İstanbul’dan Xinêre’ye yolculuk*

Çok zorlanmış, soğuğa direnmiş, ölüme teslim olmamış ve amacımıza ulaşmıştık. Savaş ortamına karşı ilk sınavımızı başarıyla geçmiştik.

Kürdistan topraklarının kutsallığı her gencin yüreğinde büyük bir hasret olmuştur. Ben de Kürdistanlı bir genç olarak bu acıyı ve hasretimi gidermek için gerilla saflarına katıldım. Partiyi tanımam kolay olmadı, çünkü ailem yurtsever değildi. Ben bir tekstil işçisiydim, İstanbul’da çalışıyordum, burada partiyle tanıştım ve gençlik çalışmalarında yer aldım. Ülke hasretine daha fazla dayanamayıp bir toplantıda katılma kararı aldım. Heval Rodî ile ortak kararımızdı. 

İLK TOPLANTIDA AKSİLİKLER

Bizi gönderecek olan arkadaşla bir odada gerillaya gidişimizi, katılımımızın nasıl olacağını konuşuyorduk. Fakat bir anda toplantı sırasında telefon sesi geldi, bir süre etrafa baktık, bir başka kadın arkadaşın telefonu. Çok kızdım. İki gün sonra yola çıkma kararı aldık. Aksilikler o toplantıda başlamıştı. 

İKİ GÜN SONRA VAN YOLU

Katılmadan önce elimde bulunan materyallerin hepsini iş yerinden alıp gençliğe teslim etmek için sabah çıktım. Siyah bir poşet bulamadığım için beyaz bir poşete koymuştum. Sokağın başına vardığımda polis arabasını gördüm. Onlarla karşılaşmamak için başka bir sokağa girdim. Bir süre sonra tam minibüse bineceğim sırada o polis aracı durağa doğru geliyordu, hemen otobüse atladım. 

Eşyaları arkadaşlara bıraktım. Heval Rodî ile birlikte Sirkeci’ye gittik. Biz tren istasyonuna doğru giderken Rodî, “biri bizi takip ediyor” dedi. Dönüp arkama baktım, takip eden yoktu. Tren anonsu yapıldı, “trene binelim” deyince, Rodî diğerini salık verdi. Bir şeylerden çekindiğini fark ettim. Diğer treni bekledim, tren gelince ben bindim ve birlikte görünmemek için başka trene binmiştir diye düşündüm. Yol boyunca tüm vagonları aradım, onu göremeyince binmediğine kanaat getirdim. İçimi bir telaş kapladı, yanımda ne telefon ne de para vardı. Acaba neden gelmedi diye çok düşündüm. Diğer yandan belki gelir diye bir süre durakta bekledim. Tam çıkışa doğru gidiyordum, büfenin orada gördüm ve kızdım. Bu yaklaşımından sonra, benimle paylaşmadığı bir şeyler olduğunu sezinliyordum. O da bir arkadaşı gördüğünü ve onunla konuşmaya gittiğini söyledi. İki gün bir semtte kaldıktan sonra Van’a gittik. 

RODÎ BENİMLE GELMEDİ

Orda bir evde kaldık, arkadaşlarla randevulaştık, akşam olduğunda Rodî arkadaş gelmeyeceğini söyledi. Onunla biraz tartıştık ama o çoktan kararını vermişti. Ben milisle birlikte evden ayrıldım. Ben çok sabırsızlanıyordum; ne zaman yerime ulaşacaktım, ne zaman arkadaşları görecektim? 
İki gün bir köyde kaldıktan sonra milis iki atla birlikte geldi. O yıl kar çok yağmıştı, atlar zor bela ilerleyebiliyordu. Havalar da çok soğuk olduğundan dolayı at üzerinde hareketsiz kaldığım için soğuktan donuyordum neredeyse. Attan indiğimde yürümeye başladık ama ben milise yetişemiyordum. Ne kadar çabaladıysam da bir türlü milise yetişemiyordum. Bir seferinde milis yanıma gelerek karşımızdaki ışıkların İran karakollarının olduğunu, çabuk gitmemiz gerektiğini söyledi. Işıkları hızlı hızlı geçtik. Bir süre sonra sınırı geçmiştik. 

