‘Benim kanım hiçbir Silvanlının kanından daha kırmızı değil’

Silvan Devlet Hastanesi Başhekimi Dr. Zeki Tanrıkulu, 2 Eylül 1993’te katledildi. Seda Tanrıkulu, şehadetinin yıl dönümünde babasını anlattı.

Takvim yaprakları 2 Eylül 1993’ü gösterdiğinde Silvan Devlet Hastanesi Başhekimi Dr. Zeki Tanrıkulu, katledilir. Farqînliler (Silvan) tarafından çok sevilen Dr. Tanrıkulu’nun şehadet haberi bir anda yayılır. İnsanlar hastaneye akın eder.  Türk devleti Kürtçesinde, yurtseverliğinde ısrar eden Farqîn'i faili meçhullerle sindirmeye çalışır. Ancak Dr. Zeki Tanrıkulu’nun şehadet haberi o karanlığı yırtar.

Seda Tanrıkulu, şehadetinin yıl dönümünde babasını anlattı. 

Babasının kendisiyle, Farqînlilerle ve Kurdistan ile olan bağını anlatan Seda Tanrıkulu, babasının tehditler karşısındaki tavrını ise “burada halkımın önünde öldürülürsem benim neden öldürüldüğümü bütün halk bilir” diyerek gösterdiğini söyledi.

GÖNÜLLÜ OLARAK EVLERE TEDAVİYE GİDERDİ

Babanız Dr. Zeki Tanrıkulu'nun şehadet yıl dönümü. Öncelikle babanız ile olan ilişkinizi biraz anlatır mısınız?

Dediğiniz gibi 2 Eylül 1993, bugün 29. yılını bitirip 30. yılına girecek. Ben babama çok düşkündüm. Aynı şekilde babam da bana çok düşkündü. Farklı bir ilişkimiz vardı. Sene ‘90’lar, bir baba ile özellikle bizim toplumda “kız çocuğu” arasındaki ilişkiden çok çok farklıydı. Ben 7-8 yaşıma gelene kadar biz Çanakkale’deydik. Babam orada doktorluk görevini ifa ediyordu. İlk Silvan’a taşındığımızda babama çok düşkün olmama rağmen tepki gösterdim. Hani oraya alışmışım, arkadaşlarımı özlüyorum vs. Aile çevremle de çok sonradan oraya taşınınca tanıştım. Hatta bütün Silvan “Seda, Zeki’nin kol çantası” derdi. Hani bulaşıcı bir hastalık vb. olmadıkça babam gönüllü olarak evlere de tedavi için gidiyor, muayene ediyordu. Örneğin hasta gelebilecek durumda değilse babam giderdi ama ben de mutlaka yanında giderdim. Hatta ben babamı kaybedene kadar da babam beni yıkardı. Daha çok babama koşardım, babama sarılırdım. Aşırı düşkündüm. Zaten katledildikten sonra da, yaklaşık bir buçuk-iki yıl sadece annem ve öğretmenim ile konuştum. Kimse ile konuşmadım, iletişim kurmadım. 

‘TOPRAĞIMDA DOKTOR YOK, HALKIMIN DOKTORA İHTİYACI VAR’

Peki babanızın Farqîn'e dönme gerekçesi neydi? 

O yaşta bilmiyorsun, çocuksun. Sonradan annem anlattı; akrabalarımızın, halalarımızın anlattıklarından biliyorum. Babam tayinini Silvan’a istiyor. Zaten ilk görevini Erzurum’da yapıyor, ondan sonra Çanakkale’ye veriliyor. Yaklaşık 1 yıl tayin için çok uğraşıyor ama hiçbir şekilde babamın tayinini bölgeye; Kurdistan’a vermiyorlar. Hatırlıyorum; iki gün içinde babam geldi dedi ki, “Silvan’a taşınıyoruz.” Hemen eşyaları topladı. 

Sonradan annem anlattıkça öğrendim ki babam devlet memurluğundan istifa ediyor Silvan’a gelmek için. “Benim toprağımda doktor yok, halkımın doktora ihtiyacı var. Mutlaka gitmem gerekiyor” diyor. Özellikle o dönemde kırsal alanlarda ciddi doktor ve öğretmen sıkıntısı vardı. Gelen öğretmenler de genelde faşist, Kürt çocuklarına baskı uygulayan öğretmenlerdi; gelen doktorlar da hiçbir şekilde Kürtçe bilmiyor, hastalarla iletişim kuramıyor hatta hastaya baskı uyguluyordu. Böylece babam Silvan’a taşındı. 

