin yaşadığı acıları anlıyor ve mücadelelerine destek veriyor. Çabalarımı takdir ediyorlar. Zîn, Kerala Hükümeti’nin yılın en iyi romanı Akademi Ödülü’nü kazandı, bu da aldığım desteğin bir göstergesi.
Zîn, İngilizceye çevrildi ancak henüz Kürtçeye çevrilmedi. Romanın Kürtçeye çevrilmesi yönünde bir çalışma var mı?
Kürt arkadaşlarımla bu konuyu sık sık konuşuyorum. Zîn’in Kürtçeye çevrilmesi en büyük hayalim, ancak çabalarım şu ana kadar sonuç vermedi.
Genel okuyucu kitlesi açısından Zîn nasıl bir karşılık buldu? Romanınızın gördüğü ilgiden memnun musunuz?
Zîn, bir acemi yazarın ilk romanı olmasına rağmen büyük ilgi gördü. Siyasi bilinçli okurlar, Hindistan ve Türkiye’deki siyasi durumla paralellikleri fark ediyor ve tartışıyorlar. Ayrıca bu tür sorunların yalnızca belirli bir bölgeyi ya da grubu değil, her zaman ve her yerde insanlığı etkilediğini anlıyorlar.
Okurlar, acı çekenlerle dayanışma içinde olduklarını ifade ediyor. Bazıları, romanın onları ülkenin geleceği konusunda düşündürdüğünü ve siyasi kararlarında daha temkinli olmalarını sağladığını dile getirdi.
Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Rojava’daki Kürt kadınlarının DAİŞ’e karşı direnişini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu mücadele, kadın özgürlüğü ve toplumsal dönüşüm açısından ne ifade ediyor?
YPJ’nin dünyadaki en güçlü kadın hareketlerinden biri olduğuna inanıyorum. IŞİD gibi terörist grupların otoritesini sarsarak, tüm kadınlar için bir rol model oldular. Ataerkil bir toplumdan böyle bir hareketin çıkması olağanüstü. YPJ, kadınların güçlerini fark ettiklerinde hiçbir engelin onları durduramayacağını kanıtladı. Sadece silahlı bir grup olmanın ötesine geçerek, sosyal ve siyasi alanlarda da etkili değişimler gerçekleştiriyorlar. Bu hareketin hikayesi, eğitim kurumlarında mutlaka incelenmeli. Kadınların özgüvenini artırarak dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye katkı sağlayacaktır.
Önümüzdeki dönemde yeni bir roman ya da edebi bir proje üzerinde çalışıyor musunuz?
İkinci romanım “Qurban”, Malayalam dilinde olacak. Türkiye’deki yozlaşmış yargı sistemini ele alırken, aynı zamanda Hindistan’daki dini yönetimin yargı üzerindeki etkilerine dair ipuçları ve uyarılar içeriyor. Her vatandaşın siyasi tercihlerinde dikkatli olması gerektiğini hatırlatmayı amaçlıyor. Qurban, Kerala Komünist Partisi’nin yayın organı Deshabhimani Weekly’de tefrika edildiğinde Zîn’den daha büyük bir ilgi gördü. Bu ay içinde Mathrubhumi Books tarafından yayımlanarak Kerala’daki kitapçılarda satışa sunulacak.
Hikaye, gezginlerin cenneti İstanbul’un karanlık tarafında geçiyor. Tıpkı görkemli kalelerin ardında lağımlar ve gecekonduların saklı olması gibi, bu şehirde de görünmeyen hayatlar var. Çaresiz insanlar, günlük ekmeklerini kazanmak için mücadele ederken fark edilmeden yaşıyor ve ölüyorlar. Hukuk sistemi çürüdüğünde, ilk kurbanlar onlar oluyor. Pitonun karnındaki karanlığa sürüklendiklerinde bile yutulduklarını anlamıyorlar.
Qurban, işte böyle bir adamın hikayesi. O, dünyanın her yerinde var. Gecekondu mahallelerinde, devlet hastanelerinin kirli verandalarında karşılaştığımız sıradan insanlardan biri. Ter kokan, sokakta kirli ve yırtık kıyafetlerle yürüyen biri. İstanbul’da, Delhi’de, Tahran’da ve Beyrut’ta yorgun adımlarla ilerlerken onu görebiliriz. Avcıların ağır ayak seslerini ve köpeklerinin aç burnunu hissetmek için sadece dinlememiz yeterli.
Son olarak, okurlarınıza ve sizi takip edenlere iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Herkesin eşit haklara sahip olduğu bir ülke... Hiç böyle bir dünya hayal ettiniz mi? Çatışma ve sınırların olmadığı bir gelecek düşleyen bir hayalperest, belki de saf bir idealist olabilirim. Ancak hepimiz bu hayali görmeye, onun için çalışmaya ve yaşamaya başladığımızda, dünya yavaş yavaş daha iyi bir yer haline gelecektir.
ZÎN ROMANI HAKKINDA
Zîn", kişisel bir aşk hikâyesini politik bir arka planla harmanlayan bir roman. Hindistan vatandaşı ve Barselona Üniversitesi'nde öğrenci olan Seetha, kaybolan Kürt sevgilisi Devran'ı bulmak için Amed’e geliyor. Ancak burada, Türkiye'nin Kürtlere yönelik baskı politikalarının tam ortasına düşüyor.
Roman, 2015-2016 yıllarında Türkiye’de Kürt hareketine karşı yürütülen ağır devlet baskısını anlatıyor. Devran ve ailesinin "terör suçlamaları"yla devlet tarafından hedef alındığını öğrenen Seetha, bir yandan sevgilisini ararken, diğer yandan da kendisini tehlikeli bir siyasi çatışmanın içinde buluyor. Türk güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınan ve işkence gören Seetha’nın kurtarılmaya çalışılmasıyla, birçok kişi bu çatışmanın içine sürükleniyor.
Roman, sadece bireysel bir dramı değil, aynı zamanda devletlerin baskı politikalarını, azınlık toplulukların maruz kaldığı zulmü ve uluslararası boyutta bunun nasıl algılandığını da işliyor. Hükümetlerin, muhalif toplulukları nasıl bir "tehdit" olarak gösterip yok etmeye çalıştığını ve aşk gibi bireysel duyguların bile böyle çatışmalı bir ortamda nasıl politikleştiğini gözler önüne seriyor.
Kitap, 5 Kasım 2023 tarihinde Hindistan’da Malayalam dilinde yayımlandı. İngilizce çevirisi ise 27 Şubat 2024’te Vintage Books tarafından yayımlandı. Toplam 416 sayfadan oluşuyor.
YAZARIN ALDIĞI ÖDÜLLER
* 2022: “Murivettavarude Pathakal” adlı seyahatnamesiyle Kerala Sahitya Akademi Ödülü.
* 2023: “Zîn” romanı ile Kerala Sahitya Akademi Ödülü.
* 2024: “Zîn” için Kerala Eyalet Kütüphane Konseyi tarafından verilen Kadammanitta Ödülü.
* Yeni Özgür Politika gazetesinde yayınlandı