GERİLLALARIN YANINDAYDIM

Bir köyde ara verdik, orada bir gerilla arkadaş bizi bekliyordu, ilk defa bir gerilla arkadaşı canlı görüyordum. Biraz heyecan ve şaşkınlıkla ona sarıldım. Sonra o arkadaş beni aldı ve diğer arkadaşların yanına götürdü. Bir grup gerillanın yanındaydım, onlarla birlikte aynı mekandaydım, hayallerime doğru ilerliyordum. 

6 gün sonra ben de nöbet tutmak ve diğer işlere dahil olmak istediğimi belirttim, beni nöbete yazdılar. Bana ne çabuk güvendiler, beni daha tanımıyorlar bile diye düşünüp etkilenmiştim. Daha sonra ne zaman bir görev olsa ben o arkadaşla birlikte gidiyordum, her şeyi çabuk öğrenmek ve arkadaşlara yardımcı olmak istiyordum. 

Hüseyin diye bir arkadaş vardı. Kim hangi göreve gitmiş ve işini bitirmişse o arkadaşa tekmillerini veriyordu. 

Bir akşam ben ve heval Hamza bir köye gittik. O köyde bir genç, gerillaya katılmak istiyormuş, onu alacaktık. Onunla randevulaştık ve nereye gelmesi gerektiğini söyledik gizlice. Birkaç saat sonra köyün dışına geldi ve alelacele oradan ayrıldık.

GETİRECEĞİMİZ KİŞİ RODÎ’YMİŞ

Diğer gün başka bir arkadaşla birlikte göreve gittim. Meğer bu görev, Rodî’yi getirmekmiş, oraya gittiğimde anladım. Heval Rodî’yi gördüğümde önce çok sevindim, sonra da onu eleştirdim. Ne yaşanmışsa yaşanmıştı, her şeye rağmen o da gelmişti. Bu sefer yolculuğa çıkmaya kararlıydı. 

Diğer köyden arkadaşlar bir kadın arkadaşı getirecekti. Biz köyde bir yerde beklemeye başladık. Arkadaşlar geldi. Kadın arkadaşın adı Axîn idi. Böylelikle ben, Rodî, Dîrok ve Akif yolumuza devam edecektik ki, yeni katılan Axîn’in ailesi peşimize düşmüştü. Onları atlatmak için çok uğraş verdik. Sonunda bir araba bizi almak için geldi. Kaçakçı arabası olduğu için çok hızlı gidiyordu. 4-5 saat sonra bir şehre geldik. 

İKİ GÜN SONRA BAŞKA MİLİSLE DEVAM

Milis bizi bir eve bıraktı, orada iki gün kaldıktan sonra ayrılıp başka bir köye gittik, oradan da başka bir milisle devam ettik. Hep merak, hep heyecan. Aklımda sadece gerilla olmak ve hayallerim var. Beni daha neler bekliyordu, bilmiyordum ama içimdeki umut beni yürütüyordu. 
En son ulaştığımız yer, Rojhilat’ın sınır köylerinden biriydi. Bu köyde bir eve gittik, önceden hazırlıklıydılar, bize yemek hazırlamışlardı. Sonra biraz sohbet ettik. Milisin dört çocuğu vardı. Hepsi de çok şirin çocuklardı.

MİLİS YOLU KARIŞTIRDI

Ayakkabılarımız dağ koşullarına uygun olmadığı için milis bize yün çorap ve lastik ayakkabılar verdi. İki gün sonra yola çıktık, yanımıza biraz ekmek, su vb. şeyler almıştık. Yolumuzun on saat olduğunu söylemişti. Köyden çıktığımızda 10 santim kadar kar vardı. Tırmandıkça kar artıyordu. Bir bahçenin yanına geldiğimizde milis, “ateş yakmak için odun toplayalım, ileride odun bulamayız” dedi. Her birimiz biraz odun alarak yürümeye devam ettik. Yedi saat boyunca yürüdük. Ayaklarımız donmak üzereydi. Odunlardan bir tanesini yaktık, ayaklarımızı ellerimizi ısıttık ve çay yapıp içtik. Arkamıza baktık, köyün ışıkları yakın görünüyordu, yanımızda bir seferlik yemek kalmıştı.