Biz Silvan’a geldiğimizde babam bir muayenehane açtı. Taşındıktan yaklaşık 2 sene sonra babam katledildi. Devlet memurluğuna döndü ama muayenehanesi duruyordu. Hatta Silvan Devlet Hastanesi başhekimliğine atandı. Başhekimdi ama acil doktoru idi, poliklinikteydi, muayenehanesindeydi. Yani çok fedakâr bir doktordu. 

Mesela çok şahit oldum; insanlar gelirdi, babam da az çok insanları tanırdı. Küçükken orada büyümüş, oranın çocuğu; maddi durumu yoksa kesinlikle babam ilaçlarını aldırıyordu. Elden geldiğince sevk vermemeye çalışıyordu. Hastalığı acilse veya Diyarbakır’a sevki gerekiyorsa, o ayrı. 

Babam kendi ısrarıyla, istifa ederek Silvan’a geldi. 

Peki neden elden geldiğince sevk yazmıyordu? 

Birincisi, sağlık olarak Silvan’ın imkânları çok kısıtlıydı. Bunu bir tek ben söylemiyorum, bütün Silvan söylüyor. Mesela yıl dönümlerinde hiç tanımadığımız insanları görüyoruz.

Sağlık imkânları Silvan’da çok kısıtlıydı. Küçük operasyonlar için babamın defalarca Sağlık Bakanlığından bütçe talep ettiğini ben biliyorum. Yanımda konuştukları için… Birini sevk ettiğinde ambulansın çıkması gerekiyor ama çoğu zaman ambulans bozuk oluyordu. Sevki çoğu zaman o hastanede çalışanların kendileri yapıyordu. İlacı oradaki doktorlar temin etmeyebilir. Hastaların ekonomik durumlarını da biliyor. Yanlış hatırlamıyorsam ya çarşamba ya da cuma günlerinde babamın muayenehanesinde muayene ücretsizdi. Onun dışındaki günler, mesela babamın hastanede olduğu saate yetişmemişse muayenehaneye gelirdi. Babam bilirdi o ailenin maddi durumunu, yine ücret almazdı. Sağlık ocağı gibiydi aslında muayenehanesi.

‘KÜRT OLDUĞU İÇİN HEDEF SEÇİLDİ’

Sizce neden babanız hedef seçildi?

Dediğim gibi Silvan’a taşındığımızda ben çocuktum. Çanakkale gibi bir ortamdan Silvan’a geldik. O küçük yaşta bile sen diyorsun ki “bu topraklarda bir şey var.” Biz geldikten kısa bir süre sonra her gün silah sesleri duymaya başladık. Mesela biz lojmanda oturuyorduk. Lojman ve hastane aynı bahçe içindeydi. Diyebilirim ki günde en az iki araba korna sesiyle girdiğinde, çocuk yaşta diyorduk ki evet, biri vuruldu. ‘90’ların çocuklarıyız biz. Silah seslerinden biri mi vurulmuş, tatbikat mı yapılıyor; ayırt ederdik. Ne yazık ki onu anlayacak boyuta gelmiştik. 

Babamın hastanede polisler tarafından üzerine yürünerek tehdit edildiğine çok defa şahit oldum. Silvan halkı hâlâ Türkçe konuşmaz, Türkçe konuşsan cevap vermez. Kendi kültürüne sahip çıkan bir halktır. Hasta ile iletişim kurabilmek için babam elbette Kürtçe konuşuyordu. Kürtçe konuştuğu için iki kere poliklinikte polislerin babamın üstüne yürüdüğünü gördüm. “Niye Kürtçe konuşuyorsun? Kürtçe konuşmayacaksın” diye. Babam başhekim olduğu için o yetkisi de vardı. Hastane personeli de babamı korurdu. Polisleri çıkarıyordu. 