Sabah olunca bir düzlüğe geldik, kalan odunumuzu da orda yaktık. Yemeğimizi yedikten sonra şiddetli bir fırtına esmeye başladı. 10 saatten fazladır yürüyorduk. Milise “ne kadar kaldı” diye sorduk. Bize “karşımızdaki iki tepeden sonra ulaşacağız” dedi. Ancak akşama kadar birkaç tepe daha aşmamıza rağmen yerimize ulaşamamıştık. 

Aşağıdaki vadiye indik, biraz odun toplayıp ateş yaktık, ancak yiyeceğimiz kalmamıştı. Milisle beraber arkadaşlar kendilerini ısıttı. Zaten iki saat sonra arkadaşlara ulaşacağız diye kendimi ısıtmadım, karanlık çökmeden çıkalım, dedik. Milis daha önce baktığı yoldan değil de geriye dönüp bir tepenin zirvesini göstererek, “oraya varsak tamamdır” dedi. Bu sefer ben öne geçtim, tepeye tırmanmaya başladık. Yorulmuştuk, kar bir metre vardı. Tepeye çıktık. Etrafıma baktım her yer bembeyazdı, buralar gerillanın kalacağı yerlere hiç benzemiyordu. 

Bu sefer milis yönümüzü başka bir tepeye çevirdi, biz sesimizi çıkarmadık ve yolumuza devam ettik. Heval Rodî ayakkabısının ayağında olmadığını fark etti. Milis 40-50 metre geri döndü, izleri takip ederek ayakkabıyı buldu. Rodî, ayağı yandığı için ayakkabısının ayağından çıktığını fark etmemişti. Dîrok, milise “Sen bizi nereye götürüyorsun, niye bizi getirdin” diye kızdı. Milise, “Sen yolu şaşırmışsan vadiye inelim, ateş yakarız sabaha kadar, etrafa bakarsın, yolu bulursun” dedi. 

Vadiye indik, ateş yaktık ama yemeğimiz kalmamıştı. Hafif yağmur yağmaya başlamıştı, sığınacak bir yer yoktu. Yanımızda siyah bir poşet vardı, torbayı kestik ama kime yetecekti ki? Ne kadar odun getirsek de yetmiyordu, bu sefer derin derin düşünmeye başladık.

AYRILDIĞIMIZ NOKTAYA GELDİK

Sanırım gece yarısıydı. Milis, “Ben gidip arkadaşları arayacağım’ dedi. Ben ve milis beraber gittik. Yanımızda milisin kleşi vardı, kalan arkadaşların yanına bıraktık. Rodî, Dîrok ve Axîn’den biraz uzaklaştık, bir tepeye çıktık. Milis, “Şimdi sınırdayız, bu aşağıda arkadaşlar var ama yamaç mayınlıdır, inelim mi” diye sordu. Yüzlerce soru ve endişe içerisinde indik vadiye, mayın falan yoktu. Oralarda yaklaşık bir buçuk saat etrafı aradık, hiçbir şey görmedik. 

Daha sonra iki ayak izi gördüm, büyük bir heyecanla milisi çağırdım. O da gelip baktı çok sevindi, bu izler arkadaşların izleridir, dedi. Takip edip epey yürüdük. Birden duman kokusu geldi, ben büyük bir sevinçle "heval!" diye seslendim... Kim cevap verse iyidir? Baktım Rodî, Dîrok ve Axîn birlikte cevap verdi. Ben yerimde donup kaldım, çok sinirlenmiştim. Meğerse etrafımızı dönmüşüz sadece. 