Birkaç kere çatışmada yaralanan gerillalar hastaneye getirildi. Polis babama baskı uyguluyordu, “tedavi etmeyeceksin” diye. Bir defasında ben hastanenin kapısındaydım. Ne yazık ki çok alışkındık. Panzerler gelirdi, polisler çok vahşice o hastane bahçesine girerdi. Babam bağırıyordu, “benim Hipokrat yeminim var. Ben doktorum. Kimi getirirsen getir; az bir nefes de alsa, bir umut varsa o kişinin hayatını kurtarırım. Ben iyileştirmeden, tamam demeden sen ifadesini alamazsın” derdi. 

Zaten Kürt olduğu için hedef seçildi. Babam istifa ederek Silvan’a geldi. Gerçekten halkına çok düşkündü, Silvanlılar da babamı çok severdi. Hâlâ öyleler. O yönüyle de onlara minnettarız. O yönüyle zaten dikkat çekti. Bildiğiniz gibi o dönem bütün Kürt aydınları, Kürtlere zerre katkısı olabilecek herkesi Hizbullah aracılığıyla, Hizbullah bağı kurarak devlet katletti zaten. 

Göze batıyordu. Tehdit alıyordu. Sanırım Haziran ayı falandı. Ninemler Hazar Gölü’nde tatil yapardı. Orayı çok severdi. Biz annemle gittiğimizde ben babamla arabadayken silahlı saldırıya uğradık. Ama o bir korkutma amaçlıydı. 

Bizim balkonumuzu babam açık renge boyamıştı. Karşı taraf da emniyet binası. O dönem başhemşire “Zeki abi keşke akşam balkonda oturmasan...” derdi. Mesela beni kendi odamda yatırmazdı babam. Arka odadaydı. Diyordu, “beni kızımla yaralamaya çalışırlar.” Ben hiç odamda uyuyamadım Silvan’da. Hep korunaklı bölgede beraber uyurduk. 

ÖLDÜRÜLECEĞİNİ BİLİYORDU, DİK DURDU’

Emin abi vuruldu, sanırım 10 Haziran 1992 idi. Doktor Emin Ayhan... Biz bahçedeydik onun haberi geldiğinde. O dönemki aile psikolojisi öyleydi. Beni de aldılar, ambulansla gittik. Emin abi yerdeydi. Babam o gün polislere ciddi anlamda çıkıştı. Hastaneye geldiğimizde ambulansın kapısı açıldı. Emniyet müdürü, polisler vb “Aa Emin doktor! Durumu iyi mi?” deyince, babam orada, “Hem öldürüp hem de gelip soru mu soruyorsunuz” diye tepki gösterdi. Ondan sonra babam zaten tamamıyla hedeflerindeydi. 

Zaten hedefti. Babam da geri adım atmadı. Çok defa “çık” dediler. Mesela bu sözü çok meşhurdur. Mesela bir kere annem, -çok duygusal ve biz Farqîn’e taşındıktan sonra bir kardeşim daha oldu- “Zeki çıksak mı acaba? Çok göz önündesin” dedi. Babam “Benim kanım hiçbir Silvanlının kanından daha kırmızı değil. Ben de bir Kürt'üm ve ben çıkmam. Ben çıkarsam beni yine öldürecekler ama çok farklı bir iftiradan. Ben burada halkımın önünde öldürülürsem benim neden öldürüldüğümü bütün halk bilir” demişti.

3 Nisan 1992’de Menaf Şimşek de katledilmişti. Onun eşi de babama, “Zeki abi çık. Bak Menaf’ı vurdular, seni de vuracaklar. Çık buradan!” dediğinde, “Benim Menaf’tan neyim fazla? Menaf’tan daha çok korumam gereken neyim var? Ben çıkmam” demişti. Öldürüleceğini biliyordu. Çok dik durdu, hiç geri adım atmadı. O da, annem de... 

Babanızı doğrudan polis mi katletti yoksa devlet, Hizbullah gibi kendi paramiliter güçlerine mi havale etti?

Babamı benim yanımda vurdular. Doğum günümden beş gün sonra. 9 yaşıma girmiştim. Silvan eski devlet hastanesinden çıktığımızda, Emniyet ile aramızda taş çatlasın en fazla 30 metre mesafe vardı. Öğle arasına yakın babam geldi. Küçük kardeşim o zaman 6-7 aylık falandı. “Hazırlanın, muayenehanedeki hastalar bitince Amed’e gideceğiz Seda’nın kitaplarını almak için.” Ben de yeni ilkokul dörde geçmiştim. Ağladım, “ben de muayenehaneye geleceğim” diye. Bir de kapris yapıyordum, çünkü babama tapıyordum. Çok farklı bir sevgi vardı aramızda. Çıktı. Zaten balkon direkt bahçeye açılıyor. Ben peşinden koştum. Dönüp dedi ki, “Gir giyin, ben alacağım sizi.” Ben de “hayır” dedim. Babam ile aramda en fazla 10 metre vardı. O ara annem çağırdı beni. Anneme eğildim. İlk önce normal silah, ondan sonra tarama oldu. Ben koştum, annem arkamdan koştu. İkimiz de babamı gidip çekelim duygusuyla hareket ettik. 

O yaşta ne yazık ki farkındaydım. Sonradan anlamlandırıyordum; babamı vuracaklar duygusu vardı. Çünkü her eve geldiğinde derin nefes alarak, “babam bugün de eve geldi” diyordum. Büyüdükçe fark ettim. Biz gittiğimizde babam yatıyordu yerde. İki kişiydiler. 

Babam hep silah taşıyordu. Babamın silahını aldı, koştu peşlerinden. Ben de polislere bağırıyorum. Oradan komşular çıktı. Bağırıyorum, diyorum ki “aşağı gittiler.”

Polisler asla katillerin gittiği yere gitmedi. Tersine çevredeki evlere silah tuttular. Silvan’ın göz bebeğiydi babam. Doktor Zeki vurulmuş, kim içeri girecek ki! Bütün komşular fırladı. İnsanları tehdit ettiler evlerine girmeleri için. Zaten Tekel Mahallesi deniliyor; Tekel Mahallesi’ne girdiğinde bir sokak öteden Emniyet'e girebiliyorsun arka kapıdan. Küçücük yer. Annem şu sebeple geri dönmüş, “ya yaşıyorsa ve tekrar sıkarlarsa!.. Emniyetin dibi, kızım orada!” Sonra zaten hiç sedyeyi beklemeden halk babamı kucakladı. Hastaneye gittik. 

Öncesinde saat beşten sonra Silvan’da çıt çıkmıyordu. Herkes evine çekiliyordu. Korkunç bir süreçti. Ama babamın şehadetinde halk patladı. Hastanenin bahçesi, dışı, Emniyetin önüne kadar yolları kapattı Silvan gençleri. 

Polis benim amcama küfürler savurdu. Babamı hastane koridorunda yatırmışlardı. Annem ve halalarım anlatıyor; ısrarla gözünü kapatmıyormuş babam. Hemşireler beni aldı, arka taraftan başhemşire kapıyı açacak, beni içeri alacaklar. Ben tabii şoktayım. Hiç ağlamadım. Öyle öğrenmiştik. O kadar katliamlar oldu, o anneler, çocukları; tek ben değilim. Binlerce faili meçhulün çocuğu var. Niçin ağlanmaz, öğreniyorsun haliyle. Gülten (başhemşire) abla, “Kapıyı açın, Zeki abinin kızıdır” deyince, polis bana yönelip, “Sen de o bilmem neyin kızısın” deyip üstüme yürümeye çalıştı. Babam tek erkek kardeş. Babamın kuzenlerine ben amca diyorum. Amcam polise çıkıştı, onae yumruk attı. Amcamı, bütün aileyi gözaltına aldılar. 

POLİS ZORLA BABAMI HİZBULLAHÇILARIN OLDUĞU MEZARLIĞA DEFNETTİ’