ATEŞSİZ SABAHLADIK

Gün aydınlanınca, milis yine “Arkadaşların yanına gideceğim” dedi. Heval Rodî de onunla gitti, silahı yanımızda bıraktılar. “Eğer ses duyarsanız ateş edin” dediler. En geç iki saat sonra arkadaşlar sizi almaya gelecek diye yola koyuldular. O zaman yağmur yağmaya başladı, ateş söndü, yanımızda ateşi yakacak hiçbir şey yoktu, öyle kaldık. 

İki saat sonra kimse gelmedi. Rüzgar çok sert esiyordu. Zaman geçtikçe daha çok soğuk oluyordu, elbiselerimiz buz tutuyordu. Naylon küçük olduğu için faydası olmuyordu. Kar, fırtına, yağmur derken böylece akşam oldu. Biz birbirimize moral vermeye çalışıyorduk.

Arkadaşlardan ses seda yoktu, onları da merak ediyorduk. Acaba başlarına bir iş mi gelmişti, diye endişeleniyorduk. Bir zaman sonra açlık bastırdı, az ileride küçük bir su birikintisi vardı, belki etrafında ot vardır diye suya bakmaya gittim ama akan sudan başka bir şey yoktu. Yanımızdaki silahı da saklayacak bir yer bulamadık, karın altında kaldı. Öyle böyle sabah oldu. 

ÜÇÜMÜZ DE BİTKİN DÜŞTÜK

Heval Rodî ve milis gideli tam bir gün olmuştu. Endişeliydik onlar için ve kendimiz için. Arkadaşlar bizi bulabilecek miydi? 

Kar durmadan yağıyordu, o yüzden var olan izler de kaybolmuştu. Bir yere hareket edemiyorduk, geri de dönemiyorduk. Yerimizden de ayrılamıyorduk belki arkadaşlar gelir diye... Hava o kadar soğuktu ki, donmamak için bazen hareket ediyorduk. Uykumuz da çok geliyordu, ben karda uyumanın ölüm olduğunu küçükken öğrenmiştim. Zaman geçince uyku bastırıyordu. Birimiz 10 dakika uyusa hemen uyandırıyorduk. Yavaş yavaş umutlarımız tükeniyordu. Üçümüz de bitkin düşmüştük. 

Dîrok, “Kafamıza sıkalım, bitsin bu işkence artık” demeye başladı. Onu bu düşünceden vazgeçirmek için ikna etmeye çalışıyordum; “Kendi Azrailimiz olmayalım, ölsek de karda ölelim, o zaman şehit oluruz. Biz kendimizi öldürsek olmaz” dedim.

ÖYLE ÇARESİZ BEKLEDİK

İki gün sonra benim de umudum kalmadı. Kendi kendime, yanımızda kalem defter olsaydı bir not yazardım, ağaca asardım, ölsek de cenazelerimiz kurtlara kuşlara yem olur ama en azından bir not kalır, baharın birileri buralardan geçer, o notu görüp arkadaşlara ulaştırır…, diyordum. 
Defter ve kalemimiz yoktu, bu yüzden düşüncelerim hayaldi. 

Bir ara akşam üzeriydi, yorgunluktan, açlıktan halsiz düştüğümüz anlardan biriydi. Gözlerimi kapattım, uykuya dalmışım. Bir an gözümü açtım, akşam olmuş yıldızlar çıkmış. Ben neden yattım diye kendime kızdım. Parlak bir yıldız vardı, ben o yıldızı sabah yıldızı sandım, biraz sonra sabah olur, güneş doğar ısınırız, dedim kendi kendime. Öyle çaresiz bekledik kendi ecelimizi. Bir türlü sabah olmuyordu. O yıldız, sabah yıldızı değildi.

MİLİSİN EVİNE DÖNME KARARI

Çok sonra hava aydınlandı, sabah olmuştu. İki el silah sesi geldi, biz de hemen silahımızı çıkarttık fakat patlamadı, uğraştık yine olmadı. Yanımızda bir fener vardı, feneri etrafa tutumaya çalıştık. Her taraf beyaz olduğu için fayda etmedi. Sesin geldiği yöne doğru biraz ilerledik. Bir şey bulamadık. Yine de yerimizi bırakmayalım, dedik. Bu vadiye inerken milis bu yakınlarda bir yol geçtiğini ve İran askerlerinin bazen gelip gittiğini söylemişti. Yerimizde beklemeye başladık, hava aydınlanınca gelen giden olmadı. Milisin evine dönmeye karar verdik ve yürümeye başladık. 

15 DAKİKA SONRA SES GELDİ

Çabuk yoruluyorduk, birkaç adımda bir düşüyorduk. 15 dakika kadar yürüdük, arkamızda bir ses duyduk. Baktım iki arkadaş geliyor, dizlerimize derman geldi. Sevinçten neredeyse uçacaktık. Hemen arkadaşlara sarıldık, ilk verdikleri şey bir şekerdi. Arkadaşlar kaç saattir bizi arıyormuş. Bizi milisin bahsettiği 10 dakikalık olan köprünün yanına götürdüler. Aramaya gelen arkadaşlar 6 kişiydi, üç gruba ayrılmışlardı. Cihazda birbirlerine haber verdiler. Hepsi toplandıktan sonra biri çay yapıyordu, biri odun getiriyordu, bize çorap ve ayakkabı kısaca lazım olan her şeyi getirmişlerdi. Biraz dinlendikten ve ısındıktan sonra yolumuza koyulduk.

GÜNEY KÜRDİSTAN’A GEÇTİK

Bir saat yürüdükten sonra Güney Kürdistan’a geçtik. Kar yok denebilecek kadar azdı. Sınırda biraz oturduk, karşımızdaki araziyi ve tepeleri göstererek, “Burası Medya Savunma Alanlarıdır” dedi arkadaş. Çok sevindim. 

Rodî ve milis, bir buçuk günden sonra arkadaşları tesadüfen görüyor ve haber veriyorlar. Arkadaşlar da hemen harekete geçiyor. Bizi aramaya gelirken, sınıra az kala fırtına çıkıyor ve patikayı şaşırıyorlar. Patikanın etrafı da mayınlıymış, fırtınadan dolayı çok zorlanıyorlar. Komutana haber veriyorlar, gitmekte zorlandıklarını belirtip tehlikeye işaret ediyorlar. Sanırım bu haber üst düzeydeki arkadaşlara kadar gidiyor. Onlar da gitseniz iyi olur, şehit olmuşlarsa da cenazelerini getirirsiniz, diyorlar. Bunları sohbet sırasında anlatıyordu arkadaşlar.

ŞEHİT JÎNDA TABURU’NA VARDIK

Arkadaşlar bizi alıp Xinêre’de Şehit Jînda Taburu’na getirdi. Taburdaki arkadaşlar bizi sevinçle karşıladı ve ilgilenmeye başladı. Bir gece o taburda kaldık. Sabah olunca kahvaltı yaptık. Sonra Tabur Komutanı Rênas Amed, “Araba sizi bekliyor, yeni şervanlar eğitimi gördükten sonra buraya geri gelirsiniz” dedi. Her arkadaşın bizden ve yaşadığımız zorluklardan haberi vardı. Yolda kimi görsek bizi ve sağlığımızı soruyor, çok ilgili yaklaşıyorlardı. Arabaya bindik, yerimize gitmeden önce hastaneye gittik. 

Her şey bana ilginç geliyordu, arkadaşların arabaları vardı ve hastaneleri... Arkadaşlardan hiçbir şeyi esirgemiyorlardı. Gördüklerim beni hem şaşırtmış hem de mutlu etmişti. Çok zorlanmış, soğuğa direnmiş, ölüme teslim olmamıştık ve amacımıza ulaşmıştık. 
Savaş ortamına karşı ilk sınavımızı başarıyla geçmiştik.

* Demhat Farqîn’in (Fesih Uçar, Amed’in Farqîn ilçesinde 1984’te doğdu. Gerillaya 2007’de katıldı ve 24 Şubat 2017'de Bitlis'te şehadete ulaştı) yazdığı yol hikayesi.