Babam çıktığında, ben kendimce zılgıt çekmeye çalıştım. Sonra zaten kitleden de destek geldi. Babamın tabutuna panzerden silah tuttular. Annem önce, “Köye, annesinin yanına defnedilsin” dedi. Çünkü babaannem babama çok düşkünmüş. Polisler hiçbir şekilde izin vermediler. Zaten yolların hepsi kapalı ve üzerimize silahlar doğrultulmuş. Ondan sonra aracılar vb. üzerinden, annem dedi ki, “Köy uzaksa, yolları kapalıysa Şêx Xelîl’e defnedilsin.” Şêx Xelîl de bütün şehitlerin defnedildiği mezarlık. Faili meçhulle katledilenler veya Silvanlı olup şehit düşen, cenazesi aileye teslim edilen gerillaların hepsi Şêx Xelîl’de defnedildi. Polis, “Ona kesinlikle izin vermeyiz “dedi. Saatlerce cenaze arabası ile kapıda bekledik. Kıyamet gibi insan kalabalığı, saatlerce sürtüşme oldu. Kabul etmediler ve zorla babamı Hizbullahçıların olduğu mezarlığa defnettiler. 

‘HİZBULLAH ELİYLE DEVLET KATLETTİ’

Görüntüde Hizbullah ama devlet, babamı katletti. Yıllar sonra bir gün telefonumuz çaldı. Bir arkadaşımdı. "Televizyonu açın" dedi. Türk basını... Bir açtım; işte “Dr. Zeki’nin katili Suruç’ta sınırda yakalandı” diye bir haber. Beynimden vurulmuşa döndüm. Yanlış hatırlamıyorsam o zaman hukuk fakültesini okuyordum. Sezgin Tanrıkulu, İHD’li avukatlar bizim avukatlığımızı yapıyordu. Annem zaten dosyayı AİHM’e taşımıştı. AİHM’de kazandık ancak normalde bu soruşturma ile ilgili bize tebligat gelmesi lazım. Ben avukatım, aynı zamanda tanığım, annem tanık. Şikayetçi misiniz, değil misiniz, diye bir usulü vardır. Hiçbir şekilde yapılmadı. Meğer Cemil Meygi, katil, piyon kabul etmiş. Babamı ve Silvan’da 7 kişiyi daha katlettiğini kabul etmiş. Babam için "Silvan’da PKK’lileri tedavi ediyordu diye öldürdüm" diye beyan vermiş, tutuklanmış. Tutuklu yargılanmış. Tahliye edilmiş. Tahliye edildikten sonra Dicle Üniversitesi Resim Bölümüne kaydını yapmış. Üniversite okumuş. Sonra hüküm yiyince kaçmaya çalışınca sınırda yakalanmış. Tamamen bir senaryo.

Biz öğrendiğimizde  tabii şoke olduk. Katil de Silvanlı. Hizbullah üstlendi ama bizim için fark etmiyor. Devlet yaptı. Silvan gibi küçücük bir yer, alay komutanlığı vardı. Yani kişi başına iki polis, üç asker düşer. O dönem OHAL, Silvan da yoğun yöneldikleri bir yer. Zaten Silvan’ı faili meçhullerle bastırmaya çalıştılar. Her ne hikmetse katil yakalanmadı. Mümkün mü böyle bir şey? Mümkün değil. Bizim için Hizbullah eliyle devlet katletti. Hiçbir fark yok aralarında. 

‘90’lı yıllarda kitle faili meçhullerle bastırılmak istendi. Bugün de Türk devleti HÜDA-PAR’ı parlatıp Kürt toplumuna sunuyor. Buna dair neler söylemek istersiniz?

Her seçim sürecinde kendi şahsım adına heyecanlanırdım. Farklı bir atmosfer, çalışıyorsun, çırpınıyorsun. Bu seçim benim için psikolojik açıdan çok zordu. İnanıyorum ki bütün katledilenlerin çocukları, eşleri için de öyledir. Gerçekten zorumuza gitti. Yani birkaç yıl önce AKP’nin sözüm ona Kürt açılımı, çözüm süreci vb. yürütüp, kendi iktidarını korumak için bu katillerle işbirliği yapması, gözümüzün içine baka baka özellikle bunları meclise taşıması. Gerçi hepimizin babası, kardeşi, çocuğu tekrar katledildi. Benim için çok ağır bir süreçti. 

Ben kolay kolay sanal medyada bir şey yazan biri değilim. Seçim sürecinde ben tweet de attım, Hüda-Par’ın genel başkanını etiketleyerek. Seçim sonrası bakıyorum Hüda-Par’ın taleplerine. Güya Türkçe yemini problem ediyorlar, federal yapılanma söylemi vb.; yani devlet kendi Kürt'ünü yaratmaya çalışıyor. Kürtleri katletmekte maşa olarak kullandığı bir yapıyla kendi Kürt'ünü yaratıyor. 

Küçükken babam öldürüldüğünde o çocuk aklıyla, çocuksun, akıl erdiremiyorsun; “Babam doktordu, ilaç veriyordu. Niye benim babamı vuruyorlar ki” diyordum. Sanki diğerlerini öldürmeye hakları varmış gibi. Çocuksun tabii. Şimdi de belki biraz duygusal bir tepkidir ama kendi kendime dedim ki, “Federal yapılanma, Kürtçe anadil istiyorsunuz, madem bunlar sizin derdiniz; katlettiğiniz insanlar bunlar için savaştı.”  Birçok noktada tabii sizinle aynı tabanda yer almayız ama biraz oturup bakabilseler nasıl rezil bir pozisyonda olduklarını görecekler. Bizim için tek mücadele alanı Türk meclisi değil ama onların mecliste olması çok ağır bir durum. Siz savunmasız insanları katlettiniz. Kürt'üm diyen, Kürtçe konuşan insanları, kendi toprağına, kendi insanına katkı sunmak isteyen insanları katletme cüretinde bulundunuz. Şimdi de Kürtlük üzerinden, Kurdistan kelimesini ağzınıza alarak, hiç haya etmeyerek kendinizce bir politika yürütmeye çalışıyorsunuz. 

İnsan seviyesini bozmak istemiyor ama bu katiller diğer katillerden destek alarak meclise girdiler. AKP de katildir yani. Bizi ne bekliyor, bilmiyoruz. O yüzden çok acıydı bizim için. 

‘KARDEŞLERİM BİR İNSANIN HAYATINDA BABA OLURSA NASIL OLUR, BİLMİYORLAR’

Babanız şehit düşünce bir kardeşiniz yeni doğmuştu. Anneniz bir kardeşinize gebeydi. Babanızın şehadeti sonrası kardeşlerinizle diyaloğunuz nasıldı?

Benim ilk kardeşim doğduğunda herkes, 'acaba Seda nasıl tepki verecek' diyordu. Çünkü ben geniş aileme de minnettarım. Beni çok seviyorlardı. Babam zaten çok farklıydı. Babamı çok kıskanırdım. Çok normal, küçüksün. Ama babam katledildiğinde çok sahiplendim. Annem en küçük kardeşime gebeydi. Hatta birçok kişi gebeliğe son mu versen, Zeki abi de yok, demesine rağmen annem aşırı tepki gösterdi. Ben aşırı sahiplendim ama kendi çocuk aklımla yıllarca ben babamı kardeşlerime anlatmadım. Onların yanında babamı anlatmalarına izin vermedim. Kendimce koruyordum, etkilenmesinler diye. Sonradan bir psikolog “sen ne kadar anlatırsan o hasret içlerinden o kadar gider” dedikten sonra anlattım. Aşırı korumacıydım kardeşlerime karşı. Babamı anlattım, paylaştım. 

Nasıl biriydi? Onların yaşadığı bence benimkinden daha zor. Ben mesela Zeki’yi özlüyorum. Kendi babamı özlüyorum. Onlar bir insanın hayatında baba olursa ‘nasıl olur’u bilmiyorlar. Daha ağır. En azından o eksiği kendimce gidermeye çalıştım. Çocukken tepkileniyorlardı, “Neden baba öldürüldü” diye. Silvan’a geldi, Silvan’da katledildiğini öğrendiler. Daha ilkokuldayken neden Silvan’a geldi, diyorlardı. Ama ben, annem anlattık.

Çok ağır gerçekten. Özlemi çok ağır. Bir kızım var. Kızıma bakınca ya da bazen diyorum bu aşamayı atlatırsam bu özlem dinecek ama yok. Kaç yaşına gelirsen gel, o baba özlemi oluyor. Evet, katledildi, 30 yıl bitiyor. Özlemi çok ağır ama yıl dönümünde biliyoruz ki mezarında kuyruk olacak. Bayramlarda hiç tanımadığımız insanlar geliyor mezarlığa. Biz onunla avunuyoruz. Ne mutlu ki böyle bir babanın çocuklarıyız!